
Ramazan rahmeti
Filiz TURHAN
"Ramazan ayı, insanlara doğru yolu gösteren ve açık âyetler hâlinde hakkı bâtıldan ayıran, Kur’ân’ın nâzil olduğu aydır. Sizden Ramazan ayına erişenler, o ay oruç tutsunlar. Ramazan ayında hastalık yahut sefer sebebiyle oruç tutmayanların Ramazan’dan sonra kazâ etmeleri lâzımdır. Allah’u Teâlâ sizin için kolaylık ister, güçlük istemez. Umulur ki bu şekilde orucun sayılarını tamamlarsınız ve size hidâyet buyurmuş olduğundan dolayı Allah’u Teâlâ’ya tekbirde bulunursunuz ve şükredersiniz." [1]
Ramazan ayına yetişen ve mükellef olan her Müslümanın, o ayda oruç tutması farz kılınmıştır. Bu nedenle Ramazan ayı girdiğinde, hiçbir Müslüman âyette geçtiği üzere, hastalık yahut sefer durumu olmaksızın kasten orucu yiyemez. Peki, orucu keyfi terk edenin hâli nicedir?
"Bir kimse Ramazan ayında, hasta veya ruhsat sahibi olmaksızın bir günlük orucunu yerse, ömür boyu oruç tutsa da, o günün borcunu gerçekten ödeyemez (kazâ eder ama sevâbını tam olarak alamaz)." [2] İkazını yapan Efendimiz, İslâm’ın beş şey üzerine bina edildiğini bildirerek şöyle buyurmuştur: "Lâ ilâhe illallâh Muhammed’ün Resûlullâh" diye şahadet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve Ramazan’da oruç tutmak. [3] Bu ifadeleriyle, imanı ayakta tutan kolonlardan birinin oruç olduğunu vurgulamıştır. Hangi keyfi sebep bu kolonu yıkmak için geçerli olabilir ki? Hangi mâsivâ "Âdemoğlunun her amelinin sevabı on mislinden yedi yüz misline kadar katlanır. Allah’u Teâlâ buyurdu ki: Ancak oruç müstesnâdır. Çünkü o Benim içindir; onun mükâfatını ancak Ben vereceğim. Çünkü o, şehvetini ve yemesini sırf Benim için terk ediyor. Oruçlunun iki sevinci vardır. Birinci sevinç, iftar ettiği zamandır. İkinci sevinç de Rabbine kavuştuğu zamandır. Oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha hoştur." [4] müjdesinden daha kıymetlidir?
"Her şeyin bir kapısı vardır. İbadetin kapısı da oruçtur." buyuran Efendimiz, "Oruç sadece yemekten, içmekten vesâireden kesilmek değildir. Kâmil ve sevaplı oruç ancak faydasız lâftan, boş vakit geçirmekten, kötü söylemekten, nefs-i emmârenin bütün temayüllerinden vazgeçmektir. Şayet biri sana söver yahut sana karşı câhilce herhangi bir harekette bulunursa kendi kendine ‘Gerçekten ben oruçluyum, gerçekten ben oruçluyum.’ de ve sabret." [5] nasihatiyle orucun sadece mideyle değil, nefse hizmet eden bütün azalarla tutulması gerektiğini vurgulamıştır. İmâm Gazâlî kuddise sirruh hazretleri, oruç tutanları üç dereceye ayırıyor:
İki uzvu şehvet tehlikesinden koruyan (yemek, içmek ve cinsî münâsebette sakınan) avamın orucu (halkın orucu). Bu esaslara riayet ile beraber, gözünü, kulağını, dilini, elini, ayağını ve diğer azalarını günahtan koruyan havassın orucu (seçkin kimselerin orucu). Avam ve havassın orucundaki hususlara riayetle beraber, kalbini ve fikrini Allah’tan gayrı her şeyden koruyan ahassü’l-havassın orucu (ermişlerin orucu).
Efendimiz (sav) "Oruç emanettir. Bu bakımdan herhangi biriniz, Allah'ın kendisine teslim ettiği emaneti korusun ve zâyi etmesin." buyurmuştur. Bu söz üzerinde biraz tefekkür ettiğimizde, üzerimize zimmetli beden emanetini, Kur'ân ve iman emanetini, mal mülk emanetini korumada oruç ibadetinin kalkanına sarıldığımızı görmemek elde değil. Peygamberimiz (sav) Ramazan gecelerinde, bir gece çıkıp yirmi rekât Terâvih Namazı kıldırmış. İkinci gece olduğunda Sahâbe toplanınca, yine çıkıp evvelki gibi yirmi rekât kıldırmış. Üçüncü gece olduğunda çıkmayıp: "Sizin toplandığınızı bildim. Fakat üzerinize farz kılınmasından korktum." [6]buyurmuştur.
O vakitten Hz. Ömer (ra) zamanına kadar Ashâb-ı Kirâm, Terâvih Namazlarını tek başlarına kılmışlardır. Hz. Ömer, kendi halifeliği döneminde, kurrâların şeyhi olan Übeyy b. Ka’b (ra)’ya Terâvih Namazı’nı cemaatle kıldırmasını emretmiştir.Çünkü Efendimiz (sav): "Şüphesiz Allah’u Teâlâ, Ramazan orucunu size farz kıldı. Ben de onun namazını size sünnet kıldım. Her kim inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutar ve onun namazını da kılarsa, annesinden doğduğu gün gibi günahlarından ayrılır." [7]müjdesini vermiştir.
Ramazan ayında mü’mini Allah’a yaklaştıran manevî kazançlardan biri de sahurdur. İrbâd b. Sâriye (ra)'nın, "Beni, Resûlullah (sav) Ramazan’da sahur yemeğine davet etti ve ‘Mübarek yemeğe buyur’ dedi." [8]
şeklinde naklettiği hadis, sahurun önemine işaret etmektedir.Bizim orucumuzla Ehl-i Kitâb’ın orucunu ayıran ve her kabında bereket, rahmet, mağfiret bulunan mübârek yemek olan sahur için Efendimiz (sav): "Sahurda yemek berekettir, sakın terk etmeyin; içinizden birisi bir bardak su da içmiş olsa, sahura kalkanlara Allah’u Teâlâ rahmet eder ve melekleri de onlar için duâ ederler." [9]buyurmuştur.
Hz. Aişe (ra) validemiz, "Peygamberimiz (sav), vefatlarına kadar her Ramazan’ın son on gününde itikâfa girerdi. Ondan sonra da mü’minlerin anneleri olan Peygamberimizin zevceleri itikâfa girmeye devam ettiler." [10]
hadisini naklederek Ramazan ayının son on günündeki rahmete dikkat çekmiştir. Çünkü Efendimiz (sav): "Ramazan’da son on gün itikâfa girmek, iki hac ve iki umre gibidir." [11] buyurmuştur. Çünkü Ramazan ayının rahmet deryası "Kadir Gecesi" gizlenmişti, bu on günün içerisine. Kadir Gecesi olduğunda Allah’u Teâlâ’nın emriyle, Cebrâil (as) bir yeşil sancakla meleklerden büyük bir topluluk içinde yeryüzüne inip, o sancağı Kâbe’ye diker. Cebrâil (as) ’ın altı yüz kanadı vardır. Bunları ancak Kadir Gecesi açar. Bunları açtığı zaman, doğuyu batıyı aşar. Daha sonra Cebrâil(as) meleklere şu emri verir: ″Ümmet-i Muhammed’in arasına girin.″ Böylece melekler, Ümmet-i Muhammed’in arasına girerler ve onların arasına girdikleri zaman, her ayakta durana, namaz kılana, Allah’ın zikrini edene selâm verir, el sıkışırlar. Bu arada duâ edenlerin duâlarına, ″Âmin″ derler. Bu durum, tan yeri ağarıncaya kadar böyle devam edip gider. Tan yeri ağardıktan sonra Cebrâil (as) meleklere şöyle seslenir: ″Ey Allah’ın dostları! Yolculuk var.″ Bunun üzerine yeryüzüne inen melekler: ″Ey Cebrâil! Allah’u Teâlâ Muhammed (sav) ’in ümmetinden Mü’minler hakkında ne muâmele eyledi?″ diye sorarlar. Cebrâil (as) da şu cevabı verir: ″Allah’u Teâlâ onlara rahmet nazarı ile baktı ve kendilerini affetti. Ancak şu dört zümre hâriç: Devamlı şarap (alkollü içki) içenler, anne ve babasına âsi olanlar, akrabalık bağlarını koparanlar ve Bid’at ehli olup İslâm cemaatini ve ümmetini terk edip onlardan ayrılanlar.″[12]
Nefsi doyuran her türlü mâsivâdan uzaklaşıp, açlık terbiyesinde oruçla, teravihle, zekâtla, itikâfla, Leyle-i Kadir ile Rabbine yaklaşanlara ne mutlu! Rahmet deryası Ramazan ayını kendinden razı eden, mağfiret kapısından girmiş Mü'minlere ne mutlu. Hakk Teâlâ, rahmet tacı ile taçlandırdığı Ramazan ayına hürmet eden mü’min kullarına ukbâda ne vermez ki? Cennet dileyene cennet, cemâl dileyene cemâl vermez mi? "Ne dünyâda ne ukbâda / Gönül bir özge sevdâda / Demâdem fikr-i Mevlâ'da / Gönül eğlenmez eğlenmez." (Aziz Mahmud Hüdâyî)
Rabbim bu mübarek ayı cümlemizden râzı eylesin...
[1] Bakara S. 185. [2] Buhârî, Savm 83.
[3] Buhârî, İman 1. [4]Buhârî, Savm 9.
[5] Müslim, Sıyam 163 [6] Müslim, 25
[7] Sünen-i Nesai 40 [8]Sünen-i Ebû Dâvud, 16
[9]Müsned, 10664 [10]Sahih-i Buhârî, İtikâf 1
[11]Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 74/1.
[12]Gunyet’üt-Tâlibin, c. 2, s. 8.