İbrahim ŞAHİN

Kendi Hira'mızda Yeniden Dirilmek

İbrahim ŞAHİN

Bir toplum düşünün dostlar; içinde yaşamaya zorunlu olduğumuz
toplumlardan bir toplum
Bin dört yüz küsür yıl önce yaşamış olan cahiliye toplumunun karakter yapılarıyla neredeyse birebir örtüşen bir toplum. 

O zaman ki Mekke’nin çağdaş versiyonunun tablolaştığı bir toplum
İnsanların bir kısmı dünya hayatının albenisine alabildiğince kapılmış 
ben merkezli, zevk ve safa düşünceleri içerisinde
nefs, heva, heves ve benzeri bütün ayartıcılara açmışlar alıcılarını, 
efsunlanmış bir şekilde savrulup gidiyorlar peşleri sıra 
ve bu savruluşlarını 
gayet normal, sıradan, yerinde ve haklı gördükleri gibi
medeniyet ve üstünlük vesilesi de sayıyorlar bir şekilde, üzülüyorsunuz.

Öyle bir tablo ki;
Kadınlar yatak odalarından fırlamışçasına dolaşıyorlar her yerde
Eşlerine göstermedikleri süs ve ihtimamı dışarıya sergiliyorlar
Ve bu teşhircilikten zevk duyuyorlar bunalıyorsunuz.
Erkekler, analarının, bacılarının, eşlerinin, kızlarının bu hallerinden çok da rahatsız görünmüyorlar ya da elleri mahkum, acıyorsunuz.
Her iki cins de evlerinden esirgedikleri güzel konuşma ve davranma maharetlerini başkalarına sergiliyorlar 
Tesettür bile çoğunlukla bir albeni, dikkat çekme, beğenilme vesilesi olarak taşınıyor üstte sanki, kızıyor, kahroluyorsunuz.

Evler bir mahrumiyet mustatili gibi
Herkes birbirini mahrum ediyor kendisinden,
Anne ve babanın birbirine kurduğu cümle sayısı onu geçmiyor, o da ihtiyaçlar ile alakalı olarak
Çocuklar kendilerini odalarına kapatarak mahrum oluyor aile sıcaklığından ve mahrum ediyor kendisinden evdekileri, içiniz acıyor.

Necip fazıl merhumun 
“bir kurtlu peynir gibi ortasından kestiğim
Buyrun işte evim” dediği gibi 
içler acısı bir çürümüşlük kokusu geliyor her yerden, örseleniyorsunuz. 
Toplumsal hayat başka bir drama,
sessiz çığlıkları paramparça ediyor hissedebilen yürekleri ve ruhları.
Genel itibariyle adalet rafa kaldırılmış
Haksız güçlüler, haklı olmanın bir yolunu mutlaka bulurken
güçsüz haklılar haklarını elde tutabilmek için kıvranıp duruyorlar, çaresizlikten kahroluyorsunuz.

Ahlak toplumdan sürgün edilmiş, utanıla, sıkıla yaşanıyor yaşanabilen yerlerde
İnanç ve değerler çağdışı yaftasıyla itibarsızlaştırılmaya çalışıyor
ve buna sözüm ona Müslüman kimi fert ve çevreler de çeşni oluyorlar inançlarına olan mesafeleri ve batı hayranlıklarıyla, beyninize kıymık olup batıyor, kıvranıyorsunuz.

Nefsin ve şehvetin rengine büründürülmüş olan sevgi can çekişiyor her yerde
Dostluk ve kardeşlik kavramları menfaate endekslenmiş, çıkarın olmadığı yerlerde esamesi bile okunmuyor
Sözler arkasından vuruyor birbirini
Tahammül acûze ihtiyarlar gibi çaresiz
Sabır dipsiz kuyularda unutulmuş sanki
Gözler karşısındakini ateşe verecek şekilde kıvılcımlar saçıyor konuşurken
Kelimeler bıçaktan keskin, zehirden acı
Zulüm hiç olmadığı kadar serbest ve sermest her yerde
Zalimler şirret ve yüzsüz
Mazlumlar yalnız ve bîçâre, kendinizi bir ruh gurbetinde buluyorsunuz.

İçinizi kararttım biliyorum ama üç aşağı, beş yukarı vâkıâmız bu,
Tüm bu toplumsal ve kokuşmalar, bireysel savrulmalarının ürünüdür çünkü.
Görmediklerimiz, bilmediklerimiz de çoğu zaman
ya kendimizle yüzleşememekten kaynaklanıyor
ya da halının altına süpürmenin tabii bir sonucudur çünkü.
Aslında az konfor da değil hani. Moralimiz bozulmuyor en azından
Ama nereye kadar?
Yerin görülmemiş bir sarsıntıyla sarsılacağı, 
İçindekileri dışarı atacağı 
Ve insanın da buna ne oluyor böyle? diye hayıflanacağı güne
Ya da ecel şerbetinin içirileceği zamana bırakılması hiç de akıl kârı bir tercih değil sizce de değil mi sevgili dostlar.

Öyle zannediyorum ki;
Ne yeryüzü ne de gökyüzü hoşnut değil bu olup bitenlere şahit olmaktan.
Temiz ve salih insanlar da bunalır böylesi zamanlarda; 
İşin, gücün, her türlü keşmekeşin, toplumun içinden sıyrılıp
ne gölgelerini ne de ihsanlarını istemiyorcasına 
içine girip sadece kendileri olabileceği, kendini dinleyebileceği bir fıçısı olsun istemez mi insan?

Veya seslendiğinde her hangi bir beklentisi olmadan sesine ses verebilecek bir kuyusu olsun istemez mi?

Meselâ doruklarına tırmandıkça insanlardan uzaklaşabileceği
Sadece Rabbiyle başbaşa kalabileceği bir dağı
Belki de bir mağarası olmasını istemez mi insan?

Bir Hira özlüyor olamaz mı?
Ya da olmalı değil midir?
Sahi dostlar, neden bir hiramız olmasın?
Bunun için kendimizi dağlara vurmaya,
başımızı alıp çok uzaklara gitmeye gerek olmayabilir
belki de yanı başımızdadır aradığımız
her gün gözümüzün içine bakmaktadır, beni ne zaman fark edecek diye
belki de sadece sarıp sarmalamasıyla yetinmemizi istemiyordur
fark edilmek istiyordur
sohbet edilmek istiyordur
belki de koynunda yattığımız halde özlüyordur bizi, sevgili dostlar,
sahi, geceyi neden bu kadar ihmal ediyoruz, neden daha yakından tanımak yerine uyku ile tüketmeyi yeğliyoruz?
neden karagözlerinin içinde kaybolarak bulmuyoruz yitik yanlarımızı.
Bel ki de gecelerimizdir en tenha hiramız, olamaz mı dostlar?
Belki de en çok ihmal ettiğimiz, nasiplenemediğimiz hiramız. 
Yaratan ile baş başa kalarak içimizden geldiğince sızlanacağımız
dertleneceğimiz, nazlanacağımız,
yüreğimizi avucuna, başımızı ağuşuna bırakarak huzur bulacağımız bir huzur limanı neden olmasın gecelerimiz?

Âh! O kadar çok biliyor, 
O kadar çok konuşuyor
O kadar çok tartışıyor
O kadar az yaşıyoruz ki!...
O kadar çok hırpalıyoruz ki kendimizi ve karşımızdakileri
Hem kendimizi hem de karşımızdakileri bizzat bizden, kendi elimizden çekip almak, kurtarmak lazım sanki sevgili dostlar.

Bunun için gecenin koynuna, Hiramıza sığınmalıyız
Yatağın şuh kollarından çekip alarak kendimizi
Akıp giden zamanı durdurabilmeliyiz gecenin bir yerinde
Ben geldim! Diyebilmeliyiz alnımız secdede
Hoytratın geldi, gufranına susamış olarak!

Kaçağın geldi!
Rabbim! Çok savruldum,
Çok dolandım!
Çok üşüdüm!
Çok yandım!
Şefkatine muhtacım!
Açar mısın kucağını Allâhım?!... diyebilmeliyiz
Karanlığında aydınlıklar kuşanarak
Sessizliğinde naz ve niyazlar,
Kuytuluğunda muhabbet devşirmeliyiz gecenin,
Ruh dünyamızı bakıma alacak fırsatlar yakalamalıyız,  
buluşarak hep ihmal ettiğimiz Rabbimizle, 
huzur bulacağımız bir limana demirleyerek ruhumuzu,
diriltmeliyiz hiramızı.

Gecenin bir yerinde kalkıp dinlemeliyiz geceyi
Kulak vermeliyiz lisanı haliyle insanlığa fısıldadıklarına
Belki biz de duyarız kulak verebildiğimizde;
Kim bilir, cahiliye cenderesinde bunalan Habibine seslendiği sesi yeniden işitiriz belki de gecenin sessizliğinde;
“Ey örtünüp bürünen kalk!” 
“Kalk ve dirilt geceyi” uyarısını hissederiz iliklerimize kadar.
“Gönlünden geldiğince, haz duyduğunca, huzur bulduğunca.
Ağır ağır, tane, tane, anlayarak, hissederek, özümseyerek oku sana gönderdiğim nameyi, Kur’anı.” Uyarısı kendimize getirebilir belki de bizi.
“Oku ki; anla nasıl bir sorumluluk la şereflendiğini muştusunu.
Kurtulursun tüm ses ve meşgalelerinden gece, 
gece hem özüne dönüş iklimidir hem dinlence.

Hayatta bir sorumluluk alanıdır ve gündüz say ve gayret zamanı” ilhamıyla kendimize geliriz rabbimizin,
Sonra, silkeler belki de gecenin ilhamı; 
bile isteye olmasa da bilinç altında sığındığımız, 
umduğumuz, 
beklentiye girdiğimiz tüm nesnelerin faniliğini hatırlatarak;
“Beni an ve bütün benliğinle bana yönel ki mutmain olsun kalbin.”
“Çünkü, tüm zamanların ve yönlerin Rabbi benim”
“Benden başka hiçbir ilah yoktur. O halde beni vekil edin ki salaha eresin.” İnancını kuşanırız belki de yeniden
Yeniden ayarlarız ilişkimizi, çevremizdekilerle
“Azgınlık ve taşkınlık içerisinde olanlara sabretmeyi, hikmet ve güzellikle davranmayı”
“Nimetler içinde yüzerken nankörlük edenler, gafletle zayi ettikleri bir mühlet içindedirler.” Uyarısını alırız zihnimizde canlanan vahyin esintilerinden
Dağarcığımızdan süzülerek akıp gelen vahyin kılavuzluğunda ve gerçekten şükretmeye bir yol buluruz.

Hiçbir azgınlık ve inkar karşılıksız kalmayacağını, akıllarına gelmeyecek azaplar ile elem içine düşüleceğini pusuda bekleyen cehennemin” hissederiz yeniden.
“Bu da çok uzak ya da imkansız değildir hani. Yerin ve dağların darmadağın olacağı gün yaklaşmaktadır.” Belki de bir nefes sonrasıdır, bilemeyiz endişesinden yeşeren derin bir rikkat kaplar tüm benliğimizi ve akledenlerden olmayı yeğleriz yeniden belki de, çünkü
“Akledenlerin kulak verecekleri elçilerle uyarılmadan yakalanmaz hiç kimse.” Ve biz o elçiler ile uyarılan bir toplumuz.

Dikkat et, “Elçilere ve mesajlara kulak tıkayanlar ve isyan edenlerin yanına kalmadı yaptıkları, kalmayacak da”
“Eğer bütün bunları görmezden gelir ve inkar ederseniz nasıl kurtulacaksınız dehşetiyle çocukları bile ak saçlı ihtiyara dönüştüren günün kıskacından.?” Uyarısıyla Kıvranmaya başlarız gecenin mümbit ikliminde ve sonra bir tablo daha canlanır gözlerimizde
“Çünkü o gün gök bile yarılacaktır Allahın vaadinin gerçekleşmesi için.”
Ve bir öğüt
“Her kim Kur’andan öğüt alırsa Rabbinin rızasını kazanacak bir yola girer.”
“Allah her kime sıhhat ve güç durumuna uygun olarak gecenin bir bölümünde kalkarak rabbi ile baş başa kalmayı,” Rabbinden gelen ilahi mesajları okumayı ve anlamyı, rabbini zikrederek gönlünü da nasipsiz bırakmamayı rızık kılmışsa ona büyük ihsan da bulunmuştur.

Kul gecelerini diriltmekle, hira gibi değerlendirmekle huzura erer
“O bununla helal ve temizinden rızık aramayı”
“Namazı gereğince kılarak hayatını ve ruhunu ıslah etmeyi”
“Rabbinin kendisine ihsan ettiklerinden hak sahiplerinin hakkını gözetmeyi”
“Şer yüzlü günün kıskacından kurtulabilmek için önden güzel işler göndermeyi” Hayatına değişmez düsturlar olarak nakşeder.
Böylece “Rabbi de onu mahcup ve mağdur etmez”
“İyilik ve hasenelerini kat kat artırarak mukabele eder”
Yalnızca Allahtan bağışlanma dileyerek nefsinin ivgalarından ve dürtülerinden kurtulmaya çalışanı “Allah yalnız bırakmaz, bağışlar ve 
Engin ve sonsuz merhametiyle sarıp sarmalar kulunu…”
Ve gece yürüyüşünün hitamında tüm hücrelerimiz dile gelmişçesine sunarız boynu bükük dilekçemizi yüce makama 
“Cümle hamdler sanadır ey âlemiynin Rabbi!
Çünkü sen Rahman ve Rahim olan adınla hem dünyanın hem de ukbânın merhamet umudu ve kaynağısın
Çünkü sen ebediyet yurdunun da sahibi ve sultanısın
Yalnız sana ibadet eder yalnız senden yardım dilerim
Beni mustakıym sıratına, dosdoğru yoluna, rızana giden yola hidayet et.
Hani o nimet verdiklerin var ya imanın izzetine erdirerek bahtiyar kıldıkların var ya işte onların yoluna ve kaderine ilet beni de
Azıp sapmış, dalalete düşmüş bedbaht olanlar güruhuna, işte onlara uymaktan ve onlarla haşr olmaktan muhafaza buyur aciz kulunu, emanına al Rabbim.”

Amin, yâ Muîn… 
 

Yazarın Diğer Yazıları