• Haberler
  • Tezenenin asırlardır yüreğimize dokunuşu

Tezenenin asırlardır yüreğimize dokunuşu

İnce dokunuştur yüreğimizde yere ettiklerimizin bıraktığı hüzünler. Turnalar gurbeti ötelemez bizlerden. Birkaç telin muhabbetinde yoğrulur sılamız, gurbetimiz sancımız. Sapından süzme bal akıttığımız duygulara tercümandır sazımız. Bir yerlerinde kendimizi bulduğumuz, gönül dünyamıza yolculuk yaptığımız türkülerimiz. Bizde bizi buldurur her daim içinde kendini arayan herkese.

İngilizce “luth” adı, Arapça “el-ud”dan gelmektedir. Endülüs kültürü aracılığıyla bu isim Avrupa kültürüne geçmiş ve luth, lauta, lauda gibi adlara dönüşmüştür.

Uzun saplı lutların tarihsel olarak görüldükleri ilk kaynak, MÖ. 3. bine ait, Akad devri silindir mühürleridir. Özellikle MÖ. 2. binden başlayarak, daha küçük yapıdaki uzun saplı lutlar, Doğu Akdeniz, Mezopotamya ve Doğu Asya’da bulunmuştur. Bu türlerin bilinen en eski örnekleri, MÖ. 1730-1580 tarihlerinde Mısır’ da görülmektedir. Bunlar sapın uç kısmına doğru sivrilerek uzayan örneklerdir. Ayrıntılı resimler üzerinde açıkça görülebilmektedir ki, çalgı, üzerine bağlanmış bir mızrap veya çalanın bileğine bağlanmış bir tel aracılığıyla çalınmaktadır.

Bağlama benzeri çalgıların Anadolu’da bulunan en eski örnekleri ise, MÖ. 1680-1375 tarihlerinde, Eski Hitit Dönemi’ne aittir. Ayrıca, Zincirli ve Kargamış’ta (G. Antep) da, Geç Hitit Dönemi’ne ait çeşitli kabartma taş levhalar üzerinde de bu tip çalgılara rastlanmıştır. Bu tür çalgıların Frigler, Lidyalılar ve Urartularda da kullanıldığı bilinmektedir.

Bizans döneminde, 5. yy ait mozaikler üzerinde, “pandura” adı verilen, üç telli ve perdesiz örneklere rastlanmaktadır. Bu mozaik Selçukluların Anadolu’ya gelişinden önce de, bu tür çalgıların Anadolu’da kullanılmakta olduğunun bir göstergesidir. L. Picken’a göre, uzun saplı lutların asıl kaynak yeri, Suriye ve çevresidir. Bu tip çalgılar, olasılıkla 2500 yıl önce Asya’ya geçmişti. Çünkü 2. ve 3. yüzyıllarda, benzer çalgılara Çin’de de rastlanmaktaydı.

Bağlama benzeri çalgıların batıya yeniden getirilişlerinde, Türkler’in aracılığı etkili olmuştur. Asya Türkleri arasında, bağlamaya benzeyen ilk örnekler, eski Kırgız Türklerinin yerleşim alanı olan Hakas bölgesinde bulunmuştur. İki telli olan bu örneklerin perdeleri yoktur. Bu çalgının perdeli örneklerine günümüzde “dutar (ikitelli)” denilmektedir. Genel olarak Asya Türkleri, bağlama tipli telli çalgılara “kopuz” yada “komıs” adını vermektedir. Asya kopuzlarında, tel sayısı ikiden fazla olanlara da (tanbura anlamında) “dambra” yada “dombra” denilmektedir. Gürcüler, bu tip çalgılara “pandur” demektedirler. Bu ilişki ve benzerlikler, “pandura” ile “tanbura” arasındaki yakınlık ve yaygınlığa da dikkatimizi çekmektedir.

Anadolu sazlarındaki bu adlanmaların tarihsel gelişimini incelerken, yararlanılan önemli kaynakların başında, halk ozanlarının şiirleri gelmektedir. Yunus Emre (XIII.yy)’den başlayarak, kopuz, çeşte (şeştar-altıtelli), tanbura, cura, saz, bağlama, çögür gibi adların, sıkça bu metinlerde geçtiği görülür. Kaygusuz Abdal (XIV.yy), Pir Sultan Abdal (XVI. yy), Kazak Abdal (XVI.yy), Köroğlu (XVI.yy), Karacaoğlan (XVII.yy), Dadaloğlu (XIX.yy), Dertli (XIX.yy), Aşık Veysel (XX.yy) gibi daha pekçok ozan, hayatlarını paylaşan bu sadık dost için, şiirler söylemişlerdir.

Ali Ufki (XVII.yy), Kantemiroğlu (XVIII.yy) gibi Osmanlı Saray hizmetinde bulunmuş hristiyan kökenli Avrupalı tutsaklar, o dönemin müzik ve çalgılarıyla ilgili önemli bilgiler vermektedirler. Özellikle tanbur, şeştar gibi isimlere onların eserlerinde de rastlanmaktadır.

Önemli bir başka kaynak olarak, yabancı gezgin ve resmi görevlilere ait seyahatnamelerin kayda değer gözlem ve bilgiler içerdiği görülmektedir. XV. yydan itibaren gelişmeye başlayan ancak özellikle XVII. yydan sonra yoğunlaşan bu kaynaklarda da, saz kültürüne ilişkin pek çok bilgi elde etmek mümkündür. Nicholay (XVI.yy), Blainville (XVIII.yy), Fonton (XVIII.yy), Toderini (XVIII.yy), Vileatteaou (XIX.yy) gibi yabancı gezginlerin yanı sıra, yerli gezginlerin en önemlisi olan Evliya Çelebi (XVII.yy), ‘den de telli çalgılarımıza ilişkin bilgiler derlenebilmektedir.

Günümüzde, bağlama benzeri çalgıların hala oldukça geniş bir ülkeler coğrafyası içinde kullanılıyor olduğunu görüyoruz. Uzak doğudan Asya kültürlerine, orta doğudan Anadolu’ya, Balkanlardan Akdeniz kültürlerine hatta Latin kültürlerine dek, çok değişik form, ölçü ve adlar altında kullanılan bağlama benzeri çalgıların, farklı kültürlerden insanlarla olan ilişkisinin daha uzun yıllar, gelişerek devam edeceği görülmektedir. Halk müzikleri içinde de çoğu ülke için, bu aileden çalgılar, vazgeçilmez bir değer taşımaktadır.

Anadolu halk müziğini tek bir enstrümanla anlatacak olsak aklımıza ilk olarak bağlama
gelirdi herhalde. Anadolu´da bağlama girmemiş yöre ve ev yoktur.
Bağlamanın atası, Dede korkut hikâyelerinde adı çok sık gecen kopuzdur. Yaklaşık
2000 yıllık bir geçmişi olan ve birden çok telli saz türünü kapsayan kopuz, Orta Asya´daki
Türk boyları tarafından kullanılmış, ilk zamanlar o bölgenin “gezginci ozanları” aracılığıyla Anadolu´ya gelmiştir.

Bölgede yasayan Şamanist Türkler, kopuzu kutsal kabul etmiş, çalmasını bilmeyeni kendilerinden saymamıştır. Hatta savaşlarda belinde kopuz olan savaşçıya düşmanın el sürmediği söylenirmiş. Kopuz, bağlamadan farklı olarak teknesi deriyle kaplı, perdesiz, iki veya üç telli, telleri at kili, koyun, kurt bağırsağından yapılmış kirişlerden oluşan bir enstrümandır. Çalınış sekli, bugün bağlamada da kullanılan, tezene yerine parmaklarla vurarak çalma sekli olan “şelpe”, “pençe” gibidir.
10. yüzyıldan sonra Türk boylarının Anadolu´ya yerleşmesiyle, kopuzdan türeyen ve yakin zamana kadar kimi yörelerde rastlanan iki telli “Türkmen dütarları” çalınmaya başlanır. Tarihçi Hammer´e göre 15. yüzyılda, uzun saplı bir kopuz türü olan “kolca kopuz”a ilk madeni tel Anadolu´da takılır. Böylece kopuzdan bağlamaya geçiş enstrümanı olan “çöğür”ün ilk adimi atılmıştır. Evliya Celebi´ye göre, çöğür ilk kez Kütahya´da yapılır.
Kopuzun deri olan göğsü madensel telin basıncını karşılayabilmek için ashaba dönüştürülmüş, sapı uzatılmış ve perde takılmıştır. Beş kıl telli çöğür, madensel telli (üçerden dört gruplu oniki telli) büyük gövdeli, uzun saplı bir çalgıya dönüşmüştür. Günümüzde çöğür, orta boy bağlamada küçük bir sazdır. Tüm bunlar olurken, beş telli kopuzun da Mevlana Celaleddin-i Rumi tarafından “altın telli sestar” (Seshane) haline getirildiği sanılmaktadır, “Sestar” sözcüğü. Yunus Emre´nin Pir Sultan Abdal´in şiirlerinde de geçer. Evliya Celebi´ye göre kopuz, seshanenin yavrusudur. Bağlama adına, ilk olarak 18. yüzyıl metinlerinde rastlanıyor. Bu dönemde Anadolu´ya gelen Jean Benjamin de Laborde, seyahatnamesinde, “Bağlama yahut tamburanın biçimi tıpkı çöğürün ki gibi, ama ondan daha küçüktür … ” der.Burada adi gecen enstrüman, bağlama ailesinin en küçük elemanı olan cura da olabilir.

Anadolu´da yaygın olarak kullanılan üç tür bağlama: Uzun saplı bağlama, kısa saplı bağlama ve cura. Kopuzun Anadolu´da geçirdiği evrimlerden ve sapına perde bağlanmasından sonra ortaya çıkan Bağlama´dır. Türkmenler tarafından tıpkı kopuz gibi kutsal bir enstrüman sayılıyor. Nitekim, Alevi ve Bektaşiler´in dinsel törenleri olan “Cem” , bağlamanın öpülüp basa koyulmasıyla baslar ve tüm tören boyunca deyişler bağlamayla çalınır. Alevi Bektaşi dedeleri de bir nevi “gezginci ozan” sayılabilirler. Bu dedeler, küçük olusu ve rahat taşınabilirliği nedeniyle yanlarında daha ziyade cura taşırlar, “sokaklarda herkesin rastgele tıngırdattığı, üç madenli telli, küçük değersiz bir sazdır” sözleriyle geçer. Bağlama hem genel geçmişi ile hem de Alevi Bektaşi kültürünün bir parçası olarak, vazgeçilemeyecek bir Saz´dır.

HAZIRLAYAN: MAHMUT HOP

 

 

Bakmadan Geçme