• Haberler
  • 'Siyaset, Ahlak, Cemaatler ve Biz'

'Siyaset, Ahlak, Cemaatler ve Biz'

9. Kuzuluk Buluşması'nda konuşan Anadolu Platformu Koordinasyon Kurulu Başkanı Turgay Aldemir, siyaset, ahlak, cemaatler ve biz üzerine konuştu.

Turgay Aldemir'in konuşmasının tam metni;

                Allah’ın adıyla…

                M. İkbal’in ifadesiyle İslam; insanoğlunun Allah ile birlikte yaptığı tarihi yolculuğun adıdır. İslam, insanlık için bir kurtuluş reçetesi olarak ortaya çıkmış, kısa sürede vicdanlarda karşılık bulmuştur.

                Bununla birlikte tarihte, farklılıkları bir arada yaşatma, bilim, eğitim, sanat, kültür ve ekonomi alanlarında yüksek bir medeniyet ortaya koymuştur.

                İslam dünyası, son dönemlerde medeniyete öncülük etme, insanlık için halife olma ve şahitlik misyonunu önemli oranda kaybetmiştir. İçinden çıkılmaz birçok sorunla karşı karşıya kalmış ve hastalıkların sırasıyla gelip yakaladığı bir coğrafyaya dönüşmüştür. 

                Bu duruma nasıl gelinmiştir ve bu durumdan kurtulmanın yolu nedir? Nasıl bir dünya istiyoruz ve bunun için nasıl bir çabanın ortaya konması gerekiyor.

Değerli dostlar,

                Dünyada cari olan sisteme cevabımız nedir? Bunu aşmak mı, tasfiye etmek mi, yoksa bununla beraber yaşamak ve onunla yarışmak mı, istiyoruz? Allah yeryüzünde murat ettiği şeyi müminler üzerinden gerçekleştirecekse bu konuda ortaya konulan çalışmalar yeterli, isabetli ve kuşatıcı mıdır?

     Türkiye ve dünya Müslümanları, bütün insanları kuşatacak bir vizyona ve paradigmaya sahip midir? Hâlihazırda ürettiğimiz bilim, kültür, sanat ve ekonomi ile dünyada söz sahibi olmak mümkün mü? Günümüzün gelişim dinamikleri nelerdir, bunları ne kadar biliyor ve ne kadar hazırlık yapıyoruz.

     Müslüman içinde yaşadığı dünyayı, sahip olduğu inancı ve beraber yol yürüdüğü toplumu değerlendirirken ne zaman nesne olmaktan vazgeçip özne olmaya karar verecektir. Kısacası tarih, doğa, toplum ve benlik zindanlarından nasıl ve ne zaman kurtulacağız?

                Bütün bu gelişmelerin Türkiye’ye yansıması nedir? İslami geleneği yeniden inşa etmede nasıl başarılı olabiliriz? Eğitim, kültür, ahlak, ekonomi ve siyasette ortaya çıkan duruşlar ne kadar bizi yansıtıyor? Yeni bir diriliş çağrısı ve yeniden bir inşa hareketi mümkün müdür?

Muhterem arkadaşlar,

                Bizim yaşadığımız temel sorun ne kendisi kalabilen, ne de başkası olabilen bir milletin yaşadığı varoluşsal sorunların ağırlığı altında zihni ve ahlaki bir duruşa sahip olamamaktır. Türkiye'nin yakın tarihinde gelenek ile modernite, ahlak ile hukuk, anlam ile özgürlük, bireysel kimlikler ile kollektif aidiyetler arasında yaşadığı gerilimlerdir.

                Bu yaşanan süreç yeni bir Türkiye paradigmasının doğmaya başladığının işaretlerini veriyor. Bu süreçte Türkiye tecrübesini özgün kılan temel unsur bir tarafta kendi köklerine dayanması, öbür tarafta dünyaya açık ufuk perspektifinden bakabilme imkânına sahip olmasıdır. Artık karşımızda tarihin akışını uzaktan ve endişe ile izleyen değil, o tarihe müdahale etme gücüne ve cesaretine sahip bir özne var.

                Ülkemiz yeni bir muhayyileye ihtiyaç duymaktadır. Çarpık modernleşme tarihimizin sırtımıza bindirdiği yüklerden kurtulmanın yolu; temel hak ve hürriyetleri esas alan, hesap verebilirlik ve şeffaflık ilkesine dayalı bir siyasi, hukuki, ahlaki düzenin inşa edilmesinden geçmektedir.

.........................

                Önümüzdeki yıllarda Türkiye'nin temel mücadelesi eski korkularından ve yüklerinden kurtulması ve yeni bir toplumsal muhayyile inşa etme çabası belirleyecektir.

                Dünyada hızlı bir değişim – dönüşüm süreci yaşanmaktadır. Bu dönemle birlikte dünya genelinde özgürlük, insan hakları, çoğulculuk, sivil toplum ve pazar ekonomisi lehine bir yönelim doğmuş ve bütün bu alanlarla ilgili küresel düzeyde bir farkındalık oluşmaya başlamıştır.

                Bütün bu süreçler İslam ümmeti ve tüm insanlık için hayırlı bir sürece dönüştürülebilir. Süreçte daha çok inisiyatif almak ve daha kapsamlı sorumluluklar üstlenmek mümkündür.

                Model merkezli yaklaşımlardan vazgeçip değer merkezli yaklaşımlara odaklanmanın zamanı gelmiştir. İbn-i Kayyım “Allah adaletin gerçekleştirilmesini tek bir şekle hasretmemiştir” sözünden ne anlamalıyız. Bugün Müslüman kimliğe sahip insanlar tarafından gerçekleştirilen ekonomi, siyaset ve cemaat çalışmaları ne kadar kendi değerlerimiz üzerinden yürüyor. Adalet, ehliyet, meşveret, dayanışma, katılımcılık ilkeleri ne kadar hayat buluyor?

....................

                Yüz yıldır İslam coğrafyasında ve ülkemizde birçok alanda fetret yaşandı. Bu fetreti sonlandırmaya dönük sivil, siyasi, iktisadi, sosyal çabalar yeni yeni ete kemiğe bürünüyor.

                Bu yeni bir levin hali, yeni bir aşama. Bu aşamaya uygun her alanda tercihler yapmalıyız.

           Cemaatte, siyasette, sosyal hayatta vefa yol arkadaşlığı önemli ancak süreci ileriye taşıyacak Türkiye’nin, İslam dünyasının ve insanlığın yeni toplumsal muhayyilesini kavramış yetişmiş genç kadrolara alan açmalıyız.

                Yeni Türkiye’nin işaret taşları bu milletin değerlerinden oluşmalı. Bu işaret taşlarına göre herkes bu yeni süreçte kendine çeki düzen vermeli.

 

               

                     

Değerli misafirler;

             Geçmişte yaşanan iç kavgalar nedeniyle toplum içindeki yaralarımızı sarmalıyız. Toplumun alt yapılarıyla daha fazla iletişim kurmalıyız. Milletimizin kendinden gördüğü, milletimizle bir arada olmaktan gocunmayan yöneticilerimizi öne çıkarmalıyız.

                Salon beyefendileri ile bu milletin yüreğine dokunulamaz. Türkiye’de değişimin, dönüşümün öncüsü halktır. Siyasi organizasyonlar ve liderler bu süreci ya ileriye taşıdı veya yavaşlattılar. Engel olan vesayetçi yapılar ve liderler kısa sürede halkın vicdanından ve gündeminden düştüler.

       Güçlü bilinçli halk ve ona layık liderler bu coğrafyayı ileriye taşır.

        Bazı kirlere bulaşanları milletimiz her dönemde mahkûm etmiştir. Ancak bu konuda cemaatler ve siyasi yapıların kendilerinden olanları koruduğu, kolladığı görüldü. Bu da onların süreç içerisinde top yekûn kirlenmelerine neden oldu.

Değerli dostlar,

                Bu topluma yüz yıldır zulmeden seçkin, emperyalist üst yapılarla mücadelemiz kesintisiz sürmelidir. Bu konuda bu seçkinlerle asla uzlaşı olamaz. Şu ana kadar hep onlar saldırdı biz savunmada kaldık. Bin yılı aşkındır bu topraklarda var olan inançlarımıza, değerlerimize, yaşam tarzımıza, birliğimize. Tek parti döneminde, İnönü dönemi, darbe dönemi, gezi, Suriye ve Filistin'de saldırdılar. Bu savaşı daraltarak bilgi ve bilinçle yol almalıyız. Bunun için dikkatli ve bilinçli bir süreç işletmeliyiz. Bu sürecin değerlerimiz ekseninde kalıcı olması için bilgi üretim ocaklarımızı canlandırmalıyız. İlişkilerde değerler belirleyici olmalı.

                Yeni Türkiye’de iki yüz yıldır ilk defa hayatın içinde devletle milletin omuzları birbirine temas ediyor. Bu temasın milletin değerleri ekseninde anayasal güvence altına alınması gerekir.

               

                Gönül coğrafyamıza ve dünyada var olan 800 milyonu aşkın Müslüman azınlıkla daha köklü bağlar kurmalıyız.

............................

                Her başarı biraz baş döndürür. Allah; "günleri insanlar aranızda döndürür dururuz" der. Allah Kuran'da düşüş ve yükseliş kıssaları anlatarak bizim dikkatlerimizi çekiyor. Düşüşlerin ve yükselişin hikmetine akıl erdirirsek olayı anlayabiliriz. Organizasyonlar (cemaat, şirket, devlet vs.) ilkelerle devam eder. Zulüm ve kanla devam etmez.

                Bilgi pusuladır. Güç bilgiyle anlam kazanır.

                Yeni Türkiye'de güçlü olan devlet değil millet olacaktır.

                Medeniyet bir yaşama sanatıdır. Bir ülkeyi at sırtında fethedebiliriz. Ancak orayı münevver bir kültür havzasına, bir faziletliler şehrine dönüştürmeden kalıcı bir yönetim oluşturamayız.

                Tarihe yaptığımız yolculuklarda ayrıntılara takılıp kalmamalıyız. Geçmişi bir tecrübe bilerek bu güne ve geleceğe dair düşüncelerimiz, öngörülerimiz olmalı. Kendi gerçekliği ile yüzleşip burada bir gelecek tasavvuru oluşturamayanlar geçmişte var olma kolaylığına kaçıyor.

                Değerli kardeşlerim;

                Yeni tarihsel süreç bu korku duvarını yıkmaya başladı. Emperyalistleri tedirgin eden İslam dünyasındaki bu uyanıştır.

                İslami hareket içinde yaşadığı toplumun sorunlarına dair duyarlılıklarıyla toplumsal meşruiyet mevzisini genişletmek zorundadır. Mücadelemizi sürdürürken kendi tarzımıza büyülenmeden çalışmaları yürütmeliyiz, ancak hakikat arayışımız da her daim sürmelidir.

                İdeolojik, ırkçı, mezhepçi körlükler dünyada emperyalistlerin elini güçlendiriyor ve bizlere büyük bedeller ödetiyor. İslam dünyasında yaşanan savaşların sahadaki aktörlerinin maalesef %90'ı Müslümanlardır. Aslında bu çatışmaların nedeni küçük ayrıntılardır.

                Örneğin Endülüslü bir ilim adamı Bağdat'a gelir. Bağdat'daki farklı dinlere mensup ilim adamları hiç bir dini metne başvurmadan o günün Bağdat'ında insani düzlemde sosyal meseleleri rutin tartışmalarla ele alırlar.  Bu insani düzlemdeki tartışmalar insanların hakikatle buluşması için ön yargıları kaldırarak zihinlerde pencereler açmaktadır. Endülüslü ilim adamının hatıratında gıpta ile anlattığı Bağdat'ta maalesef bu gün Allah-u Ekber nidaları ile Müslümanlar katledilir hale geldi.

Allah’tan ve Peygamberden yer yer siyasetçiden ve iktisatçıdan bazen de istihbaratçıdan rol çalarak cemaat olunmaz. 

……………………………

                İlim adamlarımız yeni dünyayı okumakta gecikti. Eski gelenekten devraldığı bilgileri tekrar ederek görevini yaptığını düşünen İslami ilimler gidişattaki olumsuzluklara çözüm üretemedi. Bu süreçte yeni şartlarla yüzleşerek ayakta kalmayı başaramadı.

Bunu başarabilmek için zihinlerin bu yüzyılda yaşadığını fark edecek, yeni ihtiyaçları ve şartları görmesi, bu çağda Müslüman'ca düşünmemin ve davranmanın yollarını tartışması ve bulması gerekiyordu. Maalesef öyle olmadı.

İslami ilimlerin klasik muhtevası ile hayatın akış yönü arasındaki makas modern çağda hayli açıldı. Ve insanlar dolaylı biçimde sekülerleşmeye, dünyevileşmeye sevk edilmiş oldular.

                Zahiri dindarlaşma ile batini dünyevileşmenin at başı seyrettiği bir ortamda asıl hırpalanmanın Müslümanın ruhunda, kimliğinde ve bilincinde cereyan ettiğine, en çok da İslam'ın izzetinde büyük sarsıntılar yaşandığına şahit olmaktayız.

                İslam'ın şekil ve sembolleri bize bir bilinç sağlamaz. Sadece kapıya götürür. Bilincin yaşanmasına destek verir. Ama şekil ve sembol yeterli görülüp muhtevanın yerine geçmeye başlarsa İslami bilincin oluşmasının en büyük engeli de olabilir.

                İslam dünyasında bütün bu olup bitenlerden ötürü ötekini suçlayarak rahatlamaya çalışamayız.

                İslami ilimleri yeniden anlama ve yeniden inşa becerisi göstermeliyiz. "Bize atalarımızdan devraldıklarımız yeter" anlayışını devam ettirirsek simgelere ve şekilciliğe sığınan ama yüzeysel kalan bir dindarlıkla yetinir duruma düşeriz. Yani giderek sekülerleşen, giderek dünyevileşen ve sembollerde yoğunlaşan bir dini anlayış İslam dünyası için son derece vahim bir gelecek olacaktır.

 Bizim, geleneği putlaştırmadan ve onu dokunulmazlık zırhına sokmadan gelenekten yararlanan ama 21. yüzyılda yaşadığını da fark eden, bu yüzyılı okuyabilen ve bu yüz yılda dindar olmanın yollarını ve yöntemini keşfeden bir anlayışa ihtiyacımız var.

                Dünyayı önemsemeyen bir dindarlık bu dünyada İslam'ın izzetini temsil edemez. İslam'ın izzetini, Müslümanların onurunu gözetmek, korumak istiyorsak din ve dünya dengesini sağlıklı bir şekilde kurmak zorundayız. Yani dünyevileşme girdabına kapılmaksızın dünyayı önemsemek, dünyanın altında kalmaksızın üstünde ayakta durmayı başarmak temel şiarlarımızdan biri olmalıdır.

Muhterem kardeşlerim,

                Modern zamanlar boyunca İslami aklın ve algının sömürgeleşmesi sebebiyle, İslami bilgi, model, siyaset, sistem üretmeyi, devrimci olmakla her şeye karşı olmayı, militan olmakla her şeye sert olmayı, dava adamı olmakla her şeye sırt çevirmeyi, mücadele etmekle bilgiyi hor görmeyi birbirine karıştıran bir anlayışın İslami harekete dönüşmesi mümkün değildir.

                Temel bilgisizlikten sığ bilginin yüceltildiği, hoşgörüsüzlüğün, fanatizmin erdem sayıldığı, her yeniliğe karşı olmanın tavizsizlik zannedildiği, grupçuluğun, asabiyetin, cemaat olarak algılandığı bir atmosferde değil, toplumsal mücadele nefes almak bile zordur.

..........................

                Cemiyet ve cemaatlerimiz toplumu ayakta tutan ana unsurlardır. Sivil yapılar devlete yamanarak varlığını sürdüremez. Kaliteli insan yetiştiremez.

                Devlet de sivil yapıları denetim altına alarak geleceğini teminat altına alamaz. Siyaset kurumu her biri bir ocak olan bu yapıların yetiştirdiği kaliteli insanları hayatın içine taşıyan sosyal yapıdır.

                Cemiyet ve cemaat çalışmaları toplumsal hayattaki çalışmalarıyla değerler ekseninde bir iklim oluştururlar.

                Siyasette bu iklimde bu değerlerin salimen hayata geçirilmesini sağlar.

                Ancak siyasetin öncülük ettiği iklimler kırılgandır.

..................

                İslam’da siyaset cemaat kavramlarının yeniden tanımlanması gerekiyor.             Yaşadığımız hayat, alanlarında karşılaştığımız sorunları çözerken kullandığımız yöntemler sorunu ve sorun alanını bizim zaman zaman iktidar alanımıza dönüştürür.

Ülkemizde ve İslam dünyasında yaşanılan bu sorun alanlarına dair ilkesizce ortaya konulan çözümler cemaat, siyaset ve ahlak kavramlarını ciddi anlamda yozlaştırmıştır. Bir kısım gettocu yapılar bu boşluklarda kendilerine çıkar alanları edindiler.

                Bizim literatürümüzde dini hayat her şeyin üzerinde yükseldiği topraktır. Aslında iktidar, siyaset, din ilişkisi toprakla onun üzerinde var olanlar arasındaki ilişki gibi olmalıdır. Kadim tarihimize baktığımız zaman bir okul olan cemaatlerimiz onlarca siyasi lidere ve politik teşkilata, hatta birçok devlete istikamet üzere oldukları sürece ilham vermişlerdir.

                Din topraktır, siyaset süreçseldir, toprak üzerinde var olan mevsimsel devinimlerdir.

..................

                 İslam dünyası her alanda ivedilikle normalleşip doğallaşmalıdır. Bizler fikre, düşünceye ve tasavvura inanırız; asla başarıya tapmayız. Başarı odaklı yaklaşımlar süreç içerisinde bizleri yozlaştırmıştır. Geleceğin en büyük sorunu geçmişteki başarılardır. Aliya İzzet Begoviç der ki; "Mümkün olsaydı geçmişteki şaşalı eserleri yıkardım. Bazen bunları konuşmaktan şimdiyi ve geleceği kaçırıyoruz."

                Önemli olan istikamet üzere yolda olmaktır. Zaferin her daim Allah’a ait olduğunu bilmeliyiz.

                Bizler iyi ve doğru insanların iyi işler yapmasını istiyoruz. Bunun için ülkemizde ve İslam dünyasında ocaklarımızda yetişen faziletli insanların, erdemli toplumların inşası için sorumluluk almaları gerektiğine inanıyoruz. Bu yeni süreçte daha fazla fedakârlık ve sorumluluk gerekiyor.

.................

                Temel sorunumuz sırtımızı döndüğümüz geçmiş ile hala belirsizliğini koruyan bir gelecek arasında asılı kalan bir milletin nereye nasıl gideceğine dair net bir yol haritasının oluşturulamamasıdır. Bu süreçte köklerimiz ile açık ufkumuz arasında kuracağımız bağların bize yeni imkânlar sunacağına inanıyoruz. Bir taraftan muhasebe yaparken diğer taraftan hummalı bir inşa çalışmasının mücadelesini her alanda veriyoruz.

                Millete ve onun inançlarına zulmeden devlet algısı zihinlerde ve toplum hayatında yıkıldı. Ancak yeni devlet ortaya çıkmış değil. Her alanda yeni bir inşa sürecine giriyoruz.  Etrafımıza çizilen düşünsel, ekonomik, askeri, siyasi ve coğrafi sınırları kaldırmalıyız. Bu noktada cemaatlerin devletle ilişkisini yeniden ele almalıyız.

                Yeni devleti Türkiye'deki tüm kesimlerle beraber tartışarak inşa etmeliyiz. Yeninin neyi ihtiva ettiğinin cevaplanması gerekir.

           Eskininde neyi temsil ettiğini iyi bilmeliyiz.

Değerli dava arkadaşlarım,

                Geçmişte siyasete uzak olmamızın nedeni, her şey şeytani bir hileyle ele alındığı içindi. Kurulan siyasi partileri, sivil toplum örgütlerini devlet kurdurdu, halkın değerlerine yaslanmadığı için ömürleri kısa sürdü. AK Parti halkın değerlerini öne çıkardığı için odak oldu. AK Parti halkın değerlerinden uzaklaşırsa diğerlerinin sonunu o da yaşar.

                Türkiye normalleştikçe kendi ontolojisine dönüyor. Bu güne kadar yapıp ettiklerimizi harala gürele yaptık ancak artık bu hal sürdürülemez. Bu yeni süreçte doğallık, sahicilik, samimiyet çok önemli.

.........................

                Yüz yılı aşkındır kendi topraklarımızda bize sürgün hayatı yaşatan emperyalistlerin yaklaşım biçimleri bizi yeni dünyanın kurucu unsuru yapmaz. Ömer Muhtar der ki: "Onlar bizim düşmanımız, öğretmenimiz değil." İslami hareket düşmanın sınırlarına göre kendini tarif edemez. Meşruluğunu kendinden ve değerlerinden alır. 

                İslam dünyasındaki sorunların kaynağında Müslüman halkların başına gelen her şeyi bir kader olarak gören, kendi kaderini belirleme inisiyatifinden bihaber oluşu yatıyor. 

                Entelektüel daralmayı, çölleşmeyi müzakereci bir anlayışla, ucu açık tartışmalarla açmaya çalışmalıyız. İslam dünyasındaki bu travmaların temel nedenlerini mevcut bir kaç akıl dışı, vahşi veya uzlaşmacı, ifsat edici örgüte indirgemek sorunu çözmez. Asıl sorun hiç bir kutsalı olmayan vahşi emperyalistlerdir. İşgallerle İslam coğrafyasının genetiğini, sınırlarını bozdular. Dağınık duruma düşen Müslümanlar bedevilik kültürünü dini bir algıya büründürerek kutsadılar. Birçok çatışmayı iç içe yaşar hale geldiler.

.................

                Kapitalizmin, sekülerizmin, liberalizmin tayin edici olduğu toplumlarda İslam'ın özgürlüğünden söz edemeyiz.

                Hayat alanlarına yansımayan İslam özgür değildir. 

                Hayatın dışına itildiğimiz yerlerde edindiğimiz konforumuzu bozmalıyız. Ucuz iyimserliklere, ucuz umutlara tutunarak emperyalistlerle hesaplaşamayız.

                Bizler görsel ve işitsel teknoloji tarafından kuşatılan, sıradanlaştırılan zihinlerimiz sebebiyle eleştirel, muhalif, özgün inisiyatifler oluşturamıyoruz. Nesneleştirilmiş kimlikler, kişilikler, direnişin, dilini, ufkunu, bilincini, oluşturamaz. Ne pahasına olursa olsun kendi zamanımızın gerçekliği ile yüzleşmek zorundayız. İslam Coğrafyasındaki kadın, çocuk, yaşlı ve gençlerimizin verdiği direnişleri ile yeni bir bilinç anıtı inşa etmeliyiz.

.................

                İslam'ın siyasallaşmasından ziyade İslam'ın siyaset üretmesini konuşmalıyız.  

                Bu gün, siyaseti önemli kılan, uzun süredir İslam'ın bu alanda aldığı yaralardır. İtilmişliktir, ötekileştirmedir. Yıllardır uzak kaldığımız siyasal alanda değerlerimizle var olabilmek yaşadığımız süreçlerden dolayı hepimizi tedirgin ediyor.

Uzun zamandır biz Müslümanlar hayatın dışına itildik ve birçoğumuz hala itildiğimiz yerdeyiz. Bir kısmımız itildiğimiz, ötelendiğimiz, yaşam alanlarını içselleştirdi. Miskinlik, idealsizlik, körü körüne itaat, takva olanla özdeşleştirildi.

                Siyaset alanının yeniden canlanması, içimizde küllenen koru harlandırmaya başladı.

                Bu yeni duruma dönük hazırlıksız oluşumuz zaman zaman ona tepki duymamıza ve tedirgin yaklaşmamıza neden oldu. Bizlerin yaşadığı acıları çekmeyen gençlerimize illa aynı acıları yaşatmamıza gerek yok. Toprağımıza, değerlerimize bağlı kalarak bu yeni süreci yaşamalıyız.         

Yeni Türkiye’ye ne söylüyoruz, milletimiz bizden ne bekliyor?

                Yeni siyaset ve cemaat anlayışı neye tekabül ediyor, bunları konuşmak için buradayız.

                Her dönemin kendine özel koşulları vardır. İslami hareketler her dem yenilenerek yeniden doğarlar. İnsanlık yeni bir döneme giriyor. Sınırlar anlamsızlaşırken, aynı ortamı paylaşan insanlar birbirine yabancılaşıyor. Bizler de bu yenilenme sürecinde geriye düşmemeliyiz.

               

Değerli kardeşlerim,

                Modern dönemlerde Müslümanların kaybettiği değerlerden ilk kazanması gereken İslam ahlakıdır. Dini kültürümüzdeki ihsan, irfan ve takva da bunu anlatır.

                Türkiye'nin yeni toplumsal muhayyilesinin dayandığı akli ve ahlaki temelleri bu çerçevede şekillendirmeliyiz. Türkiye'nin ve İslam dünyasının hem anlamlı hem de özgür bir hayata kavuşması ancak akli ve ahlaki olanla arasındaki bağı yeniden kurmasıyla mümkündür.

                İnsanların hem anlam arayışına cevap veren hem de özgürlük taleplerine set çekmeyen siyasi, ahlaki bir tasavvurun mümkün olabileceğini ortaya koymamız lazım. Ahlak insanın yeryüzündeki var oluşunu anlamlandırarak temellendirir. Ahlak ilkeleri insanı yükseltmek için semadan arza uzatılmış sapa sağlam bir ip, bir kulp gibidir.

                Akıl, nasıl düşünmeliyim sorusunun cevabını verirken, ahlak nasıl yaşamalıyım sorusunun cevabını verir. Doğru ile yanlış arasındaki ayrımı yapan akıl, akıl ile iyi ve kötü arasında ayrımı yapan ahlaktır. Bunlar birbirini bütünler. Ancak akli ve ahlaki ilkelerin hayat bulması özgürlük ortamına bağlıdır. Özgürlüğün olmadığı yerlerde ahlaki sorumluluk da yoktur.

                Bu konuda Said Halim Paşa'nın ahlaklı olmakla özgür olmak arasında kurduğu yakın ilişki ahlak felsefesinin temel unsurlarından biridir. Ahlakın özü samimiyettir. Kişinin zorla bir ahlaki değeri yaşıyormuş gibi yapması ikiyüzlülüğe ve münafıklığa yol açar.

........................

                Toplum içerisinde huzurunun ve güvenin tesis edilmesi adil bir hukuk sisteminin etkin bir şekilde hayata geçirilmesi, bireylerin ve toplumun belli bir ahlaki olgunluğa erişmesi ve sorumluluğunu yerine getirmesiyle mümkündür.

                Türkiye'nin ve İslam dünyasının bir selam yurduna dönüşmesi hukuk ile ahlak, değer ile özgürlük arasında tamamlayıcı bir ilişki kurmasına bağlıdır.

 Cemaat, Allah’ın ‘’içinizden iyiliği emredip kötülükten nehy eden bir topluluk bulunsun ‘’ emri gereğince iyilik yapmak, inşa etmek, ıslah etmek için bir araya gelen aktif iyi insanlar  topluluğudur.

Cemaatler Allahın rızasına ulaşmak için birer vesiledir, gaye değildir.

Tüm cemaatlerin birliği ve güçlü olması önemli ancak daha önemlisi İslam’ın ortak değerleri etrafında irade birliğidir.

Reşit Rıza der ki: İttifak ettiğimiz konularda beraber hareket eder, ihtilaf ettiğimiz konularda ayrı hareket edebiliriz.

Müslümanlar olarak temel şiarımız ‘’Herkese adalet herkese hürriyettir’’. Dünyada bir kişi dahi özgür değilse hiçbirimiz kendisinin özgür olduğunu söyleyemez.

Tarihte büyük savaşlar genellikle küçük ihtilaflardan çıkmıştır.  

                Örgütlü çalışmanın manifestosu Fatiha suresidir.

………………………………..

                Temel sorularımız:

                Siyasetin doğasıyla ahlakın doğası hangi temel niteliklerle belirlenebilir?

                Siyaset ve ahlakın doğaları örtüşebilir mi?

                Siyaset önceden belirlenen kalıp ve değerlerle icra edilebilir mi?

                Bu soruları sormamızın nedeni siyasetle ahlak, cemaatle siyaset, cemaatle ahlak arasında ciddi bir tartışmanın olmasıdır. Bunun çözümü bir toplumsal eylem ve davranış olan siyasetin, sosyal aktör olan cemaatin ahlak temelince yeniden ele alınmasıdır.

                Günümüzde sorun sadece siyaset-ahlak ilişkisi değil; ahlakla insan ve toplum hayatını kuşatan bütün toplumsal faaliyet alanları arasındaki ilkesiz ilişkilerdir.

                Siyasetin temel misyonu adil ve erdemli bir toplumun inşasına katkı sunmaktır. Hukukun amacı ise devleti değil devlete ve diğer güç odaklarına karşı bireyin ve toplumun haklarını korumaktır.

                ..........................

                Ahlak; siyaset, ekonomi, ticaret gibi bir toplumsal eylem alanı değil, bu eylem ve davranışların nasıl olacağını gösteren kurallar ve değerler sistemidir.

                Ahlaki davranış daima kişisel olgunluğa dayanır, iyilik, hakikat ve adalet idealleri ile uyum içerisindedir.

                Siyasette eylem ve davranışların merkezi kavramı "menfaat", ahlak alanında ise "vazife" vardır. "Vazife ile menfaat her insani hareket tarzının iki değişik muharrikini teşkil etmektedir. Aralarında kaide olarak karşılaştırma yapılamaz. Vazife hiç bir zaman menfaatçi değildir. Menfaatin ise ahlakla alakası yoktur."

                "Eğer hayatımı tehlikeye atmak suretiyle komşunun çocuğunu kurtarmak üzere yanan eve girip kucağımda ölmüş çocukla dönsem neticesiz kalan hareketimin kıymetsiz olduğu söylenebilir mi? Faydasız bu fedakârlığa, neticesiz bu teşebbüse kıymet veren şey ise ahlaktır." Aliya İzzet Begoviç

                "Menfaat yaşamak, ahlak ise yaşatmak ister. Bir arada barınamazlar."

                Davranış ve eylemlerimizi yönlendiren ana saik; siyasetin merkezindeki menfaat mi yoksa ahlakın merkezinde yer alan vazife midir?

                Eylem ve hareketlerimize kılavuzluk eden olgular farklılaştıkça davranışlar da farklılaşır. Siyasetin davranış kalıpları/eylem kılavuzları ahlaka bağımlı mı, yoksa bağımsız davranabilir mi?

                Temel mesele siyaset alanındaki eylemlere yön veren muharrik kavram olan "menfaatin akla göre mi yoksa ahlakın temel ilkelerine göre mi tanımlanacağı meselesidir.

                Siyasetin toplumsal ahlak sisteminden ayrı bir eylem kılavuzu var mıdır?

                Siyasetin dünyasıyla ahlakın dünyası arasında bir zıtlık söz konusu mudur?

                "Bir gurubun veya milletin menfaati başka bir gurubun veya milletin mensuplarının sömürülmesini, köleleştirilmesini icap edebilir. Yeni çağın devletleri, emperyalistlerin tarihi, bu tür cinayetlerle doludur." Aliya İzzet Begoviç

                Genelde kamu menfaati için onur, erdem, ahlak ve bireyin hakkı ihlal edilebilmektedir.

                Bu alanın tüm cazibe ve yozlaşmalarına karşı köklü çalışma ve pratiklere ihtiyaç var. Tarihte de siyasetname/nasihatnameler hazırlanmıştır.

Değerli dostlar;

                Cumhuriyetin kuruluş yıllarında İsmet İnönü bir gurup subaya yaptığı konuşmada şöyle seslenir: "İçinde bulunduğunuz vaziyeti bilesiniz efendiler. Padişah düşmanımızdır. Yedi düvel düşmanımızdır... Kimse işitmesin; bu millet de düşmanımızdır." (İdris Küçük  ömer, Düzenin Yabancılaşması, Sayfa 96)

                Ülkemizin yaşadığı bu vahim süreç kendisi olmaktan vazgeçen ama bir türlü başkası da olamayan bir milletin modernleşme krizidir.

………………………..

                Siyaset bir fikrin, hayatın her alanına sirayet ederek geliştirilmesidir. Sadece bir partiye oy vermekten ibaret değildir.

                Siyasetin doğası; menfaat kavramı üzerinde oturmaktadır. Ancak bu durum siyasetin ahlak dışı bir alan olduğu anlamına gelmemektedir. Çünkü insan davranışları hangi alana yönelik olursa olsun temelde ahlak ve değerlere bağımlıdır.

                Ahlak ise siyaset arasında ayrılmaz bir ilişki olduğuna göre bir siyaset ahlakından, bir devlet ahlakından söz etmek mümkündür. Nasıl bir meslek ahlakından, bir aile ahlakından, bir sosyal ahlaktan, bir bireysel ahlaktan söz edilebiliyorsa, siyaset, devlet cemaat ahlakından da söz etmeliyiz.

                Siyaset davranış ahlakı olarak da adlandırılabilir. Sosyal bir kurumun ahlak disiplini olmadan yaşaması düşünülemez. Bugün siyaset ahlakından ziyade siyasetçi ahlakı, politik ahlak öne çıkmaktadır.

Değerli kardeşlerim;

                Meşruiyet/Ahlak İlişkisi:

                Siyaset ya da devlet, yapıp ettiğini meşrulaştırmak için dine başvurabilir ve bu kanalla toplumsal meşruiyet de elde edebilir.

                İktidarın mevcut hukuk normları ve kanunlar çerçevesinde toplumdan meşruiyet elde etmesi, bu meşruiyetin ahlaki açıdan geçerli/doğru olduğunu/kabul edildiği anlamına gelmez.

                Ahlakta öncelikli olan davranışın arkasında ne tür bir niyetin olduğudur. Modern devlet ve siyaset, dini ve ahlaki değerleri kendisi için araçsallaştırmıştır.

                Din ile ilişkisinde kendisini üstte, merkezde; dini de bir alt olgu olarak görmekte, ihtiyaç duyduğunda bu araca başvurmaktadır.

Değerli kardeşlerim,

 Yeniden yorumladığımız yeni dünyada ve Türkiye’de yükümüz ve yükümlülüklerimiz artıyor. Bu zaman diliminde şahit olduğumuz ahlaki sorumluluklardan kaçamayız. Yeni Türkiye’nin inşası ve islam dünyasının özgürleşmesi içimizden bir gruba sorumluluk yüklenmesi ve geride kalanlarımızın seyretmesiyle gerçekleşmez.

                Anadolu Platformu'nun temel misyonu bu yükleri taşıyacak kaliteli insan yetiştirmektir.

                Amacımız sayı çoğaltmak değil, yetkin ve her alanda derinlikli, istikbal kaygısı olmayan hasbi insanlar yetiştirmektir.

Değerli dostlar,

                Geçmişte olduğu gibi risk alan adımlar atmada öncü olmalıyız.

                İçinde yaşadığımız toplumun bürokrasi ve siyaset unsurlarıyla bu özgüvenle temas kurabilmeliyiz.

                Anadolu Platformu, nitelikli insanlar ve nitelikli kurumlar oluşturma çabasındadır. Bu çabalara sahip çıkmak bu dünyada bizler için en büyük onur ve bahtiyarlıktır.

                Örnek: AÖB, İyilikder, AKADDER, ANESİAD vs.

                Üye kuruluşlar,

                Partnerler, proje ortaklarımız,

                Eski Türkiye'nin yozlaşmış siyasi, bürokratik ve kapalı yapılarını nasıl aşabiliriz.

                Diğer taraftan cemaatler bu tıkanıklıklara nasıl geldi. Yeni Türkiye'nin en önemli sorun alanlarından biri, bir kısmı kripto yapılara bir kısmı da çıkar şebekelerine dönüşen bazı cemaatler olmuştur.  Ancak bu arada açık, şeffaf, inandığı değerlere ve milletine yaslanan cemiyet ve cemaatlerin varlığı da umut vericidir.

................................

                Büyüyen yapılar, daha büyük global organizasyonların dikkatini çeker. Bizler de büyürken bu devşirme yapıların düştüğü duruma düşmemek için ne yapmamız gerektiğini her daim açık seçik bir şekilde tartışabilmeliyiz. İslami hareketin kendi içinde gettoları ve Toplum hayatında sorumluluk yüklenenlerin özel hayatı olamaz.

                Yönetim tarzı ve seçim sistemimiz.

Kıymetli kardeşlerim;

                Artık aynada kendine dürüstçe bakabilen ve tarihiyle yüzleşebilen bir Türkiye kendisiyle barışabilir ve özgürleşme yolunda kararlı bir adım atabilir. Toplumsal tezkiye, birlikte arınmaktır.

                Darbelere, çetelere, faili meçhullere, vesayetçiliğe, ayrımcılığa, inkâr politikalarına, zulmün ve şiddetin her türüne karşı durabilen bir Türkiye, bir millet olarak arınabilir ve güçlü bir gelecek vizyonu inşa edebilir.

                Türkiye'nin birkaç asırdır devam eden dönem dönem kronik hale gelen "kendi olamama" hastalığı, kimliğiyle, kültürüyle, milletiyle, dini, etnik ve mezhebi zenginliğiyle yeniden barışmasıyla aşılacaktır.

                Türkiye siyaseten düşünceye, tarih araştırmalarından sanata, dış politikadan iş dünyasına, sinemadan müziğe bu istikamette önemli adımlar atmaya başlamıştır. Ama daha yolun başında olduğumuzu unutmayalım.

                Kendi hayallerimizi kurmak, kendi muhayyilemizi inşa etmek, ahlaklı ve özgür bireyler olmak ve erdemli bir toplum olarak yaşamak için ayağa kalkmaya henüz yeni başladık.

............................

                Bizler Hz. Âdem'den başlayıp bu güne gelen insanlık yürüyüşünün ve ailesinin içindeyiz/devamıyız.

                Mekke'de Daru'l Erkam'da, Medine'de Mescidi Nebevi'de, İmamı Azam'ın okulunda, Yunus'un dergâhında, Hacı Bektaş'ın ocağında, Mevlana'nın otağında olduğu gibi buralar; siyasette, bürokraside, akademik alanda, iktisadi alanda, sanatta edebiyatta vb. alanda çaba gösteren her insanımızın yüreğini koyarak birbirini temizlediği bir ocaktır.

                Biz hayra çağıran ocaklardan bir ocağız.

                Anadolu Platformu, katılımcı meşvereti, kurumsal önderliği, açık ve şeffaf bir yapı olmayı tarihi bir sorumluluk bilir.

                Bizler sınırların devletler için olduğunu biliriz. İnsanlığa dair derdi olanların sorumluluklarının sınırı olmaz.

                Bizler vicdanı olan erdemli bir hareketiz. Bu erdemi Türkiye'nin önemli kırılma noktalarında bedeller ödeyerek onurumuzla kazandık.

                Dün olduğu gibi yarında her daim mazlumun yanında zalimin karşısındayız.

                Aliya İzzet Begoviç’in deyimiyle " Allah'ın sünnetullahı ile uyumlu olduğu sürece hiç bir hedef ütopya değildir. "

Bakmadan Geçme