• Haberler
  • Su üstünde gizemli bir hayat: V e n e d i k

Su üstünde gizemli bir hayat: V e n e d i k

Akdeniz'in önemli liman kentlerinden Venedik, isim olarak fazlaca tarihsel asinalıgımızın bulundugu bir sehir.

118 Adacıktan oluşan bu kent,  ana karaya 4 kilometrelik bir demiryolu ve karayolu ile bağlanmış durumda. 170 adet değişik büyüklükte ve kıvrımlarda kanalların bulunduğu bu kentte, her bir adacığı bir birine bağlayan 400 köprü bulunuyor.

Aynı zamanda İtalyan’nın doğusunda, Adriyatik kıyısında bulunan Marko Polo hava alanından bu tarihi adacıklardan oluşan ‘ada kente’ deniz otobüsleri ile de gidilebiliyor. Deniz otobüs yolu güzergahındaki deniz otobanı üç ayak üzerine birbirine bağlanmış binlerce ağaç kazıklarla bölünmüş durumda. Suyun içinde adeta kraterleşip betonlaşmış olan bu tarihi ahşap kazıklar, zamana meydan okurcasına, sağlamlığından ödün vermeden mevcudiyetini yüz yıllardır koruyabilmiş.

Hava alanından deniz otobüsü veya teknesiyle bu güzergahtan başlayan Venedik gezimiz, adaya ulaştığımızda bitmiyor, adeta yeni başlıyordu. Çünkü ulaştığımız bu adayı yararak ilerleyen büyük kanal ve ince kanallarla bu tarihi kentin iç ulaşımı da gemilerle yapılmakta. Tarihi kentin sülietinde dikkat çeken dini yapıların dışında diğer yapılar fazla görkemli ve dikkat çekici değildi. Kanal kenarlarına sağlı sollu dizilmiş, değişik mimari ve renkteki yapılar, deniz otobüslerinin oluşturduğu dalgalarla yüzlerce yıldır döğülmelerine ve su seviyesindeki değişimlere rağmen özelliklerinden hiçbirşey kaybetmeden duruyor olmaları, insanı hayretler içinde bırakıyor. Büyük kanal üzerindeki, deniz araçlarının altından geçtiği iki yakayı birbirine bağlayan en eski Rialto köprüsü ve sonradan ahşaptan yapılan Akademi köprüsü dışında ara cadde ve sokaklar arasında altından gondolların geçebildiği yüzlerce köprü bulunuyor.

Kanallarda seyreden motorlu deniz otobüsleri (vaperetto) veya kürekle çekilen gondol taksiler dışında, tarihi kent merkezinde motosiklet dahil hiçbir motorlu taşıt bulunmuyor. Kentin caddeleri ve sokakları kanallardan teşekkül ettiği için ve de köprü üstü geçitlerinin sadece yaya ulaşımına elverişli olmasından dolayı, kentte gürültü kirliliği namına çevresel bir etki söz konusu değil.

Ülkemizde mimari yapıları topraktan uzaklaştırma adına yapılan bohçalama ve mantolama gibi nemden ve iklim tesirinden koruyucu tedbirlerin aksine suyun üzerindeki bu yapıların yüzlerce yıldır yıkılmadan nasıl ayakta kalabildiğini düşünmeden edemiyorsun. Yapıların su içindeki görünmeyen temelinde Slovenya’dan getirilen ahşap kazıkların tuzlu deniz suyu ile zaman içinde sertleşmesi ve dayanıklılığının artmış olması hikayesine ise inanmaktan başka bir çaremiz yok.

Ada içinde 4 km S yaparak ve yer yer 70 metre genişliğe ulaşan 5 metre derinliğindeki büyük kanalın (Canal Grande) kıyılarında sağlı sollu mimari ve tarihi değeri büyük, görkemli mermer sütunlu veya rengarenk boyalı yapılar bulunuyor. Bizans ve Roma mimarisi ile yapılan görkemli yapıların bir çoğunda heykel ve ikonlar yoğun bir biçimde kullanılmış.  Aynı zamanda belli aralıklarla nehrin kıyısında deniz otobüsü durakları, bizim taramvayları andırıyor.

Büyük kanalın sonu olan Plaza San Marko durağında, motorlu tekneden iniyoruz. Önemli bir turizm merkezi olmasına rağmen içinde bulunduğumuz kış mevsimi gereği oldukça sakin bir kent. San Marko Meydanı buranın önemli merkezlerinden. Yaklaşık iki futbol sahası büyüklüğündeki bu meydanın tarihi 9. Yüzyıla kadar dayanıyor, fakat sonraki dönemlerde sürekli genişletme ve ilave yapılarla bugünkü görkemine kavuşmuş. Yaklaşık 15 metre yüksekliğindeki görkemli mermer sütunlu saray ve toplantı mekanlarından oluşan binalarla 3 cephesi çevrili bulunan bu meydanın bir köşesinde kentin simgesi olan yüksek saat kulesi ve karşısında San Markos Kilisesi bulunuyor. Saat kulesi, zemin gevşekliğinden dolayı eğilen eski saat kulesinden daha görkemli olarak sonraki dönemlerde inşa edilmiş. Oldukça fazla sayıda güvercinin bulunduğu bu meydan, fotoğrafçıların uzun zaman ayırdıkları ve aynı zamanda alt katlarda bulunan kafelerde bol vakit geçirdikleri bir mekan.

Osmanlı’nın Avrupa içlerine kadar süren fütuhatlarında birden bire Venedik’i kendilerine komşu olarak bulmaları ve Venedikli İşbilir tacirlerin tazminat ve taahhüt ettikleri vergilerle, ticari özerkliğini koruyabilmeleri, Müslüman Araplardan sonra, Müslüman Türklerinde bu bölgede hakimiyetlerine ortam hazırlamış. Eman dileyip vergi ödemeyi kabul eden Venedik dükü aynı zamanda, anlaşma gereği Ressam Gentile Bellini’yi Fatih’in resmini yapmak üzere İstanbul’a gönderir.

Bu eman ilişkisi ve ödedikleri vergi yükünün ağırlığı içinde birçok mimari yapıda figür olarak Osmanlı Sarığı ile ikonlaştırdıkları figürlere yer vermişler. Her fırsatını bulduklarında bu yükün altından kayabilme yollarını aramışlar, Venedikli tacirler.

San Marko Meydanındaki kilisenin duvarlarına nakşedilen Osmanlı resimleri bu etkilerden bir kısım tarihi olayların izlerini bizlere aktarmakta. Bunlardan birisinde, Osmanlı topraklarında bulunan Hristiyan azizlerine ait mezarlardan çıkarılan aziz kemiklerini Venedik’e getirebilme entrikası resmedilmiş. Sandık içine gizlenen kemiklerin üzerine, Osmanlıların nefret ettikleri domuz eti koyarak, Venedik’e getirebilme uğraşı resmedilmiş. Domuz etinden iğrenen ve burnunu tutan Osmanlı’nın bu yanılgısı üzerine Venedik tacirlerinin uyanıklığı vurgulanmak istemiş.

Venedik’in Müze ve sanat galerilerinde ünlü İtalyan ressamların yaptığı, Osmanlı münasebetlerini tasvir eden resimlere rastlamak mümkün.

Büyük Kanal’ın üzerindeki ikinci köprü olan tahta Akademi Köprüsü’nün üzerinde ise yüzlerce evlilik ve nikah akdini sembolize eden, üzerinde eşlerin adının yazılı olduğu, anahtarının nehre atıldığı asma kilitler bulunuyor.

Tarihi Venedik kentinin bir kulaç genişliğindeki dar ve gizemli sokaklarının neredeyse tamamı Büyük Kanal’a çıkıyor. Böyle olunca da karmaşık ve esrarengiz gözükse de bir insan kolay kolay kaybolmaz. Bu nem kokan dar sokaklardaki iki üç katlı evlerin altları neredeyse tamamen dükkan. Üst katlar ise daha çok iş ofisi veya butik otel olarak kullanılıyor. Rengarenk tarihi evlerin ve dükkanların bulunduğu dar sokakların tepesinden ancak gökyüzünün bir bölümü görülebiliyor.

Venedik genelinde 270 bin insan yaşamasına rağmen tarihi bölgede 70 bin civarında yaşayan var. Yılda yaklaşık 150 bin yabancı ziyaretçi geliyormuş, Venedik’e.

Bu tarihi bölgede yaşayan insanlar da yabancı turistler gibi bir yerden bir yere yürüyerek gitmek durumunda. İnsanlar işlerine ve okullarına yürüyerek gidiyorlar. Çok uzak yerden gelenlerse deniz vasıtalarıyla bir noktaya kadar geldikten sonra inip yürüyorlar. Eşyalar, koliler ve yükler de kanallardan teknelerle, kondollarla, kayıklarla taşınıyor. Yani kısaca hayat suyun içinde akıyor, Venedik’te. Her bir mahalle, her bir blok veya site sanki su üzerinde bir ada gibi. Bu adaları arasında ise aralarındaki taş veya tahta köprüler birbirine bağlıyor. Sanki su üstünde bir yaşam.

İçkisiz, alkolsüz ve helal yemeklerin bulunduğu lokanta neredeyse yok gibi. İklimi ise bizim Akdeniz iklimine çok yakın. Turistik ve merkezi bölgelerde fiyatlar oldukça yüksek. Pek alışık olmasalar da hediyelik eşya alırken Avrupa’lılarla pazarlık edip, fiyat düşürmek ayrı bir keyif veriyor insana.

Romantizmin, hayallerin ve aşkın kenti olarak nitelendirilen Venedik, doğallığı, dinginliği, sukuneti ile göz kamaştırıcı bir tablo gibi, hatta bir müze-kent gibi arz-ı endam etmekte. Batı’nın teknoloji mahsulü ışıltılı, cancanlı, beton soğukluğundaki kentlerine nazaran daha naturel ve daha sempatik bir kent Venedik.

Osman Gerçek

Bakmadan Geçme