
Gözler görmeyen Ömer'in üzerinde…
Feyyaz İRFAN
Çocuklar anne ve babalar için Allah’ın birer hediyesidir. Elbette her ebeveyn bu hediyeyi büyük bir heyecan ve mutlulukla bekler. Tabi her çocuk bir imtihan vesilesidir onlar için. Herkesi kaldırabileceği imtihanla sınava tabi tutsun Cenab-ı Hak… Ömer de anne Sümbül ile baba Hamza’ya Allah’ın en güzel hediyesi olarak geldi… Ömerleri hayata tutunduran öğretmenlerine ve bu konuda sosyal sorumluluk üstlenerek özel eğitim faaliyetlerine omuz veren sivil toplum kuruluşlarına şükran borçluyuz. Ömer ve onun gibi özel eğitime ihtiyaç duyanları dışlamayan ve her birimizin potansiyel birer engelli olduğumuz bilinciyle hareket eden bireyler olma ümidiyle…
………………………………………………………………….
Nihayet hastane odasında ağlayarak dünyaya merhaba diyordu Ömer. Anne Sümbül ve baba Hamza ne kadar da mutlu olmuşlardı onun ağlayan sesini duyduklarında…
Anne bitkin bir vaziyette hasta yatağına uzanmış; baba Hamza oğlunu hemşirenin kollarından büyük bir itina ile kucağına alırken mutluluktan uçuyordu adeta. Ama doktorların son anda farkına vardıkları bir terslik vardı Ömer’de…
Doğumhanedeki doktorlar hastanenin göz bölümünden bir doktor çağırdılar. Göz doktoru Hasan, Ömer’in gözlerini muayene etti. Daha sonra onu merakla bekleyen doğum bölümü doktorlarının yanına geldi ve çok üzgün bir yüz ifadesi ile;
-Üzgünüm, size iyi haber veremeyeceğim. Çocuğun gözleri maalesef göremeyecek.
Birden odayı büyük bir sessizlik kapladı. Sessizlik bir-iki dakika sürdü. Bu sessizliği yan odadan gelen Ömer’in ağlama sesi bozdu. Hemen ardından;
Dr. Sedat, göz doktoru Hasan Beye,
-Yapılabilecek bir şey yok mu? Konuyu gözdeki hocalarınızla bir görüşseniz, diyerek odanın sessizliğini bozmuş oldu.
Dr. Hasan Bey,
-Bana kalırsa şu aşamada ve benim bilgim dahilinde yapılabilecek bir şey yok, ama yine de ben konuyu bölümdeki hocama ve arkadaşlarıma sorayım. Daha sonra tekrar görüşürüz, diyerek müsaade isteyip ayrıldı.
Aileye bu durumu nasıl söyleyeceklerdi. Dr. Sedat Bey, anne Sümbül’ün yanı başında Ömer’i ağlarken seyreden ve susturmaya çalışan babanın ve anne Sümbül’ün gözlerindeki mutluluğu görmüştü.
“Bu sevinç birazdan, Dr. Hasan Beyin verdiği üzücü haber ile yerini tam bir hüzne bırakacak, aile bir anda yıkım yaşayacak.” diye geçirdi içinden Dr. Sedat. Aile hiç beklemedikleri bir durumla karşı karşıya idi... Aynı zamanda bu durum aile için büyük bir sorumluluğu da beraberinde getirecekti… Belki de önce kabullenmede zorlanacaklardı. Daha sonra kabullenilecek ama bu sefer Ömer’in hayatını nasıl sürdüreceği konusunda tam bir muamma ve açmazı yaşayacaklardı. Hiçbir zaman yanında bir yardımcı olmadan hayatını sürdüremeyeceğini düşünecekler ve bu da ayrı bir ıstırap kaynağı olacaktı anne-baba için. Velhasıl Ömer’in geleceği, korkunç bir belirsizlikler yumağı hâlinde önlerine konacaktı ailenin.
…
Anne Sümbül ve Baba Hamza “Beyaz Baston Engelliler Derneği” yöneticilerinden Lokman Beyle tanıştırıldı. Derneğe sık sık gidiyor ve bir âmâ ile yaşamanın ve onun hayata tutunmasının yol ve yöntemini öğreniyorlardı orada. Kendi kendilerine başa çıkamayacaklarını erken fark ettikleri için Dernek mensuplarına hep şükran duygularını ifade ediyorlardı. Ömer yürümeden ve konuşmadan önce Dernekten çok şey öğrendiler. Bu da Ömer’in hayatını bir nebze de olsa kolaylaştırıyor ve anne-baba olarak daha bilinçli hareket etmelerini sağlıyordu.
Ömer yaşıtlarına göre hem erken yürümüş hem de çok erken konuşmaya başlamıştı. Yürümesine yürüyordu ama o da ayrı bir tehlikeyi beraberinde getiriyordu. Ne zaman nereye çarpacak, düşecek, kafasını bir yere vuracak diye, Anne Sümbül çok endişe ediyordu. Bazen yürümediği zamanları arıyordu adeta. Çünkü oğlunun yürümesi beraberinde tehlikeyi de getiriyordu.
Evde belli yerlere ip bağlayarak ipi takip etmesini sağlamışlardı. Ama çocuk bu iplere bağlı olarak da yaşamayı çok can sıkıcı buluyordu.
Ömer’in çok zeki bir çocuk olduğu her hâlinden belli oluyordu. Öğrendiği, duyduğu hiçbir şeyi unutmuyor, sesleri hemen ayırıyor ve bir kere konuştuğu ve ismini öğrendiği kişiyi hemen tanıyordu. Bu durum da aileyi endişelendiriyordu. Çünkü böyle zeki bir çocuğa yetişmek ve onun yaşına göre eğitim almasını sağlamak ve sürdürmek de ayrı bir problemdi.
…
Gel zaman git zaman Ömer ilkokul çağına geldi. Çevrede, mahallede hiç arkadaşı olmadı Ömer’in. O, hep anne ve babası ile oynadı oyunlarını hem de hiç görmeden. Dokunarak ve hissederek oynuyordu her şeyi. Ömer’i okula yazdırdı anne Sümbül ama okulda nasıl yapacaktı, arkadaşları ve öğretmeni onu bu hâliyle kabullenecekler miydi?
Okulun gerek içi gerekse dış çevresi, Ömer’in bu özel durumu göz önünde bulundurularak tanzim edilmiş, düzenlenmiş değildi. Onun için anne ve baba Ömer’in okulda olduğu zamanlarda oldukça endişe ediyorlardı. Anne Sümbül Hanım, ona göz kulak olmak için ders aralarında ve okul çıkışlarında günlerce okulun bahçesinde bekledi.
Aynı sınıfta ortopedik özürlü Orhan da okula annesi Zübeyde Hanım tarafından getirilip götürülüyordu. Orhan tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuştu geçirdiği bir rahatsızlık sebebiyle. Ömer’in en iyi arkadaşı olmuştu Orhan. Hatta birbirlerine öyle alışmışlardı ki, Ömer Orhan için ayak, Orhan da Ömer için göz olmuştu adeta. Ömer bir yere gitmek isterse hemen Orhan’ı çağırıyor, Orhan bir yere gitmek isterse bu sefer Ömer’i çağırıyordu. Ömer onun tekerlekli sandalyesini sürüyor, Orhan da nereye gitmeleri gerektiğini ve yolu tarif ediyordu Ömer’e…
Bu durum her iki aile için büyük bir şans idi. O güne kadar Ömer’in pek arkadaşı olmamıştı. Şimdi Ömer daha mutlu idi… Aynı şekilde Orhan da Ömer gibi bir arkadaşı olduğu için mutlu gözüküyordu. Her iki aile de bu durumdan son derece memnun idiler. Okula ilk başladıklarındaki endişeleri yoktu şimdi. Çünkü çocuklar birbirlerine sahip çıkıyorlar ve ihtiyaçlarını birlikte giderebiliyorlardı.
Sınıf öğretmeni de çok vicdanlı birisi çıktı şanslarına. O da çocuklara sahip çıkıyor ve diğer arkadaşlarının Ömer ve Orhan’ı dışlamamaları için elinden gelen gayreti gösteriyordu.
…
Ömer ve Orhan ilköğretim okulunu bitirdiler ve her ikisi de aynı liseye kayıt yaptırdılar. Dayanışmaları lise yıllarında da sürdü. Ömer ve Orhan’ın arkadaşlıklarına okuldaki öğrenciler hep gıpta ediyorlardı. Lise yıllarında öğretmenlerinden Süheyla ve Selcan bu çocuklara ayrı bir sevgi besliyorlardı. Her zaman çocuklara göz kulak oluyorlar, boş derslerinde Ömer ve Orhan’la özellikle ilgileniyorlardı. Lise yılları ilköğretime göre aileler için daha rahat geçti denebilir. İlköğretimde olduğu gibi Anne Sümbül ve Orhan’ın annesi Saliha okulda beklemiyorlardı. Biliyorlardı ki Ömer Orhan’a ayak, Orhan ise Ömer’e göz olmuştu adeta. Her zaman birlikte ve istedikleri gibi gelip gidebiliyorlardı okuldan eve, evden okula… Bu tempoda lise de bitti ve derece yaparak bitirdi Ömer liseyi.
Aynı yıl üniversite sınavlarında ilk 5000’in içinde yer aldığı için değişik üniversitelerden, özellikle özel üniversitelerden burs teklifi aldı Ömer. Bunlardan birini tercih ederek o sene Hukuk Fakültesine tam burslu olarak yerleşti.
Şimdi Ömer Hukuk Fakültesi 2. Sınıfta ve aynı zamanda sosyal sorumluluk projelerinde görev alıyor. Özel eğitime muhtaç çocuklara örnek olmak üzere toplantılara konuşmacı olarak davet ediliyor. Sahneye konuşmacı olarak anons edildiğinde bütün gözler Ömer’e çevriliyor. Annesinin yardımı ile sahneye çıkan Ömer kendinden emin ve kelimeleri tane tane çıkarırken ağzından, alkışlar bir tufan gibi yükseliyor salonda. Konuşmalarında kendi gibi engelli çocuklara bütün engelleri aşmanın yol ve yöntemini bizzat yaşayan biri olarak anlatıyor ve bütün dinleyenlerin takdirini kazanıyor. Aynı zamanda toplumun %8-10’unu oluşturan özel eğitim ihtiyacı olan insanımıza karşı bireysel ve toplumsal sorumluluklarımızı hatırlatırken, devletin de sosyal sorumluluk anlamında üzerine düşen görevleri bir bir anlatıyor. Dinleyenler, Ömer’i tebrik etmek için sabırsızlıkla konuşmasının bitmesini bekliyorlar. Tebrik kuyruğuna girenlerin, Ömer’e soracakları çokça soruları oluyor kafalarında…