İhsan ÖZKAN

DÜŞ(ÜN)MEK-2

İhsan ÖZKAN

Arapça da ilm kelimesinin alem (işaret) ve âlem (evren) ile ilişkisi birçok konuda aydınlanmamızı sağlar. İlim/ Bilgi, bir hakikati ya da gerçekliği işaret eden araçtır, vasıtadır. Bilginin asıl manasını, işaret ettiği şeyde görebiliriz. İşaret kendi başına hakikat değildir. İşaretin gösterdiği hakikattir. Dolayısıyla işaret, kendisini aşan bir hakikate yöneltir. İşaret levhalarını düşünelim. Bu levhaları ister ışıklandırın, ister süsleyin, ister sade bir şekilde yola dikin; Amacı bizi bir yere kanalize etmek ya da bir yere ulaştırmaktır. İşaret levhalarının yanında durup poz vermeniz ya da onu kucaklamanız ya da yanında çay içmeniz sizi işaret levhalarının işaret ettiği yere götürmez. İşaret levhalarının ne manaya geldiğini anlayıp, işaret ettiği yere doğru gitmek işaret levhalarının amacına uygun hareket etmektir.

Evrendeki bütün varlıklar, ağaçlar, bitkiler, hayvanlar, gezegenler, bulutlar Yüce Allah'ın işaretleridir.  Bu işaretler evrenin ötesindeki hakikatleri var eden kaynağı yani Yüce Allah’ı işaret eder.   Evrenin büyüklüğü, ihtişamı ve düzeni bize asıl hakikate götüren işaretlerdir. Bu evrenin veya dünyanın ötesine geçemeyip buralarda takılıp kalırsak işaret levhalarının dibinde oturup, işaret ettiği yere gitmemek gibi saçma sapan bir duruma gireriz.  Kainattaki bütün varlıklar bir işarettir. Bizi kendi gerçekliğinin ötesindeki hakikate yöneltir.

Konuşurken karşı tarafın aklına güvenirsek, sözü uzatmaktan sakınır, asıl kastettiğimiz manaya işaret ederiz. İşaret etmek aslında bakmaya davet etmek demektir. Muhatabımıza bak dediğimizde; ‘bak da hakikati kendi gözlerinle gör’ demek istiyoruz. Tabii bu görme akıl ve kalp gözüyle bakarak olmalıdır. Düşünmenin en yoğun hali, akıl ve kalp gözüyle bakarak olur. Görmek, işaret levhasına bakmak değil işaret edilen şeyi takip etmektir. İbni Sina'nın felsefi eserinin adının El İşarât ve’t- Tenbihât (işaretler ve tembihler) olmasının hikmeti budur. İşte düşünmek, bize işaretleri okumayı öğretir, bize istikamet kazandırır.

Varlık aleminin birçok rengi, kokusu, mertebesi ve manası varsa onu anlamayı hedefleyen düşünme eyleminin de çok boyutlu bir hali vardır. Bir ağacı ele alalım; Kökü, gövdesi, dalları ve  yapraklarıyla ağaç bir bütündür. Ağaç bunlardan birine indirgenemez. Yani yaprak ağaçtır diyemeyiz. Ağacın fiziksel özelliklerini bilimsel yönlerden incelemem onun hakkında sembolik anlamlar üretmeme mani de değildir. Mesela ağaçlar insanlar gibi özeldir, hiçbiri birbirine benzemez diyerek ağaçların her birinin özel yaratıldığına işaret eden sembolik bir dil kullanabiliriz.

Türkçede düş kurmakla düşünmek aynı kökten gelir. Düş bir şeyin zihnimizde canlanmasıdır. Düşünürken bir nesneyi yahut kavramı zihnimizde canlandırırız. Zihnimizde canlanan şey kendini bize bilinir kılar. Bir şey bize bilinir kılındığında onu görürüz. Arapça kökenli olan rüya kelimesinin kök anlamı görmektir. Görmek fiilinin düşünce eylemi açısından özel bir yeri vardır. İdrakimizin önündeki perdeler ortadan kalkıp varlıkların manaları zuhur etmeye başladığında, aklımızla görmeye başlarız. O manaya nüfuz ettiğimizde kalp gözüyle görmeye başlarız. Görmek, varlıkların mevcudiyetlerini kabul etmekle başlar. Kelimeyi şehadeti düşünelim. Allah'tan başka ilah olmadığına şehâdet ederim derken aslında Allah'ın var olduğunu ve bir olduğunu akıl ve kalp gözüyle görerek, idrakimin önündeki perdelerin kalkmasıyla anladım demek istiyoruz.

‘Bu Cihan âkiller (akıl sahipleri) için seyr-i bedâyî (akıl sahipleri için sır, hikmet ve sanat-ı ilahiyeyi  kalben seyredebilmek) ahmaklar içinse yemek ile şehvettir’ demiş bir mütefekkir. İnsan, modernitenin değil de Kuran'ın tarif ettiği şekilde akıl sahibi olduğunda, kalbinin, hislerinin, muhayyilesinin, aklının ve zihninin potansiyellerini en verimli ve güzel haliyle kullanır. İnsan eğer gerçekliği ve hakikati, rasyonaliteye, deney ve gözleme indirgerse; aklı, zihni, kalbi, duyguları, hisleri, muhayyilesi fakirleşir ve çoraklaşır. Günümüzde teknolojinin gelişmesi, insanoğlunun potansiyelini ve medeniyetini daha ileri taşıdığı anlamına gelmiyor. Tam tersine,  hakikat ve  gerçekliği sadece deney ve  gözleme indirgediğinde insanlığı, merhameti ve vicdanı da kayboluyor. Çünkü modernite ne kadar manevi değer varsa hepsini metafizik alana itip değersizleştirdi. İnsan yaratılmışların en şereflisi olma potansiyeline sahipken, esfele safilîn (yaratılmışların en aşağısı) olmaya başladı. 

‘Bir saat tefekkür bazen bir sene ibadetten daha hayırlıdır’ buyurmuş peygamberimiz.(Suyuti, Camiu’s Sağir, II/127; Aclûni, I,310). Çünkü tefekkür, manevi duygularımızı ve insanlığımızı geliştirir. Bizi olgunlaştırır. Kendimizi bilmemize yardımcı olur. Varlıkların yaratılış hikmetlerini kavramamızı sağlar. Her şeyin her şeyle bir bağın olduğunu anlarız. Kainatın nasıl bir uyum içinde olduğunu ve bizim de bu uyumu bozmamamız gerektiğini görürüz. Hayatımızdaki değer sıralamasını doğru bir şekilde yapmamızı ve bir numaraya Allah'ı sevmeyi, ona kulluğu ve ona saygı duymayı yerleştirmemizi sağlar. Sahih bir tefekkür, varlığa sevgi ve merhamet ekseniyle bakmamızı, yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi, hayatın her anına ve alanına müdahale gücümüzün olmadığını, bize sonsuz hayatın kapılarını açacak olan anahtarın, ruhun aç bırakılmaması olduğunu anlamamızı sağlar.

Mutlak ve aşkın olan, müşahade edilir ama tarif edilemez. Görülür ama anlatılamaz. Kelimeler gözün ve gönlün şahitliğine yetişemez. Gerçek iyilik ve cömertlik, gördüklerini anlatmak değil başkalarına da hakikati görmeye ve duymaya hazır hale getirmektir. Başkalarının da o hali yaşaması için çaba sarf etmektir.

Mecazlar, semboller ve metaforlar dilin sınırına dayandığımız anlarda bize nefes aldırırlar. Sembolik dil, modern düşüncenin katı ve mekanik kuralların ötesinde bize yeni imkanlar sağlar. Düşüncelerimiz sonsuzluğa doğru uzandığı oranda sembolik dil kuvvetlenmeye başlar. Bu tecrübe ettiğimiz şeyi birisine aktardığımızda bilgi aktarımı değil varoluşsal bir uyanış halini göstermiş oluruz. Bu uyanış ‘hayret’ halidir.
Sahih bir düşünce hayret makamında hakikati daha güzel temaşa etmemizi sağlar. Eflatun, ‘felsefenin başlangıcı hayrettir’ demiş.  Hayret olmadan düşünmeye başlamak, heyecanınızı söndürür ve düşündüğümüz şeyin içine düşemeyiz, derinleşemeyiz. Zünnûn El Mısrî ‘Allah'ı en iyi tanıyan onun hakkında en fazla hayret edendir demiştir.’ (Kuşeyrî, s.605). Dolayısıyla en çok tefekkür eden, Allah'ı en iyi tanıyandır ve en fazla hayret edendir.

İbn-i Arabi vahdet ile kesret, birlik ile çokluk, mutlak hakikat ile tecelli arasındaki ilişkinin hikmet ve marifet yolcusunu hayrete düşürdüğünü söyler. Burada hayret bir şeyi garipsemekten yahut şaşıp kalmaktan ziyade, müşahade ettiğimiz gerçeğin bizde uyandırdığı lezzet halini ifade eder. İbn-i Arabi  hayretle vuslat arasında ilgi kurmuştur. Ona göre hakka vasıl olan hayret eder. Bu durumda hayret ‘İlim, İrfan, yakîn ve hidayet anlamına gelir. 

Cümlelerimi Ebu Bekir Eş Şiblî’nin bir duasıyla bitirmek istiyorum.  ‘Ey hayrete düşenlerin rehberi, hayretimi artır.’ (Hücvîrî, s.353) 

Yorumlar 6
Yasin KARAKAYA 29 Mart 2024 10:03

Doğrusu hayret ettim.

Enes budak 27 Mart 2024 23:30

Mükemmel bir yazı olmuş

Ömer Savaş İlhan 27 Mart 2024 09:07

Ağzına yüreğine sağlık hocam güzel yazıların için .

Adem Demir 27 Mart 2024 05:32

Rabbim hayretimizi arttırmamızı nasip etsin.

Ertan Ünlü 27 Mart 2024 04:19

Eline sağlık reis

Metin GÖĞEBAKAN 27 Mart 2024 01:08

Amin

Yazarın Diğer Yazıları