ÜSKÜP'TE BAYRAM NAMAZI-2
İHH İnsanî Yardım Derneği'nin kurban organizasyonu çerçevesinde Kurban Bayramı'nı Makedonya'da geçiren Abdülhamid Bayırbaş Kayseri Gündem okuyucuları için izlenimlerini paylaştı. İşte o izlenimlerin ikinci bölümü…
Arefe günü Muratpaşa Camii imamı, sabah namazının 05:25 de kılınacağını duyurduğunda “acaba...” demiştim “…o saatte sabah namazında Üsküp’te cemaat nasıl olacak?”
Otelimiz Muratpaşa Camiine yaklaşık yüz metre mesafedeydi. Bayram sabahı 05:15’te camiye gittiğimizde caminin neredeyse tamamının dolmuş olduğunu görünce merakımızın yerini büyük bir sevinç alıyor.
Ancak asıl sevindirici olan Bayram vaazı idi.
Kürsüye çıkan vaiz arkadaş, nefis bir Türkçe ile vaaza başladı.
İlk olarak zulüm ve işkencelere uğrayan Arakanlı Müslümanlardan bahsetti. Somali’yi anlattı. Sözü Filistin’e getirdi.
Siyonist İsrail’in kuruluşundan (1948) bugüne, Süleyman Mabedinin bulunduğu Kudüs’ü işgal etme girişimlerinden, özellikle Irak ve Suriye’de emperyalist kâfirlerin uygulamaya koydukları planlara kadar İslam dünyasının içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan, Ümmet-i Muhammed’in hâl-i pürmelâlinden bahsetti. Müslümanların bu halde iken hüzünlü bir bayram ifâ edeceklerini ifade ederken ÜMMET BİLİNCİ’ne dikkat çekmesi anlamlıydı.
Vâiz ile tanışmak şart olmuştu.
Klasik ve geleneksek bir vaazdan ziyade altına imza atılacak güzellikte, şuurları uyandıran etkileyici bir konuşma yapmıştı. Böyle bir hoca ile tanışmadan dönmek elbette eksiklik olurdu. Nitekim cemaatle bayramlaşmamızın ardından vâiz ile tanışmak mümkün oldu.
İsmi Süleyman BAKİ, Üsküplü. Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun olduğunu öğrenince daha mutlu oluyoruz. Kendisi, Üsküp’te, ENSAR Derneğinin kuruluşuna öncülük etmiş.
***
Bayramlaşma esnasında İHH’nın yanı sıra, Türkiye’den Makedonya’ya kurban kesimi için gelen Diyanet Vakfı, Deniz Feneri Derneği, İyilik-Der, Ribat Vakfı ve Kızılay temsilcileri ile bayramlaşma ve kısaca sohbet etme imkânı bulduk.
Bahsi geçen kuruluşlar dışında mutlaka kurban etkinliklerine iştirak eden başka kuruluşlar da olmuştur. İsim zikretmeyişimiz rastlamadığımız içindir.
Böyle hayırlı faaliyetlerde bulunanların hepsinden Allah razı olsun. Biz hepsine teşekkür etmeyi borç biliyoruz.
Sözü bu faaliyetlere getirmişken Rufat SHERÎFÎ’nin şu önemli tespitlerini aktarmak isterim:
“Balkanlar, dünya coğrafyasının SİNİR UCU gibidir. Batı ile Doğu arasında köprü görevi görmektedir.”
Bu ifadeler, Bosnalı bilge lider merhum Aliya İZZETBEGOVİC’in düşüncelerini ve “Doğu-Batı Arasında İslam” adlı eserini aklımıza getiriyor.
Başkan SHERÎFÎ sözlerine şöyle devam ediyor:
“Balkanlara yapılan yardımlar Ramazan ve Kurban ile sınırlı kalmamalı, süreklilik arz etmelidir. İlişkiler sadece ihtiyaç sahiplerine yardım şeklinde olmamalı, siyasî ve toplumsal işbirliğine dayanmalıdır.”
Makedonyalı Müslümanlar, İslamî faaliyetlerini kendi sınırlarına tahsis etmiyor, başta Arnavutluk olmak üzere, Kosova ve Bosna’da faaliyet gösteren İslamî kuruluşlarla da işbirliği yaptıklarını ifade ediyorlar.
Şu itirafı iftiharla ve açık yüreklilikle dile getiriyorlar:
“Balkanlardaki Müslümanların bilinçlenmesinde, Bosnalı Müslümanların entelektüel bilgi birikimleri etkili olmuştur.”
***
İHH’nın vekâlet suretiyle kestireceği kurbanların akşama doğru kesileceğini öğrenince Üsküp’ü biraz daha turlama ve tanıma imkânı buluyoruz.
İstanbul’un fethinden 60 yıl önce fethedilmiş Üsküp.
Bu sebeple Üsküp’teki tarihî eserlerin bir çoğu İstanbul’daki tarihî eserlerden daha “tarihî”.
Çarşıda gezerken, her köşe başında Osmanlılar döneminde inşa edilmiş –isimleri bilinen/bilinmeyen- ya han, ya câmi ya da hamam görüyorsunuz.
Muratpaşa Camii tam da bu tarihî çarşının merkezinde. Çarşı esnafı için adeta bir buluşma merkezi. 16. yüzyılda Murat Paşa tarafından yaptırılmış.
Yüz elli metre ötede, biraz tepelik bir yerde Mustafa Paşa Camii var.
Kominist yönetimin hâkim olduğu zamanlarda, bu camilerde ve Makedonya’nın diğer bölgelerinde bulunan camilerin tamamında açıktan ezan okumak yasaklanmış. Ezan, namaz vakitlerinde, cami içinde kısık sesle okunurmuş.
Şimdilerde bu camilerden okunan ezan sesleri Üsküp’ün dört bir tarafında yankılanıyor. Özellikle Doğu Üsküp’te, her namaz vakti, ezân-ı Muhammedîyi dinleyebilirsiniz.
***
Kurbanlar kesiliyor. Önce poşetlere, daha sonra karton kutulara konarak paketleniyor. Bayramın ilk günü, gece geç saatlere kadar, bu işleri takip edip otelimize dönüyoruz.
İkinci günün mesaisi sabahın erken saatlerinde başlıyor.
İyilik Başağı Derneği’nde, isimleri önceden belirlenmiş 400 aileye kurban etlerini dağıtıyoruz.
Öğleye doğru, daha önce Müslüman çocukların Kur’ân ziyafetine katıldığımız Kumanova’ya geçiyor ve orada kesilen kurban etlerinin dağıtımını yapıyoruz.
İkindiden sonra yeniden Üsküp’teyiz. Akşamın alacakaranlığında, Üsküp’ü doğu-batı olarak ayıran Vardar Nehri üzerindeki Taş Köprü’deyiz.
Fatih Sultan Mehmet döneminde yapılan Taş Köprü, bizi alıp o tarihlere götürüyor.
Üsküp’ün tam ortasında, türkülere konu olan ovayı sulayan Vardar Nehri üzerindeki köprü, bir kısmı kenarda kalmış 14 kemerden oluşuyor. Toplam uzunluğu yaklaşık 200 metre.
Makedon hükümeti bu tarihî köprünün sağ ve sol taraflarına birçok alternatif köprü inşa ettirmiş. Amaç, Taş Köprü’yü gölgede bırakmak ama ne mümkün! Makedonya yönetimini rahatsız eden şey, köprünün, Üsküp’e İslam mimarisinin damgasını vurduğunu haykırıyor olması.
Köprünün karşı tarafı Batı Üsküp. Bu bölgede tamamen Batı tarzı bir yapılanma hâkim. Batı Üsküp daha çok Hristiyan Makedonların yaşadığı bir yer. Taş Köprü’den Batı’ya geçer geçmez değişimi fark ediyorsunuz. Batı Üsküp, derin bir tarihî dokuya sahip olan Doğu Üsküp’e hiç benzemiyor.
Taş Köprü, adeta, Doğu Üsküp’deki Müslümanlarla, Batı Üsküp’deki Hristiyanların arasında bir “sinir ucu” görevi üstleniyor.
Taş Köprü’den Batı’ya geçtiğinizde kendinizi bir meydanda buluyorsunuz. Meydanın tam ortasında (Büyük İskender olarak da bilinen) Makedonyalı İskender’in heykeli var. Meydana bakan binaların altları lüks mağazalarla dolu. Üst tarafları ise, pencere kenarlarına kadar yine heykellerle süslenmiş. Köprü’nün doğu kısmında ise, belki de İskender’in heykelinden büyük olan, babası II. Philip’in heykeli bulunuyor.
Firavunlardan biliyoruz ki, tarihte, fizîkî yapılarının ufak olmasından dolayı halklarının karşısına çıkamayan yöneticiler, devâsa heykeller yaptırarak kendilerini halklarına büyük gösterme çabasına girmişlerdir. İskender ile babasının heykellerini yapanlar da, bu heykelleri seyredenler de bu hissi uyandırmaya çalışmışlar diye düşünmeden edemiyor insan.
İskender’in heykelinin bulunduğu meydan –teşbihte hata etmez isek- tam bir puthâne.
Gözlemimiz o dur ki, Makedon hükümeti kendilerinden olan Hristiyan gençlere heykeller üzerinden mesaj vermeyi hedeflemiş. Heykeller inşa ederek tarihî kişilikleri nesillerine takdîm etmek, Makedon hükümetinin tarih politikası haline gelmiş. Nitekim, Büyük İskender’in devâsa heykelinin bulunduğu sütunun etrafına yerleştirilmiş heykeller ile tarihteki pagan bilim adamları ve sanatkârlar temsil edilmeye çalışılmış.
Üsküp şehrinin çehresini Hristiyanlaştırmak için Makedon hükümeti Vodno Dağı’nın tepesine 70 metre yüksekliğinde tamamen demir profilden bir HAÇ dikmiş. 2000 yılında dikilen bu haça, tarihe uygun düşsün diye, “Milenyum Haç”ı adını vermişler.
Gece ışıklandırması sayesinde Üsküp’ün dört bir tarafından izlenebilen bu Milenyum Haç’nın bulunduğu dağın adı “Vodno Dağı” olsa da, Müslümanlar bu haç nedeni ile buraya “Gavur Dağı” diyorlar.
Tüm ideolojiler (dinler de dahil) tarih boyunca, semboller üzerinden mesaj vermeyi ihmal etmemiştir. Kur’an’da da –başta hac ibadeti için olmak üzere- birçok sembol kullanılmıştır.
Muhakkak ki semboller, toplumların dinî, sosyal ve estetik yaşantılarının izlerini ve anlamlarını taşıyan önemli verilerdir. İslam düşüncesinde, toplumsal hayatında ve sanatında da çok sayıda sembol bulmak mümkündür.
Üsküp’te gezerken sembollerin toplum hayatında ne derece önemli olduğunu bir kez daha anlama imkânına sahip oluyoruz.
Şahid oluyoruz ki, Üsküp özelinde, Makedonya’nın tamamında semboller, hem Müslümanlar hem de Hristiyanlar açısından adeta bir var olma aracına dönüştürülmüş. Müslümanlarla Hristiyanların, semboller üzerinden, birbirleri ile kıyasıya mücadele ettiklerini görüyoruz. Mesela, 70 metrelik “Milenyum Haçı”na karşılık Müslümanlar 75 metre yükseklikte bir minare inşa ediyorlar.
Şimdilerde bu mücadele hala camilere karşı kiliseler, minarelere karşı ülkenin her tarafına dikilen irili-ufaklı haçlar arasında devam ediyor.
Kısa da olsa, Üsküp’te ufak bir tepe üzerinde bulunan tarihî kaleden de bahsetmek yerinde olacaktır. Zira ilk defa 6. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen kale Osmanlı’nın Balkanlara yerleştiği dönemde önemli bir savunma merkezi imiş. Kaleden Üsküp’ü farklı bir surette seyretmek mümkün.
***
Bayramın ikinci gününün akşamında çaylarımızı yudumlarken, Üsküplü 60 yaşlarındaki bir Müslüman dinlediğimiz tarihî bir olay bizi hayrete düşürdü.
Osmanlı Hilafet Devleti’nin Balkanlardan çekilmesi ile Müslümanlar için sıkıntılı günler başlar. Komünist yönetimin baskısı altında babası, annesi ve yakınları türlü sıkıntılar çekmişler.
1940’lı yıllar… Türkiye’de o tarihlerde reis-i cumhur İsmet İnönü. Balkan Müslümanlarının ileri gelenlerinden oluşan bir heyet ziyaret ediyor İsmet İnönü’yü. Dertlerini, kederlerini, sıkıntılarını paylaşıyorlar. Tek güvencelerinin Türkiye olduğunu söylüyorlar. Aldıkları cevap karşısında ise müthiş bir hayal kırıklığına uğruyor, yıkılıyorlar ve boyunları bükük bir vaziyette ülkelerine dönüyorlar.
Balkan Müslümanları ümitsizliğe kapılmasın, onların da boyunları bükülmesin diye İnönü’nün şu sözlerini yıllarca gizliyorlar:
“Bizim için önemli olan Türkiye sınırları içerisinde yaşayanlardır. Türkiye hududları dışında kalanlarla artık ilgilenmiyoruz. Başınızın çaresine bakın.”
İsmet İnönü’den bu cevabı alan Müslümanların arasından geldim.
MAKEDONYALI MÜSLÜMANLARIN TÜRKİYE’DEN BEKLENTİLERİnin neler olduğu ayrıca müstakil bir yazının konusu olabilir. Ben onların hallerini, gayretlerini, samimiyetlerini gördüm ve sizlerle paylaşmayı arzu ettim.
Selam ve hürmetlerimle...