Ali AKGÜN

7 Ekim ve Ötesi

Ali AKGÜN

            Birinci Filistin intifadasıyla birlikte direnişin içinde doğan HAMAS bugün ümmetin özgürlüğü için savaşmaktadır. HAMAS hem direniş gücü hem de konum açısından, Şeyh İzzeddin el-Kassam’dan bu yana gelen Filistin direniş ve kurtuluş hareketlerinin mirasçısıdır. 1987 yılında Şeyh Ahmet Yasin tarafından Müslüman Kardeşlerin (İhvanın) Filistin kolu olarak kurulan İslami Direniş Hareketi (HAMAS), geçmişte Emin el-Hüseyni, İzzeddin el-Kassam ve Hasan el-Benna’nın işgalcilere karşı Filistin’de yükselttikleri cihad ruhunun temsilcisidir.    

                  Filistin cihadı bölgedeki İslam ülkelerinin ilişkilerini ebediyen değiştirmektedir. Kudüs ve Mescidi Aksa’nın işgalden kurtulması ve Yahudi devletinin cezalandırılması gerektiği yönünde bir bilinç gelişmektedir. 7 Ekim İslam ümmetine yokluk çölünden çıkması için bir imkan sunmuştur. Osmanlı hilafetinin iptal edilmesinden sonra İslam ülkelerinde milliyetçi ve laik bir kültür inşa edilmiştir. ABD ve İngiltere enerji kaynaklarını kontrol etmek için Ortadoğu’da, İslam coğrafyasının ortasında bir Yahudi devleti kurdurdular. Şimdi de Osmanlının dağılmasıyla ortaya çıkan Irak ve Suriye gibi devletleri de bölerek daha da küçük devletçiklerin inşası peşindeler. Batı tüm şiddetiyle İslam’a ve Müslümanlara hücum ediyor. Gayesi ümmeti bölüp yeni bir kıyımla İslam alemine felaketi yaşatmaktır.

                    Batılı manipülatörler bizi yönlendiriyorlar. Gazze’deki katliamlarını savunurken ‘İsa Mesih’in dönüşünün büyük İsrail üzerinden geçtiği’ gibi bir gerekçe (!) üretiyorlar. Buna inandıkları için değil, sırf zihinleri bulandırmak için bu düşünceyi dillendiriyorlar. Aslında istedikleri petrolü kontrol etmek ve sömürgeci Batı’nın kuvvet ve hayat tarzının rakipsiz kalmasıdır. Fikri düzeyi ve temsil gücü yüksek bir İslami modelin ortaya çıkmasından korkuyorlar. Bu da Mısır ve Tunus’ta İhvan ve Nahda hareketine Batı’nın düşmanlığını; Mursi’nin zindanda ölüme sürüklenip Gannuşi’nin hapsedilmesini açıklıyor. Çünkü bu isimler başarılı Sünni bir yönetim modeli ortaya koyabilirlerdi. İslam’ın vahiyle dokunmuş mükemmel öğretisi Mısır ve Tunus’ta örnek bir toplum ve devlet modeli geliştirebilirdi. Böylece bir İslam iktidarına giden yol açılabilirdi. 

                   ABD ve müttefikleri Sünni bir Arap ülkesinde ‘İslamcı ve başarılı’ bir yönetim istemiyor. Cezayir, Yemen, Tunus ve Mısır’da bu durumu gördük; ABD destekli darbeler gerçekleşti. Irak ve Suriye’de işgaller meydana geldi. Çünkü Batı Sünni toplumları zayıflatmak ve yok etmek istiyor. İsrail’e karşı çıkma potansiyelleri olan (Saddam ve Kaddafi gibi) Sünni liderler ortadan kaldırıldı. Şii güçler dolaylı bir şekilde Batı’dan destek görmektedirler. 

                  İhvan-Nahda çizgisinin İslami hareketin ana gövdesi olduğunu, Mısır ve Tunus’un günümüzdeki durumu bize göstermektedir. Mısır ve Tunus’ta bugün diktatörlere karşı düşünce ve eylem noktasında hiçbir girişim, esinti, protesto belirtisi yok. Siyasi bir kuraklık söz konusu. İslami hareket Benna, Kutub ve Gannuşi gibi önderleri kolay yetiştirmiyor. ABD ‘ikna olmayan’ ve İslam’dan vazgeçmeyen liderleri öldürüyor ya da hapsediyor; İhvan hareketini tesirsiz, güçsüz ve umutsuz bırakmak istiyor.   

                   Bölgenin güçlü 3 ülkesi Suudi Arabistan, İran ve Türkiye rejimlerine bakalım. Cidde’de Vahhabi-selefi, Tahran’da Şii Fars milliyetçisi ve Ankara’da laik Türk milliyetçisi bir rejim söz konusudur. Görüntüde her türlü çatışmacı, çalkantılı ve değişken davranışlar fark edilirken derinlerde bölgenin ABD yapışkanıyla oluşturulan en güçlü ve kalıcı ittifakı sezilmektedir. Ülkeler arası ilişkiler bu aşamada çokça kafa karışıklığına neden olmaktadır. Ama aslında yeni Ortadoğu düzenine son şeklini almadan önce vurulan fırça darbeleridir bu kafa karışıklığı ve belirsizliğinin nedeni. ABD İsrail devletinin güvenliğini sağlayacak yeni düzeni kurarken birtakım manipülasyonlar ve değişiklikler yapmaktadır. 

                    Irak ve Suriye gerçekte bölünmüştür. Bölgede yeni bir düzen kurulmaktadır. Bazı örgütlerin ismi fazla duyulmaktadır. Hizbullah’a bakalım: Örgütün güçlü Arap liderliği yok edilmiştir ki; böylece örgütün Sünni Araplarla ilişkilerini düzenleyebilecek yanı silinmiş ve İran’a bağımlılığı artırılmıştır; İsrail devleti de cinayetlerine devam etmiştir. Günün sonunda şöyle bir netice ile karşılaşabiliriz: İsrail başbakanı Netanyahu feda edilebilir (öldürülebilir veya başka bir şekilde etkisiz kılınabilir); İran, Filistin üzerinde daha fazla nüfuz elde edebilir. Hamas İran’a sığınmak zorunda kalabilir; küçük bir Filistin devleti kurulabilir. Suriye’deki örgütler yeni çatışmalara girebilir; Türkiye, ABD tarafından verilen ev ödevini tamamlayıp, bir sonraki yönetim döneminde AB’ye girebilir. Böylece (Türkiye’nin İslam dünyasından uzaklaşmasıyla) Sünni dünya iyice zayıflamış bir konumda kalabilir.

                     İslami Direniş Hareketi Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları 7 Ekim 2023’te Aksa Tufanı hamlesini yaptı. Ardından Gazze’ye yönelik olarak on binlerce insanın (çoğunluğu çocuk ve kadın olan) katledilmesi, yüz binlerce insanın yaralanması ve bölgenin yakılıp yıkılması ile sonuçlanan Siyonist saldırılar oldu ve devam etti. Bu konuda da Batı’nın iki yüzlü tavrı görüldü. Gazze’de alçakça bir soykırım gerçekleştiren Yahudi devleti ABD ve müttefikleri tarafından maddi-manevi her bakımdan desteklenmektedir. Hibe edilen yardımlar, her türlü silah, mühimmat, yakıt, gıda sevkiyatı İsrail’e yapılırken; Filistinli Müslümanlar gıda ve ilaç gibi en temel ihtiyaçlardan mahrum bırakılmakta, dünyadan hiçbir destek almamakta, kahrolası Siyonist devletin pençelerine terkedilmektedir. Yüce Allah bunun hesabını bir gün sorar elbette. Bir Ebu Ubeyde ve Selahaddin yetişir ümmette. 

                      Gazze’de ve tüm dünyadaki katliamları, yoksulluk ve kıtlıkları sona erdirecek, İslam’ın adaletini tesis edecek bir düzen beklenmektedir. Batı böyle bir ortamı İslam’ın oluşturabileceğini biliyor. Bu yüzden birbiriyle hiç ilgisi yokmuş gibi görülen birçok hadisede son 50 yılda doğrudan veya dolaylı Batı’nın etkisi söz konusudur. ABD, İslami bir model sunan, bağımsız düşünceli İsmail Raci Faruki ve Ali Şeriati gibi ilim insanlarını ortadan kaldırdı. Öte yandan batılı yaşam tarzı ve fikirle bütünleşen Seyyid Hüseyin Nasr gibileri destek görmektedir; Humeyni Fransa hava yollarına ait bir uçakla İran’a döndü ve tam da ABD’nin planladığı gibi Ümmet Şii ve Sünni kamplara bölündü. Şii devrimi ‘zafer’ kazandı; Hama’da 60 bin Sünni katledildi; İhvan ve Nahda hareketlerinin Mısır, Suriye ve Tunus’ta başarılı olması engellendi (ABD bunu Mısır ve Tunus’ta darbe yaptırarak, Suriye’de ise Türkiye’nin desteğiyle gerçekleştirdi). 

                     7 Ekim hamlesiyle ortaya konan direnişte el-Fetih hareketini görmüyoruz. Bu durum ne onun direnişçi ruhuna uygundur ve ne de tarihi liderlerinin metotlarına uyar. Geçmişte halk intifadalarına öncülük eden ve direniş alanlarında yer alan Fetih hareketi Gazze savaşında yok. Bu anlaşılmaz ve haklı görülemez kayboluş nasıl açıklanabilir?  Hareketin gevşemesi, devrimci dinamizmin yokluğu, irade zayıflığı vb. birçok neden söylenebilir ama yeterli değil. Bir dış faktör olabilir: ABD’nin müttefiki Arap ülkeleri ve Türkiye’nin eğer bu yönde ‘tavsiyeleri’ varsa bu durum Filistin Ulusal Yönetimi’nin sessiz ve eylemsiz kalmasını açıklayabilir. Bu şekilde Gazze’de mücahitlerin yalnız kalması gerçekleşmiştir. 

                  Johnson raporundan[1] bu yana ABD, Ortadoğu ve Müslümanlarla ilgili yaklaşımını şöyle belirlemiştir: Müslüman Kardeşler (İhvan) hareketini (Nahda gibi aynı çizgideki hareketler de dahil) yok etmek ve başarısız kılmak; ‘İslam’a karşı İslam’ yani Müslümanları yine Müslümanlar eliyle etkisizleştirmek. Bu durum bir ‘Sünni-Şii çatışması’ şeklinde de olabilir; Irak ve Suriye’de ‘Deaş’ ile ilgili hadiselerde gördüğümüz ve neticede Müslümanların katledildiği gelişmeler şeklinde de ortaya çıkabilir; 1982’de Hama’da on binlerce Sünni Müslümanın Suriye rejimi tarafından öldürülmesi de aynı minvalde değerlendirilebilir; Mücrim baba Esat İhvanı bitirme gerekçesiyle Hama’da bir soykırım gerçekleştirmişti. Oğul Esat da 2011’den bu yana milyonlarca Suriyeliyi yerinden etti, Şii güçler on binlercesini katletti.

                   7 Ekim hareketinden sonra işgalci İsrail devleti de Gazze’de giriştiği katliam ve yıkım için benzer bir ‘gerekçe’ öne sürüyor; (İhvanı yani) Hamas’ı bitirmek; on binlerce şehit, yüz binlerce yaralı ve milyonlarca Filistinlinin yerinden edilmesi. Siyonistlerin ve müşriklerin kalpleri birbirine benziyor. Hak ile batıl arasındaki mücadelenin günümüzdeki örneği Gazze’dedir. Hak Müslüman Gazze, batıl ise terörist Yahudi devletidir. 

                  Batı Müslümanların birbirine düşmesi için her türlü girişimde bulunmaktadır. 1973-1977 yıllarında ABD dış işleri bakanı olan Yahudi asıllı Henry Kissinger Müslümanlar için şöyle söylemiştir: ‘Bize ne, bırakalım birbirlerini öldürsünler.’ Bazılarının (tüm Siyonist yöneticiler gibi) bir savaş suçlusu olarak gördüğü Kissinger aslında Batı-ABD-İsrail’in bu konudaki temel yaklaşımını ifade etmektedir.       

                  ABD, İran devrimiyle birlikte oluşan Sünni-Şii bölünmesinin pekişmesi için çalışmaktadır. Bugün Irak, Yemen ve Lübnan’da Şii kuvvetler vasıtasıyla İran etkindir. Gazze’de direnen Hamas’a destek sağlayan da maalesef sadece İran’dır. Hem de 40 yıldır Batı-ABD’nin uyguladığı ‘ambargo’ ve ‘yaptırımlara’ rağmen. Diğer zengin Arap ve İslam ülkeleri (ABD izin vermediği için) Mücahitlere bir mermi bile veremez konumdadır. Böyle bir durumda Hamas ve diğer direniş örgütleri kime gidecektir?  İşte bu sonuç ABD’nin eseridir; Filistin’de de İran’ın etkili olmasını istemektedir. Söylemdeki İran karşıtı cümlelere kanmamak gerekir. İran’ı nükleer silah yapacak kadar dolaylı olarak destekleyenler, Saddam’ı idam edip Irak’ı İran’a hediye edenler şimdi de Filistin direniş güçlerini İran’ın kontrolüne vermek istiyorlar.

                  Müslüman ne yapmalıdır? Allah’ın kelamını yüceltmek (i’la-yi kelimetullah) için büyük bir potansiyele sahip olduğunun bilincinde olmalıdır. Bu kapasitesini Allah yolunda kullanmak ve geliştirmek için önünde bir imkan vardır. İslam dünyası bugün öz gücünü kendi aleyhine ve gayrimüslimlerin (ABD, İsrail) çıkarlarına hizmet edecek şekilde israf etmektedir. Müslümanlar bir tercih yapmalıdırlar: Çoğunluğun veya ulus devletlerin isteklerine-kanunlarına mı boyun eğeceklerdir yoksa Allah’ın yasasına (Şeriata) mı itaat edeceklerdir? 

                 İslam’ın savunduğu dünya düzeni bir barış düzenidir. Savaş ve düşmanlık dünyadan ebediyen kaldırılmalıdır. Barış düzeni bütün toplumlara teklif edilir. Teklif reddedildiği takdirde bu, ilgili tarafın barış istemediği anlamına gelir. Bu da savaş ilanıdır. Bu durum İslam devletinin güç kullanımını gerektirir. Bugün bozguncu İsrail ve ABD Gazze’de Filistinli kardeşlerimizi ve İslam’ı yeryüzünden silmek için savaşmaktadırlar. Müslümanların buna vereceği cevap hayati derecede önemlidir. Şan, şöhret, ganimet için değil, adalet ayaklar altına alındığı için ve İslam’a bir saldırı olduğu için bütün Müslümanlar Gazze’de cihada koşmalıdır. ‘Şehadet insanın bu hayatta kazanabileceği en yüksek ve en asil makamdır.’[2]

                Kur’an şöyle söylüyor:

                ‘Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın, bilakis Rableri katında diridirler.' (Ali İmran, 3/ 169)

                 ‘Lakin gerek Peygamber gerek onunla beraber iman edenler, mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler. Bunları görüyor musun? Bütün hayırlar işte bunlar için. Bunları görüyor musun? Felaha erenler işte bunlar.' (Tevbe, 9/88)

                                                    KAYNAKÇA

  1. M. M. Gadban, Müslüman Kardeşler, Seyyid Kutub ve Gelecek, çev. Asım Öz, Pınar yay., İstanbul 2017
  2. İsmail Raci Faruki, Tevhid, çev. Prof. Dr. Ejder Okumuş, Mahya yay., İstanbul 2018

                


[1]ABD başkanının Ortadoğu özel temsilcisi Johnson tarafından Filistin meselesi ve Ürdün nehrinin suyunun Araplar ve Yahudiler arasında taksimi gibi ihtilaflı konuların çözüme kavuşturulması için hazırlanan ve başkan Eisenhower tarafından onaylanan raporun son bölümü şöyledir: ‘Müslüman Kardeşler hareketi Mısır’da ve diğer Arap ülkelerinde üye sayısı milyonu aşan tutucu ve silahlı en güçlü teşkilattır. Söz konusu cemiyet mevcut gücünü koruduğu sürece, bu çözüm önerilerini uygulamak mümkün olmayacak ve Ortadoğu’da işler kesinlikle istikrara kavuşmayacaktır.’ (M. M. Gadban, Müslüman Kardeşler, Seyyid Kutub ve Gelecek, çev. Asım Öz, Pınar yay., İstanbul 2017, s. 101

[2] İsmail Raci Faruki, Tevhid, çev. Prof. Dr. Ejder Okumuş, Mahya yay., İstanbul 2018, s.247

Yazarın Diğer Yazıları