Toplumumuzda deprem bilincinin oluşturulması ve depremlere karşı daima hazırlıklı olunması amacıyla ülkemizde her yıl 1-7 Mart tarihleri ''Deprem Haftası'' olarak anılmaktadır. Deprem riskinin yüksek olduğu ülkemizde deprem bilincinin oluşması son derece önemlidir. Depremler; yağmurun yağması, mevsimlerin olması, gece ve gündüzün olması gibi bir doğa olayı olduğu unutulmamalıdır.
Depremlerin meydana gelmesini engellemek mümkün değildir. Ancak alınacak radikal tedbirler ile deprem zararlarını azaltmak mümkün olabilmektedir.
Dünya üzerine meydana gelen depremler iki kuşak şeklinde tanımlanmıştır. Bunlardan birincisi Pasifik Ateş Çemberi diye anılan bölgede olan depremler, diğer ise ülkemizin de içerisinde yer aldığı Alp-Himalaya Deprem Kuşağıdır.
Türkiye'deki depremlerin iki ana nedeni vardır. Bunlardan birincisi; Atlas Okyanusu'nun ortalarındaki okyanus ortası sırtının sürekli genişlemesidir. Bu genişleme, Afrika Levhasını kuzeydoğu yönünde hareket ettirmektedir. Afrika Levhası, Akdeniz’in altında Anadolu Levhası ile çarpışmakta ve altına dalmaktadır.
Anadolu Levhasının depremselliğinin ikinci ana nedeni ise Kızıldeniz ortasındaki okyanus tabanı yayılmasıdır. Bu hareket, Arap Levhasını kuzey yönünde hareket ettirmekte ve Doğu Anadolu Fayında yoğun depremselliğe neden olmaktadır. Afrika Levhasının kuzey kenarındaki okyanusal kabuk, bu sıkışma neticesinde Anadolu ve Ege'nin altına dalarak batmaktadır. Bu dalma sırasında Batı Anadolu'ya çekme kuvveti uygulamaktadır. Arap Levhasının baskısıyla Kuzey Anadolu Fayı boyunca batıya doğru itilen Anadolu Levhası, batıda sıkışmaya sebep olur. Batı Anadolu'da her yıl 15 milimetre genişleme meydana gelir ki bu olay depremlere sebebiyet vermektedir.
Hint Levhasının Avrasya Levhasının altına dalması neticesinde; Avusturalya’nın kuzeyinden itibaren başlayan fay hattı, Endonezya, Singapur, Malezya, Myanmar, Filipinler, Bangladeş, Hindistan, Nepal, Çin, Moğolistan, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Afganistan, Pakistan, İran, Irak, Suriye, Azerbaycan, Gürcistan, Rusya, Türkiye, Yunanistan, Bulgaristan, Kuzey Makedonya, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Slovenya, İtalya, İspanya, Portekiz, Malta, Tunus, Cezayir ve Fas üzerinden Atlantik Ortası sırtı ile irtibat sağlamaktadır. Adı geçen ülkelerde yoğun depremselliğe sebep olan kırık hat sistemi “Alp-Himalaya Deprem Kuşağı” olarak bilinmektedir. Amerika, Şili ve Japonya’nın da içerisinde yer aldığı ve dünya üzerindeki oluşan depremlerin % 70 den fazlasının olduğu kuşak ise “Pasifik Ateş Çemberi” olarak adlandırılmaktadır.
Bahse konu Alp-Himalaya Deprem Kuşağının Anadolu Levhası üzerinde milyonlarca yıldan bu tarafa depremler devam etmekte ve bundan sonrada bu şekilde devam edeceği anlaşılmaktadır. Buradan elde edilecek olan sonuç şu ki; Türkiye aktif sismik bir hat üzerinde yer almaktadır.
Dünyamızın üzerinde meydana gelen depremleri bugünkü teknoloji ile durdurabilmemiz mümkün değildir. Ancak; deprem zararlarını daha aza indirebilmek adına yapılacak bir dizi çalışmalar mevcuttur.
Deprem zararlarını en aza indirmenin birinci yolu deprem öncesi çalışmalardır. Öncelikle, imara açılması düşünülen yerlerde diri fay hatlarının, sıvılaşan zeminlerin, dere yataklarının olup olmadığı, eğer varsa bu alanların günü birlik sosyal yaşam alanı olarak değerlendirilmesi gerektiğini aklımızdan çıkartmayalım. Bu alanlarda asla yapılaşma düşünülmemelidir. Fay hatlarının olduğu alanları, sıvılaşan zeminlerin yer aldığı bölgeleri ve dere yataklarının imara açılmaması gerektiğini bütün dünya öğrendi, sadece biz öğrenemedik. Depreme dayanıklı konut yapmayı bizim ülkemizden daha az gelişmiş, ancak deprem bilinci bizden daha yüksek olan Güney Amerika ülkesi Şili öğrendi, biz hala öğrenemedik. Aletsel dönemde en büyük deprem 1960 yılında 9,5 Mw büyüklüğünde Şili’de meydana gelmiştir. Bir güney Amerika ülkesi olan Şili, almış olduğu kararlara sıkı sıkıya bağlı kalmakta ve deprem zararlarını minimuma indirmiş durumdadır. Japonya’yı saymıyorum bile.
Bir diğer tedbir ise deprem anındaki davranışlarımızdır. Deprem anında hareket edilmeyeceğini, hareketsiz kalınması ve kendimize hayat üçgeni oluşturmamız gerektiğini bir türlü öğrenemedik. Deprem olurken hala merdivenlere ve asansörlere koşuyor, hala balkonlardan atlamaya çalışıyoruz. Japonya’da deprem oluyor bir Türk balkondan atlıyor. Gürcistan’da deprem oluyor yine bir Türk balkondan atlıyor. Ülkemizdeki depremlerde yine balkondan atlayan atlayana. Balkondan atlamak sanırım genlerimize işlemiş. Dünya üzerinde deprem anında balkondan atlayan başka bir millet bulamazsınız.
Yapılan araştırmalara göre hasar gören binalarda en fazla ölüm olayları merdiven boşluklarında olduğu ortaya çıkartılmıştır. Konunun uzmanları tarafından yapılan açıklamaya göre bir binada en zayıf bölgenin merdiven boşluğu olduğu belirtilmektedir. Deprem bittikten sonra ise ivedi bir şekilde binayı boşaltıp, toplanma yerlerine doğru gidilmesi gerekmektedir. İletişim kanalları fazla meşgul edilmeyip sadece bilgilendirme amaçlı kullanılmalıdır.
Ülkemizde okullarda anılan “Deprem Haftası” etkinlikleri, şiir okuma, günün anlam ve önemini belirten konuşma yapma, geçmiş depremlerdeki insan ölümleri ve maddi hasarlar konusunda bilgi verme şeklinde değerlendirilmektedir. Kamu kurum ve kuruluşlarında bu anlamda hiçbir faaliyet yapılmamaktadır. Deprem tatbikatlarını, yılda bir güne sıkıştırmak maalesef çözüm olmuyor. Bir deprem ülkesi olan ülkemizde afet tatbikatları her ay evde, işyerinde, okulda, yolda yolakta mutlaka yapılmalıdır.
Depremlerden sonra güvenlik kameralarından ortaya çıkan görüntüler, vatandaşların deprem anında yapılması gerekenler ile hiçbir bağlantısı olamayan davranış sergiledikleri görülmektedir. Bu alanda bir takım sorunların olduğu aşikâr. Milli Eğitim Bakanlığı’nın ders kitaplarında bahsedilenler konuların öğretici olmadığı veya bu yöntemle afetleri ve afet yönetim yöntemlerini anlayamadığımız ortaya çıkmaktadır. Üzerinde yaşadığımız yerküre ve özelliklerinin birkaç saatte öğrenilemeyeceği anlaşılmaktadır.
Birkaç gün önce İstanbul Devlet matbaasında 1929 ve 1934 yıllarında basılan ve üzerinde JEOLOJİ yazan iki adet ders kitabı elime geçti. Üzerindeki bilgilerden de anlaşılacağı üzere Lise 2 Sınıf Ders Kitabı ve Talebe El Kitapları Serisi Nr.5 olarak düzenlendiği anlaşılmaktadır. Yani Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı, 1929 ve 1934 yıllarında lise düzeyinde JEOLOJİ derslerini okutmuşlar. O dönemde JEOLOJİ derslerini müfredat programına koyan yetkilileri tebrik ediyorum.
Üzerinde yaşadığımız gezegeni birkaç saatlik ders ile anlamanın mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Yaşadığımız coğrafyanın bir deprem ülkesi olduğu yönünde herkes hem fikir. Sık sık depremleri yaşadığımız ve bu depremlerden 150 binden fazla insanımızın öldüğü ortadayken maalesef gezegenimiz hakkında yeteri kadar bilgiye sahip değiliz. Bu konuda ciddi anlamda eksiğimiz var. Eğer okullarda 1929’ lu yıllardaki gibi yeniden JEOLOJİ dersleri konulursa gezegenimizi daha iyi öğrenebileceğiz. Böylece evrendeki diğer gezegenlerde olmak üzere Dünyanın depremselliği, deprem oluşturan faylar, volkanlar, meteorolojik olaylar gibi dünyanın sıradan ritüeli olan ancak bizim için afet olan davranışlarını, afetlerden korunma yollarını, pekâlâ öğrenebiliriz.
Afetsiz günler dileğimle…