- Haberler
- Türkiye'de dini hayat ve toplumun dini eğitim ve öğretim veren kurumlardan beklentileri
Türkiye'de dini hayat ve toplumun dini eğitim ve öğretim veren kurumlardan beklentileri
'Kayseri İl Müftülüğü tarafından Yüksek Dini İhtisas Merkezinde Dr. Necdet Subaşı'nın sorgulayıcı ve içe dönük bir konferansında bulundum. Sorunlarımızın konuşulması ve tartışılmasından hatta kamuoyu ile paylaşılmasından yana olduğunu söyledi. Güzel bir yaklaşımdı çünkü 'kol kırılır yen içinde kalır' sözü ümmete pahalıya mal oldu. Bu anlayış rekabeti, yenilenmeyi ve dönüşümü daha önemlisi hesap verme bilincini yok etti engelledi. Konferans konferansın konusuna aykırılık içererek başlasa da konuşulmaya değer bir etkinlikti'
Yukarıdaki başlık Kayseri Dini Yüksek ihtisas Merkezinde İl Müftülüğü tarafından düzenlenen; Başbakan Başdanışmanı Sayın Dr. Necdet Subaşı tarafından verilen bir konferasa ait.
Müslümanların yitik ve insanlığın kollektif malı olan bilgiye ulaşma ve onun toplumsallaştırılması noktasında Kayseri İl Müftülüğü belki de tarihinin en parlak ve aktif dönemini yaşıyor. Resmi ideolojinin Din ve Asker hassasiyeti Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne bilinen bir gerçektir. Dinin toplumsallaşmasından öte bireyselleştirilmesi ve vicdani bir boyuta indirgenmesi; kültürel role büründürülmesi bu hassasiyetin vazgeçilmezleri arasında ilk sıralarda yer almaktadır.
Türkiye’de dini hayat, din eğitim ve öğretimi tartışılması gereken bir konudur. Öncelikle dini hayatın, din eğitiminin ve öğretiminin referansı ve kriteri nedir, sorusu cevap bulmalıdır. Dini hayatın nasıllığı, ortaya çıkışı ve çerçevesi İslami kaynaklar (Kur’an ve Sünnet) tarafından belirlenmediği bir gerçektir. Yine din eğitim ve öğretimi de bu esaslar üzerine bir bütün olarak verilmediği de.
Laik / seküler bir anayasanın ürünü olan ve yasalarla hareket alanı belirlenmiş olan Diyanet işleri Başkanlığının Kur’an ve sünnetin talep ettiği toplumun ihtiyaçalarını karşılaması pek mümkün değidir. Çünkü anyasa ve yasaların din algısı tamamen vicdani ve kültüreldir. Ama islam bir vicdanın ve kültürün sonucu değildir.
Dini hayat mı dini algı mı?
Subaşı’nın alanının felsefe olması konuşmasında o dili kullanmasını da beraberinde getirdi. Zaten kendileri de bunu söyledi. Meselelere dışarıdan ve içeriden bakış açısı geliştireceğini dolayısıyla seküler dili kullanacağını bunun yadırganmaması gerektiğini de. Ancak Subaşı’nda seküler dilin ötesinde seküler bir algınında (belki bilimsellik adına) izlenimi söz konusu. Buna örnek olarak “Türkiye’de ve Dünyada Dini Hayat” tanımlaması. İslamın din tarifini “Allah katında din İslamdır” ayeti ile Kur’an yapmaktadır. Yani dini anlayışın kaynağını Kur’an ve sünnet oluşturmaktadır. Ancak Subaşı’nın ifadelerinde ve konuşmasının bir bütününde; dini hayatın kaynağı örf, adet, gelenek ve bireyin içinde yetiştiği çevreye verilmekte. Ya da din olarak kabul edilen vicadini, kültürel ve felsefi algının dini anlamda sunulması. Örnek olarak verdiği; Muğla’da Cuma namazı kılmak dindar olmak için yeterli olurken, Erzurum’da 5 vakit namazın dindarlık için yetmeyeceği; Sovyet Rusyasında damat ve gelinin bir mezarın etrafında bir tur dönmeleri dindarlık sayılırken, Balkanlarda Mevlit okunmasının yine öyle kabul edilmesi. Dolayısıyla birey ve toplumlara ait bu! “dini hayatın” herkes tarafından öylece kabulü sözkonusu olmalıdır. Bu yaklaşım seküler/laik/libral açıdan değerlendirildiğinde doğrudur. Ama bu yaklaşımın İslam’ın din, davet ve tebliğ anlayışında ki yeri nedir; meraka değer doğrusu. Sayın Subaşı’nın “Dini Hayat” yerine “Dini Algı” ifadesi daha isabetli olabilirdi.
Dini eğitim ve öğretim veren kurumlar ve Diyanet başlığı şüphesiz ki önemli bir başlıktır. Subaşı’ının “eğer Diyanet ve görevlileri bilgi üretme de ve pratiğe indirmek te camiye gelenlerin / toplumun beklentilerine cevap veremeyecek olursa; kurum olarak güvenini yitirir. Bu kurumun dolduramadığı boş bıraktığı alanları başkalarının doldurması söz konusudur.” Tespiti üzerinde durulması gereken bir tesbittir. Fukayama’ın sosyal sermaye; güven, başlıklı çalışması bu konuya işaret eder. Her ne kadar Allah’ın iman edenlere verdiği “Mümin” güvenilir ünvanı unutulsa da. Güven anlayışı iki sorunla karşılaşılmaktadır; birincisi Diyanet toplumun beklentilerini hangi refaranslara göre karşılayacaktır. İkincisi yasalar ve personel sorunu.
Diyanet ve STK İlişkileri
Bazı odaklar Diyanet ile Dini Eğitim/öğretimi veren dernek/vakıfları karşı karşıya getirmeye çalışmaktalar. Devletin eliyle onların tasfiyesini hedeflemektedirler. Halbu ki İslam tarihi boyunca sivil dini anlayış/yorumlar hep olmuş; bazıları siyasi güçle birliklte çalışırken (İmam Yusuf gibi) ve bazı şahıs ve otoriteler; siyasi otoritelerle aynı fotoğraf karesinde yer almaktan da kaçınmışlardır (İmam-ı Azam Ebu Hanife gibi). Ancak bu karşıtlık/aleyhte değil özgür düşünce ve anlayışın gelişmesi başka bir ifade ile dinin devletin stepnesi olmasının önüne geçilmesi içindir. Cumhuriyet tarihi boyunca din-devlet ve Diyanet-STK’lar ilişkileri değerlendirilerek; 15 Temmuz sonrası dönemde daha sağlıklı ilişkiler geliştirilmelidir. Ancak bu ilişkiler buyurgan olmaktan öte daha iyiyi yakalamak adına işbirliği çerçevesinde geliştirilmelidir.
Sayın Subaşı’nın çoğunluğunu Diyanet personelinin oluşturduğu dinleyici kitlesine karşı yönelttiği “Diyanetin yani sizin muhatap olduğunuz / hedef kitlenizin yaş gurubu kaçtır” sorgulayıcı sorusu çok önemliydi. Ve yine “sizlerin yani bizlerin dindar ailelerin çocukları dini yaşam ve algıları nasıl. Eğilimleri liberal bir hayata mı yoksa bizim yaşam ve anlayışımız doğrultusunda mı? Çocuklarımız dini baskının yorgunluğu sonucu farklılık mı?”
Güvenin Tesisi
Konferansı sonuna kadar dinleyemedim. Aslında zamanımı konferansı dinlemek üzere planlamıştım. Ancak 19.30 da başlaması gereken konferans en az yarım saat gecikmeli başladı. Dolayısıyla konferanstan erken ayrılmak zorunda kaldım. Açılış konuşmasını yapan Yüksek Dini İhtisas Kurumu yetkilisinden bir mazeret sunmasını bekledim ama ses yoktu. Yine Sayın Necdet Subaşı’ndan bir açıklama yapar diye başladım ama nafile! Halbu ki konferansın adı “TÜRKİYE’DE DİNİ HAYAT VE TOPLUMUN DİNİ EĞİTİM VE ÖĞRETİM VEREN KURUMLARDAN BEKLENTİLERİ” idi. Toplum zedelenen ve örselenen güveninin yeniden tesis edilmesini bekler. Toplum dini kuruluşlardan neler bekler; Toplum onlardan “ahde vefa” bekler. Verilen sözün zamanında yerine getirilmesini bekler. Hadi diyelim bir problem çıktı; bir açıklama yapılması gerekmez mi? Değilse konferansa katılanların iradesinin dikkate alınmaması ve saygınlığının zedelenmesi anlamına gelecektir.
Salonda ön sırada oturan ve Diyanet mensubu olduğu her halinden belli olan bir bay yanındakine saatını göstererek şöyle “Avrupa’da gavur bize ders verirken saat 10.00’u bir dakika geçirmezdi” diyordu.
F. Yılmaz ALTUNÖZ