Tuncay Sergen, Kayseri’de dünyaya gelmiştir. Kayseri İnönü İlkokulu, Talas ve Tarsus Amerikan Kolej'leri, Robert Kolej (Boğaziçi Üniversitesi) inde okumuştur. İş İdaresi Bölümü’nden mezun olduktan sonra, Endüstri yönetimi konusunda master yapmıştır.
Çalışma hayatına 1978 yılında inşaat demiri ticareti ile başlayan Sergen,1985–1991 yılları arasında Çolakoğlu Metalürji ve Çolakoğlu Dış Ticaret A. Ş. şirketlerinde demir çelik ticaretinden sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yapmıştır. 1991 yılında Sergen Metal Dış Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti’ni kurmuştur.
Tuncay Sergen, 2010-2013 yılları arasında, İstanbul Sanayi Odası’nda sektör temsilcisi olarak seçilip görev yapmıştır. Sergen Metal, YİSAD’ın kurucu üyelerindendir. 2011 yılından itibaren YİSAD’ın başkanlığını yapmaktadır.
Tuncay Sergen, Kayseri İli Yardım Derneği İstanbul Şubesinde Yönetim Kurulu üyeliği (başkan yardımcısı) yapmış. Dernek başkanımız Yunus Emre Özulu Hoca’mın “Bizim Kayseri” kitabını ikinci kez basılmasını sağlamıştır. Derneğimizin İstişare Kurulu üyesidir. Yaptığı etkinliklere mutlaka katılır.
Her yıl bursiyer öğrencilerimizi Çanakkale’ye gönderir. Bütün masrafları karşılar. Gençlerin tarihlerini öğrenmelerini, bu ülkenin nasıl kazanıldığını bilmelerini ister. Bizim Kayseri dergimizin önceki sayılarında Kayseri kültürüne ait makaleleri yayınlandı. Edebiyata ve sanata, meraklı kişiliği ile de bilinir.
NEBAHAT SERGEN (1930-2013)
Tuncay Sergen, annesi Nebahat Hanım’ın anısına bir takvim çıkararak onu yâd etmek istemiş. Biricik annesine olan sevgisini şu cümlelerle anlatmış:
En çok pembeyi severdi. Pembenin yirmi tonunu bilirdi. Ben onu, gülümsediğinde güle benzetirdim.
O yüzden ben anneme daha çok “pembe gülüm ”derdim.
Yaşlanınca güzel kızım olmuştu.
Bazen “fıstıkım” derdim ona. Bazen “ minnoşum” canım, güzelim.
Bazen “sen güzel bir kediye benziyorsun ama bıyıkların eksik” derdim.
Kedileri severdi. Gülümserdi.
Ben annemi çok seyrederdim.
O, doğduğumdan beri beni en iyi bilenimdi. En iyi anlayanımdı. Annemdi.
Hep beyaz sayfa açanımdı. Beni altmış yaşına kadar çocuk tutanımdı.
Sevindiğinde en çok sevindiğimdi. Ona, onun deyimiyle “kuşun kanadında “giderdim.
Güzeldi. Otururken, vazoda bir demet çiçeğe benzerdi.
Ev, onunla dolar, güzelleşirdi. Hasta yatağında, yaprakların arasına saklanmış serçeye benzetirdim.
Anne derdim,
“Bir de sen, neye benziyorsun, biliyor musun?
Hani Kayseri’de meydandaki parkın girişinde ayakkabı boyacıları vardı.
Cızır’ın kocası Palabıyıklı Bekir’in sandığını hatırlar mısın? Göbeği sandığa kadar sarkardı. En gösterişli onunkiydi.
Sandığın iki yanında parlak pirinç kapaklı, renk renk boya şişeleri, ortasında ayak konan yer. O sandığın altında, uçuk mavi-beyaz tonlarla çizilmiş bir resim vardı 50 yıl önce.
Hatırlar mısın? Resimde, gökyüzünde bulutlarla uçuşan melekler vardı.
Şimdi seni o meleklerin birine benzetiyorum”.
Gülümser, gül gibi uçar, ama susardı.
Bir gün, bir eylül günü, annem, uçup o meleklere gitti.
Burada artık çocukluğu bitmiş yaşlıca bir adam bırakarak.
Kim bilir, belki zamanla “hayal-meyalleşecek” anıları, sevdiği şiirleri, her gün bir yenisini bulduğu güzel sözleriyle. Sözleri uçup gitmesin istedim. Diyor ve takvimin yaprakları tek tek açılıyor;
ANNEM DERDİ Kİ;
· Ağaca çıkan keçinin, dala bakan oğlağı olur.
· Ağılda oğlak doğsa, ovada otu biter.
· Allah uçamayan kuşa alçacık dal verir.
· Aç ölmez gözü kararır, borçlu ölmez benzi sararır.
· Acemi imam minareyi yıkar sesinen, acemi kadın kurnayı kırar taşınan.
· Allah yatanı utandırmasın, bakanı usandırmasın.
· Atını alan, yolunu da almadı ya.
· Ayıyı vurmadan postunu satma.
· Az ekmeğe çok bismillah ne yapsın.
· Balı, parmağı uzun olan değil, kısmeti olan yer.
· Başkasının ölüsü başkasına uyuyor gelir.
· Bereket versin tipiye, sürdü getirdi kapıya.
· Bey görmeyen, Hacı Bey’i bey sanırmış.
· Bir gemiyi iki reis batırır.
· Borçlunun duacısı alacaklısıdır.
· Burada deve desem, oraya gelinceye kadar kervan oluyor.
· Cami ne kadar büyük olsa da imam bildiğini okur
· Davacın kadı olursa, yardımcın Allah olsun.
· Doğru söz yemin istemez.
· El yumruğunu yemeyen kendi yumruğunu değirmen taşı sanır.
· Fareye aslan kimdir demişler, kediyi göstermiş.
· Garibe bir selam, bin altına değer.
· Görünen dağın uzağı olmaz.
· Her tarlada bir çakıl, her insanda bir akıl.
· Herkes sarığını sarar, elinin yettiği yere sokar.
· Karga kekliği taklit edeyim derken, kendi yürüyüşünü şaşırmış.
· Karnının doymayacağı yere, açlığını belli etme.
· Kul kulunu, yağmur olsa ıslatmaz.
· Kurt ne bilsin koyunun pahalı olduğunu.
· Lafla pilav pişerse, deniz kadar yağı benden.
· Malın iyisini bilmiyorsan pahalısını al, fiyatını bilmiyorsan yarısını ver.
· Misafir on kısmetle gelir, birini alır, dokuzunu bırakır.
· Namazda gözü olmayanın, ezanda kulağı olmaz.
· O zamanlar attığım taş yerine giderdi.
· Odunu kendi kesen, iki kere ısınır.
· O Hacı, bu Hacı, kim boyacı.
· Olsa ile bulsayı ekmişler, hiç bitmiş.
· Onmadık yılı yağmuru harman vakti yağar.
· Oturduğu ahır sekisi, Okuduğu İstanbul türküsü.
· Ödünç güle güle gider, Ağlaya ağlaya gelir.
· Sattığın bağın kaç salkım üzümü var?
· Sütlü koyunu sürüden ayırmazlar.
· Şeytanla ortak buğday eken, samanını alır.
· Verdiğin parayı saymazsan bedava.
Annem derdi ki;
· Yolcuya sormuşlar;
- Aç mısın, susuz musun, uykusuz musun?
- Gelirken çeşme başında az uyumuştum demiş.
Yazan : m. Orhan CEBECİ