8 Aralık 2024, Suriye’de 13 yılı aşkın süredir devam eden Baas rejimine karşı verilen mücadelenin son perdesine sahne oldu. Muhalif grupların Halep, Hama ve Şam gibi merkezleri hızla ele geçirmesi, Esad’ın ülkeyi terk etmesiyle sonuçlandı. Bu gelişme, Suriye’nin geleceği için umut ışığı yakarken, aynı zamanda derin belirsizliklerin de kapısını araladı.
Yeni dönemin en önemli aktörü Heyet Tahrir Şam (HTŞ), bu belirsizliklerin merkezinde yer alıyor. HTŞ’nin lideri Ebu Muhammed Fatih el-Golani, CNN International’a verdiği demeçte, halkın iradesine dayalı bir yönetim vizyonu sundu. Ancak El-Kaide’yi bayilik veren bir şirket gibi düşünürseniz, 7 sene öncesine kadar bu şirketin Suriye şubesinin başında olan bir figürden söz ediyoruz. 2014’te El-Nusra’nın Doğu Guta’da açtığı Eşbal et-Tevhid Medresesi yani Tevhidin Genç Aslanları isimli bir şeriat okulunun videosunu anımsıyorum. Yaklaşık 6-12 yaşlarındaki çocukların büyünce mücahit olmayı hedefledikleri, marşlar söyledikleri, demokrasiyi küfür nizamı olarak niteledikleri ve Golani’ye selam gönderdikleri yarım saati aşkın uzunca bir videoydu. Bugünün devrimcileri işte o çocuklardı. Aynı yıl El-Nusra’nın şeriat kadısı Dr. Sami el-Uraydi’nin bir konuşması düşmüştü internete, o konuşmada da “biz Nusayri bir tağut devrilsin ve başka bir tağut yönetimi kurulsun diye elimize silah almadık” diyor, Golani’nin şeri kaidelere dayalı bir yönetim ideasından bahsettiği sözleriyle konuşmasını sürdürüyordu. Şimdiyse Ebu Muhammed Fatih El-Golani 20’li yaşlarındaki radikal fikirlerde olmadıklarını belirtiyor ki bu elbette mümkündür. Ancak geçmişteki bu sicili ve karmaşık rolü, bu gruba şüpheci yaklaşmamızı zorunlu kılıyor.
HTŞ’nin dile getirdiği kapsayıcı yönetim vaatleri, kâğıt üzerinde etkileyici görünse de geçmiş deneyimler, bu grubun niyetleri konusunda temkinli olmayı gerektiriyor. Bölgedeki azınlık gruplarına yönelik tutumları, özellikle uluslararası toplumun dikkatle takip ettiği bir konu olmaya devam edecek. HTŞ’nin şu ana kadar iyi bir sınav verdiği söylenebilir kaldı ki perşembe günü oluşum kendini feshedecek ve geçiş hükümeti kurulacak. Ancak HTŞ’li devrimciler buharlaşmayacak, yeni siyasal sürecin yeni siyasal aktörleri olacaklar. Devrimin sancısız bir şekilde nihayete erdirilme iradesi olumlu olsa da devrimler gerçekleştikten sonra oluşacak iktidar mücadelesinde kazanan tarafın beklenmedik bir şekilde sertleşebildiği çok sayıda tarihsel örnek bulunuyor.
Türkiye’nin bu çalkantılı dönemde atacağı adımlar hem Türkiye’nin ulusal çıkarları için hem de Suriye devriminin geleceği için belirleyici olacak. Türkiye, Suriye’nin tüm bileşenlerini kapsayan bir diplomatik çerçeve arayışında olmalı ki şu ana kadar izlediği politikalar sakin ve rasyonel bir görüntü veriyor. Kamuoyunda ise bir fetih rüyası görülüyor. Esad rejiminin düşmesi, Türkiye için fırsatlarla dolu bir dönem olabilir elbette. Ancak bu durum, bir “romantik fetih hayaline” kapılmayı değil, gerçekçi bir stratejiyi zorunlu kılıyor. Suriye’nin kuzeyinde varlık gösteren PYD/YPG terör örgütü, Türkiye’nin ulusal güvenliği için en acil tehditlerden biridir. Türkiye, önce sahada etkili bir stratejiyle sınır güvenliğini sağlamanın yanı sıra PYD unsurlarını etkisizleştirmelidir. Bu tehdidi bertaraf etmeden, bölgedeki diğer hedeflerin peşine düşmek mümkün değildir.
Suriye meselesinin çözümünde klasik diplomasiyi merkeze almak, Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası çıkarlarını koruyabilmesi için hayati bir öneme sahiptir. Kamu diplomasisi önemli bir araç olsa da Suriye’nin geleceğini inşa ederken ABD, Rusya ve Avrupa Birliği gibi büyük güçlerle yürütülecek diplomasi öncelikli olmalıdır. Türkiye, Suriye’nin geleceğinde en önemli rolü oynayacak devlet olacaktır ancak bunu sadece devrimci unsurlarla yürütmemeli büyük güçlerle ve uluslararası örgütlerle birlikte yeni kurulacak yönetimin meşruiyetini sağlamalıdır. Yani öncelikle klasik diplomasi. Öte yandan Türkiye’nin uzun yıllar boyunca muhalif gruplara desteği ve Suriyelilere ev sahipliği yapması yumuşak gücünü zaten tahkim etmektedir.
Winston Churchill’in 1942’de İkinci Dünya Savaşı günlerindeki bir zaferden sonra söylediği gibi:
“Bu şimdi bir son değil. Sonun başlangıcı da değil. Ama belki de bu başlangıcın sonudur.” (Now this is not the end. It is not even the beginning of the end. But it is, perhaps, the end of the beginning).
Baas’ın devrilmesi bir son değil, sonun başlangıcı da değil, olsa olsa Suriye için yeni bir başlangıcın sonudur. Türkiye’nin bu dönemi fırsata çevirebilmesi, rasyonel ve sürdürülebilir politikaların devamına bağlıdır. Gerçekçi hedeflerle hareket eden bir Türkiye, bölgedeki istikrarı sağlama konusunda kilit rol oynayabilir.
Arş. Gör. Dr. Fatih Tekin
İnönü Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
Öğretim Elemanı