Feyyaz İRFAN

Babadan miras memur kadrosu

Feyyaz İRFAN

 
İki binli yılların başındayız. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı (*) ile o günün bir televizyon kanalının muhabiri söyleşi yapıyor. Televizyon muhabiri Meclis Başkanına şu soruyu yöneltiyor.
-Sayın Başkan, Meclisin en kıdemli milletvekillerindensiniz ve iki yıldır da Meclis Başkanlığı görevini yürütüyorsunuz. Sizin, geçmişte Bakanlık yaptığınız dönemlerden de projeci Bakan ve projeci Başkan olduğunuzu biliyoruz. Meclis Başkanı olarak başkanlığınız döneminde yaptığınız ve övünç duyduğunuz önemli projelerinizden bahseder misiniz? Hangi projeleri gündeminize aldınız ve sonuçlandırdınız?
“Projeci Bakan, Projeci Başkan” sözlerini duymaktan büyük bir memnuniyet duyduğu yüzüne yayılan gülümsemeden anlaşılan Başkan, oturduğu koltuğa yaslanarak tane tane konuşmaya başladı.
-En övünç duyduğum işlerden biri Meclis çalışanlarını gençleştirmek olmuştur.
TV. Muhabiri;
-Nasıl gençleştirdiniz. Yeni personel aldınız anlaşılan?
Evinde, bu söyleşiyi çocukları ile kahvaltı masasında izleyen Ersönmez bir anda TV’ye odaklanmış ve Başkanın söylediklerine dikkat kesilmişti. Ne söyleyeceğini merak ediyordu. Zira üniversiteden derece ile mezun olmuş iki oğlu iş arıyorlardı. Birkaç kamu kurumunun sınavlarına girmiş yazılıyı kazandıkları halde sözlü sınavda kaybetmişlerdi. Ersönmez, çocuklarının başarısından emindi ancak, sözlüde sınavı kaybetmelerini referans eksikliğine yorumluyordu.
Başkan;
-Meclis çalışanlarından emekliliği geldiği halde emekli olmayıp, yaş haddini (65 yaş) bekleyen çok sayıda memur vardı. Bu personel ile bir toplantı yaptım. Onlara eğer emekli olursanız, durumu uygun olan çocuklarınızdan, yakınlarınızdan birisini yerinize işe alacağım dedim. Bunun üzerine çok sayıda emekliliği gelen personel emekli oldu ve onların yerine çocuklarını, yakınlarını Meclise memur kadrosunda işe aldım. Böylece Meclis çalışanlarını hem gençleştirdik, hem de anne veya babaları ilkokul mezunu iken onların çocukları en az ortaokul ve lise mezunu olarak işe girmiş oldular. Böylece Meclis çalışanlarımızın hem tahsil seviyelerini yükseltmiş hem de gençleşmesini sağlamış olduk.
Ersönmez’in oğlu Buğra, babasının yüzüne bakarak;
-Ama bu haksızlık baba, dedi.
Ersönmez bu açıklama karşısında bir anda TV’nin sesini de açarak daha bir dikkatle dinlemeye başladı. Başkanın söylediklerini anlamaya çalışıyordu. Zira Ankara’da olmanın avantajını kullanarak gerek medyadan gerekse bürokraside var olan arkadaş çevresinden çocukları için kamuya memur alımı konusunu takip ediyordu. Meclise personel alındığını duymamıştı. Üstelik Mecliste çalışan arkadaşları da vardı ve onlara da sürekli Meclise memur alınıp alınmayacağı konusunu soruyordu.
TV’de konuşmaya devam eden Başkan;
-İkinci olarak başta Türk Cumhuriyetleri olmak üzere birçok ülke meclisleri ile parlamentolar arası dostluk grupları oluşturduk. Dostluk grupları parlamentolar arasında karşılıklı ziyaretlerde bulunarak görüş alış - verişinde bulunmaktadırlar. Bu durum ülkeler arasında karşılıklı yakın işbirliğinin de zeminini oluşturmaktadır.
TV muhabiri, Başkana iltifatlar yağdırmaya devam ediyordu ki Ersönmez, oğlu Buğra’nın “Ama bu haksızlık” sözünü tasdik ederek TV’yi kapattı. Kendi kendine sinir olmuş, birden iştahı kapanmış, boğazında kalan lokmayı çayın yardımı ile yutmaya çalışıyordu.
Ersönmez;
-Evet yavrum. Gerçekten Meclise bu şekilde personel almaları büyük bir haksızlıktır. Anadan, babadan miras memur kadrosu olur mu? Üstelik bu Başkan bildiğim kadarıyla hukukçu. Bu nasıl hukuk tahsili yapmış. Hukuk tahsili yapmak vicdanlarda adalet duygusunu yeşertmeye ve yaşatmaya yetmiyor demek ki... İnsanın yaptığı işten vicdanen rahat olması gerekir. Adam koskoca hukuk fakültesini bitirmiş, milletvekili olmuş, bakan olmuş, TBMM’ne Başkan olmuş ama vicdanı aydınlanmamış, ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Bak, sen daha hayatın başındasın, senin vicdanın yapılan bu işin adil olmadığını ve haksız-hukuksuz olduğunu biliyor ama koskoca Meclis Başkanı, bütün bir milletin huzurunda adaleti çiğnediğini övünç vesilesi olarak ve büyük bir proje olarak söyleyebiliyor ne yazıkki...
Kahvaltı sofrasının tadı tuzu kalmamıştı Ersönmez için. Sofrada herkes pür dikkat baba Ersönmez’in söylediklerini dinliyorlardı. Ersönmez sözlerine, İslam kaynaklarında hak ve adalet konusunda geçen ayet ve hadislerden örnekler vererek devam etti.
-Kamu malı ya da kamu kurumu normal şartlarda bütün bir milletin hakkının olduğu bir alandır. Yani bu kurumlardan her bir vatandaşın adalet ölçülerinde faydalanmaları gerekir. Meclis de bu milletin her bir ferdinin hakkının olduğu bir kurum. Üstelik bu Meclis, bütün bir milleti ilgilendiren konularda kanunların yapıldığı yer. Burada abidik-gubidik işler olmamalı. Eğer Meclise eleman alınacaksa şartlarınızı belirler ve kamuoyuna ilan eder, ardından müracaat edenler arasından, adil olarak yapacağınız sınavla ihtiyacınız olan ehliyet ve liyakat sahibi personeli seçer alırsınız. Meclis Başkanı kendi babasının çiftliğine eleman almıyor, bu milletin Meclisine eleman alıyor. Aslında, Meclis idaresi belirli bir süre için Başkan’a emanet edilmiştir. Esas olan emaneti, bu konuda kendine tanınan inisiyatif kullanma hakkını (kuruma personel almak da dahil) ahlak ve adalet temelinde kullanarak, koruyup kollayarak kendinden sonra gelenlere dört başı mamur olarak teslim etmektir. Oysa burada yapılan emanete düpedüz ihanettir, diyen Ersönmez sözlerini şöyle sürdürdü.
-Bakın Al-i İmran suresinin 161. Ayetinde kamu malına ihanetin cezasının ağırlığına dikkat çekilmiştir. “…Kim emanete hıyanet ederse (ganimet veya kamu malından aşırırsa), kıyamet günü, hıyanet ettiği şeyle birlikte gelir. Sonra da hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın herkese kazandığının karşılığı tastamam ödenir.” Gerek bireyin gerekse kamunun hakkı, hukukun güvencesi altında olmalıdır. Bu hakların ne şekilde olursa olsun gaspı veya kötüye kullanılması bizim kültür kotlarımızda haram sayılmıştır.  “Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin” (Nisa, 29) ayeti, kamu malının kullanımında veya dağıtımında hakkı, hukuku ve adaleti gözetmeyerek birinin hakkını bir başkasına peşkeş çekmek veya buna vesile olmak durumunda olanlar için çok önemli bir uyarı niteliğindedir.
Buğra,
-Bu Başkan, anlaşılan hukuk fakültesini tersinden okuyarak bitirmiş olmalı baba! Hukuk değil, gukuk okumuş!
Ersönmez,
-Bir yerlerde yanlışlık var. Bu yanlışlığı, Başkan’ın yetiştiği aile ortamında, okulda veya bütün bir hayatın içinde aramak gerekir sanırım. Bu durum, toplumsal yapının çürümeye yüz tutmuş halini gösteriyor ve sosyologların araştırması gereken bir konu… Ama biz yine hak ihlali kavramına dönelim. Kul hakkının ihlal edilmesi bir şekilde hakkı yenilen kişi ile helalleşilerek konu tatlıya bağlanabilir. Ancak, kamu hakkı kul hakkından çok daha kapsamlı bir kavramdır. Çünkü kamu hakkı, bir kişiyi veya birkaç kişiyi değil o toplumda yaşayan ve ya devlet çatısı altında bulunan bütün bireyleri, yani bütün bir milleti ilgilendirmektedir. Dolayısıyla kamu hakkının gaspı veya ihlali söz konusu olduğunda kimden helallik alınacaktır? Kamu hakkının içinde öksüzlerin, yetimlerin hakkı olduğu için bu hususta daha fazla titizlik gösterilmesi gerekmektedir. Meclis Başkanı bu konuda gerekli hassasiyeti göstermemiş ve Meclise eleman alımında adaleti, ehliyeti gözetmemiş ve maalesef keyfi davranmıştır... 
Buğra;
-O zaman ben Meclis Başkanına soruyorum. Siz Meclis Başkanı olarak benim de Mecliste çalışma hakkım olduğu halde, kullandığınız inisiyatifle benim ve benim gibi binlerce kişinin hakkını, hangi hakla ve ahlaki anlayışla gasp ettiniz? Şimdi benimle nasıl helalleşeceksiniz? Ben şahsen hakkımı helal etmiyorum…
…………………
Aradan yaklaşık 12 yıl geçmiştir. Bu geçen yıllarda parlamento yenilenmiş ve eski meclis başkanı son dönemde meclis dışı kalmıştır. Yani milletvekili değildir artık. Erçetin’in çocukları da bileklerinin gücü ile işe girmişler ve kendi yollarını kendileri çizmişlerdir.
İşin daha garibi ise, Meclise personel alırken Meclis çalışanlarının emekli olmaları koşuluyla, haksız ve adil olmayan bir yöntemle çocuklarını Meclise işe alan TBMM eski başkanı, sanki yüz ağartan bir iş yapmış gibi, milletvekili olamayınca, T.C Başbakanlık Kamu Görevlileri Etik Kurulunun Başkanlığına getirilmiştir. Ne ilginç bir durum değil mi? Bekr-i Mustafa’nın o ünlü hikâyesini hatırlatıyor insana…
Malum, Bekr-i Mustafa musalla taşında yatan cenazenin kulağına eğilip bir şeyler söyler. Bunu gören cemaatten birisi merak edip gelir ve sorar Bekr-i Mustafa’ya. “Ne söyledin mevtaya?” Bekr-i Mustafa; öbür dünyada sana sorarlarsa “Ne var ne yok yalan dünyada?” diye, sen “Bekr-i Mustafa ulu camiye imam oldu dersin. Onlar bu dünyada olup biteni anlarlar” der.
_____________________
(*) Köksal TOPTAN
 
 
 
 
 

Yorumlar 1
İlhan Kayacı 27 Nisan 2018 12:06

bu uygulama uzun yıllar dışişleri bakanlığında da uygulanmıştı. fakat bir hukuk insanının böyle bir uygulama yapması kabul edilebilir cinsten değildir. devlet yönetiminde adalet ve ehliyet nerede diye bağırası geliyor insanın...

Yazarın Diğer Yazıları