FE EYNE TEZHEBÛN?!...
BU GİDİŞ NEREYE?!...
Elest bezminde başlayan ve ana rahminde ete kemiğe bürünerek ebed iklimine doğru yola koyulan bir yolcu insan…
Yol deyip de geçmemek gerek sevgili dostlar;
yollar var; insanı izzet ikliminin huzur veren ortamına
yollar var; zillet batağının nedametle inleten kucağına taşır
ve akleden her cana, çıktığı yolu sorgulamak yaraşır…
İnsan koyulduğu her yolun başında menzilin neresi olduğunu, ve ulaşacağı o menzilde nelerle karşılaşacağını iyice hesap etmeden düşmemelidir yola.
Bundandır ki Âlemiynin Rabbi yüce mevlâ “Fe eyne tezhebûn” bu gidiş nereye? diye sorar vesveseleriyle yolu ve yolcuyu ifsad eden hannasların karmaşık ve sıkıntılı yollara saptırdığı ebed yolcularına…
Vahiy ikliminden aldığı haberleri, çağında yaşayan ve kıyamet sabahına kadar yaşayacak tüm insan soyuna bir nevi mürebbilik sıfatıyla tebliğ eden Hz. Rasulün anlattıklarını akıl kârı görmediklerinden ya da menfaatlerine aykırı düşeceğinden endişe ettiklerinden dolayı ona delidir, mecnundur, bu sözleri ona cinler, şeytanlar vs. öğretiyor diye iftiralar ederek gönülleri bulandıran vesvesecilere; Allah azze ve celle
“Bu kadar (hatırı sayılır bir süre) beraber yaşadığınız kişi (Resûl) kesinlikle mecnun değildir.
Andolsun ki; onu, (vahiy meleğini) apaçık ufukta görmüştür.
O, (Resul) gayba ait bilgileri sizden esirgemez.
O, (Vahiy ise aslâ) lânetlenmiş şeytanın sözü değildir.
Öyleyse nereye gidiyorsunuz?” (Tekvir:22-26)
“Fe eyne tezhebûn” bu gidiş nereye? diye seslenerek uyarır vahiy diliyle.
Evet sevgili dostlar, insan denilen eşref-i mahlûkât varlık
“Fe eyne tezhebûn” Bu gidiş nereye? Sorusunu hem yol başında
hem de yolculuk esnasında mütemadiyen sormalıdır aklına, nefsine ve yüreğine. Zira yolun sonundaki pişmanlık, eyvahlar ve âh-u eninler hiçbir fayda sağlamaz kendisine…
O halde ey yolcular! Bu gün, burada
“Fe eyne tezhebûn, bu gidiş nereye?
Sorusunu soralım mı kendimize, ne dersiniz?
Haydi, ben kendi nefsime hitabederek “ey İbrahim!” diyerek sorayım bu soruyu kendime, siz de kendi isminizle kendi nefislerinize sorun dilerseniz…
1-) YARATILIŞ BİLİNCİ
Ey İbrahim!
Uyan ey İbrahim, gaflet uykusundan uyan!
Uyan ki; Vakit yaklaşıyor!
Hep yakındı zâten, zaten senin değildi ki bir nefes sonrası.
Ve hep vaktiydi yolculuğun şimdi olduğu gibi.
Yolcuya tedbirli olmak gerek ey İbrahim, yolcuya azık gerek.
Toplayıp durma eline geçen her şeyi seninmiş gibi,
Elinde kalacakmış, azığın olacakmış gibi.
Bilesin ki ey İbrahim; Ne mal muteberdir o menzilde, ne servet,
takvadır azıkların en hayırlısı, en itibarlısı O sultanın katında!
Çünkü takva edeptir, O makama edeple yakınlaşmak talebidir…
Çünkü Rabbin;
“And olsun ki insanı Biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz; Biz ona şah damarından daha yakınız. (Kaf: 16) buyurmaktadır
Unutma ki Ey İbrahim!
"O yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır.
Sonra onun neslini önemsenmeyen bir suyun özünden yaratıp sürdürmüştür.
Sonra ona düzgün bir şekil vermiş ve ruhundan ona üflemiş; kulak, göz ve gönüllerle donatmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz! (Secde:7-9)
diye uyarmıştı ya mevlan seni;
Ey aynaya her baktığında kendisine meftun olan cân, önemsenmeyen bir damla su iken aslın, Rabbin sana ruhundan üfleyip hayat vermiş ve izzetli kılmıştır doğrumudur bunu unutman?
Vesveseci hannasların ve onları can kulağıyla dinleyen nefsinin her günah fısıldayışında ve her taşkınlık girişiminde neden hiç düşünmezsin Rabbinden bir ilkâ/ruh taşıdığını ve neden ürpermezsin?!...
Musavvir olan mevlâ öyle övmüş yaratmış
Sende tecelli etmiş tasvirde dehâ nedir
Ruh, gönül, ve aklını beden ile donatmış
Kusur bulmak ne mümkün her şeyin şahanedir
Her şey sende emanet ve sorulacak o gün
İyi düşün Müslüman “Fe Eyne Tezhebûn?!...”
2-) EŞREF-İ MAHLUKAT OLMA BİLİNCİ
Ey İbrahim!
“Gerçekten Biz Âdem evlatlarını şerefli kıldık, karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar nasib ettik, onlara helâl ve hoş rızıklar verdik ve onları yarattığımız varlıkların çoğuna üstün kıldık.” (İsra:70)
Buyuran Rabbinin bu nimetlerini gereğince idrak edebiliyor musun?
Şerefli kılınmanın kula ihsan edilen ilâhi lütuf ve korunması gereken bir emanet olduğunu ve mümin izzetine uygun yaşamakla korunabileceğini unutuyor olduğunun farkında mısın Ey İbrahim?
Ve farkında mısın; Eşref-i mahlukat olmayı değişmeyecek bir yazgı sanıyor olduğunun ve bir mirasyedi gibi çarçur edip tükettiğinin ve bu gaflet içinde tükeniyor olduğunun?!..
Eşref-i mahlukatsın sen varlıklar içinde
Mevlânın ilkâsı var senin ilk terkibinde
Şu menfaat rüzgarı hele biraz dinsin de
Tefekkür kapısının önünde bir an durun
Sorgulayın kendinizi “Fe Eyne Tezhebûn?!...”
3-) HİZMETE VERİLMİŞ KÂİNATA BAKIŞ
Ey İbrahim!
Her gün altında nefes alıp verdiğin, gezip dolaştığın, direksiz ve payandasız duran uçsuz bucaksız göklerin, gecenin, gündüzün, ayın, güneşin yıldızların, dağların, denizlerin nasıl birer nimet olduğunu düşündüğün oluyor mu hiç?
"… gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş'a istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah'tır. (Bunların) her biri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için her işi düzenleyip âyetleri açıklamaktadır.” (Rad:2)
"Göklerin ve yerin tüm mülkiyeti Allah'a aittir. Her şey eninde sonunda ona varacaktır." (Nûr:42)
"Gökleri ve yeri yaratan, gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü türlü ürünler çıkaran Allah’tır; izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize veren, nehirleri sizin için faydalı olacak şekilde yaratan O’dur.
Düzenli seyreden güneşi ve ayı sizin için yararlı kılan, gece ile gündüzü faydalanacağınız biçimde yaratan O’dur.
O'size istediğiniz her şeyi verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız başa çıkamazsınız. Şu bir gerçek ki insanoğlu çok zalim, çok nankördür!
(İbrahim: 32-34) (buyuruyor Rabbin)
Ey İbrahim! Sen de her birinin yanından öylesine gelip geçen, düşünmeden, idrak etmeden, fikretmeden, zikretmeden, şükretmeden her birini müstağni bir şekilde kullanan zalim ve nankörlerden misin yoksa?
Tüm varlıklar insana hizmet için var iken
Niçin o varlıklara köle oluyorsun sen
Çek kendini hesaba hesaba çekilmeden
Yarın hesap gününde olmayım dersen mahsun
Sor durmadan kendine “Fe Eyne Tezhebûn?!...”