
Geçmişin gelecekle dansı
H.Ali YILDIRIM
Geçmişi olmayanın geleceği de olmaz… Bu dansın sahnesi oluyor şimdiki ortam… Geçmişin ne kadar derinse geleceğin o kadar uzundur… Hayali olmayanın hedefi olmaz, hedefi olmayanın yarını olmaz. “Şimdi” ise her ikisinin denge noktasını teşkil ediyor. Eğer dengede ise geçmiş ve gelecek, o zaman insan dik yürüyor, sağlam basıyor ayakları. Yok eğer biri hafif diğeri ağır ise yalpa yapıyor bu zihni taşıyan. Her şey zıttı ile var oluyor. Tersi yoksa düzünü okuyamıyoruz…
Geçmiş ve gelecek dengesini henüz kuramamış iki ülke aklıma geliyor biri birinin zıttı. Biri Büyük Müttefik-Gazman!, diğeri biz…
Gazman’ın geçmişi kısa geleceğe çok uzun oynuyor ama başaramıyor, girdiği her yeri bozuyor, yıkıyor, asla yapamıyor. Nasıl yapsın ki, toplumsal bilinç altında taşıdığı medeniyet fotoğrafı yok!.. Olsa ki ilham alsa… Yapsa, imar etse, yeni medeniyetler kursa. Nerdeee! Öykünmeyi bile beceremediği Romalı atalarının da kemiklerini sızlatıyor bu derinliksiz sığ hali… Onun genlerinde asırlar önce Avrupa’dan ihraç edilmişlik kodu var, işe yaramamazlıktır temel bireysel duygusu, yıkarak bunu telafi etmektir temel içgüdüsü… Sokak hayvanlarını yakan problemli genç gibidir ruh hali… Aynı arızadan kaynaklanır yakma ve yıkma dürtüsü… Yok eder tüm bir nesli, Kızılderilileri, kafa taslarından tepeler yapar fotoğraf çektirir, kötülüğü yansıtır tüm bu eylemleri… Filmleri de bilgisayar oyunları da yakar ve yıkar, bir şeyi meydana getiremez, yok eder, zulmeder, acı çektirir... Arkası yoktur, önünü de var zanneder, sadece yok eder, yarım bırakır hâkimiyet kavramını… 10. Asır Moğol’u ile aynıdır yaptığı, asla Roma’nınki değil. İstila et, yak, yık, yerine bir şey koyma… “Korku Imparatorluğu”dur devletinin gizli adı. Kimi zaman sanal, kimi zaman gerçek!.. “Bölünmüş Kimlik”tir iki yüzlülüğün psikolojideki adı… Bilim adamları utanır da böyle ifade eder ikiyüzlülüğü… Terminatör “Yok edici”, Eraser “Silici”, Armagedon (Kıyamet Savaşı), Rambo, (Tek başına yok eden adam). Yok ki dünyaya yön veren edebiyatı, var mı dünyayı kıskandıran güzel sanatı, yok ki elini koyup ta refah verdiği bir ülke. Kore, Vietnam, Afganistan, Irak, Suriye!... Hangisi doğrultabildi belini? Güney Kore mi?… Hayır değil? O bir arka bahçe, değerini ve inancını kaybederek, ikiye bölünerek ödüyor bedelini… Bedava peynir fare kapanında oluyor, aslında o bile olmuyor çünkü fare hayatıyla ödüyor bedelini… Yetmedi hami olmuş Ortadoğulu yeğenine, “Saldırganla Özdeşim”[1] kursun diye, 1940’larda Avrupa’da gördüğü zulmü orta doğuda tekrarlasın diye…
Bizim ise öyle mi? Bilinçaltı çok zengin, değerler gani, geçmiş fotoğrafı çok dolu, tarih süreci çok derin… Fethetmiş, imar etmiş, değer katmış, hür bırakmış değerlerinde, hatta ferman yayımlamış inanç serbestliği için, hala aslı saklanır Hırvatistan manastırında o belgenin… Huzur yüklemiş, hamisi olmuş iyilerin, kâbusu olmuş terminatörlerin... Zamanla yenik düşmüş dışardaki şeytanın içerdeki hilelerine, kalkamamış ayağa, tar-u mar olmuş toprakları, küçüldükçe küçülmüş, büzüştükçe büzüşmüş. Düstur olmuş kendini hakir görmek, ilke olmuş “Saldırgana Hayranlık”, “Stockholm Sendromu”[2] diyor Psikoloji bilimi bunun adına… Zamanla ayağa kalkmış külden yeniden doğmuş milli mücadele ile… Hedef büyük, azim güçlü, gelecek aydınlık… Ama gelgelelim zamanla kısır bakmış geleceğe. Genleri Kartal geni ama tavuk rolü benimsetilmiş gizlice benliğe, git yem topla, gel kümese tüne… “Subliminal Mesaj”[3] deniyor bu gizli şartlandırma yöntemine, moda tabirle… “Öğretilmiş Güçsüzlük” ilkesi olmuş bilmeden anlamadan neyin içinde olduğunun… Diziler değer olmuş, değerler sandığa girmiş, kimlik kargaşa olmuş. Göremiyor ne olup bittiğini, göremez, çünkü gördüğün şeyi durduğun yer belirler, durduğu yer karmaşa ise gördüğü şeyi nasıl yorumlasın pembe dizi hayranları?...
Şimdi! Geçmişle geleceğin dans ettiği sahne… Geçmiş fotoğrafa bak, kim olduğunu bil, ortamı gör geleceği tasarla… Omuzdaki heybe gibi, bir gözü boşsa dengen bozulur yürüyemez insan. İki gözü eşit olacak… Ya Gazman gibi heybenin arka gözü boştur öne eğilir, ya da bizim gibi ön gözü boştur arkaya eğilir, bozulur denge…
Geçenlerde, “Yağmur Ali”nin, 1500’lü yıllarda Maraş’tan Bozok’a göç edip yerleşmesini konu alan roman dili hikâyesini okudum. O zaman bir denge hissi uyandı bende… Kültürel heybemin arka gözü doluverdi birden… Sırtım pekmiş, hiç te boş değilmiş… Bir değerler bütünü varmış arkamda heybemin ön gözünü dengeleyecek kadar… Çünkü büyük büyük ve daha da büyük dedemdi o kişi… 500 yıllık derinliğimi gördüm, bozkırın ortalarında, bugünle o günün köprüsünü hayal ettim, fotoğrafı çizdim kafamda… Bu çalışmasından dolayı yazarı olan Sayın Memduh Yıldırım’a teşekkürlerimi sunuyorum…