Bekir Yıldız'la Nehir Söyleşi

Bekir Yıldız'dan Gençlere Tavsiyeler

Bekir Yıldız'la Nehir Söyleşi

11. BÖLÜM

Siyasi ve idari kimliği dışında, sıkıntı ve yokluk yıllarının yetiştirdiği, bir dönemin siyasi çalkantıları içinde, İman ve islam davasının bir neferi olarak aksiyon ve fikir adamı, bir devrin tanığı Bekir Yıldız’ın hatıralarını Nehir Söyleşileri olarak paylaşıyoruz…

Bekir Yıldız'dan Gençlere Tavsiyeler

ABD, TÜRKİYE’DE EN ÇOK HANGİ BAKANI MERAK EDER?
Yıl 1996 ABD Ticaret Bakanlığı Türkiye ile ticaret hacmini genişletme kararı almış… 
Türkiye’den 40 adet, muhtelif ve mali bilançosu düzgün olan belediye başkanlarını ABD’ye davet ediyor. Maksadı bu belediyelere iş makinalarını satmak. Kocasinan Belediyesi de bu davet gurubunun içinde… Masraflar ABD Ticaret Bakanlığı’na ait. Kabul ettim ve gittik.

40 kişilik belediye başkanları heyetini karşıladılar. Meramlarını anlattılar. ABD’den ayrılma zamanı geldiği zaman Ticaret Bakanı sabah kahvaltısı veriyor… Bir gün önce kaldığımız otelde farklı siyasi partilere mensup belediye başkanları ile toplandık.  Ticaret Bakanına soracağımız soruları 3 başlık halinde toplamıştık.

Soruları İngilizcesi iyi olan Muzaffer ağabey soracaktı hepimiz adına. Sorunun biri;
“Türkiye’de hükümet kurulurken ABD yönetimi hangi bakanlığa atanacak isimleri merak eder?” O günlerde Türkiye’de sık sık koalisyon hükümetleri kurulup yıkılıyor, Ticaret bakanı, tabiri caiz ise tam bir domuz surat…
“Başbakan ve Enerji Bakanının kimliği “ dedi.
40 kişinin kırkı da Enerji Bakanlığını beklemiyordu. Sorunun tekrar sorulması istendi;
“Hatta sadece Enerji Bakanının !” dedi …

Bu cevap beni çok meşgul etti. O güne kadar enerjinin, dünyada harplere sebep olduğunu ülke sınırlarını değiştirdiğini pek iyi kavramamışım…

YAMULA BARAJI
Kayseri’ye dönünce önceden Şükrü Karatepe’nin teklif ettiği ve kabul etmediğim Yamula Barajı işine evet deyip kolları sıvadım. Ertesi yıl ABD Houston şehrinde yapılan “Dünya enerji kongresine” üye olarak katıldım. Taner Yıldız’ın  Enerji Bakanı olması vesilesiyle  daha sonra dünyanın başka ülkelerinde yapılan enerji kongrelerine katılma fırsatım oldu. Yamula Barajı diye anılan şirketin adı; KAYSERİ ŞİRKETİ’dir. KCETAŞ tarafından kurulmuş Şükrü Karatepe’nin KCETAŞ yönetim kurulu başkanı olması ve benim Yamula Barajına  yönetim kurulu başkanı olmamla, proje raftan indi ve oldukça maceralı bir şekilde başarıyla tamamlandı. İnsanların hizmetine sunuldu. Faruk Molu’nun projeyi istismar etme çabalarına rağmen devasa bir eser Kayseri’ye kazandırıldı. 

Bu projede; Şükrü Karatepe, Taner Yıldız, Mehmet Özhaseki, Abdullah Gül, Recep Tayip Erdoğan’ın emekleri ve katkıları olmuştur. Projeyi 25 yıldır yürüten yönetim kurulu başkanı olarak emeği geçenlere teşekkür borcum vardır.

Yamula Barajı’ndan bilgi verecek olursam.
-2*50 MW lık HES projesidir.
-5 yılda yap, 20 yıl işlet, devlete teslim et.
-20 yılda üretilen elektrik kilovatı 5 dolar sentten devlete verilecektir .
-2025 yılında devlet işletmesine geçecek olan Yamula barajı sıhhatle çalışmaktadır.
- Enerji üretiminin yanında “SEYFE OVASI” sulama projesine de havidir 
-DSİ sulama kanaletleri yaparak bu maksadı da peyder pey gerçekleştirmektedir.
- Baraj gölünde kültür balıkçılığı gelişmiştir. Binlerce ton çeşitli balık türleri yetiştirilmektedir. Türkiye’nin sahillerdeki turistik beş yıldızlı otellerinde çoğunlukla Yamula barajında yetiştirilen balıklar satılmaktadır.

Bekir Yıldız'dan Gençlere Tavsiyeler

Kayserinin denizi Yamula Barajının açılışı ve kaptanı gezintide.


“İPEKSİ DOKUNUŞLAR”
1994  yılında belediye başkanı seçilir seçilmez ilk işim Meydan’da ve Düvenönü’nde bulunan devasa boyuttaki sigara reklam panolarının kaldırılması oldu.
Amerikan tütün firması, ABD den yetkilisini, Kayseri’ye göndermiş, reklam panolarının yenilenmesi için. Görüşmeye gelirken de dünyanın en kaliteli viskisinden bir şişede hediye olsun diye getirmiş. Kaba zekalı tütün firması yetkilisine, sigara, alkol, uyuşturucuya karşı biri olduğumu anlattıktan sonra sekreterimi çağırıp viski şişesini alıp klozete dökmesini söyledim. Zavallı (firmanın İstanbul temsilcisi) ;
“Başkanım o çok kıymetli bir viski kullanmıyorsanız bana lütfedin” deyiverdi… İmkan ölçüsünde sigara, alkol, uyuşturucu mücadelesini de veriyordum.

Her mahalleye bir spor salonu yapılması ve işletilmesi, belediye projelerimdendi. Yenişehir Mahallesinde yapılan spor salonu bitmek üzereydi… Uyuşturucu ile mücadele kapsamında bir proje geliştirdim. Projenin birinci ayağı bina, yani vasıflı bir spor salonu idi .

İkinci ayağı, İşletme finansıydı .

Üçüncü ayağı; Tekvando branşında vasıflı ve siyah kuşak sahibi antrenörlere ihtiyaç vardı.  İl Emniyet Müdürlüğümüzde bu elemanlar mevcuttu.  Tek wando Milli takım antrenörü ve sporcuları polis , komiser veya başka görevlerde bulunan emniyet görevlileri arasından bir liste yapıp il emniyet müdürlüğümüze ve vali beye talepte bulundum. Sağ olsunlar onlar da gönüllülük esasına dayalı bu projeye sıcak ve olumlu baktılar. Taekwondo milli takım antrenörü komiser Hasan Keleş’i bu işe tayin ettiler.

Proje hayata geçti zamanla pilot bölge seçtiğimiz  Boztepe ve Sancaktepe Mahallesinin dışına da yayıldı…

Belediyelerin mahallerdeki spor salonları projeye katıldı. Milli Eğitim Müdürlüğü, Okul Müdürleri ve öğretmenleriyle olaya katıldılar alkol, uyuşturucuya başlayan veya başlama eğiliminde olan yüzlerce genç çocuk spor salonlarında Taekwon-do sporuyla eğitildiler. Aileler, bilhassa anneler çalışmadan ve sonuçtan oldukça memnun oldular. Kocasinan sınırlarında başlayan bu proje bu günlerde Kayseri’nin merkez ilçelerinin tamamına yayıldı.
Binlerce genç uyuşturucudan uzaklaştırıldı, kendine ailesine, yurduna faydalı olabilecek kıvama geldiler…
Dahası yüzlerce genç Türkiye taekwon-do şampiyonalarında madalya ve derece aldılar.

Kocasinan Belediyesi, Saffet Aslan, Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü, Sosyal Yardımlaşma Vakıfları, Aile Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Erciyes Üniversitesi ve daha başka kurumlar projeye dahil oldular.

Şimdilerdeki gayreti “İPEKSİ DOKUNUŞLAR” projesinin devlet projesi olması doğrultusunda. Bu hususta Kayseri valisi Gökmen Çiçek gönüllü olarak gayret etmektedir. Tekrar tekrar “İpeksi dokunuşlar”ın devlet projesi olarak Türkiye sathına yayılmasını dilerim…

GENÇLERE TAVİSYELER
Ben, genç her insana ta o gün de aynı şeyleri söylerdim. Gençlik kamplarında, ziyaret ettiğim zaman veya organize ettiğim zaman öğrenci arkadaşlara, tabii o sıralarda ben de öğrenciyim;
“ Arkadaşlar öncelikle itikadımızı tam ve doğru öğrenelim.” El mevahibül-ledünniyye, kamplarda bir numaralı baş ucu kitabımız. Allah yazana rahmet etsin. Çevirenden de Allah razı olsun.

Şimdi biz itikadımızı ehlisünnet akaidini düzgün öğreniyoruz.

Anamızdan, babamızdan geldiği kadarıyla ufak tefek abartılar olsa da veya şimdi sıhhatli kaynaklar. Birincisi bu. Ancak sana karakteri, şahsiyeti, itikadını verir, hangi itikattan olursan ol, hangi inançtan olursan ol. 
Bakıyorsun herhangi bir şehre, diyelim Moskova'da yukarıda bir tepeye çıkıyorsun kilise. Yani burası bir Hristiyan şehri diyorsun. Hatta diyorsun Ortodoks! Ya bak yani kiliselerin kubbeleri veya haçına Ortodoks mekanı işte. Öbürü Almanya'da bir şehre gidiyorsun. Burası Hristiyan bir yer. Şehre bakıyorsun, hiç kimseyi tanımana gerek yok. Bakıyorsun burası Hristiyan beldesi. Hatta bak şu stillerden falan da Katolik olduğu anlaşılıyor, diyebiliyorsun. Amerika’da bilmem nereye gittiğinde her taraf havra. Belli bir bölgenin belli bir yöresi havra; “Burada Yahudi oturuyor!” diyorsun.
 Bu karakter olmanın belirtisidir. Aynı, insan da şahıs da giyimiyle, kuşamıyla, oturuşuyla, kalkışıyla, tavrıyla, itikadından, inancından kaynaklanır.
O bakımdan arkadaşlar temiz bir itikat sahibi olun derim. 

İkinci olarak, dünya pratiklerini soruyorsun sen ama önce ben bu itikattan dünyada her insanın maharetli olması lazım diye düşünüyorum. Allah öyle yaratmış. Maharet en az maişetini çıkartacak kadardır. Yani başkasına muhtaç olmayacak. Bir maharete sahip olacaksın. Maharetler nedir? İş sahibi olmak, meslek sahibi olursun, ekmek paranı temizinden, helalinden kazanmak niyetiyle. Ha bunu da yaptın, bunu yaptıysan arkasından mutlaka bir veya birkaç lisan çalışmalısın. Lisan, bir lisan hani bugün Arapça bilmek, İngilizceyi bilmek dünyanın biraz daha gayretle, Uzak Doğu dillerinden, Çince, Japonca birini sökersen, Korece falan sökmüş olursun. Her iki veya üç tane lisana malik olursan dünya sana serbest ve açık hale gelir. Kitaplarını okursun, televizyonlarını dinlersin, haberlerini okursun, internetten Çince okursun. Bilgisayardan İngilizceyi anlarsın. Uzak kalmazsın ve bu sana hayatta ayrıca çok daha ileri kapılar açar. Maharetten bunları kastediyorum. 

Kesinlikle sağlığı yerinde olan bir delikanlının bir gencin spor branşlarından birine dâhil olması lazım. Sporcu lisanslı olması gerekmez. Beden eğitimi ve spor arasında bir fark var.

Beden eğitimi yani doğumdan ölene kadar yapılacak bir şeydir. Faaliyetler hiç kesintisizdir. Herkes bunu yapsın isterim. Zaten yaparken yaparken, branş olur yani. Biri voleybolcu bedene uyumlu, biri diyelim boksör olmaya, biri atlet olmaya, biri halterci olmaya, biri masa tenisçi olmaya. Bunlar ilerlerken böyle. Eğer fırsat bulursa bir de lisans çıkartsın. Birine veya hepsine. 

Beden eğitimi yüzde yüz gerekli. Yani bana mecbur oldu manasına. Ben mecbur tutarım gençleri. Benim yakın evladımı, yeğenimi, torunlarımı veya arkadaşımı, etrafımı hepsini böyle hissettiririm, konuşurum. Bir iki branş sporla bulaşıklık olsun. Kesin bulaşıklık. Sen devam et dersen bir başka alan bir defa insanın midesi ve kulağı, çöp tenekesi değildir. Ayırt edici olacak. Şu anda kulaklar çöp tenekesi. Mideler de çöp tenekesi. Önüne gelen her şey doluyor. Kulağa da doluyor, mideye de. 

Ben kulaktan bahsedeyim, müzikten bahsediyorum. Bir enstrüman çalma kabiliyeti varsa, benim gibi kabiliyetsiz adam olursa hiçbiri yok. Sen diyeceksin ki hayatta yani arzu edip de yapamadığın şey ne? Ben buradan İstanbul'a giderken en öncelikli düşüncem iyi bir ney üflemekti. Ben neyi elime almadım, alamadın. Demek ki orada da bir farklılık var. Yani kabiliyet meselesi, kapasite meselesi.

Haydi bir enstrüman yapamıyorsun. Bir bağlama çal. Bir toplulukta üç beş arkadaş sekiz on arkadaş bir araya gelindiğinde bir efkâr dağıt bir hissiyat. Yani ağlamayan insandan ve gülmeyen insandan hayır gelmez, kendi ölçüm. Bu bana göre gözyaşı gelsin bir adamdan. Hatta ben bir ara dedim. Çok da ağır gelmiş bazılarına ama ben o kanaatteyim. Bir televizyon ekranlarından birinde bir mevzu oldu;
“Vallahi, Yemen türküsü söylenince şöyle gözü biraz nemlenmeyen insanla ben arkadaş olmak istemem!” dedim. Hakikaten benim yakınlarımdaki insanlar biraz merhametli olsun, biraz gözü ıslak olsun, gülmeyi bilsin, sevilmeyi bilsin. Adam ne üzülmeyi biliyor, ne sevilmeyi, sevinmeyi biliyor şimdi. Tehlike!

Hâsılı gençlere söyleyeceğim müzikten açıldı da; Bizim ilk budanan hasletlerimizden biri musikimiz oldu. Evet. Yasaklandı biliyor musun?

Daha önceden evet 1930  yılında Türk müziği dinlemek radyolarda yasak. Çok kasti bir iş. Ama şimdi gençlere söyleyeceğim şey demek ki; İtikadını düzgün şekilde öğren, temelini öğren. Benim babam rahmetli boyuna dua ederim. Dünya gözüyle görmedim mekânı cennet olsun. Bana yazdığı bir buçuk defter sayfası otuz iki farz demiş ya o kadar. “Otuz iki farz buna her Müslüman mecburdur” demiş. Bu bana tesir etti. Ya küçük bir ilinti. Başlangıcı da öyle oldu. Zihnimdeki fırtına hâsılı. Ama doğru bir şey yazmış. Ömür boyu her insana geçerli. Bir doğru şey. O da birinden duyduğunu yazmış, duyarak yazmış. 

Arkasından misal verilecek olursa. Meslek zaruret. Bir mesleği olacak! Yoksa mesleği olmayan adama köle gibi bakılıyor. Köle, köle! Yani parayı kazanamıyor. Bir şeyi yapamıyor. Kendini geçindiremiyor. Kendini geçindiremezse ailesini geçindiremiyor. Oldu sana bir cemiyet üstüne yük. Sen istediğin kadar dernek de, vakıf de, bilmem kuruluş de, gönüllü teşekkül de ne dersen de, asalak mı değil mi? Fert de aynı cemiyet haline gelmiş, kurumlar da aynı. Onu ölçmesi çok kolay. Mesleğin var mı? Var. Şu falan işi yapıyorum. Allah kolaylık versin. Demek ki maişetini çıkartacaksın. 

Ha lisan öğreneceksin gençlere öyle söylüyorum. Kendi civarımdaki veya görüştüğüm kişilere. Bir enstrüman kullanabilirsin. Yoksa dinle, kaliteyi dinle, müzik dinle, dünyanın neresinde olursa olsun, kaliteli müziği, insan kulağı ayırt eder. Farkına varır. Çöp tenekesi değil kulağı. Her gürültüyü dinlemek zorunda değilsin. Çünkü dinlediğin zaman senin gönlünde sayfalar açar, zihnini durultur. Müzik o işe yarar. İstersen git Latin müziği dinle. Doğrusunu dinliyorsan. Mesele müzik olarak yapılan eser. Gürültü çıkartmak için yapılanı değil. Şimdi yemek olarak da aynı, mideni ifsat etmek için olanlar var. Hepsi bütün mutfaklar ona  çalışıyor. Adamın midesi nasıl ifsat olur?  Evet, daha fazla da yüklenmeyelim gençlere.

-  Efendim Allah razı olsun şimdiye kadar  bir sürü yaşadıklarınızı ve tecrübelerinizi bizlerle paylaştınız. Sadece Kayseri'nin değil tüm Türkiye'nin ağabeyi ünvanını hak eden birisi olarak yakın tarih, İslam, kültür sanat ve düşünceye dair yaşanmışlıklar, Müslüman nesillerin encamına dair, o yılları bilen yaşayan biri olarak neler söylemek istersiniz? Ve tüm bunları nasıl değerlendirirsiniz?
 
Ben 1951 doğumluyum. Şu anda da 2023. Demek ki bu yetmiş küsur yıllık bir döneme rasgelmişiz. Yani Allah her insanı belirli bir dönemde, belirli bir takvim aralığında bu dünyaya gönderiyor. Her takvim aralığının kendine göre olayları, değerleri, farklılıkları var bunu buradan altını çizerek belirteyim. Benim hayatıma tesir eden, okuduğum kitaplar ve insanlar var. Bunlardan biri de Hızır Hayrettin Reis, Hızır Hayrettin Paşa. Yani Barbaros diye biliniyor ama dört kardeşler, Allah dördüne de rahmet etsin. Hızır Reis, Hayrettin lakabını Kanuni Sultan Süleyman takdim ediyor, senin adın Hayrettin olsun diyerek. Hızır Hayrettin Paşa olarak bilinir. Ben onun hatıralarını liseli yıllarımda okuyunca içimden şöyle geçti. O bin beş yüz, bin altı yüzlü yıllar arasında; 

“Ya Bekir dedim, nasip etseydi de Allah seni şu Hızır Reis'e bir Levent olarak yaratsaydı.”

Böyle bir içimden gelmişti hatıratı okuyunca. Çok benimsediğim, çok üstümde iz bırakan haller var hatıratında. Fakat o zamanki şartlar öyle Hızır Reis'in merhumun Barbaros kardeşler diye Avrupalı lakap takmış. Dört kardeşin dördü de çeri. Hikâyesi şöyle, Venedik korsanları kardeşlerinden birini bulunduğu adadan esir götürüyor. O kardeşlerini kurtarmak istiyor, hadise başlıyor. Kardeşimi kurtarayım diye küçük bir kayıkla yola çıkıyor. Nerededir kardeşim? Derken bakıyor ki Akdeniz sahillerinde epey bir aynı maceraya düşmüş. Evlatları, kocaları, büyükleri, küçükleri götürülmüş, Venedik korsanları, İspanyol korsanları, Ceneviz korsanları  gibi Akdeniz’e hâkim olanlar çıkıyor karşısına. Derken, derken  Akdeniz'in hâkimi oluyor. Akdeniz'in hâkim olduktan sonra bunu bir mantık açısından söylüyorum hikaye olarak anlatmıyorum. Biz başlangıçta diyor Hızır Reis.  “Böyle bir şey ummuyorduk. Böyle bir niyetimiz de yoktu. Bir kral olalım, bir sultan olalım niyetimizde yok. İyisi mi bunu mevcut sultanlar arasında kim ehilse götürüp ona teslim edelim!” Diyor. Akdeniz'e bütün sahilleriyle beraber hâkim olduktan sonra Cezayir'de üs kuruyor. Hatta  Fransızlar kendi şehirlerini yönetmek için bunlardan yönetici istiyor dönem dönem. Birçok şehre yönetici gönderiyor, Türk yönetici. Hasılı o gün için baktığında Memlukluları görüyor. Bir yanda Safeviler var. Osmanlı'yı görüyor. Tercih sebebi şu. Bunlar ehlisünnet insanlar diye bakıyor birincisi bu. İkincisi Resulullah Efendimizle daha önce akraba olmuşlar diyor kendi ölçüsünde. Kriterlerine bak. Evet,  onun hakkında duydukları da. O garazsız ivazsız ümmeti Muhammed için çalışan bir sultan. Zaten İstanbul'a iki defa geliyor. İkinci olarak cenazesi. Kabri Beşiktaş'ta şu anda boğazdan geçen bütün dünya devletlerinin askerî gemileri oradan geçerken Hızır Hayrettin Paşa'ya selam vermeden geçmezler. Dünya denizcilik tarihinde uluslararası bu karar alınmış. Yıllardır oradan geçerken askerî selamlama yaparlar giderken veya gelirken. 

Hâsılı Osmanlı Sultanı Kanuni Sultan Süleyman’a getiriyor;
“Buyur” diyor. “bizim böyle bir derdimiz yok, hevesimiz de yok. Size bunları veriyoruz ve size de biat ediyoruz !” 

Sultan da buna bir hırka veriyor hilat. Dua ediyor ve; 
“Sen benim amiralimsin” yani, Kaptan-ı  Derya’msın. “Oralara da tekrar görevlendirdim seni” diyor. Hâsılı bütün gayreti ümmeti Muhammed için olan para pul dünyaya değer vermeyen Allah'ın sevgili kulu diye düşünüyorum ben. Hızır Hayrettin Reis şimdi bu soru ile ne alaka demeyin. 

İnsanlar Allah tarafından belirli bir aralıkta dünyaya gönderiliyor. Bu bizim seçeceğimiz bir şey değil. İnsanın tercih edeceği seçimine bağlı bir şey değil. Annesi, babası nerede doğup, nerede öleceği falan gibi şeyler. Bu kader, tayin edilmiş bir şey. O bakımdan bizim neslimizin eliyle şu anda iki bin yirmi üç arasında Türkiye'de ve dünyada.

YAŞADIĞIMIZ KRİTİK OLAYLAR
Türkiye'ye bakacak olursak kritik olaylar var. Bu olayları her nesil yaşamadı. Bizden önceki dönemde yani diyelim ki bizim dedelerimizin rasgeldiği şey iki tane dünya harbi var kıtlıkları var, kıyametleri var. Bizim yaşadığımız dönemde de altmışta darbe var. Yetmişte darbe var. Seksende askeri darbe var. Yirmi sekiz Şubat var. 24 nisan  var. Yani Türkiye’de sürekli bir askeri el koyma var. Biz bunları nesil olarak gördük, yaşadık. Sebeplerini ve sonuçlarını analiz eden pozisyondayız. Belki bu açıdan ileriye doğru tarihi bir kıymetimiz olabilir bizim neslin, benim demiyorum. Bizim yaş grubumuzdaki biraz olaylara dikkat etmiş nesil. Yani Türkiye'deki askeri ihtilallerin tamamının içindeyiz, yaşadık. 

Altmışta çocuktum ama elleri bağlı olmayarak sanıklar yerlerini aldılar diye, Yassıada mahkemelerini ben radyodan insanlara dinletiyordum. Salim Başol paket yayın. Kadınların orada ağladıkları o mahkemenin gidişatını anlatıyor, suçluyorlar falan. Ve sonuçlarını da yaşadık. Sonuçları ben işte biz Kayseri'deki gördüğümüz burada Doğu Menzil Komutanı Faruk Güventürk isimli bir general. Hunat Camii'nin önünde askeri cemseleri çekerek camiden başının üstündeki takkeyi unutmuş, Kaleiçi esnafından zaten kafasında sabahtan akşama kadar namaz takkesi olarak da iş takkesi olarak da, ter takviyesi olarak da o kirli takkeyi taşıyan insanları, “vay sen namazdan takkeli çıktın, kıyafet kanununa aykırısın” diye cemseye doldurup götüren bir Doğu Menzil Komutanı. Bugünkü ordu evinin yerini tarif ediyorum. Orada bir askeri hastane ve Doğu Menzil Komutanlığı vardı. Orada işkence çeken insanlar. Yine baştaki Cumhuriyetin o otuzlu, o kırklı yıllarındaki despot yönetimin iz belirtileri, ardından yetmiş on iki Mart'ı kastediyorum askeri el koyma. On iki Mart'taki olay nedir? Ha bir defa bütün olaylar Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yaptırılıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri de üzülerek belirtelim ki Amerika'nın kontrolünde, Pentagon'un veya CIA'nın kontrolünde hareket eden bir kurum. Bu  2005-2006 yılından sonra durum değişti. İşte bunu ayırt etmek icap ediyor.

ABD’NİN TÜRKİYE’Yİ DİZAYN ETME ÇABALARI
O güne kadar Türk Silahlı Kuvvetleri'nin dışarıya Kıbrıs çıkartması diye çok zayıf bir çıkartma oldu mu? Onun dışında bir mermi attığı yok. Tamamen halkına yönelik bir korkutma, halkına karşı bir cephe alma hadisesi var. TSK'nın değişik dönemlerde. On iki Mart nedir biliyor musunuz? Atilla Karaosmanoğlu. Kim bu Atilla Karaosmanoğlu? Amerika'nın Türkiye'ye tayin ettiği vali! Türkiye'nin bütün maliyesi ona bağlandı. Atilla Karaosmanoğlu Amerika'dan aynı Kemal Derviş gibi, (Bir ara iki bin yılında da Kemal Derviş, Amerika temsilcisi olarak Türkiye'yi yönetmeye gelmişti.) Amerika tayiniyle kabul edildi. İlk işi Atilla Karaosmanoğlu'nun Türkiye'ye gönderilmesi, hükümet kurdular Nihat Erim kabinesi diye bilinen. Yani Amerika’nın isteklerine göre Türkiye'yi dizayn etmek. Bütün altmış, yetmiş, seksen, yirmi sekiz Şubat, yirmi dört Nisan e-ihtilal mi neyse işte böyle bir isim koydular yirmi dört Nisana. Cumhurbaşkanlığı meselesinde hâsılı tamamen Amerika ile Amerika'nın emir eri durumuna gelmek ve onun çıkarları doğrultusunda Türkiye'yi dizayn etme çabaları. Biz bu dönemleri yaşadık. On iki Eylül'de aynısı. Önce bütün milleti bir birine kırdırdılar. Değişik sebepler var. On binlerce gencimize mal oldu. Artık mali hesabı, maddi hesabı yapılamaz durumda. Ailelerin perişanlığını, eğitim kalitesini ve PKK gibi bir şeyin icat edilip Türkiye'nin başına uzun yıllar bela edilmesini, hangisini söylersin? Daha sonra FETÖ gibi bir melanetin ve belki dünyada benzeri çok az görülebilecek bir organizasyonun yapılması. Bütün bunlar Amerika tarafından planlanıp Türkiye'de uygulanan Türk halkının, Türk milletinin geçmişiyle, din ile bağını kopartmaya yönelik hareketler. Yani siyaset falan yapmak ta pek hoşuma gitmez ama iki bin dört, iki bin beş, iki bin yedi yıllarından sonra biraz değişmeye başladık. Şimdiki dış ülke Amerika'nın, Almanya'nın ve Amerika'nın güdümündeki devletlerin Türkiye'den rahatsızlığının temel sebebi bu. Daha önce;
“Emredersiniz komutanım. Nasıl istersen ben de hazırım. Daha güzelini yaparım!” modunda. Şimdi bizim bulunduğumuz dilimde daha çok teferruat var ama ana temalardan biri bu. Biz nasıl bir duruş sergilemeye çalıştık burada? Bir bu işler tamamen palyatif, bu işler tamamen tezgahlanıyor, Türk milletinin kendi tezgâhı değil bu Türk milletinin kendi evlatlarını kırmaya, kırdırmaya yönelik bir hareket olduğunu, kavramış olduğumuz için. Bakın bu dönemde çok az insan bunu kavradı. Rahmetli Necip Fazıl'ın buradaki kıymetini takdir etmek değerlendirmek ve bilmek icap ediyor. Kadrini bilmek icap ediyor. Başka ses yok! Ne tarih hususunda, ne din hususunda, ne siyaset hususunda ne iktisat hususunda insanların genel projektörünü, genel durum nedir? Yani dünyaya toptan bakmayı becerecek bir mütefekkir olmadı diyorum. Hepsi palyatif küçük alanlarda kimi sosyalist alanda, kimi kapitalist alanda, kimi işte insani falan diye birtakım sosyal alanlarda küçük küçük bakışlar. Ama rahmetli Üstad bize bunu kazandırdı. Bunun için ona borcumuz var, benim büyük borcum var. Üstadı doğru dürüst tanıyan insanların da büyük borcu var diye düşünüyorum. Neye borcu var? Ona rahmet okuruz. Hakkında güzel düşünürüz dua ederiz. Açtığı yoldan da gitmeye çalışırız, sebebi de bu. Bir defa tamamen gömülmüş yerle bir edilmiş bir medeniyetin, bir tarihin, bir kültürün, bir örfün, bir dinin üstüne çıkıp tepinilmeye başlanmış. Yani yirmi sekiz Şubat'taki ihtilalcinin ihtilal komutanının “bu bin yıl sürecek” diye böbürlenerek, kibirlenerek söylemesinin sebebi, biz onları gömdük, bütün bu değerleri gömdük, Amerika ne derse o, ondan başka bir değer yoktur! Diye yapılanmış beyni hem yapılanmış, hem kapılanmış hem de satılmış diyebileceğimiz mankurtlaşmış bir beynin kibrine, gururuna sebep olan şey, biz bunları bu fikri, tarihi, dini gömdük artık üstüne betonlar döktük. Buradan çıkması mümkün değil! Diye inanıyor. 

ALLAH'IN DA BİR KADERİ VAR, BİR TAKDİRİ VAR
Hakikaten başta öyle ama Allah'ın da bir kaderi var, bir takdiri var. Yani onu söyleyeceğim öncelikle, bundan sonra Allah ne kadar ömür verir onu bilemiyorum, neler yaşarız onu da bilmiyorum ileriye doğru. Fakat söylediğim gibi bu neslin altmış yetmiş, seksen, doksan, her on yılda birazı uzadı, geriye çekilmiş olabilir ihtilaller. Bu ihtilalleri ve bu ihtilallerin mantığını tanımak, şahit olmak bu nesle nasip oldu. Bana demiyorum. Bu nesle yani ellilerde dünyaya gelmiş, 2030’larda bu dünyadan göçecek insanları Allah kimini biraz daha uzatır. O ömür bizim işimiz değil. Evet, önce bu aralığı koyduktan sonra şimdi bu inanç ve itikat içerisinde benim düşünce hayatım da, iş hayatım da veya sosyal hayatım da hep bu mihverde, bu çerçevede olmuştur. Ya ben ticaret yaparken veya inşaat mühendisi olarak inşaat yaparken veya bir yerde çalışırken bu fikirlerden hiç ayrılmadım sadece  maişetimi kazanıyorum ama bizim için maişet kazanmanın da usulleri, yani helalinden kazanıp çocuklarına temiz bir rızık götürme çabası içerisinde bulunmak, temel kabulümüz, temel itibarımız. Ha gücün yeterse takatin yeterse kendi ailenin etrafını birinci derecedeki yakınlarının dışına çıkabiliyorsan ümmeti Muhammed'in derdiyle alakalanma. Ben olayı böyle telakki ediyorum. Devir, zaman çok da birbirinden farklı değil. Yani maksimum dediğimiz asrı saadeti muaf tutarız, olan bu. Bütün devirlerin içinde şeytanın lehine çalışanlar da ruhun lehine, Allah rızası için onun takdirine, onun rızasını kazanmak için çalışanlar da her dönemde var. Eksik de olmayacak. Bunların mücadelesi de kıyamete kadar devam edecek. Bu böyle bir yerde, başlayıp bir yerde bitecek bir mesele değil. Ama bulunduğumuz zaman dönemindeki şartlara göre değerlendirme yapacağız. İşte Kayseri gibi coğrafyadasın. Türkiye gibi bir coğrafyadasın. Tarihin, coğrafyanın getirdiği bir edimler, yaptırımlar, kader diyelim. Bu kaderin çerçevesinde hareket ediyorsunuz? Bu çok genel bir cevaplama oldu ama.

Devam edecek

(Röportaj. Mustafa Kanlıoğlu)

Yazarın Diğer Yazıları