Bekir Yıldız Anlatıyor: MTTB, MSP ve AKINCILAR
Bekir Yıldız'la Nehir Söyleşi
8. BÖLÜM
Siyasi ve idari kimliği dışında, sıkıntı ve yokluk yıllarının yetiştirdiği, bir dönemin siyasi çalkantıları içinde, İman ve islam davasının bir neferi olarak aksiyon ve fikir adamı, bir devrin tanığı Bekir Yıldız’ın hatıralarını Nehir Söyleşileri olarak paylaşıyoruz…
“MTTB VE ANADOLU”
MTTB orta öğretim komiteleri Anadolu’da çok yaygınlaştı. 400 şubeye yaklaştı. Bu şubelerdeki faaliyetler ve denetimleri için sürekli Anadolu şehirlerini dolaşırdım. Bir konferans için Üstadı İzmir’e götürdüğümüzü hatırlıyorum. Erzurum’da Milli Gençlik Gecesi, Antalya’da birlik gecesi, Kayseri’de, Edirne’de, Sakarya’da, Konya’da birçok şehirde kapalı spor salonlarını kiralayarak etkinlikler yapılırdı. Bütün bu organizasyonlar tarafımdan gerçekleştirilirdi. Bazen sıradan şehirlere uğrayarak denetimler yapardım. Erzurum’dan Ağrı’ya, Van’a, Erciş’e, Tatvan’a, Muş’a, Bingöl’e, Elâzığ’a, Malatya’ya, Sivas’a, Kayseri’ye, Yozgat’a, Ankara’ya, Sakarya’ya geniş bir tur yaparak denetim yapmaya çalışırdık. Denetimlerde kitap kulüplerinin listesi, kitapların ve seminerlerin Ehlisünnet akaidine uygunluğu Büyük Doğu yayınlarının bulunup bulunmadığına bakılır, buna göre tertip edilirdi. Bir de kanlı terör olaylarına katılmama prensibimizi vurgulardık.
“CHP’nin ÖĞRENCİ OLAYLARI ARAŞTIRMASI”
CHP Genel Merkezi, öğrenci olaylarının sebeplerini araştırmak üzere on kişilik parlamenter heyeti kurmuş, MTTB den görüşmek için randevu istedi.
“Buyurun!” dedik.
Biz de on kişilik bir heyet kurup hazırlık yaptık. Birimiz olayları ekonomik sebeplerine, birimiz sosyolojik sebeplerine, birimiz tarihi sebeplerine gibi on madde halinde hazırlandık. Abdullah Gül’e İsmail Cem düştü. Bana Ali isimli bir vekil düşmüştü. Bir veya iki saatlik planlanan görüşme iki gün sürdü. CHP heyeti ikiye bölündü: Bizim söylediklerimize tahammül edemeyenler bir gurupta, Deniz Baykal, İsmail Cem gibi söylediklerimizi hayret ve hayranlıkla dinleyenler diğer gurupta…
Yıllar sonra Kocasinan Belediye Başkanıyım, İsmail Cem Kayseri milletvekili olarak Dışişleri Bakanı.
“Başkanım Ankara’ya gelirseniz mutlaka misafir etmek isteriz” dedi. Ben de Ankara’ya uğradığım bir gün, nezaketen İsmail Cem beye uğradım. Bırakmadı bir balıkçıda yemek ısmarladı.
Yemek üç buçuk saat kadar sürdü. Ben tedirgin oluyordum, adam Dışişleri Bakanı, vaktini almayayım diye.
Yine Kocasinan Belediye Başkanıyım, Abdullah Gül bey de Dışişleri Bakanı. Ankara’ya gittiğimde uğramazsam darılıyor, Abdullah bey. Dışişleri Bakanlığı konutundayız. Abdullah beye bir selam verip Kayseri’ye döneceğim. Dört saat kadar bekledim. Araya giren diplomatik telefon görüşmeleri ve şahıslar, kadim arkadaşımla beş dakikalık muhabbete izin vermedi… İşte iki Dışişleri Bakanı…
“MTTB -MSP-AKINCILAR-CEMAATLER”
MTTB, Türkiye’deki sağ duyulu üniversite ve orta öğretim öğrencilerinin çatı kuruluşu. Geniş bir tabana sahip ve Büyük Doğu fikriyatının kurucusu Necip Fazıl’la buluşmuş vaziyette. Bir çok tekkeye mensup gençler de bu şemsiyenin altında faaliyet gösteriyorlar.
MSP ve bazı cemaatler, MTTB yönetimini kontrolü altına almak istiyorlardı. Bizse bu halin daha doğru, daha toparlayıcı daha makul olduğunu söyleyerek bu girişimlere mani olmaya çalışıyorduk.
MSP yönetenlerinden Oğuzhan Asiltürk, İsmail Müftüoğlu, Şevket Kazan, Hasan Aksay (bunların hepsi o günlerde bakandı) MTTB yi kendilerine teslim etmemizi istediler. Onlar parti gençlik kolu gibi MTTB gençliğini kullanmak istiyorlardı. MTTB merkez kadrosu olarak bu düşüncenin yanlış olduğunu defalarca söylememize rağmen 1975 yılında yapılan MTTB kongresinde; MSP, Mustafa isimli bir arkadaşımızın ismi ile liste çıkarttı, kazanma ihtimalleri de yoktu .
Diğer taraftan MTTB ye çok büyük hizmetleri geçmiş olan Ömer Öztürk te kendi dahil olduğu tekkenin kontrolüne geçmesi için Rüştü Ecevit başkanlığında bir listede o çıkardı. Merkez kadronun rızası olmadan o listenin de kazanma ihtimali yoktu. Kongre günü sabahı Ömer Öztürk, Üstad Necip Fazılı Erenköy’deki evinden alarak, Cağaloğlu’ndaki MTTB ye getirdi Üstad bana; “Rüştü Ecevit listesini destekleyeceksiniz! dedi. Ben de MTTB’nin yükünün büyük kısmını omuzlayan arkadaşlarıma; “Buradan ayrılıyoruz iki gün boyunca bizleri kimsenin bulamayacağı yerlere gidiyoruz!” dedim. Seçilemeyeceklerini bildikleri için, bizlerin rızasını da almadan isimlerimizi Rüştü Ecevit listesine yazıp delege önüne çıktılar. Yüzde doksana yakın bir oranla seçimi kazandılar.
Daha sonra rahmetli Üstadın da talebi üzerine hiçbir olay yaşanmamış gibi gayretimize devam ettik…
1976’lı yıllarda merkez ekip üniversiteden mezun olup İstanbul’dan ayrılınca Ömer Öztürk güdümündeki MTTB yöneticilerinin ilk işi Üstadın MTTB ile ilgisini kesmek ve koparmak oldu. Biz başından beri bu durumu tahmin ediyorduk. Rahmetli Üstad’da bu duruma çok üzüldü.
Diğer taraftan kongrede hezimete uğrayan MSP güdücüleri, İçişleri Bakanı olan Oğuzhan Asiltürk kanalı ile MTTB’yi kapatmakla tehdit etti. Biz de cevaben;
“12 Mart ihtilal hükümeti başbakanı Nihat Erim de MTTB yi kapatma kararı aldı. Biz o zaman o karara hukuki ve fiziki olarak direndik ve onlar MTTB’yi kapatamadı. Sizin gücünüz yetiyorsa hodri meydan” demek zorunda kaldık. Ortam gerginleşti ama yine de aklıselim sahibi insanlar olayı yumuşattı ve ciddi bir problem çıkmadan yara sarıldı. Ama MSP yöneticileri, gençlik kolları gibi çalıştırabileceğini düşündüğü Akıncılar Derneği’ni MTTB Ankara teşkilatının, ADMMA deki müntesipleri ile kurdu. Akıncıların ilk kurucu isimlerinden aklımda kalanlar; Tevfik Rıza Çavuşoğlu, Mehmet Kartın, Hayrettin Çelik. Böylece MTTB içinden MSP kanaatlerine sahip olan gençlerle Akıncılar Derneği kurulmuş oldu… 12 Eylül 1980 İhtilali ile de Türkiye’deki bütün dernekler kapatıldı.
“MOON TARİKATI ”
Kayseri’deki Cumhuriyet İşhanı’ndaki inşaat ofisimde, arkadaşım İrfan Gündüz ziyarete geldi. İrfan Gündüz, o günlerde Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Kürsüsünde akademisyen. Moon tarikatı İrfan hocaya teklif getirmiş.
“Türkiye’deki tasavvuf haritasını istiyorlar. Sen ne dersin ağabey” dedi.
İstedikleri şey Türkiye’deki tekke sayıları, bu tekkeler hangi bölgede faaliyet yaparlar, temel düşünceleri nelerdir? Nüfuzları ve nüfusları ne kadardır? Halka ve siyasete etkileri nelerdir? Gibi teferruatlı bir çalışma… Cevaben;
“İrfan’ım, bu hain adamlar bu bilgileri başka yollarla da temin edebilirler buna sen vesile olmasan iyi olur” diyebildim.
“Karşılığında dünyalık olarak dile bizden ne dilersen diyorlar.”
İrfan Gündüz’ünde bu teklife gönlü razı olmamıştı zaten. Cevaben;
“Hayır!” deyip teşekkür etti.
Yaşar Nuri Öztürk te İrfan Gündüz’le Marmara İlahiyat Fakültesinde aynı odada çalışıyorlar. O da Tasavvuf Kürsüsünde asistan. O güne kadar da Tasavvuf ve Halvetilikle alakalı olumlu eserler neşretmiş vaziyette. Teklifi Yaşar Nuri Öztürk’e yöneltiyorlar. Zeki, bilgili Anadolu delikanlısını teklifi kabul edince Amerika’ya davet ettiler. Yaşar Nuri Öztürk ABD ye gitti geldi. Ama gidiş o gidiş. Dönüşünde ilk iş olarak o günlerde Simavi ailesinin kontrolünde olan Hürriyet Gazetesinde sosyete imamı olarak köşe yazısı yazmaya başladı. Derken tasavvuf aleyhine döndü, biraz sonra Ehli sünnet Mezhepleri hakkında reddiyeler yazdı. Giderek hadislerden sıyrıldı. Sonunda kendisinin deist olduğunu söyleyerek öbür aleme geçti. Bu hadiseyi İngiltere’de ve Amerika’da bulunan bazı kuruluşların Türkiye’deki temiz mümin itikadına sahip insanımızla ne derece uğraştığının altını çizmek için anlatıyorum. Gâvurun üç temel prensibi var Müslümanların zihnini bulandırmak için; “Bir; Osmanlıya ve ecdada küfür edeceksin. İki; Mezhepleri yok sayacaksın. Üç; Tasavvufu inkar edeceksin. Sonra sıra sahih hadislere gelecek, daha sonra da Kur’an-ı Kerim’in hükümleri ile oynamaya başlayacaksın.! Gâvurun ve sapıklığın bütün güzergahı bu…”
“DOĞRU YOLUN SAPIK KOLLARI YAYINLANDIĞINDA TÜRKİYE'DE BAŞLI BAŞINA OLAY OLDU”
Büyük Doğu Yayınları tarafından Doğru Yolun Sapık Kolları isimli kitap yayınlandığı zaman Türkiye’de büyük yankı buldu. O günlerde ABD’den İngiltere’den, Vehhabilik’ten, Şia’dan veya menfaatten kaynaklanan ne kadar sapık görüş varsa hepsi yüksek sesle itiraza koyuldular. Ama kitap mihenk taşı gibi her düşünceyi yerli yerine oturttu. Geçen zaman içerisinde görüldü. Üstadın yaptığı o tespitlerde ne kadar haklı olduğu açığa çıktı .
Abdullah Gül ve Bekir Yıldız kampta
“MTTB YAYINLARI”
Milli Türk Talebe Birliği içinde kitap kulübü var. Orada Büyük Doğu Yayınlarının tamamı var. Başka kitapların yanı sıra Milli Türk Talebe Birliği’nin Basın Yayın Müdürlüğü olarak çıkardığı yayınlar da var.
Periyodik olarak aylık bülten çıkartır, bütün teşkilatlara ve Türkiye'ye dağıtır. Basın Yayın Müdürü Mehmet Tekelioğlu' idi. Daha sonra Yaşar Karayel Basın Yayın Müdürü oldu. Bu bültenler, Milli Türk Talebe Birliği'nde yapılan faaliyetleri anlatır, görüşlerini anlatır. O ay olan olaylarla ilgili kanaatlerini özetler ve teşkilatlarına gönderir. Bir de ortaöğretim komitesi “Çatı” diye bir dergi çıkartır. Ortaöğretimde okuyan öğrencilerin, kendi üslupları, kendi yazılarıyla kaleme aldığı bir dergi. Üç aylık “Milli Gençlik” diye bir dergi de çıkar. Milli Türk Talebe Birliği Basın Yayın Müdürlüğü, Milli Gençlik diye bir dergi çıkartıyor. Bu da genç üniversiteli arkadaşların, yazı kabiliyeti, şiir kabiliyeti, edebiyat kabiliyeti olanları teşvik maksadıyla çıkartılan bir dergidir. Kongrelerden önce mufassal bir faaliyet raporu, büyük kitapçıklar halinde çıkar.
Bu kitaplar, bakıldığında Milli Türk Talebe Birliği seçimleri ve Türkiye'deki olaylarla alakalı bir dokümantasyon hüviyetindedir. Her genel kurulda bu kitaplar basılır ve dağıtılırdı.
“SPORLA TANIŞMA”
Nazmi Toker Orta Okulu’ndayım beden eğitimi dersimize Kıbrıslı Ali lakaplı bir öğretmen geliyor. Okulun arka tarafta bulunan küçük toprak alanda beden dersleri yapılır. Akasya ağacının altında bir şahıs okulun bütün sınıflarının beden derslerini izliyor ve not alıyor.
Kıbrıslı Ali bir gün bizim sınıftan, beş altı öğrencinin ismini okudu.
“İsmi geçen öğrenciler Pazar günü sabah saat sekizde Kilise’de olsunlar” (Kiçikapı’da bulunan eski kilise o günlerde spor salonu olarak kullanılıyordu.) Pazar günü kilisedeyiz. Yüzlerce öğrenci var; Nazmi Toker Ortaokulu’ndan, Ticaret Lisesi’nden, Kayseri Lisesi’nden, Sanat Okulu’ndan öğrenciler. Ve bu okulların beden eğitimi öğretmenleri hepsi oradalar. Akşama kadar çocuklarla tek tek ilgilendiler. Birçok değişik hareketler yaptırdılar. Gençlerin kabiliyetlerinin hangi spor branşlarına uygun olduğunu tespit ettiler. Akşam yaklaşırken gelen gençlerin hepsine tek tek üçer branşta faaliyet göstermesinin uygun olacağını söylediler. Bana da atletizm, voleybol, güreş dediler.
Yapılan bu tasnif çok isabetli sonuç verdi. Tespit edilen bu gençler uzun yıllar Kayseri’yi Türkiye’de Avrupa’da ve dünyada temsil ettiler.
Bu kıymetli çalışmayı yapan kişi de Kayseri Lisesi beden eğitimi öğretmeni Hayri Akış imiş.Teşekkür borçluyuz Hayri Akış’a.
İstanbul MTTB Spor Kulübünde, sporun her branşının yapıldığı bir ortamla karşılaştım. Kempo karate branşında usta oldum. voleybol, masa tenisi ve atletizmin bazı branşlarında müsabık, hakemlik ve antrenörlük yaptım. Ayrıca Türkiye’nin her tarafında yapılan her branştaki müsabakalara serbest giriş hakkım ve gözlemcilik belgem vardı. Gençlik Spor Bakanlığı böyle bir hakkı bana tanımıştı.
Birçok branşta spor yapmama rağmen savunma sporları uzmanlık alanım oldu.
Antalya Side Gösteri Gezisi 1975
-İstanbul’da hatırladığınız olayları da anlatabilir misiniz?
Yaşadığım çok olay var hepsi birbirinden farklı.
Feriköy Konya yurdundayım. Galatasaray Kimya Mühendisliğinde asistan Zeynel’in, İstihbarat elemanı olduğunu biliriz. Asistan Zeynel benden yarın sabah için yirmi beş genç istiyor. “Galatasaray Mühendislik solcu öğrenciler tarafından işgal edildi, sen bana yarın sabah yirmi beş öğrenci ver, beraber solcuların işgalini kıralım… Sopaları ve silahları ben temin ederim. Okulun içindeki ve dışındaki şu noktalara bırakırım…”
“Bizim bu işlere bulaşmadığımızı bu kavgaya, girmeyeceğimizi biliyorsun böyle bir teklifi duymamış olayım” diye sertçe bir cevap verip asistan Zeynel’i gönderdim.
Maraş’tan gelmiş ülkücülüğe meyyal bir gurup genç var. Aralarındaki güven ve samimiyet mükemmel… Ben de bu temiz gençleri olaylardan korumaya çalışıyorum. Bu gençler MHP Şişli Gençlik Kollarına takılırlar. Okmeydanı’ndaki devlet öğrenci yurdunda kalırlar.
İçime bir kurt düştü. Bu Zeynel’i ben başımdan kovaladım ama Zeynel gider, Maraşlı bu heyecanlı gençleri bulur ve sabah planladığı olayı bu saf ve temiz Anadolu çocuklarına yaptırır. Zeynel’de araba var hızlı hareket edebilir. Gece vakti Feriköy’den Şişli camiinin kuzey kısmında bulunan MHP teşkilatına, koşarak otuz dakikada gittim. İçeride kimse kalmamış güvenlikçiye sordum; “Biraz önce sarı saçlı uzun boylu biri buraya geldi mi?” “Evet içeride Ahmet Malkanla konuştular ve ayrıldılar.”
Şişli’den Okmeydanı’ndaki öğrenci yurduna kadar da koşarak bir saatte gittim. Neredeyse gece yarısı…
“Ahmet, Zeynel’le ne konuştunuz?”
“Sabah yirmi beş kişi ile gideceğim ağabey!”
“Ahmet yapma provokasyona geliyorsun arkadaşlarını koru” dedimse de,
“Ağabey haklısın, ama söz verdim ne yapayım !”
Ertesi sabah Yusuf Tanık isimli arkadaşımızı nereden atıldığı belli olmayan bir mermi ile şehit verdik. Olaylar daha da kızıştı Maraşlı bu gurup içerisindeki arkadaşlardan Hüseyin Büyükkoz, Bomonti’nin arka sokaklarında pusuya düşürülerek sekiz kurşunla şehit edildi…
Ahmet Malkan’ın yüreğinde intikam hırsı büyüdü ve arkadaşlarının katili olarak düşündüğü solcu gençlerin bulunduğu okul kantinine dalıp kolunda sakladığı falçata ile iki kişiyi öldürdü. Bir çoğunu da yaraladı. Bir süre kaçtıktan sonra teslim oldu, yirmi yıl hapis cezası yedi. Doksanlı yılların ortasında cezaevinden çıktı.
“FOTOĞRAF KULUBÜ”
MTTB den gece saat on bir dolaylarında, işlerimizi toparlayıp ayrıldıktan sonra Cağaloğlu’nda bulunan gazetelerden birine giderdik. Ajans haberlerini ertesi gün dağıtılacak gazeteleri okumak için.
Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Akşam, Cumhuriyet, Sabah, Bizim Anadolu gibi birçok gazetenin, idare merkezi ve basım işleri Cağaloğlu’nda yapılırdı. Kurşun kokuları içinde çalışan matbaa işçilerine yoğurt ve ayran götürürdük. Köşe yazısı ile meşgul yazarlarla da muhabbet ederdik. Gazete yöneticileri ve yazarları bizden sürekli foto muhabiri isterlerdi. O günlerde foto muhabirliği çok kıymetli bir meslek. MTTB’de fotoğrafçılık kulübü kurmak böylece aklımıza geldi.
Fotoğrafçılık sanatında ve bilgisinde usta olan ismi araştırınca Ara Güler ismi çıktı karşımıza.
“Ara amca bize fotoğrafçılık kursu verir misin?” diye ziyaretine gittik.
Ara efendi mahcup, şaşkın hayret içinde…
“Ama ben Ermeniyim!”
“Biz sizden fotoğrafçılık dersi vermenizi istiyoruz, ırkınızla ilgilenmiyoruz! Memnuniyetle kabul etti.”
Yine sorduk ki pratik fotoğrafçılıkta “foto Karlıova” ustaymış o da teklifimizi memnuniyetle ve heyecanla kabul etti .
Fotoğrafçılık kulübümüz açıldı.
“VOLEYBOL ANTRENÖRÜ MEHMET”
MTTB voleybol takımı ile Bakırköy voleybol takımı final maçında. Kazanan şampiyon oluyor… Yer İTÜ Gümüşsuyu kapalı spor salonu. Takım antrenörü olarak sahadayım. Setler iki-iki. Maç final setine kaldı. Antrenör olarak takıma benim söyleyecek teknik bir şeyim kalmadı. Saçları hafif beyazlaşmış benden birkaç yaş büyük bir kişi yanıma geldi;
“Arkadaşım maçı almanız için birkaç teknik husus söyleyeceğim izin verirsen!”
“Memnun olurum!” dedim.
“Blok arkası dublaja dikkat edin, üç numara çaprazda manşet beklesin, iki numara çizgiyi beklesin, bir numara havuzu kollasın…” Gibi bir takım teknik hususlar söyleyip kayboldu. Bana söyleneni hemen takıma aktardım, beşinci set başladı maçı aldık. Sevinç, coşku diz boyu. Seyirciler dağıldı saha görevlilerinden ve hakemlerden saçları kırlaşmış benden birkaç yaş büyük olduğunu zannettiğim şahsı sordum;
“Zannediyoruz Mehmet’tir” dediler.
O arkadaşa teşekkür borçlu olduğumu müsait bir zamanında ziyaret etmeyi arzu ettiğimi veya onun müsait bir zamanda, MTTB Spor Kulübüne uğramasından memnun olacağımı orada bulunan yetkililere duyurdum. Bir müddet sonra Şahıs, MTTB Spor Kulübüne beni ziyaret için geldi. İkram ve teşekkürden sonra voleybol kulübümüze antrenör olmasını teklif ettim ama sporcu ve antrenörlere ödeyebilecek paramızın olmayacağını da ilave ettim.
Adam duraksadı, şaşırdı… Takdir hislerini belirterek teklifime teşekkür etti ve ilave etti ;
“Ben Nazım Hikmetin oğlu Mehmet Ran’ım!” dedi.
“Biz baba ile evladı veballeri açısından ayrı tutarız. Senin fikri muhtevanı bilmemekle beraber, voleybol bilginden istifade etmek isteriz, ayrıca Nazım Hikmeti okuruz, hakkında bilgimiz vardır ve ona muhabbetimiz yoktur.”
“Bu haberi duysa, çevrem beni aforoz eder! Ama ben sizin gibi dürüst insanlarla çalışmayı çok arzu ederim.”
Mehmet’le bir süre ikili görüşmelerim oldu ama antrenörümüz olamadı. Ben İstanbul’dan ayrılınca bağlantımız da koptu .
“İSTANBULDAN AYRILIŞ”
1976 Haziran ayında İnşaat Mühendisliği diplomasını aldım. Gönlüm, İstanbul’da kalıp devam etmek istiyor ama iki sebep İstanbul’dan ayrılmamı gerektiriyor: Bunlardan biri Bayındırlık Bakanlığı’ndan aldığım mecburi hizmet karşılığı burs… ikincisi de beni seven yakın arkadaşlarımın; “Sen İstanbul’da çok bilinir bir hale geldin… Seni yaşatmazlar bir müddet İstanbul’dan uzaklaş!” demeleri…
İstanbul’da meteliğe kurşun atıyoruz. Bayındırlık Bakanlığı’ndan bana bir yazı geldi yazıda mekanik mukavemet, statik, yüksek matematik gibi meslek derslerinden yüksek not aldığım için mecburi hizmet karşılığı burs teklif ediyor .
O gün itibarı ile üçyüz elli lira Kredi Yurtlar Kurumu’ndan aldığım burstan başka gelirim yok. Bir de ayda bin lira olan bayındırlık bursu yılbaşından itibaren başlayacağı için altı bin lira peşin para elime geçmiş oluyor. Teklifi kabul ettim. Gönderdikleri sözleşmeyi imzalayıp bakanlığa gönderdim.
Dünyanın en zengin insanı olmuştum. İlk işim kaldığım yurttaki arkadaşların hepsine yakınımızda bulunan Elazığ Lokantasında lahmacun ziyafeti vermek oldu… İlk takım elbisemi de palto dahil beş yüz tl ye İGS den almak oldu…
“KAYSERİDEYİM”
Bayındırlık Bakanlığı beni Yapı İşleri Yedinci Bölge Müdürlüğüne, yani Kayseri’ye kontrol mühendisi olarak tayin etti, böylelikle memur da oldum… İlk gün tecrübeli Ahmet isimli bir baş mühendis beni mesai arkadaşlarıma tanıtmak için oda oda gezdiriyor. İlk girdiğim odada gördüğüm manzara beni şaşırttı: Dolap kapaklarında Ses mecmuasının ek olarak verdiği çıplak kadın fotoğrafları… Odada dört kişi personel var. Odaya girer girmez afişleri yırtmaya başladım. Hepsini adamların masasının üstüne atarak;
“ Lan bura kerhane mi?…” dedim.
Oturanlar kalktı, kayboldu. Ben de sertçe kapıyı çarpıp çalışma odama geçtim. Yedinci bölge binası içinde bir rüzgar esti.
“Manyak bir mühendis geldi…”
Diğer odalardaki tüm afişler kendiliğinden indi.
Ahmet Sıngın isimli betonarme statik konusunda üstad olduğu söylenen kişi de mesai arkadaşlarım arasında.
“Ahmet ağabey senden ücreti karşılığında, mesai dışında statik öğrenmek istiyorum.”
“Öğretmem, benim çizgimde değilsin ben komünistim.”
“Senden komünizmi, Marksizmi, kapitalizmi her türlü ortamda tartışırım, statik öğretmeni teklif ediyorum.”
Başlangıç ters oldu ama sonuç güzel gelişti. Ahmet Sıngın benim pratikteki statik hocamdır. Teorik statik konularını okulda öğrenmiştim.
DEVAM EDECEK
Röportaj: Mustafa Kanlıoğlu