Makamı İbrahim
Abdülaziz ÖZTÜRK
Makam-ı İbrahim, İbrâhim'in Makamı demektir. Hz. İbrâhim'in (a.s) Kâbe'yi inşâ ederken iskele olarak kullandığı veya halkı hacca davet ederken üzerine çıktığı taşın bulunduğu yerdir. Bunlardan her ikisi de mümkün olabilirse de, bizim açımızdan önemli olan, taş veya bu taşın bulunduğu yer, Makam-ı İbrahim’in Kur’ân-ı Kerim’de geçmesidir. Bu yer, Kâbe'nin doğu tarafında, zemzem kuyusu ile Kâbe'nin kapısı arasındadır. Buradaki taşta ayak izi vardır.
Kısa Tarihçesi
Umumiyetle kabul edildiğine göre Makam-ı İbrahim, Kâbe’nin inşası sırasında Hz. İbrâhim’in iskele olarak kullandığı ve üzerinde davet görevini ifa ettiği taştır. Çok hafif sarı ve kırmızı karışımı beyaza yakın bir rengi olan taşın kalınlığı 20 cm. olup kenar uzunluklarından biri 38, diğerleri 36’şar santimetredir. Üstünde İbrâhim’in ayak izleri olarak kabul edilen, 1 cm. arayla iki çukurluk bulunmaktadır. Bunlardan biri 10, diğeri 9 cm. derinlikte olup tabanda 22 cm. uzunlukta, 11 cm. genişlikte iken yukarıya doğru genişleyerek 27 cm. uzunluğa ve 14 cm. genişliğe ulaşmaktadır.
İbn Abbas’tan nakledildiğine göre nübüvvetten önce Kureyşliler, bir kadın kâhine giderek kendilerinden kimin ayak izinin Makam-ı İbrahim’dekine daha çok benzediğini sormuşlar, o da Kureyşliler’i kum veya yumuşak toprak üzerinde yürütmüş, sonunda henüz yirmi yaşlarında olan Hz. Muhammed’i göstererek onun ayak izlerinin benzediğini söylemiştir (Müsned, I, 332; İbn Mâce, “Aḥkâm”, 21).
Hz. Peygamber’in amcası Ebû Tâlib’in “Ḳaṣîde-i Lâmiyye”sinde yemin ettiği şeyler arasında İbrâhim’in ıslak ayakla bastığı taş da yer almaktadır (İbn Hişâm, I, 272 vd.).
Kaynaklarda Makam-ı İbrahim’de bulunan bazı yazılardan söz edilir. İbn İshak’ın naklettiğine göre bu yazılarda Mekke’nin kutsiyeti, rızkının üç yerden geldiği, onun saygınlığını ilk ihlâl edenin Mekke yerlileri olmayacağı yazılıdır (es-Sîre, s. 86; krş. Abdürrezzâk es-San‘ânî, V, 149).
Kur’an-ı Kerim’de Makam-ı İbrahim
Kur’an’da iki yerde geçmektedir. Bunların ilki;
“Orada apaçık deliller, İbrâhim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Gitmeye gücü yetenin o evi ziyaret etmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir' (Ali İmran:97), diğeri ise
“Biz Kâbe'yi, insanlar için toplanıp sevap kazanma yeri ve emniyetli bir mekân kıldık. Öyleyse siz de İbrâhim'in makâmını namazgâh edinin. Zâten İbrâhim'le İsmâil'e de: “Tavaf edenler, ibâdet kastıyla orada kalanlar, rükû ve secde edenler için evimi tertemiz tutun!” diye emretmiştik (Bakara:125)
Allah’a kulluk amacıyla yapılan ilk mâbedin Kâbe olduğu bildirildikten sonra orada apaçık işaretler ve İbrâhim’in makamı bulunduğu belirtilir (Âl-i İmrân 3/97). Diğerinde ise makām-ı İbrâhim’in namazgâh edinilmesi istenir (el-Bakara 2/125).
Resûl-i Ekrem, Vedâ haccında Kâbe’yi tavaf ettikten sonra makamın arkasında iki rek‘at namaz kılmış ve bir rivayete göre ilk rek‘atında yukarıdaki âyeti okumuştur (Buhârî, “Ṣalât”, 30). Bu ise o mekânın veya taşın Bakara sûresindeki âyette sözü edilen makām-ı İbrâhim olduğunun delili sayılmıştır.
Hz. İbrâhim’in ayak izleri bulunan taş Âl-i İmrân’daki âyette sözü edilen açık alâmetlerdendir. Bazıları “açık alâmetler”den maksadın bundan ibaret olduğu görüşündedir.
Makam-ı İbrahim’in yeri
Makām-ı İbrâhim’in seller yüzünden zaman zaman yerinden sürüklendiği ve Kâbe duvarına kadar gittiği anlaşılmaktadır. Onu günümüzde bulunduğu yere Resûl-i Ekrem’in mi yoksa Halife Ömer’in mi getirdiği konusunda farklı bilgiler vardır. Bazı rivayetlere göre Hz. İbrâhim, Resûlullah ve ilk halifeler zamanında da bugün bulunduğu yerdeydi. Hz. Ömer döneminde sel suları makām-ı İbrâhim’i Kâbe duvarının dibine kadar sürüklemiş ve halife onu tekrar eski yerine koymuştur. Taşın daha önce Kâbe’ye bitişik olduğu ve orada namaz kılanların tavafı engellediğini gören Hz. Ömer tarafından bugünkü yerine getirilmiştir. Mescidde yapılan imar faaliyetleri sırasında Kâbe’nin içinde muhafaza edilen makām-ı İbrâhim, 318 (930) yılında Karmatîler’in zararından korumak amacıyla Kâbe hizmetlileri tarafından saklanmış, daha sonra yerine konulmuştur.
Bu makam için ilk mahfaza Abbâsî Halifesi Mehdî-Billâh zamanında yapılmıştır (777-78). Halife Mütevekkil-Alellah, 8000 miskal altın ve 70.000 dirhem gümüşle eskisinin üzerine yeni bir mahfaza yaptırmışsa da (850) Mekke Valisi Ca‘fer b. Fazl ile Muhammed b. Hâtim mahfazayı sökerek para bastırmışlardır. Mehdî-Billâh’ın yaptırdığı mahfaza (868-69) veya 869 yılına kadar yerinde kalmış, ardından bu haliyle demir bir kubbe içine alınmıştır. Daha sonra makām-ı İbrâhim’in etrafı dört mermer direk ve demir şebeke ile çevrilmiştir. İki direk daha ilâve edilerek üstü kornişte kavisli dirseklerle genişletilmiş, saçaklı bir çatıyla örtülmüş, üzerine gelen kısmı kübik olarak biraz yükseltilip üstüne soğan şeklinde küçük bir kubbe yapılmıştır. Memlük ve Osmanlı sultanları zaman zaman bu maksûreyi imar etmiş veya yeniletmişlerdir.
Kitâbelerde Yavuz Sultan Selim ve III. Murad’ın adları da geçmekteydi. Maksûre ile Kâbe duvarı arasında 15,40 metrelik bir mesafe bulunuyordu. Suûdî idaresi zamanında Faysal döneminde sözü edilen yapı kaldırılıp yerine halen mevcut altıgen şeklinde camekânlı yapı konulmuş, üzeri ise tamamen açılmıştır.
İki rek‘atlık tavaf namazının makam-ı İbrâhim’in arkasında kılınması ve Mescid-i Harâm’da cemaatle namaz kılınırken imamın bu makamda durması müstehap kabul edilmiştir. Mekke’de görülen davalarda davacılara yaptırılacak yemin Kâbe ile bu makam arasında icra edilirdi (Şâfiî, V, 288; VII, 34).
Tavaf Namazı
Gerek orada namaz kılınmasını söyleyen ayet, gerekse Hz. Peygamber’in Makam-ı İbrahim’i Kâbe ile arasına alarak namaz kılması sebebiyle, tavaf sonrası kılınan iki rekât namaz, izdihamın olmadığı durumlarda orada veya oraya yakın bir yerde veya oranın hizasında kılınmaktadır. Hz. Peygamber, Makam-ı İbrahim’de kıldığı iki rekât namazında Allah’ın birliğini, tevhidi içeren Kâfirun ve İhlâs sûrelerini okumuştur. Ancak, kalabalık zamanlarda bu namazın tam orada değil de, tavaf edenleri engellemeyecek şekilde başka bir yerde kılınması daha uygun düşmektedir.
Hz. Hasan’ın (r.a.) Kâbe’yi tavaf edip Makâm-ı İbrâhim’de iki rekât namaz kıldıktan sonra defâlarca tekrarladığı söz
Bir gün Hz. Hasan (r.a) Kâbe’yi tavâf etti, ardından Makâm-ı İbrâhim’e gidip iki rekât namaz kıldı. Sonra yanağını Makâm’a koyup ağlamaya başladı:
“Yâ Rabbî, senin küçük ve zayıf kulun kapına geldi; Allah’ım, âciz hizmetçin kapına geldi; yâ Rabbî, dilencin kapına geldi; Sen’in yoksulun kapına geldi!” diyor ve bunu defâlarca tekrar ediyordu.
Sonra oradan ayrıldı. Yolda kuru ekmek parçalarıyla karınlarını doyurmaya çalışan yoksul insanlara rastladı. Selâm verdi. Onlar da Hz. Hasan’ı yemeğe dâvet ettiler.
Hasan (r.a) yoksullarla birlikte oturdu:
“–Bu ekmeğin sadaka olmadığını bilseydim sizinle birlikte yerdim” buyurdu ve:
“–Haydi, kalkın, bizim eve gidelim!” dedi.
Yoksullar onunla birlikte evin yolunu tuttular. Hasan (r.a) onlara yemek yedirdi, elbiseler giydirdi ve ceplerine de bir miktar harçlık koydu.” ( Ebşîhî, el-Müstatraf,I, 31)
Rabbimiz en kısa zaman da Makam-ı İbrahim’de namaz kılmayı nasip etsin. Amin