Tevhid, Düzen ve Aksa
Ali AKGÜN
Bugün İslam ümmeti ekseriyetle Batı medeniyeti karşısında bir ‘ezilmişlik’ duygusu içindedir. Bu noktada başlıca iki tavır görülür. Bir grup bu ezilmişlik veya yenilmişlik halinin büyümeyle aşılacağını düşünür. Büyümenin de batılı değerlerin gösterdiği yoldan gerçekleşeceği benimsenmiştir. Böylece bir yandan sanayileşme ve liberal ekonomiye önem verirken, bir yandan da milliyetçilik üzerinde dururlar. Bir grup ise tevhidi bir hayat tasavvuruna inanmayı temel kabul eder. Bu görüşü savunanlar için de dünyamızdaki yükselme hamlelerine devam etmek gereklidir. Ama ekonomik yapı için başvurulacak kurumsal ve teknik vasıtaların seçimi, sermayenin nasıl yönetileceği, hangi konulara öncelik verileceği gibi hususlar, tevhidi dünya görüşünün ilkeleri çerçevesinde şekillenmelidir. Bu anlayışta devlet ve toplum İslami prensiplere göre tanzim edilir. Dünyaya bakış ve bilgiye yaklaşımda tevhidi görüşün üstünlüğünü izah etmeye çalışalım.
TEVHİDİ DÜŞÜNCE
Kur’an’da Allah Teala şöyle buyurmuştur:
‘Andolsun biz her ümmete, ‘Allah’a kulluk edin, tağuttan kaçının’ diye peygamber gönderdik’ (Nahl,16/36)
‘Bilin ki Allah kendisine şerik koşulmasını bağışlamaz. Bundan başkasını dilediğine affeder. (Nisa, 4/48)
Ayet-i kerimeler, insanın yaratılış amacının yalnızca Allah’a kulluk etmek olduğunu açıkça belirtir. Kulluk ve ibadet edilmeye layık olan sadece O’dur. Tarihsel olarak da bütün insanlık alemi bu durumdan haberdar edilmiştir. Şirk yani Allah’a ortak koşma dışındaki tüm günahların affedileceği sözü ise tevhidin Allah’ın en büyük ve en önemli emri olduğunun ispatıdır.
Hadis-i şeriflere bakalım:
‘Bir Yahudi pazarda ‘Musa’yı insanlar üzerine seçkin kılan Allah’a yemin olsun ki’ diye yemin ettiğinde orada bulunan bir sahabe onun yüzüne bir yumruk indirdi. Yahudi Resulullah’a(sav) gelip şikayetçi oldu. Hz. Peygamber (sav) sahabeye ona neden vurduğunu sorunca o da: ‘Musa’yı senden üstün tuttu’ deyince Resulullah: ‘Peygamberleri birbiriyle yarıştırmayın’ diye cevap verdi.’
‘Bir defasında Hz. Ömer’in elinde Tevrat sayfaları gören Resulullah (sav) bundan dolayı ona kızmış; ‘Ey Ömer vallahi Musa da aramızda olsaydı bana uymaktan başka bir şey yapmazdı’ buyurmuştur.
Hadislerde Resulullah’ın (sav) şahsıyla ilgili bir hususa tevazu ve müsamaha ile yaklaştığını görüyoruz. Oysa din söz konusu olunca Hz. Peygamber (sav) kesin bir iman, vakar ve seçilmişlik duygusuyla konuyu değerlendirmiş ve İslam’ın üstünlüğünü dile getirmiştir.
Yasa koyucu Allah Teala bize hayat yollarımızı göstermiştir. O’nun sözleri şüphesiz bütünüyle gerçek ve yerli yerindedir. Tüm insani değerler ilahi iradeye tabi olmakla anlam ve varlık kazanır. Müslüman için O’nun aşkınlık ve yüceliği her şeyden üstündür. Allah nihai gerçeklik ve gayedir. O varlık kademelerinin varıp dayandığı sondur. Dünyadaki var oluş bir sebepler zincirine muhtaçtır. Bu durum bizatihi ilk ve sona kavuşuncaya kadar devam eder. İşte Allah evvel ve ahirdir. O, sonsuz boşlukları kapatan imanımızın sahibidir.
Epistemoloji felsefenin, bilgiyi tanımlayan, onun kaynağını, kategorilerini ve geçerlilik şartlarını araştıran dalıdır. Batılı bilgi teorisi vahyi bilgiye dayalı doğruluk ve gerçeklik anlayışını formüle etmeyi başaramamıştır. Batılı bilgi görüşünde kutsalın anlamı kaybolmuştur. Vahiy her şeyi bilen Allah’tan iletilen bir bilgidir. Bu bilgi deneysel yöntemle elde edilen ve yalnızca akla dayanan bir bilgi değil fakat ‘aklını isabetle ve dirayetle kullananlara’ hitap eden bir bilgidir.
İsmail Raci el-Faruki bilgiyi batılı hüviyetinden kurtarmak ve İslami bir bilgi görüşüne ulaşmak ister: ‘İlim herhangi bir anlama gelecekse o insanın ihtiyaçlarını karşılamaya yarayan tabiattaki varlık ve güçlerden faydalanmaya yönelik bir görüşle birlikte tabiatın ya da yaratılışın ve onun yasa veya modellerinin araştırılmasıdır.’ Bütün Müslümanlar her gün insanlığın yararına kullanılacak bilgiye olan umutlarını ‘Rabbim bize faydalı ilim ver’ duasıyla dile getirirler. Bir başka dua ile de Allah’tan onları yararsız bilgiden sakındırmasını isterler: ‘Faydası olmayan ilimden Allah’a sığınırım.’ Müslümanlar faydalı olmayan bilgiyi ne isterler ne de ona saygı duyarlar. Eğer duaların işaret ettiği şeyi görürsek, bugün bilimsel araştırmaların bir işe yaramak zorunda olduğunu söylememiz gerekir. Bir ilmin mutlak şekilde faydasız olduğu tespit edilirse bu durumda ondan sakınmamız gerekir.
Faruki’nin ‘Bilginin İslamileştirilmesi’ programının temel ilkesi tevhittir. İslami düşüncenin belki de en ayırt edici özelliği onun hakikatin tekliği ilkesine sahip oluşudur. Bu ilke hakikati Allah’ın sıfatlarının tecellisi olarak, O’ndan ayrılamaz olarak görür ve Allah nasıl Bir ise hakikatin de öyle bir olduğunu kabul eder. Gerçeklik var oluşunu yalnızca yaratıcısı ve nihai nedeni olan Allah’a borçlu olmakla kalmamakta; aynı zamanda anlam ve değerini de gayesi ve nihai hedefi olan ilahi iradeden almaktadır.
Tevhit inancı bütün boyutlarıyla İslam düzenini kuşatır, bütün alanları kendi etkisi altına alır. Allah birdir, ortağı ve benzeri yoktur. Dünya ve insanın yaratılışı ve geleceği hususunda Allah’ın iradesi -hayatın varlığı, unsurları ve şekli itibariyle- tektir. Beşeriyetin kaynağı ve hedefi birdir. Bütün peygamberlerin getirdikleri dinlerin özü birdir. İslam tek millettir. Toplumların inanç, ibadet ve hareketleri aynı noktada birleşir. İnsanlar dünya ve ahirette tek bir amaca yöneltilmişlerdir ki bu da Allah’ın rızasıdır.
Yahudilik milliyetçilik sınırları içinde donuklaşmıştır. İnsanlığı Allah’ın indirdiği vahiy aracılığıyla insani birliğe çağırmayı hiçbir zaman düşünemez. Hıristiyanlıkta ise tevhit ile putperestlik birbirine karışmıştır. Sonuçta din olarak özelliklerini ve safiyetini kaybetmiştir. Yalnızca İslam tevhit inancını ve onun diğer gereklerini korumuştur. ‘İslam düşüncesi yeryüzündeki diğer tüm itikadi ve felsefi düşünce sistemlerinden saf tevhit akidesi ile ayrılır.’ Tevhit anlayışı günlük yaşantının çeşitli boyutlarına dair toplumsal düzenlemeleri belirler. İslami düşünce sistemine göre tevhit inancının cihanda el atmadığı hiçbir alan yoktur. Alemde tek etkin kuvvet Allah’ın birliğinde tecelli eden kuvvettir. Şu varlık dünyasında tevhidin gözetimi haricinde tek bir zerre dahi kımıldayamaz.
‘İslam devletinin toprağı yani vatanı tüm yeryüzüdür, hatta uzayda yolculuk çok uzak bir kavram olmadığına göre tüm evrendir diyebiliriz. Yeryüzünün belli bir kısmı doğrudan İslam devletinin yönetimi altındayken geri kalanı henüz dahil edilmemiş olabilir, ancak İslam devleti buna rağmen varlığını sürdürmeye ve faaliyet göstermeye devam eder. İslam’ın toprakları genişlemekte, halkı ve ‘vatandaşları’ da çoğalmaktadır. Çünkü İslam’ın amacı tüm insanlığı bünyesine katmaktır; bu hedeften vazgeçmediği sürece dünya nüfusunun yalnızca bir kısmına sahip olmasının bir önemi yoktur.’