Bekir Yıldız'la Nehir Söyleşi

'Birlik TV kurma fikri akamete uğrayınca, topladığımız paraları tek tek iade ettik' 

Bekir Yıldız'la Nehir Söyleşi

10. BÖLÜM

Siyasi ve idari kimliği dışında, sıkıntı ve yokluk yıllarının yetiştirdiği, bir dönemin siyasi çalkantıları içinde, İman ve islam davasının bir neferi olarak aksiyon ve fikir adamı, bir devrin tanığı Bekir Yıldız’ın hatıralarını Nehir Söyleşileri olarak paylaşıyoruz…

BİRLİK TELEVİZYONU KURMA HİKAYESİ

Belediyeciliğe geçmeden önce beni üzen, akamete uğramış bir hatıramı nakledeyim. Yücel Çakmaklı riyasetinde Mesut Uçakan, Salih Diriklik ve benim bir televizyon kurma girişimimiz oldu. 

Türkiye'de o tarihte henüz yayın yapan özel bir televizyon yok. Bir Kanal Altı diye herhalde Turgut Özal'ın oğlu Ahmet Özal’ın televizyonu diye oynayan bir ekran var. Onun dışında TRT var. Siyah beyaz gidiyor işler. İlk defa Türkiye'de böyle aklı yeter, İstanbul'daki sağduyu sahibi arkadaşlar tarafından hiçbir partinin de tekelinde olmayan, yani partinin borusu, borazanı olmayan bir televizyon kurma fikri gelişti ve bunun için adına Birlik Televizyonu dedik. Ben de kuruldayım. Yücel Çakmaklı, Zahit Akman falan yani birçok arkadaş heyecanla uğraşıyoruz ama tabii bu akçeyle olacak bir iş. 

İngiltere'den bir buçuk milyon dolara yıllık uydu kiraladık İngiliz uydusundan. O günlerde uydu da yok. O kadar kısıtlı uydu. Türkiye'nin uydusu olmadığı gibi birkaç ülkede var. Yani bizim arzu ettiğimiz coğrafyaya yayın yapabilecek İngiltere'de bir uydu boşluğu bulduk. Kira sözleşmesini yaptık. Katılım çoğalsın diye çeşitli illerde geniş bir kampanya başlattık toplantılar yaptık. Çok da heyecan meydana getirdi. Bütün Türkiye'den diyelim ki on milyon dolar toplanacaksa tam rakamlar aklımda kalmadı ama Kayseri’ye herhalde bir buçuk milyon dolar gibi bir para düşmüştü. Ve ben kapı kapı dolaştım, teşvik ettim Kayseri'deki insanlar samimiyetle katıldı.

Belgelerini aldık, şöyle dedik;
“Hiçbir beklentiniz olmayacak. Biz bir televizyon kurmak niyetiyle yola çıktık. Kâr etmez televizyon. Ama siz ortaksınız! Kurulduğunda hissedar olacaksınız” dedik ve insanlar katıldı. Bize düşen kısmı yaklaşık olarak tamamladık Kayseri olarak. İşte İzmir'de, Ankara'da, Sakarya'da, İstanbul'da falan. Onlar da tamamladı. Ve biz miktarın yüzde yetmişini Türkiye'de, yüzde otuzunu Avrupa'daki gurbetçilerden toparlarız hesabı yapmıştık. İlk defa böyle bir şey için ortaya düştüm. Hiçbir başka para için kendi grubumuz, kendi cebimizin dışında müracaat ettiğimiz olmadı ama bu çok büyük bir mekanizma ve Türkiye'de o kadar ihtiyaç vardı ki çok üzüldüğüm sonuçlandıramadığımız sonucunu alamadığımız bir iş oldu. Sebebini de söyleyeceğim. Almanya'daki görevli arkadaşlar gidip aynı heyecanla anlattıklarında gurbetçilerimiz son derece heyecanlandı ve katılmak girişiminde bulundu. Fakat Allah rahmet etsin Erbakan hoca bir haber gönderdi Almanya'ya, Türkiye'yle aynı haberi gönderdi ama tutturamadı:                                                                                                              
“Biz Yenidünya Televizyonu kuruyoruz. Birlik Televizyonuyla uğraşmıyoruz.” 
Hâlbuki Yenidünya Televizyonu diye henüz bir girişim yok. Ortada hiçbir şey yok. Recai Bey'le o zaman uzun görüştük ama Recai Bey kibar insan ne hocayı kırdı, ne bizi. Fakat bir kademe sonra da;                                                                                          
“Bunlar bize uymayan sapkın insanlardır!” diye anons ettiler ve bizim moralimiz çöktü. 

BİRLİK TV KURMA FİKRİ AKAMETE UĞRAYINCA, TOPLADIĞIMIZ PARALARI TEK TEK İADE ETTİK 
Mecidiyeköy'den şahane bir büro kiraladık. Birçok senaryo kuruldu. Senaryo yapıldı. Birçok film sipariş edildi. Çekimine başlanıldı ve o çekilen filmler zayi olmadı. Daha sonra ekranlarda gösterim yaptık ama iki üç tık düşürülerek. TGRT kuruldu arkasından. TGRT bu bizim çekime başlayan senaryoların hepsinin üstüne çöktü. Tabii biz o zaman her şeyi bırakmıştık. Fakat bu sefer ilkokul müsameresi gibi çıktı işler. Velilerin hayatları veya belgeseller, Hicaz Demiryolu Belgeseli, Balkanlar Belgeseli, Hindistan Belgeseli, Pakistan Belgeseli gibi, Kırım Belgeseli böyle belgeseller.  Afrika'da birçok alanda senaryolar yapılıp, çekimler ilk defa çok da kaliteli çekimler başlamıştı ama bu iş akamete uğrayınca bizi son derece üzdü. Fakat biz Kayseri'deki arkadaşları tekrar tek tek gezip, paralarını tek tek iade ettik. Tek tek ve helalleştik; “Aman biz başaramadık!”

Bu işte bizi üzen ikinci şey; o gün Türkiye'de başka özel televizyon yoktu. O gün bu işe girilebilmiş olsaydı, tabii geçmişe pişmanlık bir anlam ifade etmez ama bugün Türkiye’de Ümmeti Muhammed'in yani Müslüman Türk insanının çok önemli bir mekanizması olurdu. Çok gelişirdi. Yani o çocukların hepsi, bizim arkadaşların hepsi, diğer televizyonlarda ekmek parası için uğraşıyor. Hâlbuki bunlar idealist insanlardı. Fikir sahibi insanlardı. Olayları televizyon yoluyla insana aktarabilecek insanlardı. Daha sonra bu işlere bizle veya bizden önce başlayan sosyalist grupların elinde kaldı televizyonlar. Bütün televizyonların yapımcısı yani emekçisi genel müdür veya spiker hep solcu çocuklardan meydana geldi. Çünkü bu bizim için bir hezimet oldu. Tabii biz ve bütün Türkiye'deki arkadaşlar girdik bir işe başaramadık, dedik. Yani Erbakan Hoca'nın veya o günkü partinin böyle bir davranış içerisinde olduğunu da zikretmedik. Çünkü nifak çıkma durumu var. Biz bir yerde prensip olarak eğer nifak çıkacaksa mümin insanlar arasına bir düşmanlık kin girecekse o işte yokuz. Bırakır çıkarız. Neye mal olursa olsun prensip olarak o prensipteyiz. Ve bunun hâlâ doğru olduğunu düşünüyorum. Birçok olayda da ben bunu kendi hayatımda tatbik ettim. Müslüman insanlarla kapışmam. Kapıştırılmasını da sevmem. Münafıklık alametidir diye düşünüyorum. Ama eğer ben kendi tarafımdaki haklardan vazgeçersem olay kendi istikametine gider. Orada da böyle telakki ettik, istişareler neticesi. Ve ucundan neredeyse tutma noktasına geldiğimiz bir mekanizmayı kaybettik, olmadı nasip olmadı. 

Ondan sonra işte Kanal 7  falan çok sonra çıktı ama o ilk çıkıştaki geniş perspektif dünyaya bakış, ideolojik davranış yani kanal yedinin çıkışı için kötü bir şey söyleyemem ama programları için de kaliteli diyemem. Çok sonradan çıktı, yani bir sürü televizyon “itine dök” olduktan sonra çok geç kaldı. Ancak Yenidünya Televizyonu da belki bu yıllardan 20 yıl sonra TV5 olarak çok güdük, çok sınırlı bir televizyon olarak kaldı, geçti gitti. Böyle de bir televizyon, Birlik Televizyonu maceramız oldu. Hüzünlü bir macera oldu benim ve arkadaşlarımız için. Ama nasip değilmiş. Yapacak bir şey yok. O olaydan dolayı da biz topladığımızı iade ettik ama bu tuttuğumuz masraflar, yaptığımız yani filmlerin harcamaları kiralar falan eksik çıktı. Hepsini cebimizden ödedik. Yani mecburen insanlar bir şey demesin diye. Olduğu gibi yüz lira aldıysak yüz lirasını iade ettik her kişi başına. Binlerce kişiyi dolaştım Kayseri'de. Allah razı olsun adamlar gönülden katıldı. Ve iade ederken onlar da hüzünlendi, biz de hüzünlendik. Yani biz büroda otururken inşaatçılık yaparken bizi böyle kevgir gibi delik deşik eden bir olayla da karşılaştık. 

“BELEDİYE MACERAMIZ”  
1993 yılı sonraları… Refah Partisi İl Başkanı Memduh Büyükkılıç, Şaban Bayrak ile bir gurup büromda ziyarete gelip teklifte bulundular.

1994 Mart’ında yapılacak yerel seçimlerde Kocasinan merkez ilçesinden belediye başkanı adayı olmamı istiyorlardı. Teşekkür edip misafirleri gönderdikten sonra uzunca bir süre, Kayseri dışındaki inşaatlarımın başında vakit geçirdim. Geçen süre içinde başka aday bulacaklarını düşünüyordum. Üstümdeki ısrarlar arttı kıramayacağım arkadaşlar devreye girdi. Refah Partisi o gün itibarı ile yüzde on iki dolaylarında oy alabileceğini hesaplıyordu. Yeni yüzlerle bu oranı artırabileceğini düşünmüşlerdi. Teklifi kabul ederek, Şükrü Karatepe Büyükşehir, Mehmet Özhaseki Melikgazi, Bekir Yıldız Kocasinan belediyesine aday olduk. Çok iyi bir etüt yaparak yoğun bir kampanya döneminden sonra seçimleri kazandık. Arkamızda sadece vatandaş desteği vardı. Askerler, yargı yönetim kadroları bizi sindiremediler. İzlenen uygun metotlarla, 1999 yerel seçimlerde yüzde kırkla, 2004 seçimlerinde yüzde 65’le, 2009 seçimlerinde yüzde 52 ile tekrar belediye başkanı seçildim 1994 te yüzde 29’la başlamıştım.

1994 belediye seçimleri, Kayseri tarihinde önemli bir başlangıçtır.  Şehirdeki birçok şeyin değişimi ve başlangıcı olmuştur.

Kayseri otuz yıldır bu anlayış ve mantalite ile yönetilmektedir. ”Hayatı kolaylaştırmak, şehri güzelleştirmek”.

1994 seçimlerine hazırlanırken birçok akademisyen, teknik eleman cemiyet önderleriyle mahallelerin ve şehrin her türlü problemini doğru tespit etmiştik. Samimiyeti gören vatandaşlar belediyeleri bağrına basmış ve bütünleşmişlerdi…

ÖZETİ: “İSLAM’I VE İMANI TOPLUMDAN KAZIMAK İÇİN HER ŞEY MUBAH VE YAPILACAK” DİYOR KIRMIZI KİTAP
Rahmetli Hasan Celal Güzel 28 Şubat girişimcilerinin “Kırmızı Kitap’ını önceden elde etmiş ve Kayseri’ye bir nüsha göndermişti. Gurup halinde okuduk. Akla ziyan birçok şey programlanmış. Özeti: “İslam’ı ve imanı toplumdan kazımak için her şey mubah ve yapılacak” diyor Kırmızı Kitap.

 

“ÖNÜMÜZDEKİ GÜNLERDE KAYSERİ, ANKARA, İSTANBUL BELEDİYE BAŞKANLARINI GÖREVDEN ALACAKLARMIŞ…”

Samet Aybaba Kayserispor teknik direktörü. Bizler de Kayserispor yönetimindeyiz. Samet, Beşiktaş kökenli. Öteden beri Beşiktaş yönetiminin MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) ile alakası bilinir. Konuşulurken duyduğunu bize aktardı. 
“Önümüzdeki günlerde Kayseri, Ankara, İstanbul Belediye Başkanlarını görevden alacaklarmış…”

28 Şubat darbesi ilan edildi, hükümet değiştirildi… Giyotin çalışmaya başladı. TSK, subaylarından sofrada rakı içmeyen, anasının başı örtülü olan, kazara Cuma namazına giden hepsi ordudan kovuldu. Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve bütün devlet kurumlarında aynı kıyım uygulaması başladı.

28 ŞUBATÇILAR EN ZAYIF HALKA ŞÜKRÜ KARATEPE İLE İŞE BAŞLADILAR
İstanbul, Ankara, Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlarından en zayıf halka gördükleri Şükrü Karatepe’yle işe başladılar. Başkanın bir konuşmasını bahane edip hapis cezası verildi. Arkasından belediye başkanlığından azledildi. Ömür boyu kamu ve avukatlık hizmeti yapamayacağı hükmü verildi…
Uygulama Kayseri’de 28 Şubatçılar adına başarılı geçince hemen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan için aynı uygulamayı sahneye koydular…
Ankara Büyükşehir belediye başkanı Melih Gökçek’in ise Süleyman Demirel ile yaptığı bir görüşme sonucu kıyım dışı kaldığı konuşuldu…

DİRENME YOLUNU SEÇTİK
28 Şubat paşaları da Amerikan maşası olduğunu unutup İğrenç ve şımarık bir şekilde bu kararlar 1000 yıl sürecek! Diyordu. Biz de direneceğiz dedik. Yani direneceğiz. Askeriyenin ordudan hanımının başörtüsü sebebiyle veya bir başka böyle alakasız şeylerle attıklarını sahiplenerek. Adam namaz kılıyormuş cuma namazına gitmiş, tespit edilmiş. Askerden atılma gerekçesi de bu. Milli Güvenlik Konseyi toplanıyor, personelin yarısını işten çıkartıyor, gerekçeleri de bunlar. Biz imkânlar ölçüsünde bu arkadaşları yani yargılanacağımızı, sorgulanacağımızı bildiğimiz halde buyurun dedik. İşe aldık, sorguladılar cevabını verdik. Yani mücadele edilecekse sen de mücadele edeceksin. Öyle sümüğünü düşürmek yok.

Ne kadar, hangi takatte gücün yeterse hani rahmetli Üstadın bir sözünü hatırlatayım;
“Hani arabalar yolda seyrederken cama küçük küçük sinekler veya böcekler çarpar, çarptığı an su haline gelir. Sen de silecekle camını temizlersin.”

“ Yahu senin takatin gücün nedir ki bu kadar direniyorsun?” 

Suale verdiği cevap şu;    
“Ben diyor küçücük bir kelebek bile olsam sen de tank olsan! Yani karşı tarafta tank olsa koca bir zırhlı araç tank.” 

“Bütün gücümle gider o tanka çarpar ve ezilirim!”

Mücadeleyi böyle anlıyoruz yani. Bir kelebeğin gücü kadar gider çarpar orada ezilirsin. Hepsi bu. Eyvallah. Buna da eyvallah. Yani mücadele deyince illa kazanacağın arkası belli olan bir şey olmasa girmem diye bir şey yok, şartlarına göre mücadele edeceksin. Biz de karnı gelir sırtı gelir. Allah kerim. Şartlarına göre direnmeye çalıştık. Ve hamdolsun bütün Türkiye'de birçok insan direndi, insanlar direndi. Kader de böyle tezahür etti.

DOST SİGORTA ve İRTİCAİ SERMAYE DAVASI
Fetullahçı terör örgütünün daha o zamanlar dişini ve tırnağını göstermediği ancak alttan alta kendisine engel olacağını fark ettiği herkesi ve her kuruluşu  sahte ihbar mektuplarıyla, “dinlemeye takıldı” numaralarıyla  ispiyonladığı dönemdi.
1998 yılları, katılım sigortacılığı statüsünde Dost Sigorta ismiyle Kayseri merkezli çok ortaklı bir şirket kuruldu.

Bakanlar kurulundan kuruluş izni çıkan şirket hakkında hazineye DGM ne ve Ankara Emniyetine “Atatürk düşmanları kapanan Refah Partisi’nin mal varlığını sermaye olarak gösterip sigorta şirketi kuruyorlar!” diye isimsiz ihbar mektubu yollayarak alıştıkları taktiği uyguluyorlar.

DGM savcısı Nuh Mete Yüksel de o günlerin celladı. Hemen atılıp operasyon emri veriyor. Kurucuları olan ortakları;
Hasan Eser(Silver Şir.Gr.), Mustafa Tekelli (Müsiat Kayseri başkanı)
Bekir Güldüoğlu (Gülsan AŞ), Ali Rıza Güldüoğlu (Gülsan AŞ),
Saffet Arslan ( İpek AŞ), Ömer Kurşuncu (Güneş AŞ), Mustafa Çevik (Kelebek mobilya), Hacı Ali Aslan (Kent Turizm AŞ)
Kurucu ortakları gece baskınıyla toplayıp Ankara DGM de yargılıyorlar. Sekiz gün “irticai sermaye” yaftası ile sorgulayıp bırakıyorlar.

Basın ise bunu idamla yargılanacaklar diye manşetine taşıma rezilliğini icra ediyor.

Hanefi Avcı hükmü verdi;
“Sizi korkuttular, şirketinizi de meflûç ettiler.” dedi, öyle de oldu. O günden bu tarafa 24 yıl geçti kurucu ortakların ticari hayatı katlanarak büyüdü. Nasip oldu her biri, iş yerlerinde yüzlerce işçi çalıştırıp, Kayseri’ye okul, sağlık ocağı, talebe yurdu, onkoloji hastanesi, cami yaptırdı.

Hile kuranlardan; Yener Dinçmen (Hazine dış ticaret Müsteşarı) görevini kötüye kullanmaktan görevinden alındı.

Osman Ak (Ankara Emniyet  Müd. Yard.) Tele kulaktan görevinden alındı.
Nuh Mete Yüksel (DGM savcısı) Av. bir bayanla kötü vaziyette basıldı, görevden alındı. Bunlar kuklaların akıbeti.

Kuklacı paralel yapı: Devlete ihanet eden, CIA ve Mossad’a çalışan istihbarat örgütü ve en önemlisi içinden çıktığı millete kurşun sıkan MANKURT olarak tarihte yerini aldı.

Kaderin cilvesine bakın ki, o gün Dost Sigorta kurmak için bir araya gelen insanlar 25 yıldır muhabbet içinde oturmalarına devam ediyorlar.

BELEDİYECİLİK DÖNEMİ
 Şimdi şöyle bir defa ben şikâyet eden bir adam değilim. En berbat bir şeyi bile alsam hiç bahsetmem. Kabul ettin aldın. Bundan sonrası senin derim. Yani vebal altına girdikten sonra şikâyetten hoşlanmam, şikayet etmem ve şikâyet edenlerin de haz etmem. Ama bu gerçekleri bilmek, bilmemek manasına üstünü kapatmak manasına gelmez. Gerçekleri de öğrenmeye bilmeye çalışıyoruz. Şimdi orada temel farklılık şu; İnsanlar işleriyle yeteri kadar ilgilenmediği için işinin haricindeki her şeyle ilgilenip işiyle alakadar olmuyor. İnsanlarda böyle bir durum şimdi de var, geçmiş tarihlerde de var. Biz belediyeyi devralırken de vardı. İnsanlar belediyeci oluyor, başkan oluyor, müdür oluyor, belediyede görevli oluyor. Belediyeyle alakadar olmuyor, göreviyle alakadar olmuyor. Görevi dışında ne kadar çapulculuk varsa onunla alakadar oluyor veya gereksiz, lüzumsuz, dedikodu, bahane bulma peşindeler. Temelde bir işi aldıysan onun hakkını vermek zorundasın. Halk seni belediye başkanı olarak niye seçti? İşte temizliğini yapsın, yolunu süpürsün, asfaltını döksün, parkını yapsın, suyunu akıtsın, otobüsü çalıştırsın. Neyse işte insani hizmet. Bu o kadar kolay, o kadar basit. Bak olayı böyle kavrarsan o kadarı görevim zaten. Ve ben bu görevi dünyada en iyi nerede yapılıyorsa onu biliyorum daha önce, belediye başkanlığından önce bizim bir de avantajımız var. Dünyayı tanıyoruz, dünya kültürünü. Ben öğrenciyken Avrupa'ya kaç defa değişik vesilelere gitmiş bir insanım. Görüyorsun oralarda havaalanını görüyorsun. Otobüs terminalini görüyorsun, yolu görüyorsun, çarşıyı, meydanı görüyorsun. Aklında kalıyor, ister istemez gelip de sen kendi şehrine kıyasladığın zaman kafanda bir şey oluyor. Bunlar tamamlanmıştı.  Ve bir de belediye seçimleri aday olduktan sonra kalan dönemde böyle on, on beş teknik arkadaşlar yani mimar, harita mühendisi, inşaat mühendisi, makine mühendisi, elektrik mühendisi, etrafımızda olduğu için çok iyi bir altyapı ve üstyapı çalışması yaptık. Şehir tamamen tarandı. O çalışmayı bugüne kadar hiçbir belediye, hiçbir kara yolları görevlisi yapmadığı için boş kalmış. Biz yaptık, tespit ettiğimiz bu. Bir de, belediye işlerinin yüzde seksen doksanı müşahhas işlerdir. Mesela yol, yolun yapısı metreyle, kiloyla, ölçüyle, tartıyla adetli olan bir şey. Sosyoloji yapmıyorsun ki belediyecilikte.

“SOSYOLOJİ YAPMA BELEDİYECİLİK YAP”
Sosyoloji yapma, belediyecilik yap! Ben esas temel mantığı söylüyorum. Bir de kendinizi halka gerçekten öyle numaradan iki yüzlülük yaparak ben bu halkın hizmetçisiyim gibi pazarlamaya çalışma. Karşılığından maaşını da veriyor. Benim de veriyor, müdürünün de maaşını veriyor. Orada çalışanın, işçisinin de maaşını halk veriyor. Bir de öyle kendimiz böbürlenmeyelim. Şimdi sen ben belediye başkanıyım diye böbürlenirsen aklın başından gidiyor. Halktan da kopuyorsun, hizmetten işten de kopuyorsun. O zaman bir öğretmen gidecek okulda öğretmenliğini yapacak. Başka işi yok onun, önce öğretmenliğini yapacak, tam verimli, kaliteli öğrenciyle haşır neşir olarak kendini vererek yapacak. İş ahlakı böyle gerektirir. Bunun dışında hangi iş ahlakı olsun? Sakattır, sapıktır yani. Sonuç getirmez. Halka da bir faydası yok. Biz bir işi tutarken samimi olarak üç arkadaş, üç kardeş gibi, üç kardeş bile böyle anlaşamayabilir. Ama biz kamu önünde söz verdiğimiz için birbirimize fotokopisi değiliz. İnsanlar birinin fotokopisi değil ama üç belediye bir belediye gibi karar aldı. Birinin sözü diğerinin sözü oldu, birinin kesesi yani bütçe ortak kullanıldı. İşte buradan Cenabı Allah bereketlendirdi, başka da büyük bir paramız yok. Devlet boğazımızı sıkıyor. Askerler bizi akrep gibi görüyor. Gördüğün yerde ezeceksin diyor. Bazı çevreler ya bunlar cahil cühela adamlar çok gitmez birkaç ay sonra lastikleri patlar, büyük bir hata yaparlar bırakırlar kendiliklerinden diyor. Bir tek halkla samimi olmuşum. Hepsi ama o da en kuvvetli dayanaklardan biriymiş demek ki. Biz halktan halkla samimiyiz. Zihnimizde gönlümüzde şey var. Kendimizi biliyoruz ikiyüzlülük yapmama sözü, ikiyüzlülük yapan her yerde kaybeder. Hâsılı ha bizden önce bunlar düşünülmemiş. Belediyeyi ben kimseye niye düşündün, niye düşünmedin? Ne aldık görevi takatimiz yettiği kadar, imkânlarımızı sonuna kadar zorlayarak en verimli, en akılcı şekilde, uygar bir hale getirmeye çalıştık şehri. Bunda da ne kadar başarılı olduysak. Burada da sınır yok ayrıca. Mesela denizin üstünde oturuyoruz, susuzluk çekiyor bu şehir. Hiç olacak iş mi bu. Denizin üstündeyiz biz. O kadar bol su var. İçme suyu, yeraltı suyu, yer üstü suyu bol, şehir susuz! Bir rüzgâr esiyor, her taraf toz, toprak, bir kurban kesiliyor, ortalık kurban derisi ve kokudan geçilmiyor. İş mi bunlar ya? Bunlar belediyenin en kolay, en tabii işleri. Çok pratik elemanı var, aracı var, gereci var, imkânı var. Kuruluş mantığı buna uygun. Yeter ki çalışacak, o kadar. Söylediğim gibi bazı prensiplerle hareket edildi. Ha bir de biz sadece şehri Belediye işleriyle ve hizmetleriyle de düşünmedik. Şehri bir bütün olarak kucaklamak. Yer altıyla birlikte kucaklamak. Yerin altında ne kadar yanlış yapılanma varsa hepsiyle muhatap olduk. Gelin kardeşim, ya bu alandan çıkacaksınız ya bizimle belalı hale geleceksiniz! Göze de alıyorsun tabii. Ve birçoğu sağ olsun o alandan çıktı. Git as levhanı, tabelanı as, yer üstüne çık, ticaretini yap. Adın, vergin, algın belli olsun. Yeraltı dünyası falan diye bir şey yok. Önce belediyelerden sonra kamudan temizlendi belediyeler sayesinde. Ve çok basit şeyler belki bahsedeceğim ama ben bu belediyecilik işine fazla girmek istemezdim.

BELEDİYE AMBLEMLERİ TEKE İNİYOR
Altmış yetmiş tane farklı belediye amblemi var. Kocasinan Belediye amblemi. Şoförün kafasına esmiş amblem yapmış. Müdürün  kafasına esmiş, amblem yapmış. Kaldırın hepsini dedik açtık bir amblem yarışması. Bugünkü kullanılan amblem Kocasinan Belediyesi amblemi olarak sevildi. Çok da güzel. Kayseri'nin kadim Erciyes'i, kalesi, camisi yani Kayseri tanıtımı. Yahu bu Kayseri'nin bin yıllar boyunca gelen özelliği Erciyes'ini görmeden Kayseri mi olur? Ve biz onu kamyonların üstüne belediye odalarına astırdık, derken büyükşehir renk farkıyla  aynısını aldı. Melikgazi  aynısını aldı çok geçmedi vilayette bu güzelmiş dedi. Kayseri tanımı tek amblem oldu. Burada bir zorluk var mı? Görürsen çok kolay. Görmesen bin tane amblem çıkıyor. Bin tane amblem çıkıyor hiçbiri amblem demek değildir. Onun gibi. 

“BEN İSTİFA EDİYORUM BAŞKANIM. BİZ BU ŞEHRE İHANET ETMİŞİZ!” 
Hâsılı yani insanlar farkında olursa işinin farkında olursa kâfi. Ha daha önce yapılmayan birçok iş önüne gelince insanlar yapar oldu. Bizim fen işleri müdürüne ya kardeşim bu işler böyle olurdu da sen niye bana hatırlatmıyorsun diyen bizden önceki belediye başkanıyla aynı müdürle çalışıyoruz. Biz de aynı fen işleriyle biz de aynı imar müdürüyle çalışıyoruz. Ha bir şey yaptım. Kocasinan, Melikgazi Büyükşehir İmar müdürü, fen işleri müdürü, park bahçeler müdürü üç, altı, dokuz, bir tane de riyaset koydum başına; gidin Avrupa'da beş tane şehir, şehir, dağda bir şehir, deniz kenarında bir şehir, nehir ortasından geçen bir şehir, bilmem ne şehir, beş tane şehir. Arkadaşlar dedim gidin Avrupa'da eliniz cebinizde dolaşın. Ya başkanım biz ne yapacağız Avrupa'da? Ya siz okulu bitirdikten sonra gelmişsiniz Kayseri'ye iyi kötü anneniz babanız evlendirmiş meşakkate düşmüşünüz.

Kayseri'nin dışında başka şehir bilmiyorsunuz. Boğaz Köprüyü geçmemiş insanlar. Boğaz Köprüsü derken bizim Kayseri'deki BoğazKöprü’den dışarı çıkmayı kastediyorum, zaten şartlar itibarı ile yurt dışına gitmek falan pahalı. O maaşla gidemezsiniz! Onun için gidin bir şehir görün. Bizim Park Bahçeler Müdürü bir kadıncağız ;

 “Başkanım ben niye gideceğim?” 

“Orada bir ağaç dibini ve parkı görürsün belki!”

“ Ağaç dibi olur mu?” dedi.

 Ya ağaç dibi. Bunlar örnek olduğu için söylüyorum. Neyse gittiler geldiler. Geldiler hepsinin suratı bir karış asık moralleri bozuk, iki tanesi dilekçeyi yazmış;
“Ben istifa ediyorum başkanım. Biz bu şehre ihanet etmişiz!” 

“Ağaç dibi mi olur? Ağaç dibi ne demek?” Diyen Park Bahçeler Müdürü hanım arkadaş seksen tane ağaç dibi fotoğrafı çekmiş. Ya bu kadar…  Yani Avrupalı çok akıllı olduğundan çok, kabiliyetli olduğundan falan değil ki. Adam düşünüyor, bu. Hayır, bu fiziki bir şey, yani sosyoloji değil, felsefe değil, bilmem ne üretmeyeceksin, fikir değil kardeşim. Bu müşahhas eşya, ölçü, tartı asfalt nasıl yapılır? İmkânına göre en iyi asfalt şöyle yapılır. Bu sabit bir şey yani. Bunu arayıp bulman lazım. Bordürü 55 santim yükseklikte döşememen lazım. Yaya kaldırımının asfalt kenarında bordür var ya. Kardeşim ben inşaat mühendisiyim. Bütün mühendislik mekteplerinde kamunun kullanacağı rıhlar, merdiven rıhları 16 santimi geçmez. Okullarda 14, ilkokullarda 14 santim, 15 santim falan 16  santimi geçmeyecektir. 55 santim rıh yapıyor adam ya. Bu hangi mühendislik, hangi teknik anlayışla ifade edersin? Rıhta 15 santim yaparsan olay çözülüyor. 55 santimde kadın dört elle ayakta zor çıkıyor orayı bu  işte. Şimdi insanileştirdik güya. Ölçülerin insanileştirilmesi. Bunun fazla büyük bir şeyle alakası yok. Yani büyük düşünelim. Dünyayı dört tarafı gezersen o senin için yapmış. Hani hikmet müminin malıdır. Ha onu alıp getireceksin. En azından onu önce sen akıl edeceksin. O daha güzel olurdu ama bizimkiler yüz yıl boyunca kös dövdü. Ne için? Halka bunların ihtiyacı var. Bunlar insan gibi yaşayacak diye bakılmadığı için. Al kötek, çal değnek, hiçbir şeyden istifade etmesin. Bunlar hayvandır, ahırlarda yaşasın! der gibi bir anlayışla yaşanmış. 
Atmosferi farklı diyorum ben işte. Kendi acayip hale getiriyor.

Olayla alakadar olmuyor. Adam ömründe doğru dürüst bir eğitim görmemiş, karate eğitimi almamış, çıkıyor.

“Ben Türkiye'ye meydan okuyorum!” diyor.

 Sakatlık ben de mi? Onda mı kardeşim? Yani adamda sakatlık var.

Veya meydan okuma da kendini göster. Meydan okumak nereden çıkıyor? Belediye başkanları arasında Refah Partili olunca bunlar bir şeyler anlamaz. Sosyal insanlar değil, pısırık, hafız, hoca, bilse bilse bir kaç ayet, hadis bilir gibi algılanıyor. Yani araştırmayan, soruşturmayan, bilmeyen, irtibat halinde olmayan kaz kafalı, donmuş beyinli gibi bakıyorlar. İnsanlar çoğunlukla böyle bakıyor. Bana da böyle bakıyorlar. Yani genelde insanlar bir şeyi araştırarak, soruşturarak gündeme vakıf olarak ortaya getiremiyor. Ben bunu en çok sporda yaşadım. Adam iki tane bir maharet sahibi olmuş, kendini dev aynasında görüyor.

SÖZDE KARETECİ BAŞKAN ORTADAN KAYBOLDU
Bakırköy Belediye Başkanı 1995 gibi galiba tam bilmiyorum yılı. Bir baktım o günlerde Televole diye bir magazin programı var. Belediye başkanı çıkmış: “Ben şöyle Uzak Doğu sporcusuyum, böyle karateciyim, önüme çıkan Türkiye’de herkese meydan okuyorum” diye bir laf ediyor. Ben önce ciddiye almadım. Fakat Magazin programı. Biz de biraz Uzak Doğu sporları ile meşgul olmuş insanız. Çağırdım buraya Hürriyet'in muhabirini. Gittik bir salona. Al şu görüntüyü gönder senin televizyonuna, aynı zamanda Doğan Medya gurubuna bağlı bir televizyona veya Hürriyet Gazetesine  aynı guruba  bağlı ya bunlar. Çoğu televizyon muhabir göndermiş. Onlar da Allah Allah diyor magazin arıyor. Aha işte sana dedi.

Anadolu'dan bir ses restini gördü. Ama bir köpürtüyor, bir cilalıyor. Müsabaka ayarlandı. Gün tespit edildi, tayin edildi. Bana uçak bileti geldi. Ben bindim uçağa, İstanbul'a, Yeşilköy Havaalanı'ndan dört tane kamera, iki tane araba çekiyor. Bakırköy Belediyesi'nin önüne indim. Bakırköy ahalisinin bir kısmı belediye önünde birikmiş. Bütün belediye personeli belediyenin pencerelerine yığılmış, magazin çok güzel. Benim de maksadım bu Refah Partili belediyeleri hakir görmeyin. Bunların da bildiği şeyler vardır. Bak mahcup da olursunuz girişimi. Bakırköy Belediyesi'nin önüne adamın ismini de hatırlamıyorum şimdi  belediye başkanı ama çok büyük konuşuyor. Bilmediği zaten o konuşmasından belli, kapıyı bir delikanlı açtı;

“Buyur hocam” dedi. Bir genç;

Dedim “sen kimsin?” 

Ben dedi “Bakırköy Belediye Başkanı'nın korumasıyım.”

“Ben senin nereden hocan oluyorum?” dedim.

-Efendim dedi “siz İstanbul'da beni çalıştırdınız, siz hatırlamazsınız. Hatta sizin öğrencilerinizden ben ders aldım.” Dedim ki; 

“ Sen başkana bunu söyledin mi ?” 

“Vallahi mecburum çünkü başkanın korumasıyım.” Dedim ki: “başkanım bu adam gerçekten bu işe çalışmış. Bu işleri bilen bir adam. Sakın öyle yanlışlık yapma. Rezil olursun!” 

Yukarı çıktık. Başkan bırakmış gitmiş. Kar suyu olmuş, kaynamış. Her şey ortada kaldı. Televizyon köpürüyor. Haftalar boyu adamı kötülediler. Yani böyle birden fazla defalarca yaşadığım olaylardan biri bu. 

 

“ALİ SABANCI’NIN UÇAĞINI ELİNDEN ALACAKTIM”

Daha bir başka bir anekdot geçti de anlatayım şimdi. Abdullah Bey Cumhurbaşkanı Kayseri'ye geliyor. Sabancı'nın oğullarından Ali Sabancı da o ekip içerisinde. İstanbul'dan, Ankara'dan birçok insan geliyor. Kayseri'ye Cumhurbaşkanı geliyor. Birtakım ziyaretlerde açılışlarda bulunuyor biz de nezaret ediyoruz. 

Rahmetli Recep Mamur’un fabrikada, organize sanayide oturuyoruz. Ali Sabancı, Mehmet Özhasekiyle yan yanayken; 

“Ben şöyle masa tenisi oynarım. Bu işte böyle iyiyim” diye övünmeye başlayıp Mehmet’e maç teklif etmiş. Haseki’de masa tenisinin raketini eline almış birisi değil ama uyanık, ona demiş ki;

“Ya kardeşim ben her önüme gelenle maç oynamam. Bak şurada bir adam oturuyor. O benim öğrencim olur. Eğer onunla birinci maçı yapıp yenersen ancak benimle oynarsın!”

“ Tamam. Kim o?” 

“Şu  adam!”  Uzaktan bakmış;

Ulan yüz kilo ağırlığında bir amca orada oturuyor. Ben bunu havada, suda, karada yenerim! Demiş kendi kendine.

Mehmet bahsi bağlamış. Tetikçiler de var. Latife ama biraz da latifeli olsun diye anlatıyorum. 

Oradan hemen kalkıp Kayserispor Tesislerine süratle geçildi bütün ekip cumhurbaşkanı nezaretinde, bakanlar nezaretinde  maç izlemeye hazır seyirci, tribünler, masalar kurulmuş falan. Benim olaydan haberim yok. Dediler ki;
“Ya Ali genç, hırslı bir çocuk. Pegasus hava şirketini yeni kurmuş. Bahsin konusu ne biliyor musun? Eğer Ali galip gelirse benimle yapılan maçta bir adet kravat hediye edecek Mehmet ona. Eğer Ali mağlup olursa bir adet uçak verecek.” 

Ben bahsi sevmediğim için bahis olduğunu bilsem pek fazla sıcak bakmazdım, girmezdim ama biraz da basit bir maç havasında  Cumhurbaşkanı Abdullah Bey  de biliyor benim bir takım maharetlerimi. Kravatına oynandığını bildiğim maç başladı. Ali’nin daha otuz kazan ekmek yemesi lazım öyle bir rakiple karşı karşıya gelmesi için. İkinci sette çocuk hırsından ağladı. Bıraktık raketi “tamam abi” dedi gelip elimi öptü. “Sana  bir uçak vereceğim!” 

“Ali dedim sen kafayı mı yedin? Ben uçağı nereye bağlayacağım? Garajım yok, havaalanı yok!”

Bak Kayserispor, Avusturya'da kampa gidecek o dönem. Sen Kayserispor’un Avusturya kampına bütün ekibi götür getir, kamp masraflarını da ne kadar tutarsa karşıla. Ben dönüştürüyorum bahisleri tamam mı? Ali buna çok sevindi. Çünkü uçak bir buçuk milyon dolar. Bu, yüz bin, yüz on bin dolar. 

Yani birden onda bire indi masrafı. Hâsılı öyle bir çarpıldı ki hani ondan sonra, Kayseri'ye şu veya bu şekilde her gelişinde birincisi niye geliyorsa geliyor, ikincisi beni ziyarete gelir.

“Abim sen bana çok şey öğrettin!” 

Hikâye ederiz, muhabbet ederiz gider. Kulakları çınlasın. Yani bir adama, bir kişiye, bir gruba bakarken ön yargıyla bakarsan, büyük aldanmalara uğrarsın. Beş parmağın beşi bir olmaz. Onun içinden o da çıkar, bu da çıkar yani. Ama eğer ciddiye almıyorsan ve sen de o hususta hazırlıklı değilsen, dişlerini dökerler adamın, kök söktürürler. Böyle bir şey. İşini yapan adama her şey kolay gelir. Bir işini yapsın. Bildiği kadar yapar, takatinin yettiği kadar yapar. Yani bize de tavsiye edilir ama işini güzel yapar. İşi  erbabına ehline vereceksin. Bu bizim temel kuralımız. O yapacak. 

BÜYÜK DOĞU YAYINLARI’NA CAN SUYU
Rahmetli Üstat vefat etti 1983 yılında. Büyük Doğu yayınları sekteye uğradı. Zaten para yok. Yani rahmetli kendi maişetini de zar zor çevirirdi. Çünkü evlatlarının içinde de böyle bir gelir sağlayacak Mehmet, Ömer (Rahmetli oldu), Osman gelir getirecek durumda değildi. Hepsi rahmetli Üstadın gelirine muhtaç durumdaydı. Kızlar evlendiler ama torunlar falan hep rahmetli Üstadın eline bakan insanlar idi. Derken vefatından sonra bizim çok önem verdiğimiz kitaplar çıkmamaya başladı. Yayınevi stop etti. Yine burada bahsettiğim Kayseri’li arkadaşlar daha genişletilmiş bir grup halinde. Yüz, yüz elli kişi arasında bir topluluk  Büyük Doğu Yayınları'nın devam etmesi, idarehanenin açık kalması için çok büyük fedakarlıkta bulundular. Bu benim fikrimdi. Çok da gayret sarf ettim. İnşallah Cenabı hak indinde makbul olmuştur diye düşünüyorum. Bunun için belki on, on beş kez İstanbul'a gittim geldim. Ondan sonra ve Allah nasip etti. Arkadaşların da başta rahmetli Abdullah Sarımermer, Rıfat Besceli, Rafet Cingil ve Kayserili yüzlerce arkadaş yani bazısı ayda beş lirayla katıldı, bazısı yirmi beş lirayla katıldı. Herkes nispetine göre bir katılımla ama uzun süreli periyodik bir katılımla herhalde iki üç yıl sürdü bu aylık topladığımız miktarlara sürekli takviye ettik ve on tane kadar beyaz kitap serisi çıktı. Ondan sonra o kitaplar çıkıp piyasadan dönüş yapmaya başlayınca idarehane kendi tekerini çevirmeye başladı. Bize de sembolik olarak idarehane bir mahcubiyet duymasın diye bedelimize karşı küçük miktarlarda beyaz kitap alıp üniversite öğrencilerine daha ziyade mühendislik akademisi öğrencilerine dağıttığımız olmuştu. O da güzel oldu ve güzel sonuç verdi.

Kayserili arkadaşlara müteşekkirim. Birinci defa Milli Türk Talebe Birliği ile Üstadın yan yana getirilmesi ve onun düşüncelerinin Anadolu gençliğine ulaşmasını sağlamak gibi çok doğru ve çok olumlu bir görev ve misyon üstlendi. İkinci defa da Üstat rahmeti Rahman'a kavuştuktan sonra idarehanenin bugüne kadar ayakta kalmasının başlangıcını tetiklemeyi temin etti. Bu bakımdan da önemli görev yaptı. Cenabı Allah vefat edenlerin hepsine rahmetiyle muamele etsin. Hayatta kalanlarına da hayırlı ömür nasip etsin. 

Bu arada 12 Eylül oldu. Biz bizim de başımızdan bir takım badireler geçiyor. Meslek hayatında gayret ediyoruz. Türkiye'nin birçok yerlerinde yine şantiyelerimiz var.
Birlik Vakfı kuruluşu için defalarca İstanbul'a gittim geldim. Birlik  Vakfının önemli bir misyon ifa ettiğine  inanıyorum. Birinci defa Milli Türk Talebi birliği kapandıktan sonra daha önce Milli Türk Talebe Birliği'nin birbirini tanıyan, birbirine güvenen, birbirine itimat eden, herhangi bir çıkar peşinde olmayan arkadaşlar tekrardan bir araya geldi. İsmail abi (Kahraman) nezaretinde buluştu ve bu vakıf teşekkül etti. Çemberlitaş üzerinde bir bina yıkık, dökük bir binaydı. Epey bir masrafla onarıldı. Bina herhalde otuz dokuz, kırk yıllığına Bakanlar Kurulundan tahsis edildi. Kamu yararına çalışan bir vakıf haline geldi. Bu vakfın da kurucusu olarak bulundum. Orada da çok ciddi teferruatlı işler yapıldı, görevler yapıldı.

Yaşar Karayel'in de o hususta çok emekleri oldu. Allah razı olsun.

DEVAM EDECEK
Roportaj.Mustafa Kanlıoğlu

Yazarın Diğer Yazıları