Türkiye'nin Maarif Davası
Ensar ŞAHİN
20. asır mektebinin kapısına “Felsefesi olmayan milletin mektebi olamaz” cümlesini yazmak gerekir.
Müslüman Türkün mektebi; maarif, metafizik ve ahlak prensiplerini Kur’an’dan alarak Anadolu insanının ruh yapısına serpen, orada besleyen, insanlığın üç bin yıllık kültür ağacının asrımızdaki yemişlerini toplayacak evrensel bir ruh ve ahlak cihazı olacaktır.
İlk İslam dünyasının yaşattığı gençlik, insanlığa hayır ve hizmet yarışında iken; Cengiz ve Moğol gençlerinin, kestikleri kafalardan kule yapmak hususunda yarıştıklarını görüyoruz.
Kızlarını okutmayan millet oğullarını manevî öksüzlüğe mahkûm etmiş demektir; hüsranına ağlasın!
Bu cümleler “Türkiye’nin Maarif davası” isimli kitabın yazarı merhum Nureddin Topçu’ya ait.
Vefatına kadar (1909-1975) Türkiye’nin maarifini kendine dava edinen Topçu, bu kitabında “beklenen gençlik, mektep, muallim, muallimin mesuliyetleri, okullarda din ve ahlak eğitimi, Müslüman Türk Milleti’nin maarifi vb.“ gibi konular üzerinde yazılar yazmıştır.
Maarif kelimesi Osmanlıca bir kelimedir ve “eğitim-öğretim sistemi” anlamına gelir.
Maarif hangi yönde yürürse ‘millet ruhu’ da onun arkasından gider.
Anadolu’nun ruhuna ve İslam’ın idealine aykırı olarak ruh ve ahlak temellerimizi derinlerden sarsan Amerikan maarifi şimdi bu memlekette yabancıların gayretleri ile vatanımıza sokulmakta ve yurdun yarı münevverleri tarafından minnetle devşirilmektedir.
Harf inkılâbı yüzlerce yıllık milli kültürle bağları kopardıktan sonra dilin değişmesi üniversite gençliğini ortaokul çocuklarının hizasına indirdi.
“Osmanlıca” diye asırlar içerisinde gelişen Türk dili hançerlendikten sonra Batılı kelimeler dilimize kolayca akın etmeye başladı. Gün geçtikçe ifademizin güzellikleri ortadan kalkmaktadır.
Ruhların yapıcısı olan mektebin istiklâli feda edilirken, kapitülasyonların zehirli yadigârı olan yabancı okullar, bu vatanda tüneyen baykuş yuvaları halinde zehirlerini saçtılar.
Bizde kozmopolit zihniyetin tohumlarını genç ruhlara ilk defa serpen Mektebi Sultânî (Galatasaray Lisesi) açıldığı zaman bunun “Batı irfanına açılmış pencere” olduğunu söyleyenler, millet tarihi önünde okul eşiğinde işlenmiş ilk cinayeti işlediler.
Maarifte Mektebin Önemi
Mektep öğrenme yeridir ve mabettir. Mektep mânaya yükseliş, Bir’liğe yöneliş, kaide ve disiplindir. Mektebi aşk besler, metodlu düşünce yaşatır.
Bize, bütün hareketlerimiz için değer sunacak satıcıdan sunucuya, doktordan gazeteciye, çocuktan ihtiyara kadar hepimizin yaşayışına ruh ve mana katacak, anlaşılmış, sistemleştirilmiş, hikmetleri bütün birliği içinde saklayarak her âleme pencerelerini açacak büyük mektebin temel hakikatlerini ihtiva eden bir kitaba muhtacız.
Bu kitabı, asrın anlayışıyla tüm hürriyet, hikmet ve hakikat ile mektebimize temel yapmalıyız: Bu kitap Kur’an’dır.
MUALLİM
Maarif demek, muallim demektir. Milli Eğitim Bakanlığı sadece onu düzenleyici cihazdan başka bir şey değildir.
Muallimlik, para değil, ruh işidir. Muallim, ruhlar sanatkârıdır.
Âdemoğlunu, beşikten mezara kadar götürüp teslim eden, dünyanın en büyük mesuliyetine sahip insan muallimdir.
Maaş ve ücretinin azlığı-çokluğu bakımından bu mesleğe kıymet veren insan bu mukaddes vazifeyi yapıyor sayılmaz. Bu iş, mektepçiliği ticaret edinen, muallimliği esnaflık haline koyan kültürsüz fukaranın işi değildir.
İslam’da Hz. Muhammed (sav) ilk muallimdi. Öğreten o, inandıran o, yürüten o idi. Devlet ve mektep işlerini birleştirmiş, devleti mektep haline getirmişti. Peygamberler (as) ise en büyük ruh doktoruydular. Çünkü insanlığın ruhunu kurtardılar.
Orhan Gazi’yi yetiştiren, Fatih Sultan Mehmet’i cihanda harika bir manevi olgunluğa eriştiren muallimleriydi. 2. Murat, mürşidine teslim olmuş bir zâhid, Yavuz Sultan Selim yalnız âlimin önünde eğilmesini bilen, ilimde ilahi emri duymuş, muallimin mesuliyetlerine hürmeti bilmiş, kılıcının olduğu kadar ruh dünyasının da bir kahramanı idi. Dünyaya söz geçiren hükümdar, yalnız müftüsüne itaat ediyordu.
Muallim meselesi, maarif davamızın ana meselesidir. Maarifi yapacak olan muallimdir. İyi değerlendirilmezse maarifi yıkan da o olur.
Şu unsurlar maarifin dört duvarı gibidir: Ders, talebe, muallim, mektep. Bu dört duvarın hepsinin de sağlam oluşu ile mektep ve maarif ayakta durur.
Mekteplerde Ahlâk Eğitimi
Ruhî şahsiyetin, insanın insan olan yapısını, kalbine uygun olarak işlenmesine “ahlâk eğitimi” diyoruz. Ahlak eğitiminin başında hürmet duygusu gelmektedir. Çocuğa ilk sunulacak olan hürmet duygusudur.
Din ve ahlak eğitiminin yalnız bir derste verilemeyeceği aşikârdır. Çünkü din ve ahlak, varlığımızın her yerine nüfuz etmiştir. Yalnız yürekler parçalayıcı bir sahne karşısında ahlaklı ve sade ibadette dindar olunmaz. Ahlak ve dindarlık, bütün hareketlerimizde, insanlarla her temasımızda ortaya çıkan bir hâdisedir.
1935 yılında eğitim bakanlığının emir ve kararıyla lise felsefe müfredatından Allah kelimesi yasaklandı. Ertesi yıl Allaha götürür diye ruh bahsi müfredattan çıkarıldı. Sonunda metafizik ve ontoloji bahisleri bütünüyle ders müfredatından atıldı.
Din eğitimi her şeyden önce bir kalp eğitimidir.
Osman Bey misafir olduğu evde Kur’an-ı Kerim önünde yatıp uyumayarak sabaha kadar ayakta beklemesi; Murat Hüdavendigâr’ın yaralı düşmana bile su vermek amacıyla Sırplı asker tarafından şehit edilmesi ‘din ile ahlakın’ kucaklaştığı ulvi bir durumdur.
Yavuz Selimin sırf vatan sevdasıyla kanlanan kılıcı elinde kurumadan, İbni Kemalin atının ayağından kendi üzerine sıçrayan çamuru şeref bilerek, hürmetle onu çıkarıp da kaftancı başıya verirken “Bunu tabutuma örtünüz; zira ulemanın atının ayağından sıçrayan çamur dahi bizim için şereftir” deyişi cihan tarihinde görülmemiş bir ilim ve ahlak harikası sayılmaz mı?
Nureddin Topçu maarifi bir sistem olarak değil, bir dava olarak ele almış. Eğitim-öğretim sistemi ancak bir ‘dava adamlığına adanmış muallimlerle’ yapılacak bir hizmettir.