Şeyh Ahmet Yasin

Filistin denilince akla gelen, Gazze'nin unutulmaz isimlerinden, cana yakın, asil ve direnişi ruhuyla yaşayan, bunu dünyaya öğreten güzel insan Şeyh Ahmet Yasin'in hayatı, Amir Şemmah'ın kaleme aldığı, Bengisu Yayınları'nın 2010'da 2. baskısını yaptığı Ümmeti Uyandıran Şehid kitabında irdeleniyor. 8 bölümden oluşan kitabın girişinde Hasan el Benna'nın 1938 yılında Mısır hükümetine yazdığı bir risaleden kısa bör bölüm yer alıyor. Güzel insan Benna, hüküm makamında oturanlara sesleniyor: 'Şüphesiz ki Allah-u Tela'nın dışında bir yerde izzeti arayan kimse zelil olur.'


Mazereti kabul etmedi Yasin!

Ahmet Yasin, Müslümanların ‘önder’ olarak addettiği kişiler içerisinde tıpkı Aliya gibi özgün bir yere sahip kanaatimizce. Tekerlekli sandalyeye mahkûm olmasına rağmen yolundan dönmemesi, değişmeyen tavrı ve Amir Şemmah’ın girişte kullandığı bir tabirle ‘yerin altında diri’ olanlardan olmasıyla, adeta kendisini izleyenlere, okuyanlara ve tanımaya çalışanlara “mazeretlerden uzak durun” mesajını gönderiyor. İsterseniz bu güzel insanın neler dediğini, nasıl bir yaşama sahip olduğunu detaylı bir şekilde inceleyerek önder addettiğimiz kişileri sadece sloganlarla yüceltmek yerine, hayatlarını özümseme amacıyla güzel bir adım atmış olalım. Kendisi 3 yaşındayken babası vefat eden Ahmet Yasin, eğitimini koşturmaca ile geçen hayatı dolayısıyla sıkı zorluklarla devam ettirmeye çalışıp liseyi bitirse de, Kahire’den (el Ezher) kabul de almış olmasına sağmen, şartlar dolayısıyla gidemedi. Maddî yönden yalnız bırakılamayacak bir konumda olan ailesine bakmak istedi ve kendisine gelen bursları da kabul etmedi. Üniversiteye gidemiyor oluşu onu yıldırmadı ve din, dil, edebiyat, siyasi, toplumsal ve iktisadî ilimlerde kendisini geliştirdi. Bu tavrı ile üniversitenin ilim edinmede bir araç olduğunu, ama asla tek yol olmadığını ispatlıyor adeta. Eğitimi yanında tevazuu, bedensel engelli olmasına rağmen aktif hayatı, pratik zekâsı, sabrı ve görüşündeki keskinlik sayesinde bulunduğu toplumda sözü dinlenen biri olması da önemli bir mevzu.

1950ler’de Filistin’deki gençler, özellikle Gazze tarafındakiler, Mısır’a giden talebeler sayesinde gözlerini ‘İslâmî hareket’ ile açabiliyorlardı. Bu uyanmada bölgeyi ziyaret eden Mısırlı âlimlerin ve vaizlerin de etkisi vardı. Zamanla sistematik hâle gelen çalışmalar, ağırlıklı olarak gençlere yönelik olması hasebiyle kültürel, içeriği dolu ve ders faaliyetlerinin yanında sportif faaliyetleri de içeriyordu. Sportif faaliyetlerin ağırlığı deniz sahilinde çeşitli aktiviteler dâhilinde gerçekleşiyor, gençler bu faaliyetlere yoğun ilgi gösteriyordu. Bu faaliyetler sırasında, eğitimcisi merhum Abdullah Siyam olan genç Ahmet Yasin (o sıralarda 14 yaşında ve sene 1952), baş üstü düşerek boynunu kırıyor. Bu olay sonucunda yarı felç olan Ahmet Yasin, zamanla kötüleşen sağlığı dolayısıyla tam felçli oldu. Yazar Amir Şemmah, bu olayın Ahmet Yasin’in hayatında birtakım değişikliklere vesile olduğunu belirtiyor. Genç yaştaki birçok çocuk gibi şakalaşmayı seven Yasin, sakat kalması dolayısıyla ciddi bir genç oluveriyor. Ayrıca daha önce mescide gitme imkânına rağmen uzaklık sebebiyle/ bahanesiyle mescide gitmeyen Ahmet Yasin, bu olay sonrası mescidin müdavimlerinden oluyor. Yine yazarın belirttiğine göre derslerine yoğunlaşması, kavrama gücünün de artması bu olaydan sonra değişen diğer durumlardan.

‘Allah istemişse yeter kardeşim!’

O dönem gençler çeşitli imtiyazlar, yaz tatilinin uzunluğu, maaş miktarı gibi sebeplerle eğitim kurumlarına ve yardım komisyonlarına teşvik edilirmiş. Ahmet Yasin, BM Mültecilere

Yardım Yüksek Komiserliği’nin kontrolünde olan okula ‘komünist’ idareci çokluğundan dolayı giremediğinden devlet okuluna başvuruyor. Komisyon, zeka düzeyi iyi, dereceleri yüksek fakat bedensel engelli olan Ahmet Yasin’i bu özelikleriyle kendi oğlu da sakat olan genel idari hakime gönderince, tayini yapılır Ahmet Yasin’in. Zîra hakim bedensel engelin, asla bir engel teşkil etmeyeceği düşüncesini evladı vesilesiyle iyi bilen biridir. Ahmet Yasin, tam felçli olmadan önce düşe kalka yürüyebilirmiş. İşte o dönemine denk gelen bu tayin meselesi komisyonda görüşülürken komisyonun çağrısı üzerine düşe kalka, zorla oraya giden Yasin’i yolda bir arkadaşı görür. Arkadaşı kendisine oraya gitmemesi gerektiğini, sakat birini işe almalarının mümkün olmadığını söyler. Ahmet Yasin ise gayet yerinde bir cevapla şu sözleri söyler: “Ey kardeşim! Sen inanıyor musun ki ben oraya onlardan yardım dilemek için gidiyorum? Hayır, vallahi ben Müslümanım! Eğer Allah tayinimi istemişse hiçbir beşerin rızkıma mani olmaya güç yetiremeyeceğine inanıyorum.”

Sonuç olarak Ahmet Yasin Arap dili ve din öğretmeni olarak görevine başlar. Korktuğu gibi kendisiyle dalga geçilmesi gibi bir durumla karşılaşmaz okulda ve iyi bir şekilde öğrencilerle ilgilenir. Onları mescide yönlendiren Ahmet Yasin, kendisini bu tip sebeplerle şikayet eden velilere karşı duran ve kendisini savunan bir okul müdürüne sahip olması hasebiyle çocuklarla ilgilenme sürecinde sekteye uğramamıştır.

Kitabı inceleyen okuyucu, Ahmet Yasin’in anlattığımız olaylar dışında birçok olaya karşı takındığı tavrı rahatlıkla gözlemleyebilecektir. Yazar Şemmah yer yer kimi olayları direkt Ahmet Yasin’in cümleleriyle okuyucuya aktarıyor. Davet konusunda öğrencileri teşvik etmesinin yanında, kişisel çabaları da mevcut. ‘Ferdî davet’ olarak adlandırılabilecek çalışmalarından birinde Ummu Fahm beldesinin Komunist Partisi’nin sekreteri Abdullah Nemr Derviş ile diyaloga geçiyor Ahmet Yasin. Tartışma, yazarın aktarımına göre sakin bir şekilde ilerliyor ve Yasin komünizmin çıkmazlarına değiniyor. Bu bağlamda İslâm’ın, insanların bütün sorunlarını çözmeye kefil olduğunu ve ‘Rabbani’, sağlam bir nizam olduğunu anlatıyor Nemr Derviş’e. Konuşulan konuların cesaret gerektirmesi ve netliği, Abdullah Nemr Derviş’in Müslüman olmasına vesile oluyor. Önemli bir olay bu. Zîra sadece yetiştirdiği öğrencilerle yahut Müslümanlarla değil de, farklı inanışlara mensup kişilerle de konuşması, davet metodunda izlenebilecek yol hakkında gayet güzel işaretler barındırmaktadır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Ahmet Yasin, halk arasında bir önder olarak addediliyordu. Herhangi bir sorunda onun evine gidiyordu insanlar. Bu sorun zekat, miras ve arazi sorunu olabileceği gibi boşanmayla ilgili de olabiliyordu. Bu şekilde dolup taşan ev, Ahmet Yasin’in ‘hüküm bağlayıcı’ rolünü gözler önüne serdiği gibi Gazze bölgesinin işgalci kuvvetlerinin askerî hakimine şu sözleri söyletiyordu: “Sen kimsin? Devlet görevlisi misin, evini mahkeme salonu olarak mı açtın? Şunu bil ki

Ahmet Yasin, el Benna ile paralel!

Ahmet Yasin, mücadelesi boyunca 3 defa hapse giriyor. El-Cezire’ye ilk hapis olayıyla ilgili açıklamada bulunan Yasin, o dönem düşüncelerinin Hasan el Benna ile paralel olduğunu, İhvan hareketini sevdiğini ve İhvan’ın risaleleri ile kitaplarında geçen konuları/ meseleleri okuyup o düşünceye sahip olduğunu belirtiyor. İhvan sevgisiyle büyüdüklerini belirten Yasin, İhvan’ındavet kitaplarıyla ‘İslâmî’ daveti gerçekleştirdiklerini belirtiyor.

Olmamasına rağmen 1965’te 1 ay hapse atılan Yasin, hapis olayının insan nefsinde büyük izler bıraktığını söylüyor. İhvan’la o dönem ciddi/ reel bir bağı bulunmuyor oluşuna rağmen bu suçlama ile hapse atılmasındaki adaletsizliğe atıfta bulunarak şunları aktarıyor: “... İnsanın tabiatı yapmadığı bir şey ile itham edilmesini kabul etmez. Şahsına yönelik yapılan zulmü kaldıramaz ve kabullenemez. Her zaman adil bir idareyi arzu edip yargılanma ihtiyacı hisseder.”

İkinci hapse girişi de çeşitli iftiralar sebebiyle gerçekleşen Ahmet Yasin, İsrail’in yargılamasını‘sonucu önceden belirli olan’ olarak tanımlıyor. Kitapta üçüncü kez hapse girişi de anlatılıyor. Bu süreçlerde, hapiste bulunduğu sırada kurtarılma çabaları gibi olaylar ayrıntılarıyla kitapta bulunabilir. Ahmet Yasin, kitabın 4. bölümünde, tanıklık ettiği ve 1948’den itibaren baş gösteren 4 savaşı anlatıyor. Yazarın alıntıladığı bu kısım oldukça önemli. Zîra Ahmet Yasin’i, Filistin’i anlamak isteyen bir kişi savaş sürecini, İsrail’in politikalarını, Filistin’de yaşananları, ayrılık ve birleşmeleri iyi okumak zorunda. Aksi takdirde slogan düzeyinde bir Filistin sevgisinden başka bir durum çıkmaz ortaya. Sonrasında ise intifada hareketi anlatılıyor.

İntifada başlar!

İntifada’nın kurucusu kitapta Ahmet Yasin olarak belirtiliyor elbette. Ahmet Yasin, direnişin intifadaya dönüşmesini, baskı ve sindirmenin neticesi olarak yorumluyor. İntifada, kelime anlamı olarak ‘ayaklanma’ demek. Başlangıçta basit bir olay gibi imiş. Filistinli işçiler İsrail’in yerleşim bölgelerinde yer alan alanlarda çalışıyorlar ve evlerine döndükleri sırada kontrol bahanesiyle durduruluyorlar. Yerleşim bölgelerinde bulunan bir yerleşimci de kamyonetini kasten Filistinli işçilerin üstüne sürüyor. Bu kastî ‘kaza’ sonucunda 4 Filistinli işçi hayata veda eder. Filistinli işçilerin öldürülmesi üzerine çeşitli olaylar başlar, zîra halk sinirlenmişti. Ayaklanmaya müdahelede bulunan İsrail askerlerinin açtığı ateş sonucu yaralanmalar ve ölüm hadiseleri görülmüş, insanlar yaralılar için kan vermek üzere hastanelere akın etmeye başlamıştı. Devam eden süreçte İsrail’e tam anlamıyla bir karşı koyma kararı alınır. Bu karar, içlerinde Ahmet Yasin’in de bulunduğu ‘İslâmî’ hareket liderlerinin toplantısında verilir. Han Yunus’tan başlayan mücadele, Gazze’ye, Refah’a ve sonrasında birçok bölgeye yayılır. 12 Aralık 1987, intifada hareketinin başlangıcı olarak tarihe geçer. Bildirilerle halk bilgilendirilir. Ahmet Yasin, bu hareketle ‘gaspçı işgalciler’e karşı rahat bir nefes alındığını belirtmekte. Zaten bu süreç ciddi anlamda hareketli bir dönem. Zîra 9 Aralık 1987’de Hamas Hareketi kurulur. “İşgâl altındaki Filistin topraklarını özgürlüğüne kavuşturmaya çalışan bir halk hareketidir. İslâmî temellere dayalı bir düşünceyi kendine esas almıştır.” cümleleriyle Hamas’ı açıklayan Yasin, hareketin ortaya çıkmasınadâhili etkenlerin (İsrail’in işgal politikası) ve genel etkenlerin (1967’deki yenilgi ve teslim olma politikası) sebep olduğunu söyler. Kuruluşunda, Müslüman Kardeşler’in liderlik kadrosunda yer alan Abdulaziz Rantisi ve Mahmut Zahar gibi isimler de vardır. Ve kitaptan Hamas’la ilgili aktarabileceğimiz son nokta, Hamas’ın barışa karşı olmadığı fikridir. Adil bir barış, eğer Filistin halkının özgürlüğü yolunda bir yol kat edilmesini sağlıyorsa mümkündür; elbette Filistin’den sürülen vatandaşların vatanlarına geri dönmesi de bu barışın adilliğini tanımlamada en önemli unsurlardandır.

Füzeler yağar gökten... Bir gün Ahmet Yasin Gazze’de inşa ettiği “Mecmeu’l İslami” mescidinden dışarı çıkar. Sabah namazının çıkışına denk gelen bu vakitte üç füze yağar gökten. Her türlü nefretin dışavurumu gibidir bu füzelerin yağması. Zîra hedefte tekerlekli sandalyesinde ağır ağır ilerleyen yaşlı bir adam vardır. Fakat her türlü tespit bir yana, bu adam gerçekten büyük bir devleti rahatsız etmektedir.

İşte bu da füzeler yoluyla kendini göstermiş oldu. Fırlatılan ilk füze Ahmet Yasin ile beraber olanların ortasına düşer. Diğer iki füze ise Yasin’in sandalyesine isabet eder. Bu şekilde Ahmet4 8 2014 eyh

Yasin şehit olur. 22 Mart 2004’tür tarih... İhvan, saldırı ve şehadet haberi sonrası yaptığı açıklamada Ahmet Yasin’i şehit ve mücahit olarak kabul ettiğini belirtir. Bu bağlamda Ahmet Yasin’in ne ilk ne de son olduğunu, onun, daha önce şehit olan erkek ve kadınlarla beraber olduğunu ifade eder. Gerçekten boş sloganlara harcanmayacak kadar değerli bir insandır o, güzel bir insan. Kitabın sonlarında fikirleri hakkında detaylı bir derleme mevcut. Burada duruş belirlemenin yeterli olmadığını, harekete geçmenin önemli olduğunu belirten Yasin, İslâm’a, sünnete sarılmanın öneminden bahsediyor. Yine bir başka yerde İsrail ile olan mücadelede, kavganın onların Yahudi olmalarıyla alâkalı olmadığını belirtip ekliyor: “Sizler babalarımızın bize miras bıraktığı mukaddesleri işgal ettiniz. İşte bundan dolayı bizim ve sizin aramızda çatışma ve savaş başladı.”

Kitabın sonlarına yaklaştığımızda görülen bir kısım ise oldukça önemli. Her türlü zorluk ve azimle mücadele eden Ahmet Yasin, hayatı sevdiğini belirtiyor! “Yeryüzünde bulunan bütün mahlûkatı seviyorum, hayatı kendim ve diğer insanlar için seviyorum... Hayatı kötü görmüyorum, Allah’ın bir kuluna verdiği nimeti kıskanmıyorum, Allah’ın bana taksim ettiği rızka razı oluyorum.” Duruşundaki ve mücadelesindeki zerafet her anlamıyla bu cümlede açığa çıkıyor sanki...

Esad Eseoğlu özlemle hatırlattı güzel şehidi

Bakmadan Geçme