SOMUNCU BABA
Kayseri Akçakaya'dan Aksaray'a bir mana yolculuğu
Anadolu’da veli-evliya dendiği zaman ilk akla gelenler; Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Hacı Bektaş-ı Veli ve İbni Arabi dersek yanlış olmaz. Belki de Anadolu’nun Müslüman/Türkler tarafından yurt edilme dönemlerinin hemen sonrasına tekabül eden bu isimler, bu toprakların İslam anlayışında ve Müslümanlaşmasında en büyük öneme sahiptirler.
İlk akla gelen bu isimlerden hemen sonra bazı isimler vardır ki en az bu isimler kadar önemlidir. Hacı Bayram Veli, Abdal Musa, Şems-i Tebrizi, Seyyid Burhanettin Hazretleri, Ahi Evran bunlardan sadece bir kaçıdır. Gençlik dönemlerimde bir mecmuada “Somuncu Baba” ismine rastladığımda, yaşadığı evde yufka ekmek yemekten bıkan ve çarşı ekmeği (somun ekmek) kavgasına alışmış bir delikanlı olarak çok şaşırmıştım. İlk tepkim acaba fırıncı mıydı da böyle bir isim almış dedim. Daha sonra mahallemizin Hamdi Baba’sını düşünerek (çocuklar ona her gün akşam şeker dağıttığı için Şekerci Dede derlerdi) belki de kapı kapı ekmek dağıtıyordu onun için bu ismi almıştır diye içimden geçirdim.
Asıl isminin Şeyh Hamid-i Veli olduğunu öğrendiğim Somuncu Baba ile ilgili ilk hatıralarım bunlar. Daha sonra üniversite tahsili için Kayseri’ye geldiğimde onun burada (Akçakaya) doğduğunu ve bunun için de Hamîd-i Kayserî olarak da bilindiğini öğrendiğimde ilgimi daha da çekti. Hemen kısa bir araştırma sonunda Akşemseddin ve Hacı Bayram Veli ile kesişti yolum. Hâsılı Somuncu Baba öylesine sıradan bir “insan” değildi. Bir yanda Fatih’i yetiştirecek Akşemseddin, öbür yanda Anadolu’nun hamurunu yoğuracak Hacı Bayram Veli, diğer yanda Osmanlı’nın sembol ismi Molla Fenari, Orta Asya’dan Avrupa’nın ortalarına sirayet edecek bir ruhun izlerini taşıyordu. Şeyh Hamid-i Veli olarak bilinen Somuncu Baba, Şeyh Hamîd-i Velî, Hamîd-i Kayserî, Hamîd-i Aksarayî, Somuncu Koca, Ekmekçi Koca olarak da isimlendiriliyor. Bayramiyye Tarikâtı kurucusu Hacı Bayram Veli’nin de hocasıdır. 1331 tarihinde Kayseri’nin Akçakaya köyünde doğmuştur. Anadolu’yu mânevi fetih için gelen Horasan erenlerinden Şemseddin Musa Kayserî’nin oğludur. Seyyid olduğu söylenir. Akçakaya ki Erciyes’in tam karşısındadır. Sağ yanında Ali Dağı tam karşıda Erciyes Dağı Somuncu Baba’nın ilk muhatap olduğu mekânlardır. Belki de evliyalardaki yücelik duygusunun dağlarla doğrudan ilgisi vardır. Allah’ın dağa tecellisini en iyi biçimde onlar anlasa gerektir. Kayseri’ye geldiğim yıllarda ilk işim onun doğduğu evi görmek olmuştu. O zaman viran olan ev bugünlerde ayağa kaldırıldı. Mescid eve nispeten daha ayakta ve sağlamdı. Onun adının verildiği sokaktan yürürken o da Sinan gibi dağı yamacına almış dediğimi hatırlıyorum.
Kayseri’de yaşayıp da Erciyes’ten yücelik duygusunu almayan insan olmasa gerek. “Şeyh Hâmid Hâmid’ûd-Dîn-i Veli” ilk tahsilini kendisi de büyük bir âlim olan babası Şeyh Şemseddin Musa Kayseri’den almıştır. Daha sonra her veli gibi yola düşer. Veli, derviş olup da yol ehli olmayan olmaz. Çünkü belki de menzile varınca değil, yola revan olunca erilir hakikate. Yolculuk anı ve halidir dervişin meramı ve muradı. Çünkü yollar hayatı, yolculuk insanın bu dünyadaki gelip geçiciliğini temsil eder. Şam, Tebriz ve Erdebil’e gider. Şam’da, Hankâh-ı
Bâyezîdiyye’de ilim tahsil etti. Bu süreci Hoca Alâ ad-Dîn Ali Erdebilî’nin ya da onun babası Sadreddin Erdebili’nin yanında Erdebil’de (Hoy Kasabasında) tamamlamış ve Bayezid-i Bistami’nin ruhaniyetinden mânevi terbiye aldığı belirtilmiştir. İcazetini aldıktan sonra Anadolu’ya dönerek Bursa’ya yerleşmiştir. Bursa’da çilehanesinin yanında yaptırdığı ekmek fırınında somun pişirip sokak sokak dolaşarak “somunlar, müminler” nidasıyla insanlara ekmek dağıttığı söylenir. Bundan dolayı da Şeyh Hamid-i Veli “Somuncu Baba” ve “Ekmekçi Koca” olarak tanınmıştır. Bursa’da Bursa’yı adeta kendine bir mağara yapıp manasını gizleyen bir ümmî gibi hareket edip, ilmi ve derviş yanını kimseye belli etmemiştir.
Tarihçilerin verdiği bilgiye göre, Somuncu Baba’nın fırını, Molla Fenârî Mahallesinde, Sahaflar Çarşısında, Ali Paşa Çınarı civârında olup, iki odalı bir mekân idi. Fırının yanında da, ibadet ettiği bir odası vardı. Odanın kıble yönünde de, nefsini terbiye etmek için kullandığı bir Çilehânesi vardı. Somuncu Baba Hazretleri hep, halk içinde Hak ile olmayı kendine şiar edinen bir meşrebe sahipti. Sadeliği, yalnızlığı, fakirliği terecih ederdi. Ekmek bir işaretti elbette. Onunla dağıtılan rahmete ve nimete işaretti. okumamız uygun değildir. Bu câmi-i şerifin açılış hutbesini okumaya lâyık zât şu kimsedir.” diyerek, Somuncu Baba’yı işaret etti. “Şöhret âfettir.” hadîs-i şerîfini bildiği için, bundan titizlikle kaçınan Somuncu Baba, Pâdişâhın isteği üzerine minbere doğru yürüdü. Emîr Sultan’ın yanına gelince; “Ey Emîrim, niçin böyle yapıp beni ele verdiniz?” dedi. O da; “Senden ileride bir kimse göremediğim için öyle yaptım.” cevâbını verdi. Cemâat hayret ederek bu konuşmaları dinliyor, Somuncu Baba’nın hutbesini merakla bekliyordu. Somuncu Baba, hutbede; “Bâzı âlimlerin, Fâtiha-i şerîfenin tefsîrinde müşkilâtı, anlayamadığı kısımlar vardır. Onun için bu sûrenin tefsîrini yapalım.” buyurarak, Fâtiha sûresinin, yirmi ana ilim üzerine yedi türlü tefsîrini yaptı. Nice hikmetli sözler beyân eyledi. Herkes hayretinden şaşırıp kaldı. Başta Molla Fenârî hazretleri; “Somuncu Baba, önce bizim Fâtiha sûresinin tefsîrindeki müşkilimizi kerâmet göstererek halletti. Onun büyüklüğüne, bu yedi çeşit tefsîr, âdil bir şâhiddir. Fâtiha’nın ilk tefsîrini cemâatin hepsi anladı. İkinci tefsîrini bir kısmı anladı, üçüncü tefsîri anlayanlar çok az idi. Dördüncü ve sonrakileri anlayanlar içimizde yok idi.” demekten kendini alamadı.” İşçisinin ekmeğini taşıdığı Ulu Camideki hutbesinden sonra cemaat Somuncu Baba’nın elini öpmek ister. Bundan sonra menkıbe ve keramet başlar. Rivayet odur ki Ulu Caminin her üç kapısından çıkan da Somuncu Baba’nın elini öpmek nasip oldu diye sevindi ve yıllardır aldığı somunun ne olduğunu belki de o an anladı.
Şüphesiz ki bu olaydan sonra onun keşfedilmesi özellikle âlimler arasında ayrı bir öneme sahiptir. Nitekim Molla Fenari, Akşemseddin ve Hacı Bayram Veli gibi öğrencileri bu süreçte onun yanına gelip talebelik yapacaklardır. Nitekim belirttiğimiz gibi Molla Fenari’nin ona talebe olması hutbesinde yaptığı Fatiha tefsiri ile ilgilidir. Molla Fenari yıllardır anlayamadığı yerleri bu tefsirle anladığını belirtir ve ona talebe olur. Maddi anlamda sunulan ikramları ve hediyeleri kabul etmez. Molla Fenari’nin eserlerinin Somuncu Baba’nın feyzi olduğunu söyleyen araştırmacılar da vardır. Somuncu Baba, durumunun anlaşılması üzerine; “Sırrımız fâş olup, herkes tarafından anlaşıldı.” diyerek, Bursa’dan gitmek ister. Aslında mekânı kendisine mağara yapan bu meşrepteki bütün veliler için bu normal bir hadisedir. Bir sabah erkenden, Gavas Paşa Medresesi’nden bazı talebelerini de yanına alarak yola çıkan Somuncu Baba bu tür yolculuklarını tıpkı kendi meşrebindeki dervişler gibi bir başka mekânı ve oradaki insanları
Yıldırım Bâyezîd, Niğbolu zaferinden sonra fethin sembolü olarak Bursa’da Ulu
Câmiyi yaptırmaya karar verdi ve caminin yapımı başladı. Câminin inşâsı sırasında, işçilerin ekmek ihtiyacı Somuncu Baba’ya havale edildi. Câminin yapılması bittikten sonra, açılış bir Cuma gününe denk geldi. O gün başta Pâdişâh Yıldırım Bâyezîd ve dâmâdı Seyyid Emîr Sultan, Molla Fenârî Hazretleri, Ulemâdan pek çok kimse ve Bursalı cemaat Ulu Câmi’yi doldurdular. Yıldırım Bâyezîd, câminin açılış hutbesini okumak üzere Emîr Sultan’a vazife verdiğinde Somuncu Baba açısından sır faş oldu. Görev Emir Sultan’a tevdi edildi görünüşte ama Emir Sultan görevin sahibinin kim olduğunu biliyordu. “Emîr Sultan; “Sultânım! Zamânın 10 büyük âlimi burada iken, bizim hutbe 11 yetiştirmek için yaparlardı. Yani onlarda ayrılık aslında bir vuslattı. Firak ile vuslat velide iç içeydi. Uzaklıkla yakınlığın iç içe olması gibi. Somuncu Baba’nın Bursa’yı terk etmekte olduğunu duyan öğrencisi Molla Fenârî, Bursa’da kalması için çok çabaladı. Fakat Somuncu Baba kabul etmedi. Molla Fenari, Bursalılara duâ etmesini istedi. Somuncu Baba, o an bulunduğu çınarın yanında yüzünü Bursa’ya dönerek, huzurlu, feyizli ve bereketli bir şehir olması ve yeşil olarak kalması için duâ etti ve Molla Fenari ile vedalaşarak ayrıldılar. Bu olaydan sonra Bursa’da bu çınarın bulunduğu bölgeye
“Duâ çınarı” denildi. Bursa’dan Aksaray’a geldi. Abdurrahman el-Askerî ise Somuncu Baba’nın Bursa’dan ayrıldıktan sonra Ceyhan Nehri’nin kenarında bulunan Kozan (Sis) Kalesi yakınlarındaki bir köyde yerleştiğini ve Hacı Bayram-ı Veli’nin de buraya gelip kendisini ziyaret ettiğini belirtmiştir. Burada bir süre kaldıktan sonra önce Şam’a gitmiş, buradan Mekke’ye hacca gitmiş olan Somuncu Baba, hac dönüşü Aksaray’a yerleşmiştir. Aksaray’da Hacı Bayram-ı Veli’yi eğiterek yetiştirmiş, onu irşad vazifesi için Ankara’ya görevlendirmiştir.
1412 yılında vefat eden Somuncu Baba, Aksaray’da Hacı Bayram-ı Veli tarafından cenaze namazı kıldırıldıktan sonra bugünkü türbesinin olduğu yere defnedilmiştir.
Somuncu Baba’nın Yusuf Hâkikî ve Hâlil Taybî adında iki oğlu olduğu bilinmektedir. Yusuf Hâkikî Aksaray’da kalarak burada vefat etmiştir. Diğer oğlu Hâlil Taybî ise Darende’ye yerleşmiştir. Bazı görüşlere göre Somuncu Baba, Darende’nin Hıdırlık adı verilen bölgesinde oğlu Halil Taybî ile birlikte gömülüdür. Ancak burasının tekkesi/makamı olma ihtimali daha güçlüdür. Hatta Sefine-i Evliya’da Hüseyin Vassaf Gebze dolaylarında da Somuncu Baba’ya izafe edilen bir türbe bulunduğunu ancak bunun bildiğimiz Somuncu Baba ile ilgisi olmadığını söyler. Veli mekâna mana katan insandır. Diğer deyişle zamanın ve mekânın manasını kendi şahsında, geleneğinde, ilminde billurlaştıran ve etrafındakilere yayan insandır. Bundan dolayıdır ki Veli bu topraklardaki mana kaleleri ve burçlarıdır. Onlar manevi fetihlerin somut sembolleridir. Anadolu’da her yerde karşınıza çıkan türbeler ve orada yatan veliler bu yanlarıyla bilinmeli ve anlaşılmalıdır. Somuncu Baba’nın Bursa’da Osmanlı’nın merkezinde ya da Aksaray’da yaptığı şey sadece ekmek pişirip insanlara dağıtmak değildir. Ekmeği nimet ve rızık bağlamında bir sembol olarak düşündüğünüzde dağıtılan şeyin büyük bir cihan devletinin manevi rızkı olduğu açıktır.
Akçakaya’dan başlayıp Aksaray’da biten bu mana yolculuğu aslında bizim bu meşrepteki insanlarımızın coğrafyayı mana bakımından nasıl yurt yaptıklarının da işaretidir. Alperenin silahla yaptığını onlar dil ile gönül ile kitap ile kalem ile yaparlar. Bugün ister Kayseri Akçakaya’da doğduğu eve gidin, ister yazları dinlendiği Darende’ye gidin isterse medfun olduğu Aksaray’a gidin fark etmez. Veli ilmi ile ameli ile eserleri ve talebeleri ile oradadır. Bir başka bakış açısı ile aslında Somuncu Baba ve benzeri veliler, farklı mekânları eşya ve hadiseleri yorumlama biçimleriyle olduğu kadar mekân anlayışları ve o mekânı mekân yapışlarıyla da bütünleştirmektedirler. Çokluğu teklik haline getirmenin, bir mana üzerinde farklılıkları birleştirmenin bir yolu da budur.
Yazımızı belki de ona Somuncu lakabını vermeye sebep olan bir menkıbesi ile bitirelim… Somuncu Baba, bir gün fırına ekmeklerini sürdü. Pişmesini beklerken, yanına Pâdişâh Yıldırım Bâyezîd Hân’ın dâmâdı Seyyid Emîr Sultan geldi. Elinde bir çömlek vardı. “Selâmün aleyküm baba!” dedi. O da; “Ve aleyküm selâm” diyerek birbirlerine bakıştılar. Başka hiçbir kelime konuşmadan tanıştılar. Emîr Sultan, elindeki yemek çömleğini Somuncu Baba’ya verip, içindekinin pişirilmesini ricâ etti. Somuncu Baba, kabı alıp fırının ağzından içeri sürmek istediyse de, çömleği fırına sokamadı. Bir daha denedi, yine olmayınca, Emîr Sultan’a döndü ve “Anladım ki, bu çömleği fırına sen süreceksin!” dedi. Emîr Sultan; “Peki” diyerek çömleği aldı ve fırının gözünden içeri rahatlıkla sürdü. Fakat fırında hiç ateş yoktu. Somuncu Baba fırının ağzını kapattıktan sonra; “Birazdan pişer bekleyiniz.” buyurdu. Bir müddet bekledikten sonra kapak açıldı. Fırında hiç ateş olmadığı hâlde yemeğin piştiğini gören Emîr Sultan, Somuncu Baba’nın büyük velîlerden olduğunu anladı. Ve dostluk böyle başladı.
Mustafa Söğüt- Şehir Dergisi