Tarihin izlerini taşıyan ibadethane Cami Kebir

Camiler, gerek mimarisi gerekse atmosferi sayesinde toplumun dikkatini çeken ibadethanelerdir. Cami Kebir (Ulu Cami) de bu ibadethanelerden biridir.

 Ramazan ayında ibadet eden insanların uğrak yeri olan Cami Kebir, Kayseri’nin en eski camilerinden biridir. Ulu Cami, 1134-1143 yılları arasında Danişmend Hükümdarı Melik Mehmet Gazi tarafından inşa edilmiştir. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde onarılan bu yapı, kesme taş mimarisi ve Selçuklu taş işçiliği ile dikkat çekmektedir. Günümüzde ibadete açık olan cami, Kayseri’nin tarihi kimliğini yansıtan önemli eserlerden biri olarak varlığını sürdürmektedir.

Kayseri şehir merkezinde, Kapalıçarşı’nın yanında yer alan Ulu Cami, Cami-i Kebir veya Sultan Cami olarak da bilinmektedir. 1135 yılında Danişmendli hükümdarı Melik Mehmet Gazi tarafından yaptırılmıştır. Yapının 1206 yılında Yağıbasanoğlu Muzaffereddin Mahmud tarafından onarıldığına dair bir kitabe bulunmaktadır. Bu onarımda, caminin kuzey duvarındaki kapının yanındaki kitabe, restorasyonun tarihi hakkında bilgi verir. Caminin onarımını üstlenen aynı şahıs, Gülük Camii’ni de onartmıştır. 1716 yılında büyük bir deprem sonrası ciddi şekilde zarar gören cami, uzun süre kullanılmaz halde kalmış, ancak 1723’te Kayserili Hacı Halil Efendi tarafından restore edilmiştir. Bu restorasyon sırasında minarenin yıkılan külahı, çöken kubbeleri ve minarelerin yeniden inşa edilmiştir.  Caminin kuzeye açılan kapısının yanındaki kitabe, yapım kitabesi değil, bir onarım kitabesidir. Bu onarım, Melik Mehmet Gazi’nin yeğenlerinden Yağıbasanoğlu Muzaffereddin Mahmud tarafından 1206 yılında gerçekleştirilmiştir. Aynı dönemde, Muzaffereddin Mahmud’un kızı Atsuz Elti Hatun, Gülük Camii’ni de onartmıştır. Günümüzde caminin üzerinde yalnızca bu onarım kitabesi bulunmaktadır. 

Ulu Cami, 1716 yılında meydana gelen büyük depremde zarar görmüş, 5-6 yıl boyunca harap halde kalmıştır. 1723 yılında Matbah-ı Amire Emini (Saray Mutfak Sorumlusu) Kayserili Hacı Halil Efendi tarafından onarılmıştır. Bu onarım sırasında, minarenin yıkılan külah kısmı yenilenmiş, çöken kubbesi ve minareleri restore edilmiştir. Yaklaşık 30m x 50m ölçülerinde bir tabana oturan cami, dış görünüşüyle oldukça sade bir yapıya sahiptir. İç mekanda, Roma ve Bizans mimarisine ait sütunların kullanılmış olması, caminin eski bir kilise veya saraydan dönüştürüldüğü yönünde yorumlara neden olmuştur. Ancak, genel mimari planı ve sivri kemer uygulamaları, yapının özgün bir İslam eseri olduğunu göstermektedir. Türkiye’de birçok camide görülen bu tür sütunlar, yapı malzemesi olarak kullanılmıştır. Ulu Cami’nin uzunluğu 47,5 metre, genişliği ise 27 metredir. Caminin iki kubbesi bulunmaktadır: biri mihrabın önünde, diğeri ise orta alanda yer almaktadır. Dikdörtgen şeklinde, dört penceresi bulunan mihrap kubbesinin, camiyle aynı dönemde inşa edildiği düşünülmektedir. Ancak orta kubbenin sonradan eklendiği tahmin edilmektedir. Selçuklu cami mimarisinde sıkça görülen, orta alanın açık ve ışıklık olarak bırakıldığı plan anlayışına göre inşa edildiği düşünülen Ulu Cami’nin, bu açıklığı sonradan bir kubbe ile kapatılmıştır. Bu mimari planda, camiler uzunlamasına inşa edilmiş ve orta bölüm açık bırakılmıştır. Camideki ayaklar ve sütunlar, kemerlerle birbirine bağlanmıştır. İbadet alanındaki kemerler, kısa eksene paralel bir düzen gösterirken, güneydeki destek noktalarını bağlayan kemerler binanın uzun ekseni boyunca uzanmaktadır. Caminin tavanı, 30-50 cm çaplarında çam kirişlerle desteklenmiştir. Bu kirişlerin üzerine kamış bir çit yerleştirilmiş, daha önce toprakla kaplı olan tavan, sonradan betonla güçlendirilmiştir. Tavanın yatay olması nedeniyle yağmur sularının akışı için gerekli eğim, örtü kalınlığındaki farklılıklarla sağlanmıştır. Dış duvarlara yerleştirilen taştan oluk ağızları, su tahliyesi için kullanılmıştır. Caminin içinden, üzeri açık doğrusal bir merdivenle teras bölümüne çıkılmaktadır. Buradan, helezonik bir merdivenle minarenin şerefesine ulaşılmaktadır. Cami ve minare mimarisindeki farklılıklar, minarenin sonradan inşa edildiğini göstermektedir. Ancak minarenin ne zaman yapıldığına dair herhangi bir kitabe veya kayıt bulunmamaktadır. Buna rağmen, Kayseri’nin en eski minaresi olduğu kabul edilmektedir. Taştan dört köşe bir kaide üzerine inşa edilen minare, şerefeye kadar tamamen tuğladan örülmüştür ve yüksekliği 47 metredir. Şerefenin altında, çini üzerine işlenmiş Kufi yazı ile bir ayet bulunmaktadır. Ancak bu ayet, günümüzde hâlâ tam olarak okunamamıştır.

Haber Merkezi

Bakmadan Geçme

Kayseri Gündem - Bizi Sosyal Medyada Takip Edin!
WhatsApp İhbar Hattı
0533 704 84 10
ÇEKİN, GÖNDERİN, YAYINLAYALIM!