Bekir Yıldız'la Nehir Söyleşi

'Hayatın gelişine yürüdüm, hayal peşinde koşmadım'

Bekir Yıldız'la Nehir Söyleşi

12. BÖLÜM

Siyasi ve idari kimliği dışında, sıkıntı ve yokluk yıllarının yetiştirdiği, bir dönemin siyasi çalkantıları içinde, İman ve islam davasının bir neferi olarak aksiyon ve fikir adamı, bir devrin tanığı Bekir Yıldız’ın hatıralarını Nehir Söyleşileri olarak paylaşıyoruz…

-Efendim  şöyle  söyleyebilir miyiz? Çok güzel bir şeye temas ettiniz.  doğduğunuzla bu zamana kadar gelen dönemde birçok olaylara şahit oldunuz. Birçok olaylar oldu. Bizim de şahit olduğumuz.

 -Evet şahit olamadığımız olaylar da var ama genelde bütün Türkiye'yi, dünyayı alakadar eden olaylara şahit de oldum ayrıca.

-Efendim bu yönden siz şimdiki nesle göre çok şanslısınız. Diyebilir miyiz? 

Şimdiki neslin de kendine göre durumları var ama bir memlekette her on yılda periyodik olarak Amerika lehine askeri ihtilal yapılıyor. Devletin kendi yapısı çökertiliyor. Halkın üstüne bir sürü boyunduruklar takılıyor. Tekrar ayağına koluna kelepçeler giydiriliyor. Fikrine, düşüncesine, kelepçeler giydiriliyor. Gönül ister ki böyle bir dönem bir daha yaşanmasın, hiçbir zaman olmasın. Biz bunların hepsini geçmişte söylediğim tarihlerde, yaşadık. Yani o ülkücü olmuş, devrimci olmuş. Veya şu olmuş, bu olmuş, hiçbir olaya karışmamış, ağrımaz, başım azıcık aşım demiş. Ona da bir şey demem ama sosyal olaylarla alakadar olmayan arkadaşların haricinde herkes bu kaderi paylaştı. Ama burada biraz daha uyanık, biraz daha dikkatli olmanın sırrını, anahtarını da Büyük Doğu verdi bize. Evet bu şanslılığı diyelim. Yani artık buna şans değil de Cenabı Allah'ın bir lütfu diyelim. 
Teknolojik ve elektronik gelişimde de bir takım değişiklikler oldu. Mesela o zaman bir radyo yokken, bugün iletişim araçlarının çok olması veya bir at arabası bulunamazken şimdi son model arabaların olması. Yani bu nesil bunları da yaşadı. Hem yokluğu hem varlığı. Ha şimdi zaten şöyle bir soru soruyorum bazen kendime. Bir insan İsa aleyhiselamla İsa peygamberimiz de hani miladi takvim başlıyor ya onun için söylüyorum. Şimdi 2022 Kasım ayının yirmi sekizi diyoruz miladi takvimden bahsediyorum, bir insan diyorum İsa peygamberimizle beraber dünyaya gelmiş olsun. 1960 yıl da yaşasa, Yani yaşı 1960 olsa. Bir insan da 1960’da  doğsa hayatı şimdi devam ediyor olsa, yani iki tane insan var. Biri 1960 yaş yaşamış. Onların da görgüsü var. Ama bir insan da 1960 yılında dünyaya gelmiş ve şu anda hayatta işte 2050’lere doğru gidecek bir insanın ikisinin görgüsü, ikisinin yaşaması, ikisinin ulaşım, bilişim, bilgilenme -Peygamberler muaflardan orayı karıştırmayalım.- Bu normal vatandaş için. Normal insan için söylüyoruz, hangisinin daha fazla zihni meşgul? Hangisi zamanı daha sıkı yaşamış? Diye sorduğumda ben cevabını vermekte zorlanıyorum ama ikinci gruptaki, 60’taki 2050’ye doğru giden insanın bütün dünya insanından bahsediyorum, sadece Türkiye’de değil, Amerika, Japonya, Hindistan gibi bütün dünyada bir insandan bahsediyorum. Evet, bu dönemde ulaşımda ve haberleşmedeki gelişim bilişim o kadar süratlendi ki giderek daha da fazla süratlenebilir o ayrı. Yani şimdi dünyanın herhangi bir köşesindeki bir olayı üç saniye sonra bütün dünya öğreniyor. Öğrenme şansına sahip. Ulaşım da hakeza öyle. Yani diyelim ki benim imrendiğim dönem en fazla at sırtında veya yaya, eğer atın da yoksa yaya gideceksin. Buradan İstanbul'a gitmeyi bir hesapladım, şimdi bir saatte uçakla gidiyorsun İstanbul'a gibi. Ha bu materyaller insanı şaşırtmasın isterim. 

Bunlar dünyanın materyali zaten, var olan bir şeyi keşfetmekten ibaret. Bu işte dediğim bu. Mevcut insanoğlu bir şekilde onu uygulamayı keşfediyor. O gayreti gösteriyor. Ama araştırmak icap eden nokta o. Keşifler, buluşlar, eşya karşısında insanın gençlerimiz için de, yaşlılarımız için de söylüyorum apışmaması, şaşırmaması lazım. Onu hayır yolunda, onu Allah rızası Allah'ın emirleri ve Resulullah Efendimizin istekleri doğrultusunda nasıl değerlendiririm? Mesele burada, soru burada. Aynı şey. Ya bu doğrultuda değerlendirirsin ya da insanın nefsani, şehvani veya şeytanın emri doğrultusunda. İnsanın çıkarı dediğimiz, şimdi kapitalizm denilen olay nedir? Bir buçuk milyar insan ölürse ölsün hiç umurumda değil yeter ki benim petrol çıkarım zedelenmesin, ilaç mafyama kimse çökmesin, silahı ben satayım. Yani önemli olan, şu kadar parayı temin etmek. Kapitalist mantıkta çıkarın için bütün dünyayı yakabilirsin. Yani Allah ve Resulüne dayanmayan bir mantık bunu icap ettirir. 

Hâsılı şimdiki gençlerimiz bir bakımdan oldukça şanslı. Ulaşımları, bilişimleri, iletişimleri çok kolay. Fakat onun seçicisi olmak lazım. Her şeyi kullanırken bir maksatla kullanacaksın. Maksatsız kullandığın zaman o sana taarruz eder ve seni kontrol altına alır. Her ne olursa olsun. Yani Amerika'da gördüğüm insanlar çok fazla iri. Gıdayı çok önemsemişler. Gıda derken Amerika'da şu anda bir numaralı problem İnsan vücudunun yağlanması. Fazla kilolarla nasıl baş edeceğini araştırıyor, gece gündüz bununla uğraşıyor. Adam zayıflığı da istismar ediyor. Yokluğu da istismar ediyor. Varlığı da istismar ediyor. Onun için bu ayrı bir sistem ama her ne olursa olsun üstüne haddinden fazla düştüğün yani putlaştırdığın zaman başına bela olur. 

-Efendim belki konumuzun biraz dışında ama. Bu iletişim araçlarının, teknolojinin bu kadar çok gelişmesi gençlerimize artıları olduğu gibi  bazen eksileri de mi oluyor acaba? Mesela bilgiye çok çabuk ulaşma gibi.

Eksilerde olur. Yani hiçbir silahın tek taraflı artısı veya tek taraflı eksisi olmaz ki. Yemek yeterince yersen sana gıdadır hayatta kalman için. Yeterinden fazla yemek hastalık yapar. Aynı yemek, ne kadar alacağını, ne kadarıyla yetineceğini, nerede kullanacağını, nasıl tedarik edeceğini, nasıl sarf edeceğini bilirsen sorun yok. Şimdiki genç arkadaşlarımız, delikanlılar ölçülere dikkat etsinler. Ha bir de şu büyüklerin nesilleri birbirlerinden ayırt etmelerinden hiç hoşlanmıyorum. Öyle bir şeyi zihnim kabul etmez. Dede ile torun birbirini tamamlayan bir bütündür. Yani o dede torunlarının elini tutmazsa, baba evladının elini tutmazsa, gönlünü almazsa, hatırını sormazsa, derdini sormazsa, sıkıntısını paylaşmazsa çocuk onun başına bela olarak dönecektir. Bu X, Y, Z bilmem ne kuşağı. Bunların modu böyle. Yok öyle bir şey, insanın alnına patatesten yapılmış mühürler vurmanın hemen kategorize etmenin bir anlamı yok. Çok yanlış. İnsanları kategorize edemezsin. Allah her insanı kendine özel, kendine has yaratmıştır. Her biri, yani bir insan bir dünya kadar eder mealinde hadisi şerifler de var ayeti kerimede. O bakımdan eşrefi mahlûkat diye bilinen insana verilen değer işte bu çocuk için de geçerli. Yaşlı için de geçerli, özürlü için de geçerli, sıhhatli için de geçerli. Görmeyen için de geçerli. Sağlık için de geçerli. Onun için insana genelde Allah'ın yarattığından dolayı böyle bakmak icap ediyor. Böyle bakınca da iletişim çok kolaylaşır. Sen bilmeyebilirsin çocuğun bildiğini. Önemli değil ama senin tecrüben, senin görgün ondan daha fazladır. Onun düşebileceği ateşleri, yanlışları sen daha önce görürsün ama bir de Türkçe'nin getirdiği bir terslik var. Bizim geleneklerimiz, örfümüz, Türk örfü kelimelerimizde gizli. Bizim Türkçe'miz vur, kır, al, sat, tut, yat, git, gel, otur, kalk gibi emir kipindedir. Yani şimdiki delikanlılar, gençler, hatta öncekileri de emir kipini sevmiyorlar, bize biraz tercih bırak diyorlar. Anlatabildim mi? Evet denemesi bedava al torununu, oğlunu, yeğenini, birini al otur de yani sonra oturma bitsin. Yani sen ona tarif ediyorsun. Şunu yap şöyle veya böyle diyorsun. Hâlbuki konuşurken onu yapmakta muhayyer bırakman lazım. Seçenek bırak yani bunu böyle yaparsın bak şöyle şöyle de yaparsın. Senin tercihin daha önemlidir diye çocuğa kendi varlığını hissettirmiyor bizim üst kuşak. Çocuğu önce ayırt ediyor, bu Z kuşağı diyor. Kendini de böyle alıyor hop diye bir başka yere koyuyor. O kendi de ayrı bir hava. Çocuk, elini uzattın da senden ne zaman geri kaçtı? Ha çaresiz kalınca fırlatıp atıyor. Yani zihin fırlıyor. Hâsılı insanı bir bütün olarak kabul edip tabi dönemleri var, çocukluk dönemi var gençlik delikanlılık dönemi var, orta ihtiyar, şu ve her dönem insan için var. O dönemleri de bileceksin eğer eğitime soyunduysan, kendinden başka insanı dert ettiysen, kendinden başka insan dert etmediysen bunlarla uğraşmana gerek yok. Bırak her şeyi nasıl giderse gitsin. Bilginin kendi başına bırakırsan faydalı tarafı da var, zararlı tarafı da var.

Adam nasıl sağlıklı kalacağını çok rahat bir doktordan öğrenebilir. Ama yanlış bir yere takıldığı zaman midesini küçülttürür, estetik yaptırmaya başlar, eliyle, yüzüyle, burnuyla oynattırmaya başlar. Ondan sonra ne oluyor? Bu da endüstri, sağlık endüstrisi sektörünün eline düşüyor. Artık istismar bedava, kapitalizmin istismarı bedava. Diz boyu istismar eder. Hâsılı bir bütün halinde düşündüğümüz zaman problem yok. Ayrıştırdığın zaman problem var. Ha ayrıştıracaksın ama bölüp atmadan, yani ayrıştırma tanıma manasında, analiz etme manasında. Karakterini analiz edeceksin. Sevdiklerinin hoşuna gidenleri hoşuna gitmeyenleri böyle çocukla alakadar olmak öyle kolay işler değil. Otur karnını kaşıyarak. Hiçbir çaba, gayret, düşünce ter dökmeyeyim ama çocukta istediğim gibi yetişsin. Yok böyle bir şey. Bütün dünyada birçok kurum bizim çocuklara talip. Dünyanın bütün çocuklarına talip. Kafasının içine talip. Onlar da öyle şeytani düşünür, onun yani şeytanın da hükmü işleyecek Cenabı Hakk'ın hükümleri de hükmünü işleyecek. Bu dünya bir mücadeleyle böyle gidecek.

-Efendim bu bağlamda bizden sonraki nesil geleceğimizin teminatı olan gençlerle alakalı veya  Müslüman toplumlarla alakalı   Müslümanların kurduğu, İslami terimler kullanarak açılan bugünkü  sivil toplum kuruluşları yeterli derecede görev yapıyorlar mı? Bu konulara yeterince eğiliyorlar mı? Devletin boş bıraktığı yerleri doldurabiliyorlar mı?  

Devlet bir kere boş bırakmaz bir defa orada bir yanlışlık var. Devlet devletse hiçbir yerde bir boşluk bırakmaz

-Efendim demek istediğim, Dinini, imanını çok fazla öğrenme diyor, gibi?

Ha öğrenme diyor. O da bu işte bir boşluk bırakmıyor demektir. Öğretmiyor, öğrenmeye engel oluyor, Doğruları çarpıtıyor. Yani orada boşluk bırakmamış, kararını vermiş ve tavrını açıklamış manasında söylüyorum yani senin istediğin gibi hareket etmemesi orada bir boşluk var manasına gelmiyor. Hani bu FETÖ’yü yetiştiriyor, boşluk dolduruyor. Baksana bir boşluk var mı devlet, Amerika ile iş birliği yapıyor bir görevi alıyor, FETÖ diye bir baş belası üretiyor. Cemiyetin içine sokuyor ve zihinleri karıştırıyor. Esas olan zihinlerde olan şey. Şimdi o pislik nasıl temizlenecek? Uzun süre gider. Yani maddi hasarları falan belki kolay geçer ama zihin karıştırmaları itikadî bulaşıklıkları zor geçer. Devlet şöyle veya böyle boşluk bırakmaz. Biz orada boş alan var falan gibi algılarız ama ben şöyle düşünmekteyim; kişi veya kurum haline gelmiş olan kendine yeterli olduktan sonra cemiyete faydalı olabilir. Bu senin sivil toplum kuruluşları dediğinden her neyi kastediyorsan, dernekler, vakıflar, şunlar, bunlar. O kişiler, bir kişi ile hareket etmiyor, bir vakıf kuruyor. 

Ecdat vakfı şöyle kurulmuş; Şu mülk, şu maksat için (maksat belirtiyor) kullanılacaktır. İlanihaye yani kıyamete kadar.

Bunun iradı buradan bu mülkten olan gelir dünyanın sonuna kadar şu maksat için sarf edilecektir diyor, bırakıyor. Böyle gidip de insanlara avuç açıp bana aidat ver demiyor. Vakfa yardım et demiyor. Sen bana üç kuruş ver öğrenciye nakledeyim demiyor. İşte ayakkabını getir de ben fukaraya ulaştırayım. Ha kötü şeyler değil bunlar ama esas olan bu değil, esas olan sen kendin gayret edeceksin. Bu kuruluşlardan değerlendirilmesi kolay oluyor o zaman. Eğer kendi yeterli mali yapısını da kurdu da, bir derneğin, vakfın, gönüllü kuruluşun adı her neyse kendinin dışındaki insanlara bir türlü maksadı doğrultusunda yardım ediyorsa bu başarılı olur. Takati nispetince başarılı olur. Bütün dünyadaki açları doyuracak hali yok. 

Bu gönül teşekkülü mantığı ne olmalı adına iki olay anlatayım size;
-Buradan Ankara'ya giderken Himmetdede diye bir kasaba var. Şimdi mahalle oldu Kocasinan'a. Ve geçerken Himmetdede nedir diye sorunca orada bir kabristan gösterdiler girdim sordum; 
“Baba bu kim yahu Himmet Dede isminde şöyle bir zat varmış. Ne yaparmış bu himmet dede?”

Adam fazla bir şey söyleyemedi. Fakat dedi ki;
“İnsanlar gelip baba bize dua et, himmet et diye bu adam hayattayken dua isterlermiş. Duası makbul zannedilen bir insanmış!”

E peki bu baba ne dermiş onlara? Slogan haline gelmiş bu. O adamın söylediğine göre;
“Baba bize himmet et diyene,  oğlum git hizmet et!” dermiş.

Yani baba himmet, oğlum hizmet. Bu slogan haline gelmiş. Bir bu hoşuma gitti. Şimdi hizmet nasıl olacak? Karamustafa Paşa Vakfiyesi İncesu'da duruyor. Kara Mustafa Paşa Hanı'nın vakfiyesini isterim ki herkes okusun. Hizmet anlayışını şöyle anlatıyor; 
“Buraya gelen her yolcu gerek atlı, gerek yaya hiçbir şey sual edilmeden misafir edilecek. Karnı doyacak. Temizlik yapacak. Hayvanı ayrıca temizlenecek, nallanacak. Hayvanı da varsa atı da adam da dilediği kadar yatacak. Dilediği kadar kalacak. Yiyecek, içecek. Kendi ayrılmak istediği zaman kapıya, atı yoksa Allah'a ısmarladık diyorsa veya atının üstündeyse, atın yularından tutulacak. Arkadaş sen bizim hizmetimizden memnun musun? Memnun kaldın mı? diye sorulacak.” 
Bak bunlar vakıfnamede yazıyor. Eğer adam;
“Evet, memnun kaldım derse atının yularını bırak yoluna gitsin. Memnun kalmadım derse yuları bırakma, memnun edene kadar uğraş! Diyor.”

Öbürü ne demiş? Baba himmet, bana dua et. Oğlum git hizmet et! demiş. Al sana hizmet. Al sana bir ölçü. Daha çok ölçü konabilir ama bu dernek, vakıf ondan sonra yönetecek neyi kastediyorsan koy böyle bir mihenk taşına. Böyle bir hizmet ediyorsa sadece Allah rızası için karşılıksız ve bir de parasını kendi koyacak. Devşirme parayla, bilmem neyle başkasının parasıyla tüfek atmak yok.

Allah razı olsun Efendim biraz önce değindiniz ama şimdi son sorumuz olarak böyle çok arzulayıp da yapamadığınız bir şey var mı? 

Şöyle çok arzuladığım bir şey olmadı bir defa. Bir şeyi çok arzu etmedim, peşine çok düşmedim. Benim hayatım böyle geçti. Niye? Gelişine yürürdüm gittim, hayatı böyle kabul ettim. Yani çok arzulamayı hala uygun görmem, görmedim. Başkası uygun görür. Ona da saygı duyarım. Çok arzu etmenin sıkıntılı bir iş olduğunu düşünüyorum. Sıkıntılı ama vasıflarını bilirsin. İmkânlar âleminde bu ne kadar gerçekleşebilir bilirsin. Bizim çok arzuladığımız şey öbür dünyada. Onun için bu dünyada fazla bir şey arzulamanın gereği yok diye düşünüyorum…

Bitti                                      

 

BİR DAVA ADAMI GÖRDÜM/  Mustafa KANLIOĞLU
Bekir Yıldız'dan Son Değerlendirmeler
 

70 li yıllardı Söğüt Fikir Kulübüne devam ederken arkadaşların teşviki ile Gevher Nesibe medresesinde, Bekir Yıldızın çalıştırdığı Karate sporu antrenmanlarına  birkaç kez katılmışlığım vardır. O güne kadar   gıyabında birçok hasletlerini duyduğum, takdir edilesi  hareketlerin Aynı fikri yapıda ve kanaatte olmamıza rağmen  bulunduğumuz ortam ve bize yön verenler tarafından görmemezlikten gelinmesi neticesi, Bekir ağabeyi ve arkadaşlarına gereken ilgi ve yakınlığı gösteremedik.

Bu bağlamda  Mustafa Cabat’ın hakkını vermek lazım diye düşünüyorum.                                              
Bir hatıra

Bekir ağabeyi belediye başkanı olduktan kısa bir süre sonra, ev oturmalarının birinde Bekir ağabeyi hakkında eleştirel bir yaklaşım olduğunda Mustafa Cabat oturmanın ağabeyisini bile karşısına alarak şiddetli bir şekilde eleştiriye karşı çıkmış ve Bekir ağabeyi son derece şiddetli bir şekilde gıyabında savunmuştu.

Bekir ağabeyi bizim akranımız olmadığı için, yani bizden bir önceki nesil bizim ağabeyimiz mesabesinde. Kendi akranları, dava arkadaşları, gönüldaşları, onunla vakit geçiren, birlikte mesai harcayan ağabeylerimiz ona dair hatıra ve anekdotları gayet iyi ve geniş bir şekilde anlatmışlardır diye düşünüyorum.

Ben ise Bekir ağabeyi gıyabında tanımama rağmen gerçek manada ve tam olarak tanımakta geciktiğim için kendi kendime hayıflanıyorum.

Yıl 2005-2006  Bir takım sıkıntılar sebebi ile moral olarak çökük bir vaziyette idim.  Bekir ağabeyinin akranı ve arkadaşı olan İbrahim Ulueren durumumdan Bekir ağabeye kısmen bahsetmiş. Bekir ağabeyinin sadece gönüldaşı olduğunu bildiği birine yardım etmesi önemli bir erdem olsa gerek. Bu erdem karşısında, bize de sadece şaşkınlık ve çarpılmak kalıyor. 

2012 yılında İbrahim Ulueren’in girişimi, Mustafa Tekelioğlu’nun hiç tereddüt etmeden büyük bir kadirşinaslıkla  eveti   ve yönetim kurulunun oluru ile yabancısı olmadığım tüm gönüldaşlarımın buluştuğu Kayseri Eğitim ve Kültür vakfında işe başlamamla birlikte Bekir ağabeyi daha yakından tanıma ve gözlemleme imkânım oldu. 

Bekir ağabeyi o dönemlerde Kocasinan Belediye Başkanı idi vakıftan dolayı sık sık yanına gidiyordum. Gördüğüm manzara. Fiziki olarak Bekir ağabeyinin çalışma masası her zaman sade, temiz ve karmaşadan uzak,  işini temiz ve eksiksiz yapması yanında bu günün işini yarına bırakmadan hemen tatbike geçiren birinin masasının örneği.

Belki basit gibi görülür ama, bu makam ve mevkide olan hiçbir yerde böylesine rastlamak mümkün değil gibi. 

Bekir ağabeyi proje adamı olduğu için, kendisinin önemsemediği ve çok kolay dediği, çok zor ve hayata geçirilmesi mümkün gözükmeyen projeleri , maharet ve  marifet sahibi bir orkestra şefi  ustalığı  ile hayata  geçirme becerisine sahiptir. 

Belediye başkanlığı döneminde sayısız işlere imzasını atan Bekir ağabeyinin, benim gördüğüm ve takdir ettiğim, en önemli işlerinden bir tanesi Kayseri’nin karma karışık ve insanı nefessiz bırakan imar yapısını büyük bir ölçüde değiştirerek farklı bir imar anlayışı ile şehrin ve insanların nefes almasını sağlamasıdır. Bunun en bariz örneği Kocasinan Belediyesi sınırları içerisinde bulunan Hoca Ahmet Yesevi Mahallesinin imar planıdır. 

Eğer Bekir ağabeyinin fiziki olarak yaptıklarını saymaya kalkarsak sayfalar yetmez gibi ben sadece durumun anlaşılması için birkaç örnekle yetiniyorum.

Diğer yönden bakacak olursak, Bekir ağabeyi tam ve eksiksiz bir dava adamıdır. Onun davasına sadakatinin örneğini bu uğurda iddialı olan çok kimsede görmezsiniz. 

O davası ile alakalı her hangi bir işe inansın onun o işle alakalı yapamayacağı hiçbir şey yok diye biliyorum. Çünkü benim şahit olduğum birçok olay var, yeter ki yapacağınız işin davaya faydası olduğuna inansın, yapmayacağı bir şey yok.
 Belediye başkanlığı öncesi ve sonrası yaptığı tüm işlerde bir Müslümanın yapabileceklerini ispat ve sergilemek sureti ile bazı kesimlerin Müslümanlar aleyhindeki kötü düşünce ve propagandasını tersine çevirmiştir. 

Bekir ağabeyi doğduğundan itibaren hayatın içinden ve hayatın acı dersleri ile yetiştiği için, hayatın kendisini olabildiğince tanıma fırsatı bulmuş, bu yetişmişliğin yanına Büyük Doğu gibi büyük bir fikri yapının konması ve bu fikri yapıyla hayatı tanıma dersleri birleşince bir Bekir Yıldız meydana gelmiş.

Bazen hayretle ve neden bu kadar fedakarlık diye bakanlara inat Bekir Yıldız fedakarlıklarını bir misli artırarak ilk günkü heyecan ve aksiyon ile devam ediyor. 
İnanın ondaki dava heyecanı ve inancı çok kişide yoktur. Tekrar ediyorum davaya fayda ile ilgili gelen hiçbir teklif Bekir ağabeyi tarafından geri çevrilmez.
Bekir ağabeyinin hayatı ve yaşadıkları ile alakalı bir röportaj teklifimiz oldu. Daha önce birçok teklif olmasına rağmen hepsini reddeden Bekir ağabeyi sırf gönüldaşlarım istiyor diye yok demedi bizi kırmadı ve kabul etti. 

Değerli vakitlerinden tam dört ayını bize ayırdı kendisinin çok prensipli olması dolayısı ile bir işe söz verip başlanınca bir an evvel bitirilmesi gerektiğini düşünerek dört ay neredeyse her gün 3-4-5 saat çalışarak röportajı tamamladık inanın ben Bekir ağabeyinin hızına yetişmekte zorluk çektim. Daha sonra bu röportajı yazıya dökerek kitaplaştırma fikri oluştu. Bekir ağabeyi röportajdaki çoğu yeri riya olmasın diye çıkarttı. Kitaba eklenmesini istemedi hâlbuki Bekir ağabeyinin yaptığı ve yaşadığı işlerin hiç birinde özeli olmamıştır, hatta basit telefon görüşmeleri bile telefonun megafonundan sesi dışarıya vererek herkesin duymasını sağlar her şey açık ve aşikâr.

Bu röportaj süresince Bekir ağabeyle aşağı yukarı her gün beraber çalıştık bu tam dört ay sürdü bu süre içerisinde gerek samimi bir şekilde anlattıklarından gerekse orada yaşadığım ve şahit olduklarımdan Bekir ağabeyi ve iç dünyasını daha iyi tanıma şansım oldu iyi ki de bu röportajı yapmak bana nasip olmuş.

Şahit olduğum bir enstantane 

Beraber çalışırken beni misafiri kabul ettiği için orada hizmetli olarak çalışan bir bayana yorulduğumuzu ve bize birer tane saf portakal suyu getirmesini söyledi fakat söylerken sanki çok lüks bir şey istiyormuş ayıp oluyor gibi düşünceler ve tavır içerisinde beş saniye sonra

- Bu portakal suyundan oradaki tüm hizmetli arkadaşlarına da ısmarlıyorum hepsine benden birer portakal suyu, dedi.

O hizmetli bayanın mutluluğu ve gözlerinin içinin parıltısı hiç gözümün önünden gitmiyor. 

Benim tanıdığım Bekir ağabeyi, duyduklarım ve şahit olduklarımın bir kısmını Mustafa Cabat’ın da çok değerli katkıları ile yayınlanan kitapta bulacaksınız 
O çok sert ve kararlı görünüşün altında, bir portakal suyunu dahi yalnız içmeyi kendine hak görmeyecek kadar merhametli. Yanında çalışan mahiyetine değer verip onların fikirlerini hiç sıkılmadan ve küçümsemeden dinleyip değerlendirecek kadar mütevazi, kendisine gelen hediyeleri başkasına hediye edecek kadar tok gönüllü, Yemen türküsünü dinleyip te gözleri dolmayanla arkadaşlık yapmam diyecek kadar naif, cüzdanımızın en güzel yerinde kırışmaması için düzgünce sakladığımız parayı spor kıyafetinin cebinden kâğıt parçalarına dahi reva görülmeyecek biçimde cebinde gezdirip lazım olduğunda masaya döküp parçaları alelade birleştirecek kadar paraya önem vermeyen ve o ölçüde haddinden fazla cömert, arkadaşım ve gönüldaşım dediği kimselere sonuna kadar ahde vefa gösteren, onları hiçbir zaman bırakmayan vefa örneği. 

Her şeye rağmen davası ve Müslümanlarla ilgili meselelerde gözünü budaktan sakınmayacak kadar cesur, Afrika ülkelerinden birisine Üstadının ismini koyarak yaptırdığı Necip Fazıl Kısakürek camiinden kimseye bahsetmeyecek kadar riya korkusu sahibi, ümmetin çocuklarının  yetişmesiyle alakalı  kendisini sorumlu sayarak  spor tesislerini onların hizmetine verecek kadar sorumluluk sahibi, önünde hiçbir engel olmamasına rağmen belediye başkanlığını ısrarla bırakacak kadar erdem sahibi. Bir çok şahit olduğum hasletlerini kendisinin memnun olmayacağını bildiğim için saymaktan çekindiğim.

Siz Bekir ağabeyi mi dersiniz, Bekir baba mı dersiniz, baba Bekir mi dersiniz, efsane başkan mı dersiniz, ne derseniz deyin hepsini bir fazlası ile hak eden Ehlisünnet çizgisinden bir gram bile sapmamış ve sapılmaması için mücadele etmiş olan Bekir ağabeyi Kayseri için bir şans olarak görüyorum. Allah’ımız hayırlı uzun ömürler nasip etsin Bekir ağabeyleri çok eylesin. 

Kendimi mensubu saydığım ve Allaha şükrettiğim bu davanın önde giden neferlerinden olan 
Bekir ağabeye 

Bekir YILDIZ’ a ve değerli ailesine selam olsun.    

SON 


Ropörtaj. Mustafa Kanlıoğlu


 

Yazarın Diğer Yazıları