Peynirimi Kim Kaptı?
Ensar ŞAHİN
‘’Peynirimi Kim Kaptı?’’ bir labirentte ‘’peynir’’ arayan dört sevimli karakterin yaşadığı değişimi anlatıyor. Burada ‘’peynir’’ yaşamda sahip olmak istediğimiz herhangi bir şeyi; bir mesleği, parayı, güzel bir evi, özgürlüğü, sağlığı, huzuru ve hatta futbol gibi bir aktiviteyi temsil eden bir metafor.
Hepimiz kendi Peynir’imizin peşindeyiz; çünkü bunun bizi mutlu edeceğine inanıyoruz.
Elde ettiğimizde, buna sımsıkı bağlanıyoruz. Kaybettiğimizde ya da biri bunu elimizden aldığında ise büyük bir bunalım yaşıyoruz.
Öyküdeki ‘’Labirent’’ istediğiniz şeyi arayarak zaman geçirdiğiniz yeri simgeliyor. Bu, içinde yaşadığınız toplum, işyeriniz ya da sürdürdüğünüz ilişkiler olabilir.
Bu öyküde anlatılan dört ayrı karakter (Koklarca ve Koşarca adındaki fareler ile Mırın ve Kırın adındaki insancıklar) bizim basit ve karmaşık yönlerimizi temsil ediyorlar. Burada yaşımızın, ırkımızın, milliyetimizin ve cinsiyetimizin önemi yok.
Öykü
Bir zamanlar çok uzaklarda bir yerde, karınlarını doyurmak ve mutlu olmak için peynir arayarak labirentte koşturup duran dört küçük karakter varmış.
Farelerin adı Koşarca ve Koklarca imiş. Fareler kadar küçük olan, ancak tıpkı günümüz insanları gibi davranan insancıkların adları ise Mırın ve Kırın’mış.
Bunlar çok küçük oldukları için, ne yaptıklarını görmek çok zormuş. Ama iyice yaklaşıp baktığınızda görebileceğiniz şeyler sizi şaşırtabilirmiş. Fareler ve insancıklar labirentte tüm zamanlarını kendi özel peynirlerini arayarak geçiriyorlarmış. Basit kemirgen beyinlere ama güçlü içgüdülere sahip fareler, bütün fareler gibi sert ve delikli peynirlerini arıyorlarmış.
Pek çok inançla dolu beyinlerini kullanan Mırın ve Kırın adlı insancıklar ise kendilerini mutlu ve başarılı kılacağına inandıkları, Peynir’lerini aramaktalarmış.
Farelerle insancıklar birbirlerinden çok farklılarmış, ama tek bir ortak özellikleri varmış. Her sabah eşofmanlarını ve koşu ayakkabılarını giyiyor, evlerinden çıkıp labirentte peynirlerini aramaya gidiyorlarmış.
Koklarca ve Koşarca adlı fareler peyniri bulmak için basit bir yöntem olan deneme yanılma yöntemini kullanıyorlarmış. Bir koridorun sonuna kadar koşuyorlar, bir şey bulamayınca dönüp başkasına giriyorlarmış.
Koklarca kocaman burnunun yardımıyla koku alarak, yönü aşağı yukarı tayin ediyormuş. Koşarca da hemen o yöne doğru koşmaya başlıyormuş. Sizin de tahmin edebileceğiniz gibi kayboluyorlar, yanlış yollara giriyorlar ve duvarlara çarpıyorlarmış. Ama bir süre sonra yollarını buluyorlarmış.
Fareler gibi, Mırın ve Kırın adlı insancıklar da düşünme yeteneklerini ve geçmiş deneyimlerinden edindikleri bilgilerini kullanıyorlarmış. Ancak onlar Peynir’i bulma konusunda daha sofistike yöntemler geliştirmek için karmaşık beyinlerini kullanıyorlarmış.
Bazen başarılı oluyorlarmış. Ancak bazen de güçlü insani inanç ve duyguları labirentteki yaşamı daha karmaşık ve zorlu hale getiriyormuş. Bir süre sonra insancıklar yeni bir sistem benimsemişler. Ve sonunda peyniri bulmuşlar.
‘’Ne güzel!’’ diyormuş Mırın. ‘’Burada sonsuza kadar yetecek Peynir var.’’ İnsancıklar kendilerini mutlu ve başarılı hissediyorlar, güvende olduklarını düşünüyorlarmış.
Çok geçmeden, Mırın ve Kırın Peynir İstasyonu’nda buldukları Peynir’i kendi peynirleri olarak görmeye başlamışlar. Burası öyle büyük bir Peynir kaynağıymış ki bir süre sonra evlerini de buranın yakınına taşımışlar ve bunun çevresinde bir sosyal yaşam kurmuşlar. Kendilerini daha da fazla evlerinde hissedebilmek için, duvarlara, Peynir’le ilgili, baktıkça gülümsemelerine yol açan deyişler ve Peynir resimleri asmışlar. Birinde şöyle diyormuş:
“Peynire sahip olduğunu bilmek mutluluk verici.”
Bir müddet sonra büyük uğraş sonunda fareler peyniri bulmuşlar ve yemişler. ‘’O da ne? Hiç Peynir kalmamış!’’ diye bağırmış Mırın. ‘’Peynir bitmiş! Peynir bitmiş!’’
Sanki onu biri duyacak ve Peynir’i geri getirecek gibi avaz avaz bağırıyormuş.
‘’Peynir’imi kim kaptı?’’ diye haykırmış.
Sonunda elini beline koymuş. Kıpkırmızı bir yüzle, tüm gücüyle bağırmış: ‘’Ama bu haksızlık!’’
O akşam eve aç ve umutları yıkılmış bir halde gitmişler, ama çıkmadan önce, Kırın duvara şöyle yazmış: “Peynir senin için ne kadar önemliyse, onu bulmayı o kadar çok istersin.”
Kırın hem kendisine bir hatırlatıcı olması, hem de Mırın’a yol göstermesi umuduyla duvarasırasıyla şu yazıları yazmaya başlamış:
“Yeni bir yöne doğru hareket edersen peyniri bulman kolaylaşır.”
“Korkularının ötesinde hareket edersen, kendini özgür hissedersin.”
“Daha bulamadığın halde yeni peynirin tadını çıkardığını hayal etmek, seni peynire götürür.”
“Labirentte arama yapmak peynirsiz kalmaktan daha güvenlidir.”
“Eski inançlar ve bilgiler seni yeni peynire götürmez.”
“Küçük değişiklikleri erken fark etmek, meydana gelebilecek büyük değişikliklere adapte olmayı sağlar.”
İnsancıklar, bu moral verici ilkeler ışığında büyük bir güçle, labirentte yoluna devam etmişler.
Tam bu arayışın sonsuza dek süreceğini düşünmeye başladığı sırada, yolculuk birden mutlu bir şekilde son bulmuş. Kırın, Peynir İstasyonu’nda Yeni Peynir’i bulmuş.
Kırın, Peynir’lerin arasına dalmış. Doyduktan sonra bir parça taze Peynir alıp kaldırmış: ‘’Yaşasın Değişim!’’
Sonra, labirentte hareketin sesi olduğunu düşündüğü bir ses duymuş. Ses yükseldikçe birinin geldiğini anlamış.
Gelen Mırın olabilir miymiş? Köşeyi dönen o muymuş yoksa?
Kırın gelenin arkadaşı olması için dua etmiş…
“Peyniri Kapın ve Tadını Çıkarın!”
Yoksa bu yeni bir başlangıç mı?...
Kıymetli Okurlarım,
Biz insanlar, bazen değişimin kokusunu çabucak alan Koklarca, bazen hemen harekete geçen Koşarca, bazen başına daha kötü şeyler gelmesinden korktuğu için değişime karşı koyan Mırın, bazen de zamanla değişimin daha iyi sonuçlar vereceğini görüp buna uyum sağlayan Kırın gibi davranıyoruz.
Hangi yönümüzü kullanmayı seçersek seçelim; ortak bir noktamız var: ‘Hepimiz labirentte yolumuzu bulma ve değişen zamanda başarılı olma ihtiyacı duyuyoruz.’
Aslında inişli-çıkışlı hayatımızda, başarılı olan insanların yaptığı şey; şikayet etmeden, sebepler bulmadan, imkânlarını doğru kullanarak ve umudunu kaybetmeden “Bir torba çakıl taşı içindeki üç-beş tane İNCİ’yi bulmaktır.”
Not: Bu yazı Dr. Spencer Johnson’un “Peynirimi Kim Kaptı?” isimli kitabından esinlenerek yazılmıştır.