Lisan ve Medeniyet
Ali AKGÜN
Dünyanın en zengin ve tutarlı lisanı Kur’an’ın getirdiği lisandır. Kur’an’daki kelimeleri ve bunlar arasındaki kavram ilişkilerini incelediğimiz zaman bunu daha iyi anlıyoruz. İslam medeniyetinde başlangıçta kavramları doğru kullanan insanlar söz konusudur. Hz. Peygamber (sav)’in eğittiği sahabenin, o zamanki Arapların kullandığı birçok kelimeyi daha farklı bir şekilde kullandığını görüyoruz. Bu konuda önemli görülen üç kavramı Kur’an’da tarif edildiği şekilde açıklamaya çalışalım: İlim, ibadet ve şehit.
İlim; bilinmesi gereken şeylerin hepsine ilim denir. Bu anlama uygun olarak fıkıh, matematik, astronomi, ahlak, dilbilgisi vb. hepsi ilimdir. İlim (=bilgi) kavramı merkezi bir öneme sahiptir. Şekillendirici bir araç olarak ilim, Müslümanların medeniyet görüşünü şekillendirmiş ve bilgiyi toplum hayatında belirgin kılmıştır. Tarihte Müslümanlar -Kur’an ve Hz. Peygamber’in(sav) sünneti temelinde- bilim ve gerçekliğe kültürün ve eğitimin her düzeyinde yer veren büyük bir medeniyet inşa etmişlerdir.
İlk nesiller İslamın dışındaki uygarlık donanımlarından hiç birisine sahip değildiler. İslam’dan önce bilimle hiç ilgisi olmayan toplumlar, bilim ve felsefe alanında araştırmalar yapmak için İslam’la güçlü bir motivasyon kazanmışlardır. Kur’an’ın yaklaşımıyla öğrenmeye yönelik davranışların gelişmesi ve İslam’ın getirdiği araştırmacı insan yapısı, tarihte çok kısa sayılacak bir sürede, düşünce, bilim ve teknoloji alanında büyük bir atılımın ortaya çıkmasına neden olmuştur.
İslam düşüncesinde gerçeklik bir bütün olarak görülür. Bunun bir neticesi olarak ilim kavramının, ‘Kelamcıların M. 11. yüzyılda yaptıkları ‘din ilmi dünya ilmi’ ayırımı ile alakası yoktur. ‘İlmu’d-din ve ilmu’d dünya’ terimlerine Kur’an’da ve sahih altı hadis kitabında da rastlanmamaktadır. İşte ‘ilim kelimesinin yapay olarak din ilmi ve dünya ilmi şeklinde ikiye bölünmesi, aslında bölünmüş, parçalanmış bir gerçeklik (=hakk) anlayışından kaynaklanmaktadır. Gerçekliğin dini ve dünyevi gerçeklik olarak bölünmesi Kelamcıların hadis, tefsir, kelam, fıkıh gibi ilimleri din ilmi olarak; matematik, fizik, kimya ve astronomi gibi ilimleri de dünya ilmi olarak nitelendirmelerine yol açmıştır. Bu bölünme sonunda Müslümanların ilmin önemli bir kısmını ihmal ve hatta onu terk etmelerine yol açmıştır. İlmin ihmal ve terk edildiği yerde adaletin ve dolayısıyla siyasi nizamın hakim olması mümkün olmadığı için Müslümanlar giderek dünyada siyasi iradeden tamamen mahrum bir duruma düşmüşlerdir.’
Bir diğer konu da Müslümanların faaliyetlerinin ‘ibadet ve muamelat’ diye ikiye ayrılmasıdır ki fıkıh kitaplarının telifinden çok sonra ortaya atılmış bir meseledir. ‘Fakat hemen şunu ifade edelim ki, evvelemirde bu taksim ameliyesi ilmi telife dayanan ve mücerret bir sınıflamadır. Aradan bir müddet geçtikten sonra bu eserleri, Müslümanların bütün hayatında derin izler bırakan yanlış düşünceli birçok eserler serisi takip etti: Ve böylece ibadet mevhumu insanların zihnine ‘ibadet fıkhının’ ele almış olduğu beşeri faaliyetlerin ilk kategorisine has bir mesele olarak yerleşti. Bu arada ‘muamelat fıkhının’ ele almış olduğu beşeri faaliyetlerin ikinci kategorisine kıyasla bu mesele tamamen şaşılacak bir durum arz etmektedir. Böyle bir düşünce şüphesiz İslam tasavvurundan sapmadır. Bu sapmanın zamanla İslam cemiyetinin bütün hayat sahalarına yayılacağı bir gerçektir. Şu bir hakikattir ki İslam tasavvurunda ibadet mefhumu bulunmayan veya bu vasfın gerçekleşmediği hiçbir beşeri faaliyet ve davranış yoktur. İslam nizamı, bidayetinden nihayetine kadar ibadet mefhumunu gerçekleştirmeyi kendisine en büyük gaye edinmiştir. İslam’ın idari ve iktisadi nizamında, ceza hukukunda, medeni ve aile hukukunda ve bu nizamın içine almış olduğu diğer kanunlarda bundan başka bir hedef yoktur. İslam nizamının beşeri hayatta ibadetin manasını gerçekleştirmekten başka bir gayesi yoktur. Beşeri güçler -Kur’an-ı Kerim’in insan varlığının gayesi olarak beyan buyurduğu- bu hedefi ancak Rabbani nizama uygun olarak tamamladıkları zaman gayelerini gerçekleştirebilirler ve bu vasıfla muttasıf olabilirler. Ve böylece Allah Teala’nın uluhiyeti ikrar edilmiş olur. Aksi takdirde böyle bir hareket ibadetin manasının dışına çıkmak demektir. Başka bir ifadeyle ubudiyetten ayrılmak demektir. Yani Allah Teala’nın irade buyurmuş olduğu insan varlığının gayesinden uzaklaşmaktır.’
İslam düşünce ve fiil olarak varlığın bütün yönleriyle ilgilenir. Bilime bakışımızda maziden ders almak ve arzu edilen amaçlara erişmek için Hz. Peygamber’in (sav) ilme yaklaşımını bilmeliyiz. Müslüman kul olmayı sadece belli ibadetlere indirgememelidir. Allah’ın bizden beklediği her ödevi yerine getirmeyi bir ibadet olarak görmeliyiz. Kur’an ve Sahih hadislerde olmayan bir şekilde ‘din ilmi-dünya ilmi’, ‘ibadet- muamelat’ gibi tasnifler -o dönemde Müslümanları yanlış inanç ve fiillerden korumak için iyi niyetle yapılmış olsa bile- yararlı olmamıştır. Çünkü bu durum daha sonra kavramsal sistemimizin bozulmasına ve İslam ümmetinde de bir gerilemeye sebep olmuştur.
Şehit, Allah’ın isimlerinden biridir. Sözlükte ‘bir şeyin mahiyetine vakıf olmak, onu bilmek, sözle ifade etmek’ anlamındaki şehadet kökünden türeyen şehit, kesin olarak bilen, demektir.
Kur’an ve hadislerde şehit kelimesi ‘Allah’ın dininin yüceltilmesi için canını feda edenler’ için de kullanılmıştır. Kur’an şöyle söyler: ‘Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Zira onlar diridir, ama siz farkında değilsiniz.’ (2/154) ‘Sakın Allah yolunda öldürülenlerin ölü olduklarını sanma. Onlar diridir ve Rableri katında rızıklanmaktadırlar.’ (3/169) Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükafat vereceğiz.’ (4/74) Hz. Peygamber (sav), dünyevi amaçla olmayıp, yalnız Allah’ın dininin yüceltilmesi için canını feda edenlerin şehit sayıldığını bildirmiştir: Birisi Hz. Peygamber (sav)’in huzuruna gelerek ‘Ya Resulullah! Bir adam ganimet için, diğeri şöhret için, öbürü riya ve gösteriş için savaşır. Hangisi Allah yolundadır? diye sorunca, Hz. Peygamber (sav) şu cevabı vermiştir: ‘Kim Allah’ın adını, hükmünü yüceltmek, her şeyin üstüne çıkarmak için savaşırsa o Allah yolundadır.’