- Haberler
- ''TÜRKİYE ARTIK KABUK DEĞİŞTİRİYOR''
''TÜRKİYE ARTIK KABUK DEĞİŞTİRİYOR''
Dış Politika Uzmanı ve Stratejist Orhan Türkmenoğlu ile Orta Doğu'da yaşanan son gelişimleri, yaşanan krizleri, iç savaşları, Türk dış politikasını ve Türkiye'nin bölgedeki konumunu konuştuk. Orhan Türkmenoğlu, Türkiye'nin artık bölgesinde öne çıkan ve oyun kuruculuğu görevini üstlenen bir misyona büründüğüne dikkat çekerek ''Türkiye artık kabuk değiştiriyor'' dedi.
Orhan Bey öncelikle sizi tanımayan okurlarımız için Orhan Türkmenoğlu’nu sizden dinleyebilir miyiz? Orhan Türkmenoğlu kimdir?
Özellikle Uluslararası ilişkiler ve uluslararası toplumla olan ilişkilerimi anlatayım isterseniz. Son 13 yılımı 3 farklı uluslararası teşkilatta geçirdim. 2000-2003 yıları arasında Bosna Hersek’te konuşlandırılan Birleşmiş Milletler misyonunun Kamu Reform proje başkanlığını yaptım. Daha sonra 9 yıl boyunca Avrupa Birliği’nin yine Bosna Hersek’te konuşlu olan, Kriz Misyonun da 9 yıl boyunca siyasi danışmanlık yaptım. Oradaki misyon başkanına siyasi danışmanlık hizmeti verdim. Daha sonra ki görevimde uluslararası teşkilatlarda Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı’nın Trebinje bölge başkanlığını yaptım. Sonrasında ailevi nedenlerle Türkiye’ye döndüm. Aslen Kayseri Pınarbaşı ilçesi, doğumluyum.
Dünya geneline bakıldığı zaman genel bir siyasi çalkalanma olduğu gözleniyor. Özellikle Ortadoğu’da bir türlü durulmak bilmeyen sular, siyasi güç savaşları ve ne yazık ki iç savaşlar var. Genel çerçevede bakacak olursak Türki’ye özellikle Ortadoğu’da yaşanan krizin neresinde. Bu büyük resimde Türkiye’yi nasıl konumlandırıyorsunuz?
Bu soruya biraz daha holistik yaklaşmak için biraz daha geriye gitmek lazım. Türkiye aslında kabuk değiştiriyor, 1990’lı yıllardan başlamak üzere ve iki binli yıllarda daha da ön plana çıkan bir durum. Türkiye’nin kabuk değiştirmesi şu 70-80 yıllık konveksiyonel geleneksel dış politika yaklaşımından biraz daha proaktif, bölgede oyun kurucu, bölge ülkelerindeki rejimlerde söz sahibi olacak bölgede barış unsurlarını bir araya getirecek yapı taşlarından birisi olmak gibi bir role soyundu. Türkiye’nin önünde iki seçenek vardı. Özellikle 2 binli yıllarda aslında rahmetli Özal bunu bir başlattı ancak ondan sonraki siyasi istikrarsızlıktan dolayı devam ettirilmedi. Türkiye’nin önündeki iki yoldan birisi 2 binli yılara kadar devam ettirilen o gelenekselliğe davam edebilirdi. Herhangi bir şekilde bölgesel güç olmayı ve daha ileriki aşamalarda küresel bir güç olamadan, herhangi bir siyasi risk almadan bölgesel güvenlik riskinde almadan ve ülke sınırlarına da sokamadan kendi kabuğu içerisinde bir Ortadoğu ülkesi olarak yaşamaya devam edebilirdi bu tercihlerden birisiydi.
Bir diğer tercih ise biraz daha ufkunu geliştirerek, bölgemizdeki ülkelerle olan münasebetlerimizi Türkiye’nin bölgedeki siyasi hâkimiyetini ön plana çıkararak, bütün dinamiklerini kullanarak daha aktif daha atılımcı bir politikayla bölgesinde bir toparlayıcı güç unsuru olma bir lider olma yolunda ilerleyecekti. Gelinen noktada bu ikinci seçeneğin başarılı olduğunu da görmekteyiz.
Neden Türkiye Bölgesel bir güç, bölgesel bir lider olmalı?
Bana göre birinci sebep Türkiye’nin nüfus olarak iç dinamikleri, ikinci sebep ekonomik gücü, çünkü İslam dünyasının en batı yüzü Türkiye bana göre. İslam dünyasının batıya açılan yüzü de Türkiye. Bunu çok dini eksende değerlendirmek istemiyorum ama Türkiye’nin sahip olduğu İslami değerlerle demokrasinin bir arda yoğrulduğu halini batıya göstermenin bence mükemmel bir örneğidir Türkiye. Bunu İslam coğrafyasında özellikle yapabilecek başka bir ülke oluğu kanaatinde değilim.
Peki, Neden Batı? Türkiye neden kendini batıya göstermek zorunda?
Batıya şunun için göstermek zorunda. Dünyada mevcut konulan değerlerin, Birleşmiş Milletlerin meşhur bir endeksi vardı Humun Daimenşın İndeksi’’ diye. Bu HDİ deki amacı da şudur seksene yakın kriter göz önene alınarak dünyada yaşanılabilir demokrasinin, insan haklarının en üst düzeyde tutulduğu ülkeler hangileridir. Bu standartlara bakıldığı zaman hep batının ülkeleri, Norveç, Kanada gibi ülkeler. Maalesef batı değerlerinin, batıdaki demokrasi anlayışının bir şekilde kıstas ve norm olarak iştihat olarak alınmasından dolayı İslam dünyasının batıya dönük olan yüzünü en iyi gösterebilecek olan ülkenin Türkiye olduğu kanaatindeyim. Dünyada başka insan hayatına uygun ortay konulmuş normlar olmadığı işçin, kıstas alınabilecek tek örneğin batıda olmasından dolayı buna mecbur kalıyoruz
Afrika ve Orta Doğuda bir isyan dalgası başladı. Bir domino etkisi gibi yayılan ve bir anda durulan ‘’ Arap Baharı’' yaşandı. Genel çerçevede soracak olursak Ortadoğu’da ne oldu?
Aslıdan Arap baharı terminoloji olarak uygun değil. Çünkü Arap baharının yaşandığı ülkelerin hiçbirine bahar gelmedi. Tunus, Libya, Mısır bu saydığımız ülkelerden hangisi, oradaki baskı altında yaşayan halkların hangisi daha iyi şartlarda yaşıyor. Libya’ya bakın Libya’da şuan faal olan 56 tane bölünmüş silahlı grup var ve bir konsey ülkeyi yönetmeye çalışıyor. Hal böyle olunca durum Arap Baharı olmaktan çıkarak Arap kışı oldu. O yüzden bence evet bilişim dünyasının aktif olduğu dünyada Arap Baharı oradaki halklara özgürlük ve refah getirmesi anlamında iyi bir başlangıçtı fakat bu bahar hiçbir zaman gelmedi ve gerçekleşemedi. Özellikle Ortadoğu’ya inmedi Arap yarım adasına inmedi. Oradaki halkalara hiçbir özgürlük getirmedi. Getirmediği içinde bana göre Arap baharı sadece saman alevinden başka bir şey olmadı geldi ve geçti.
Yaşanan bu kitlesel hareketlenmenin nedenleri neydi peki?
Bununla ilgili çok komplo teorileri var dünyada. Örnek verecek olursak dünyada dominant güçlerin bu işe ön ayak oldukları bir şekilde ilk kıvılcımı yarattıkları söyleniyor ama ben o komplo teorilerine çokta önem vermiyorum. Sebebine gelecek olursak bana göre mevcut bilişim çağında artık o coğrafyadaki insanlar genç nüfus dünya ile iletişim haline geçti. Bu iletişimin sonucunda Mısır’da çölde yaşayan bir öğrenci batıdaki şartlara bakarak ‘’neden bende bu şartlara sahip değilim’’ diye sorgulamaya başladı. Bunun sonucunda insanların ulaştığı sonuç ise ‘’iyi yönetilemiyorum demek ki’ oldu. İyi yönetilemediği içinde bu olaylar bir kartopu gibi yuvarlandı ve bu seviyelere ulaştı.
Yaşanan olaylar her ne kadar üzücü olsa da, yaşanan bu kaos ortamı bölgede bir lider olma yolunda ilerleyen Türkiye’nin önünü açtı diyebilir miyiz?
Hayır, aslında Türkiye’nin önü çok önce açılmıştı. Türkiye’nin önü Sovyetlerin dağılmasından sonra açıldı . Sovyetler Birliği’nin varlığı coğrafyada Türkiye için çok ciddi manada, o zamanın şartlarında ciddi engel yarattı. Nedir bugün Orta Asya dediğimiz her ne kadar kabul etmeseler de Türki Cumhuriyetler dedikleri coğrafya ya Türkiye hiçbir zaman müdahil olamadı. İşte Balkanlar kapı komşumuz olan ülkeler, Bu bölgeler Osmanlıdan sonra 70 yıl gidemediğimiz bir coğrafyaydı. Aslında Arap baharında çok önce Sovyetlerin dağılmasıyla önümüz açılmış oldu. Çünkü Sovyetler Birliği bölgede hakikaten dominant bir güçtü. O dönemde Irak’a, Suriye’ye rejim ihraç ettiler kısmen Mısra rejim ihraç ettiler, Birçok Kuzey Afrika ülkesine rejim ihraç ettiler. Hal böyle olunca, Arap baharından ziyade Sovyetlerin dağılması ülkemizi bölgesel bir güç olma yolunda öne çıkardı.
Bölgenin diğer bir sorunu… Son aylarda dünya gündemine oturan bir konu İŞİD. Bu örgütün bu kadar hızlı büyümesinin nedeni neydi? Bölgede İŞİD gibi bir örgütün bulunması Türkiye‘yi nasıl etkiledi? Gerçekten iddia edildiği gibi Türkiye’nin bu örgüte destek vermesi söz konusu mu?
İŞDİ doğran temel unsur Afganistan’da El Kaide’nin işinin kısmen tamamlamış olması. Birazda El Kaide’nin bu işe hangi mantıkla yaklaştığını göz önünde bulundurarak cevap vermek istiyorum. Özellikle Afganistan’daki mücadele kısmen tamamlandıktan sonra El Kaide kendine Ortadoğu da yeni bir mecra aradı. Bu mecra için en uygun alan Irak’tı. Hatırlanacağı gibi ilk yapılanmaları Irak’tır. Ondan sonra Suriye krizi patlak verdi. Suriye üzerine El Nusra üzerinden geçiş yaptılar. İŞİD’in bölgede nasıl ve neden başarılı olduğuna gelince bana göre birinci sebep, Irak özelinde Saddam döneminde Saddam ordusuna Sünni zabitan subay grubu hâkimdi. Fakat ABD’nin müdahalesinden sonra yapılan en büyük hata Irak ordusunun tamamen terhis edilmesi oldu. Eğer Irak ordusu terhis edilmeseydi, Irak bugün yaşadığı mezhep savaşını yaşamazdı. Hal böyle olunca Sünni emir komuta zincirinde bulunan subayların büyük bir kısmı Irak ordusundan çekildiler ve Irak’ta hala çok güçlü aşiretler var. Bu bahsettiğim komuta kademesindeki subaylar bir şekilde bir aşirete bağlılar. Tüm bunlar Saddam ordusundan ayrılan subay ekibi; Irak ordusunun stratejilerini yazan, bölgeyi iyi bilen, ordunun imkân ve kabiliyetlerini iyi bilen, neyi yapıp neyi yapamayacağını bilen unsurlardı. Hal böyle olunca askeri müşterekle buluşması gerekiyordu. İŞİD ile Saddam ordusundan ayrılan subayların bir araya gelmesiyle bölgede ciddi bir hâkimiyet sağladılar. Biraz daha öteye gidecek olursak orada şuna fiili bir yönetim oluşmuş durumda. Irak’tan alınmış, büyük bölümü Suriye’den alınmış başkenti Rakka olan bir oluşum var. Şuanda kontrol ettikleri bir bölge var.
Türkiye için mevcut şartlarda her hangi bir şekilde bu işe ön ayak olduğunu destek verildiği kanaatinde değilim. Bu iddiaları kanıtlayacak ciddi emareler olduğunu da düşünmüyorum. Türkiye için ileriki dönemlerde her hangi bir şekilde tehdit oluşturur mu? Evet oluşturur. Mutlak süratle buna göre tedbirini alması gerekir. Sınır kontrolü Türkiye için önemlidir. İŞİD’in milli güvenliğimize bir tehdit oluşturabileceğini düşünüyorum.
Suriye konusuna değinmişken yaşanan iç savaş nedeniyle milyonlarca mazlum insan ülkelerini terk etmek zorunda kaldı. Yüz binlercesi bu savaşta can verdi. Suriye’de yaşanan bu üzücü olaylar sizce nasıl son bulur?
Ben daha önce Bosna krizini yaşadım. Bosna’da bir buçuk milyona yakın insan yerlerinden edildi ve bu insanların evlerine dönüşü ortalama 10 yıl sürdü. Çünkü bu insanların dönebilmeleri için orada güvenli ortamı yeniden oluşturmanız gerek. Güvenli ortamdan evvel oradaki iş imkânlarını yeniden ayağa kaldırmanız gerekir. Orada sistemi ayakta tutacak bir devlet rejimi oluşturulmadan ülkelerini terk etmek zorunda kalan insanların yeniden dönebileceğini düşünmüyorum. Mevcut Baas rejimi ön görülen bir sürede devrilemeyecek muhtemelen. Ancak bu rejim ülkesindeki kontrolü neredeyse kaybetti yönetimin dörtte üçünü kaybetmiş durumda. Yeni bir devlet düzeni kurulmak üzere. Önümüzdeki süreçte muhtemelen Suriye iki ya da üçe bölünecek. Türkiye’nin ise dış siyaset anlamında ideali Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunarak daha demokratik, halkın seçimi ile bir yönetimin iktidara gelmesidir. Ancak İŞİD’in bölgedeki varlığını ister istemez göz önüne alırsak, özgür Suriye ordusu bir taraftan, Esed güçleri bir diğer taraftan her üç denge unsurunu bir araya koyduğunuzda Suriye’nin en az iki ya da üçe bölüneceği kanaatindeyim.
Peki, bizim kanayan yaramız Filistin konusunda ve atılan adımlar konusunda ne düşülmüyorsunuz?
Filistin sorunu yeni bir sorun değil 1946’da başlayan ve 1967’de uluslararası arena da herkesin dikkatini çekmeye başlayan bir husus. Filistin tarafına bakıldığı zaman batı dünyası ve Avrupa birliği ülkeleri tarafından sevindirici bir şekilde Filistin’in tanınırlığı artıyor. Bu durum özellikle Türkiye’nin çok ciddi bir şekilde üstünde durduğu bir konu. Birleşmiş Miletlere gözlemci ülke olarak katılmasının sağlanması Türk dış politikasının ciddi anlamda bir zaferidir. Bu devam edecektir Filistin sorunu, Filistin tüm dünya ülkeleri tarafından tanınması sağlanan kadar devam edecektir. Özellikle Türk dış politikası son 13 yıldır çok doğru bir çizgide. Ülkemizin orada ezilen mazlum halkın, zulüm altındaki milletlerin bu zulümden bir şekilde kurtulması için verdiği tepki, uluslararası toplumlar tarafından da takdir edilen bir durum.
SÖYLEŞİ: MESUT DAVARCI