İhsan ÖZKAN

DÜŞ(ÜN)MEK-3

İhsan ÖZKAN

    Tefekkürden o kadar uzak kaldık ki sık sık şöyle dua etmemiz elzem gözüküyor : ‘Ya Rabbi; sessiz, sedasız, hareketsiz oturarak kendimi, hayatı, ölümü, tefekkür etmemi nasip eyle’. Hareketin, sesin, gürültünün, şatafatın, modanın, aksiyonun kutsandığı bir çağda yaşıyoruz. Böyle bir çağda peygamberimizin Hira Mağarasına çıkıp günlerce tefekkür ettiği gibi itikafa girsek hemen gerici, radikal, dinci, deli damgasını yiyorsunuz. Oysa aklın ve ruhun en dinamik olduğu an bedenin ve duyguların sessize alındığı andır. Sessizlik ve hareketsizlik tevhit ve bütünlük makamıdır. Feridüddin Attar susmanın faydalarını anlatırken ‘Akıllıların adeti susmak, cahillerin adeti unutmaktır’ der. Cahillerin unutmasından kasıt bu dünyaya neden gönderildiğini unutmalarıdır. Çok konuşan kişi hikmetin bilgisine sahip olduğundan değil cehaletinden bî haber olduğu için gevezelik yapar. Feridüddin Attar çok konuşanların göğüsleri içinde kalpleri hastadır der ve ekler ‘Çok konuşma, kalbi beden içinde öldürür, o sözler isterse inci taneleri olsun. ( Feridüddin Attar, Pendname, çev. Nuri Genç osman, İstanbul : Maarif Basımevi, 1958) s.8-9

Sessiz olabildiğimiz anlar fikir olarak en üretken olduğumuz anlardır. Kafanızda en çok neyi düşünürseniz hayatınızda onu çoğaltırsınız. Günde aklımızdan 60.000 ila 80.000 arası düşünce geçer. Hem de bu kadar gürültülü ve patırtılı bir hayat yaşadığımız halde. Tabii kafamızdan geçen düşüncelerin boş mu olduğu dolu mu olduğu bizim ilgi ve alakamıza bağlı. Varlık olarak insanın değerinden daha aşağı değerde olan varlıklar vardır. Para, mal, mülk, dünyalık kazanç gibi. İnsan bunların peşinden gittiğinde kendi değerini düşürür. 

Modern çağın iliklerine kadar işlemiş gürültü ve patırtı aklımıza, ruhumuza, kalbimize ateş açıyor. İş, üretim, verimlilik, yenilik, hareket ve dinamizm adı altında üretilen gürültü hayatımızın her alanını işgal ediyor. Akli melekeleri köreltiyor ve kalplerimizi karartıyor. İnsanlar acı bir olay yaşadığında üzüntüsünü bile doğru düzgün yaşamasına izin vermiyoruz. Acılarından ders çıkarmasına müsaade etmiyoruz. Hemen üzülmemesi gerektiğini söylüyoruz, olur böyle şeyler diyoruz. Sessizlik , acı, keder, üzüntü eksik, yanlış, kusurlu, şüpheli ve tehlikeli bir durum olarak görülüyor.

Atalarımız söz gümüşse, sükut altındır demiş. Duymak için susmayı öğrenmek zorundayız. Karşımızdakini anlamak için nasıl susup dinlememiz gerekirse, varlıkları ve tabiatı anlamak için de susup dinlemeli ve tefekkür etmeliyiz. Susmak ve dinlemek iletişimin birinci şartıdır. Toplum içinde iletişim kurarken çoğu zaman karşımızdakini dinlemeyiz. Kendi söyleyeceğimiz sözü hazırlarız. Halbuki insan dinlemesini öğrenirse çocuktan bile bir şeyler öğrenebilir. Yağmurun sesi, şelalenin şırıltısı, göğün gürlemesi, çölün sessizliği, karın yağışı, varlıkların her an ki tecellilerinin iç sesidir. Bu ses kendi iç sesimizle birleştiğinde sessizliğin ilham verici sesini duymaya başlarız. Tefekkür etmek, aynı zamanda sessizliğin kıymetini idrak etmek demektir.

Derinlikli düşünmenin öncüllerinden biri de modernizenin bize dayattığı hız fetişizminden kurtulup yavaşlamayı öğrenmektir. Modernite, bize her şeyi haz ve hız ekseninde yapmamızı dayatıyor. Zamandan yana sıkışıklık modern insanın kendisiyle baş başa kalmamak için kendine kurduğu bir tuzaktır. Zamanı yoğun ve hızlı yaşamak, var oluşumuzu tehdit eden büyük hastalıklardan biridir. Bir arkadaşınızı yada tanıdığınızı bir ilim meclisine ya da bir iş yapmaya çağırdığınızda üstat çok yoğunum diyor. Yoğunuz dediği de akşam olunca çay çekirdek faslından sonra mandalina soyup dizi seyretmek.

Tekdüze ve anlamsız şeylerin peşinden koşturup duruyoruz ve kendimizi tüketiyoruz. Hayatı hızlı yaşayarak hikmetin peşinden gidemeyiz, varlık bilincine erişemeyiz. Hayatımızla ilgili sormamız gereken soruları soramayız. Kitapları bile hızlı hızlı okuyup tüketim malzemesi haline getiriyoruz. Modernite tüketim kültürünün ürünlerinden biri de hızlı okuma teknikleri. Okumanın hızlısı mı olur. Teravih namazlarını hızlı kıldıran imamların nasıl komik duruma düştüklerine hepimiz şahit oluyoruz. Bilgiyi almak, özümsemek, kendimizi aşan hakikatin bilgisine ulaşmak tertil üzere okumakla olur. Tertil üzere okumak; Anlayarak, sindirerek, belirli bir sıra ve düzen içerisinde, özümseyerek okumak demektir. Yüce Mevlamız, Müzzemmil Suresi dördüncü ayeti kerimede Kuran’ı da tertil üzere okumamızı emreder.

Bir şey üzerine düşündüğümüzde, düşündüğümüz şeyin var olduğu en ön kabulüne inanırız. Düşünce eylemi; bizi bir şeye, nesneye, olaya, sürece bağlar. Bu yüzden tefekkür etmek, ilişki kurmaktır. Kelimeler ile manalar arasında, kavramlar ile nesneler arasında, akıl ile duygular arasında. Bu ilişkileri arttırdıkça, gerçek ile gerçek üstü arasındaki bağı kuvvetlendirerek hakikati temaşa etmeye başlarız.
Tefekkür, bir yoluyla keşif bir yönüyle inşadır. Keşif, olan bir şeyin ortaya çıkarılması demektir. Kristof Kolomb Amerika’yı keşfettiğinde var olan bir kıtayı buldu. Burada daha önce İnkalar, Aztekler, Mayalar binlerce yıldır medeniyet kurmuşlardı. Keşif bir gerçekliğin önündeki engellerin kaldırılmasını ifade eder. Perdenin kalkması ve hakikatin ortaya çıkması manasında kullanılan ‘Keşfül Mahcup’ ifadesi bu ilkeyi anlatır. Hakikatin ışığı her daim parıldamaya devam eder. Yapmamız gereken, önünde duran engelleri, perdeleri kaldırmak. Zuhur etmesine izin verilen hakikat, kendi mecrasını bulur.

Hakikatin önündeki perdelerin kalkmasıyla, yapmamız gereken hakikati temaşa etmektir. İşte bu temaşa sırasında, varlığın hakikatini keşfederiz. Tefekkür, bir inşa sürecidir. Kelime ve kavramlarla, akıl ve hayal gücümüzle varlığı, kendimizi anlamaya çalışır ve kendimizi inşa ederiz. Tefekkür, varlıkları dikkate almayı gerektirir. Varlıklar hakkında zihnimizde oluşan tasavvurları, varlıklara dayatamayız. Bizim emrimize verilmiş, bize musahhar kılınmış varlıkları istismar edemeyiz. Varlıklara, eşyanın hakikatine uygun olarak muamele etmeliyiz.

Tefekkür bir şey hakkında fikir üretmektir. Fikir ise bilinen bir şeyle bilinmeyeni anlamak için aklın üretimidir. Ragıp El İsfahani ‘Bilinenden ilme varma kuvvetinin fikir, aklın bakış açısına göre bu kuvvetin faaliyetine de tefekkür denilir’ demiştir. (El-Isfehanî, Rağıb, Müfredatu Elfazi'l-Kur'an, Beyrut 1992, s. 643)

Hazreti Ali’ye isnad edilen ‘Akıllı kişi, sustuğu vakit tefekkür eden, konuştuğu vakit zikreden, baktığı vakit de ibret alan kimsedir’ cümlesini tefekkür etmemiz dileğiyle.


 

Yorumlar 1
Hüsamettin Karaass 08 Nisan 2024 14:23

Mükkemmel yazı üstadım Rabbim kalemini keskin ve cevval kılsın

Yazarın Diğer Yazıları