
Bir demet çiçek
Feyyaz İRFAN
Bürokraside yaşanmış olayları hikayeleştirmeye devam ediyoruz. Bu hikayemizde de bir öğretmenimizin ilkokulda okuttuğu öğrencileri tarafından yıllar sonra ziyaret edilişini, eski günleri hatırlayan öğretmenimizi ve hatıralarını yad ettikleri bir anı paylaşmak istedik. Bir öğretmen olarak Şerife’nin memlekete hizmet anlamında yetiştirdiği öğrencilerinin ziyaretinden duyduğu memnuniyeti ve gururu anlamaya ve anlatmaya çalıştık. Tabii ki halen görevinin başında olan Şerife öğretmenimizin katkılarıyla…
………………………………..
Öğretmen okulundan mezun oluşunun üzerinden tamı tamına 3 yıl geçmişti. Öğretmenlikte geçen bu 3 yıllık sürede ‘Öğretmen okulunda öğretilmeyen ve eğitimde hayati olan ne çok konu varmış.” dedi kendi kendine Şerife öğretmen. Bu süre zarfında, öğretmenlikte bilmesi gereken ancak bilmediği bu kadar konuyu ona öğrencileri ve yaşadığı köy ortamı öğretmişti.
Bulunduğu yerleşim yeri yaklaşık 2000 rakımlı bir dağ köyü idi. Köyün uzaktan görüldüğünde hemen seçilen iki binası vardı. Bunlardan birinin cami diğerinin de okul binası olduğu uzaktan da anlaşılıyordu. Dış sıvası tatlı kireçle sıvanmış olan okul binası 1950’li yıllardan kalmıştı. Bu dış sıvalarda yer yer dökülmeler olmuş ve sıva altından taş ve tuğladan örülü duvarın aslı ortaya çıkmıştı. Sınıf ve koridorlarda yer döşemesi için kullanılan tahtaları kenarından köşesinden kırılmış, tavan arasına güvercinler tünemiş olduğu için gübre kokusu hissedilen bir ortamda görevini yürüten Şerife öğretmen, haftanın ilk günü yine erkenden okulun kapısını açtı. Hava bir hayli soğuk olduğu için öğrenciler okula gelmeden önce sobanın yakılması gerekiyordu.
İlkokul üçüncü sınıf öğrencilerinden Hüseyin ile birlikte alt sınıflardan dört-beş öğrenci de okula gelmişlerdi bile. Şerife öğretmenin kapıyı açmasıyla öğrenciler soğuktan kaçmanın verdiği sevimli bir telaşla içeri girdiler. Okul koridorlarında Türk Büyüklerinden bazı şair ve bilim insanlarının resimleri asılıydı. Okula ilk gireni, uzun koridorun duvarında hemen dikkat çeken iki resim, İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif ile Milli Şair unvanı ile bilinen M.Emin Yurdakul’un resimleri karşılıyordu.
Şerife Öğretmen, öğrencilerle birlikte ders yapacağı sınıfa yöneldi. Öğrencilerin içinde en büyük Hüseyin olduğu için ona, odunluk olarak tabir ettikleri ve yakacakların istif edildiği yerden odun getirmesini söyledi. Kendi de sobanın küllerini temizlemeye koyuldu. Mevsim kış ve hava oldukça soğuk olduğu için her sabah bu soba yakma merasimi yaşanıyordu okulda. Sobayı temizleyen Şerife öğretmen, Hüseyin’in getirdiği odunları kalın olanlarını sobanın arka kısmına, incelerini ise önüne gelecek şekilde yerleştirdi. Ahmet’in getirdiği çırayı çakmakla tutuşturup sobanın ön tarafına koyduğu küçük odunları tutuşturacak şekilde çırayı sobaya yerleştirdi. Ardından öğretmen masasına geçti. Çantasından o günün programının yazılı olduğu defteri çıkardı ve masanın üzerine koydu.
Çocuklar sobanın etrafına üşüşmüş ve üşüyen ellerini daha ısınmamış olan sobaya yaklaştırıyorlardı. O sırada dışarıdan yeni gelen birinci sınıf öğrencisi Hümeyra, elleri buz kesmiş neredeyse ağlayacak, koşarak geldi ve o da ellerini henüz ısınmamış sobaya uzattı. Şerife öğretmen Hümeyra’yı o şekilde görünce birden içi cız etti, sesinin titremesine engel olamayarak seslendi:
-Soba daha ısınmadı ki kızım, gel yanıma.
Ve Hümeyra’nın ellerini kendi ellerinin içine aldı, hafif ovdu ve nefesiyle de ellerini ısıtmaya çalıştı. Hümeyra bu durumdan o kadar mutlu olmuştu ki bir anda ellerinin alev alev yanmış sobadan daha fazla ısındığını hissetti. Bu dokunuşlar öğrencilerin kalbine dokunuşlardı aslında. Bunlar öğretmen okullarında, eğitim fakültelerinde pek işittikleri ve öğrendikleri şeyler değildi Şerife’nin. Ama insan insana iletişimde bu dokunuşların kalpten kalbe giden sıcacık sevgi yollarını açtığını Şerife öğretmen burada yaşayarak öğrenmişti.
Sobada odunlar tutuşmuş ve sobanın ısısı odanın içine yayılmaya ve etrafı ısıtmaya başlamıştı. Isınan öğrenciler teker teker sobadan uzaklaşıp yerlerine otururken, yeni gelenler sobaya daha yakın olmaya çalışıyorlardı. Bir ara Hüseyin, sıcacık yatağını bırakıp bu soğuk havada okula gelmenin verdiği mutsuzlukla Şerife öğretmene;
-Öğretmenim okuyup da ne olacağız? Okumadan bir şey olunmaz mı? sorusunu yöneltti.
Şerife öğretmen bu tür çocukça sorulara alışkındı. Ancak hiçbir soruyu geçiştirmez, mutlaka üzerinde durur ve soruyu soranı, o konuda ikna etmeyi önemserdi.
-Evet, şimdi herkes yerine otursun. Defterlerinizi, kitaplarınızı açmadan beni dinleyin. Hüseyin arkadaşınız çok önemli bir soru sordu. Şimdi bu soru üzerinde düşüneceğiz ve hep birlikte sorunun cevabını bulmaya çalışacağız. Yani okumak, öğrenmek neden gerekli ve niçin bir ihtiyaç?
-Hümeyra’ya soralım, elindeki kalemi kim yapmış olabilir?
Hümeyra;
-Kalemin ustası tabi ki öğretmenim,
Şerife öğretmen;
-Ahmet, senin kitabını kim yazmış?
Ahmet;
-Kitabın yazarı .... A. Külcü öğretmenim.
Şerife öğretmen,
-Peki çocuklar bu kalemi, elinizdeki kitapları, defterleri, kolumuzdaki saatleri, evlerimizdeki buzdolaplarını, televizyonları, otomobilleri, uçakları bunların yapılışını bilmeyen birisinin yapması mümkün mü?
Sınıf hep birlikte;
-Hayııııır öğretmenim.
Şerife öğretmen;
-İşte nasıl ki bunları yapmak için konunun ustasına, bunların yapımını bilenine ihtiyaç var ise yarın her biriniz hayatın bir yerlerine tutunarak değişik meslekleri yapan kişiler olacaksınız. İşte her ne yapacak olursanız olun, mutlaka o yapacağınız işin ilmini öğrenmeniz gerekir. Öğrenmenin yolu da okumaktan, okulları başarı ile bitirmekten geçer. Yani doktor olmak istiyorsanız, doktorlukla ilgili alınması gereken eğitimi, mühendis olmak için mühendislik eğitimini, hakim olmak istiyorsanız hukuk öğreniminizi tamamlamanız ve diplomanızla o alanın eğitimini aldığınızı ispatlamanız gerekir. Hayatın vazgeçilmezi, okumak ve öğrenmektir. Yoksa eğitimini almadığınız, öğrenmediğiniz bir işi hayatta yapamazsınız, yaptırmazlar. Onun için gelecekte ne olmak istiyorsanız onun eğitimini ilgili okulundan almanız gerekir. Örneğin;
-Hüseyin, sen ne olmak istiyorsun büyüyünce?
Hüseyin;
-Ben bina yapacağım öğretmenim.
Şerife öğretmen;
-Yani mühendis olacaksın. Mühendis olmadan bina yapamazsın.
Hüseyin;
-Bizim köyde herkes kendi evini kendi yapıyor öğretmenim…
Şerife öğretmen Hüseyin’in bu cümlesi üzerine onaylar şekilde başını salladı gülümsedi. Öğrencilerinin hayallerini sordu, dinledi. “Hayalleriniz bir gün neden gerçek olmasın ki çocuklar?” dedi. Ve o gün bütün dersini hayat, başarı ve inanmak kavramlarından yola çıkarak mesleklerle ilgili bilgi vermeye ayırdı. Daha sonraki günlerde mühendis olan ve halen Trabzon’da özel bir müteahhitlik firmasında çalışan arkadaşı Sevgi’yi bir gün okuluna davet etti. Sevgi, hayat hikayesini, aldığı eğitimleri ve halen çalıştığı firmada bina yapımı ile ilgili hangi sorumluluklarının olduğunu öğrencilerle paylaştı. O minik yürekler, gerek Hüseyin gerekse okuldaki öğrencilerden bazıları eğitim-öğretimin anlamını öğrenmekle kalmadılar, ileride ne yapacaklarına dair kendi kendilerine söz verdiler o gün.
…………..
Aradan tamı tamına 23 yıl geçmişti. Şerife öğretmen sınıf öğretmenliği yaparken eğitimine devam etmiş ve KT Üniversitesinin PDR (Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık) bölümünü de bitirmişti. Aldığı bu eğitimi de göz önünde bulunduran yetkililer, Şerife öğretmeni Trabzon merkezde öğrenciler tarafından çok tercih edilen önemli bir lisenin yöneticiliğine atamıştı.
Okulun yaz tatilinde olduğu bir tarihte Şerife öğretmen Bakanlıktan bir çağrı mektubu aldı. Bir hafta süre ile İstanbul’da beş yıldızlı bir otelde yapılacak “Ortaöğretime Uyum Programı”na çağırılıyordu. Daha önce bazı hizmet içi eğitimlerde kurs ve seminer programlarına katılmıştı Şerife öğretmen, ama bunlar genellikle Bakanlığın Hizmet İçi Eğitim Merkezlerinde yapılmıştı. Bakanlığın, beş yıldızlı bir otelde yaptığı böyle bir programa ilk defa çağırılıyordu.
Gelen yazıdan, yapılacak toplantının amacını tekrar tekrar okudu ve bununla ilgili fakülteden tanıdığı arkadaşlarından da bilgi aldı. Aynı zamanda meslektaşlarına konuyu açtı ve onlarla bir araya gelerek uzun uzun öğrencilerin uyum problemini tartıştılar. Yani öğrenciler liseye geldiklerinde ilk günler bir hayli güçlük çekiyorlar, özellikle pansiyonda kalan öğrenciler için bu uyum süreci bir hayli sancılı geçiyordu. Bakanlığın böyle bir problemi gündemine almasından ve konunun tarafları olan yönetici, öğretmen, öğrenci ve uzmanlarını bir araya getirmesinden son derece memnun olmuştu Şerife öğretmen.
……………
Bakanlıktan katılan ve toplantının açılış konuşmasını yapan Daire Başkanı; katılımcıları selamladıktan sonra toplantının amacını şu şekilde ortaya koydu. “Eğitim kurumlarında eğitim-öğretime yeni başlayan hazırlık ve 9. sınıf öğrencileri ile pansiyonda ilk defa kalacak öğrencilere, eğitim-öğretim yılı başında okulun öğretmenlerini, fiziki, sosyal ve idari birimlerini, kurallarını ve işleyişinin yanında okul çevresini tanıtmak için neler yapılması gerektiğini burada birlikte belirleyeceğiz. Bununla birlikte; programla öğrencilerin yeni girdikleri okul ortamına kısa sürede alışmaları, okulun mevcut olan sosyal, kültürel ve sportif etkinliklerle ilgili kapasitesinin farkına varmaları, okul ve çevresinde ihtiyaçlarını nasıl karşılayacakları hakkında bilgi edinmeleri, ilgi ve yeteneklerine göre yönlendirilmeleri hedeflenmektedir.”
“Ayrıca, programın uygulama ve sonuç alma başarısının uygulama sürecinde konuya sahip çıkacak okul yöneticilerinin varlığının önemine dikkat çeken Başkan, konuşmasının bir yerinde, “Bizim motivasyonumuzun kaynağı elbette insanımıza sahip çıkmanın vereceği sosyal tatmindir. Zira eğitimciler olarak hiçbir vatandaşımızın eğitim dışında kalmasına ve kabiliyetinin heder olmasına gönlümüz razı olmaz ve olamaz. Cumhuriyetin ilk yıllarında Bakanlık sorumluluğunu yüklenmiş bir eğitimcimizin tabiriyle, “Amacımız Anadolu coğrafyasında dalında açmadan kuruyan çiçek bırakmamaktır.” cümleleri Şerife öğretmenin umutlarını tazeliyor, heyecanlandırıyordu. Öğretmen olduğu ve insanların hayatlarına dokunduğu için gururluydu. Şerife öğretmen tam bunları aklından geçirdiği sırada telefonuna bir mesaj düştü. Mesaj o dağ köyünde okuttuğu Hüseyin’den gelmişti. Hüseyin mühendis olmuş ve İstanbul’da önemli bir inşaat şirketinde çalışıyordu. O ilk görev yerinden ayrıldığından beri 20 yıla yakın bir zaman geçmişti. Yüreğine tek tek işlemiş olduğu öğrencileri ile son iki aydır internet aracılığı ile görüşmeye başlamıştı. Hüseyin’de bu süre zarfında öğretmenini birkaç kez aramış, hal hatır sormuş ve ilk fırsatta ziyaret edeceğini bildirmişti. Şimdi de Şerife öğretmenin İstanbul’a geldiğini arkadaşı Avukat Ömer’den öğrenmişti. Ömer de Şerife öğretmenin başarılı öğrencilerindendi. Bunu fırsat bilen Hüseyin, Şerife öğretmenin İstanbul’da kaldığı otelin adresini soruyor ve Ömer ile birlikte ziyaretine gelmek istediğini yazıyordu mesajında…
Şerife öğretmen otelin adresini bildirince hemen ikinci bir mesaj geldi. Mesajı okuyunca, yerinde duramaz oldu ve bir heyecan dalgası sardı Şerife öğretmeni. Zira, 15 dakika içerisinde otelin lobisinde olacaklarını yazıyordu Hüseyin. Büyük bir gurur ve sevinç yaşıyordu duygu dünyasında Şerife öğretmen. Sanki iki ayrı zaman dilimini yaşıyordu. O an toplantı salonundan nasıl çıkacağını düşünürken; bir yandan da 20 yıl öncesindeki sınıfını gözünün önüne getirmişti. Toparlak suratlı yumuk yumuk gözlü Hüseyin, açık kahve renkli gömleğini giymiş, öğretmenine gülümsüyor; Ömer 3. Sırada oturuyordu işte, hala boyu yetmediği için ayakları yere değmiyordu… Şerife öğretmen heyecanını belli etmemeye çalışarak toplantıyı yöneten başkandan izin aldı ve lobiye indi.
Toparlak suratlı, yumuk yumuk gözlü Hüseyin karşısındaydı, hala öyle yumuk yumuk gözlerle bakıyor ve gülümsüyordu. Serife öğretmen gözlerinden süzülen yaşlarla sarıldı Hüseyin’e, ardından Ömer’e sarıldı bir annenin oğullarına hasretle sarılışı gibi… Ömer ve Hüseyin 10-11 yaşlarına geri dönmüş, öğretmenlerinin ağzından çıkacak cümleleri bekler olmuşlardı.
Yaşanılan duygu yoğunluğu o kadar ağırdı ki… Elini öptüler Şerife öğretmenin ve oturdular masanın etrafına… Bir müddet ses duyulmadı. Birbirlerine dolu dolu gözlerle bakıyorlardı. Şerife öğretmen titrek sesiyle “Teşekkür ederim çok teşekkür derim.” diyebildi. Bu ses onları kendilerine getirdi ve masanın üzerindeki zakkumlar, güller, kır çiçekleri ile yapılmış çiçek buketini öğretmenlerine sunmayı akıl ettiler. Üçü birlikte gülüştüler, tıpkı 20 yıl önceki gibi coşkuyla hatıraları paylaşmaya başladılar. Bu an çok özel bir andı Şerife öğretmen için. Herhalde öğretmenliğin en güzel tarafı bu olsa gerekti. Bir öğretmenin, ama istisnasız her öğretmenin yaşamak istediği bir gurur tablosu idi yaşanan. O an için dünyanın bütün gamı, kederi bir anda uçup gitmiş ve yerini bu mutlu ana bırakmıştı. Yetiştirdiği talebelerini bir meslek sahibi olarak, bir iş başında ailesine, milletine, devletine ve insanlığa karşı sorumluluklarının bilincinde mal veya hizmet üretirken görmek, onun yetişmesine katkıda bulunan bir öğretmen için ne büyük bir onur ve gururdu… Şerife öğretmen işte bu duygularla yıllar önce çocuksu sorularla kendisini bunaltan bugünün mühendisi Hüseyin’e ve avukat Ömer’e sarılarak onlarla bir kez daha bu gururu yaşıyordu… Yıllar önce dokunduğu o minik yüreklerle birleşmiş tek yürek olmuşlardı…
Bir arkadaşı olarak Şerife öğretmeni ve ziyaretçilerini uzaktan izleyen Erçetin, ”An itibariyle Şerife öğretmenin hayal ve duygu dünyasında olan biteni ne kadar çok bilmek ve onları kelimelere dökerek bütün öğretmen camiası ile paylaşmak isterdim.” diye mırıldandı sessizce…