SENDE BU EVLAT ACISI…

MEHMET FARUK AK PARTİ İLE 'CEMAAT' ARASINDAKİ KAVGAYI YORUMLADI...

17 Aralık dost modern darbesinin ikinci ayağı olan 25 aralık tan bir gün sonra yazdığımız “Hayat Küçük Parçalar Halinde Gelir” başlıklı yazıda o tarihten sonra olayların çorap söküğü gibi peş peşe geleceğini ve malum cemaat yapılanmasının gerçek yüzünün halkımız tarafından yavaş yavaş daha iyi anlaşılacağını yazmıştık. Öyle de oldu nitekim. Malum yapılanmanın gerçek yüzü ortaya çıktıkça çözülmeler, pişmanlıklar ve günah çıkarmalar peş peşe sökün etti. Fakat iş işten geçtiği için artık yapacak bir şey yok. Son pişmanlık fayda etmiyor.
Bu günkü yazımızda da yine bir meseleden hareketle bir yazı kaleme aldık. Mesele Kimin ne kadar zarar gördüğü meselesidir. Yoksa kimin yılan kimin oduncu olduğu meselesi değil bu böyle biline.
Zamanın birinde, bir oduncu ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana rastlamış. Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an göz göze gelmiş. Yaradan’a olan aşkı -yılan bile olsa- yaratılana yansımış ve yılana vurmaya kıyamamış. Yılanda duygulanmış ve dile gelmiş. ''Ey insanoğlu, sen bana kıyamadın, bende sana iyilik edeceğim'' demiş. Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş. Biraz sonra ağzında bir altın lira ile dönmüş ve ''Bundan böyle ömür boyu sana her gün bir altın lira vereceğim!'' demiş. Oduncu altını bozdurmuş ve evinde o gün şenlik olmuş. Ailesi dâhil hiç kimseye olanı biteni anlatmamış. Herkes sadece oduncunun çok çalıştığı için durumunun düzeldiğini zannetmiş. Oduncu yıllar boyu her gün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile buluşmuş ve altınını almış. Birgün oduncu ağır hastalanmış. Kuyunun başına gidemez olmuş. Birkaç gün geçince bolluğa alışmış evinde darlık başlamış. Oduncu oğlunu yanına çağırmış ve yılanın sırrını anlatmış. ''Kör kuyunun başına git ve oğlum olduğunu söyle; yılan sana altın verecek!'' demiş. Oğlu inanmamış ama gitmiş. Yılan önce saklanmış, sonra ortaya çıkmış. Onun oduncunun oğlu olduğuna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın getirmiş. Oğlan önce inanmadığı hikâyenin gerçek olduğunu görünce hırsa kapılmış, ''Kim bilir daha ne kadar altın var kuyunun içinde!'' diye düşünmüş. Hırsla yılanı öldürmek için bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyruğunu koparmış. Yılan da can havliyle dönüp oğlanı sokmuş ve öldürmüş. Akşam yaklaşıp da oğlu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatağından sürünerek bile olsa kalkmış. Kuyunun başına gitmiş ki oğlu cansız yatıyor. Yılanda o anda görünmüş; kuyruğu yok ve kanlar içinde. Oduncu durumu anlamış ve çok üzülmüş. Canının parçası oğlu yerde cansız, yıllardır velinimeti olan yılanda yaralı...
''Hatalı olan oğlum olmalı!'' demiş ve yılandan özür dilemiş. ''Tekrar dost olalım!'' demiş. Yılan ise acı acı gülümsemiş: ''Çok isterdim ama sende bu evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız!'' demiş.
Hükümetle cemaatin dostluğunun bittiği malum 17 Aralık dost modern darbesiyle tescillenmişti. Cemaat kendisinden hiç beklenmedik bir biçimde ve hiç umulmadık bir zamanda sobelendi ve hem devletin zirvesindekiler hem de milletin kendisine olan inanç ve güvenini bir daha düzelmemek üzere sarstı. Hatta yerle bir etti de denilebilir.
Bu yeni ve alışılmadık durumu içine sindiremeyen bir kısım cemaat mensubu; akılları yeni mi başlarına geldi, şimdimi anladılar, şimdiye kadar neredeydiler diye  hala hükümet tarafını suçlamaya çalışsalar da kendilerine dahi izah edemedikleri kaotik bir durumla karşı karşıya idiler. Ve bu yeni durum yenilir yutulur cinsten bir şey değildi.
Başbakan seçim gezilerinde, miting meydanlarında sürekli hücum halinde ve kendine olan güveniyle dimdik ayakta duruyor, bu güruhun dini bir cemaat olmadığını bilakis bir fesat örgütü olduğunu, başlarındaki şahsın da bir âlim olmadığını, bir hain olduğunu haykırıyordu.
Başbakanın neredeyse tek başına karşılarına dikilip ülkeyi ve milleti kendilerine yem etmeyeceğini söylediği malum güruha karşı insanlar üç tarafa ayrıldılar.
Bir tarafta koskoca başbakan, “elbet bir bildiği vardır, yoksa neden bu kadar sert olsun ve bir kitleyi karşısına alsın” diye düşünüp başbakana hak verenler,diğer tarafta başbakanın yanlış bilgilendirildiğini düşünüp söylenilenlere bir türlü inanmak istemeyenler. Üçüncü bir taraf olarak da mevcut durumdan her iki tarafında yara alıp zarar göreceğini düşünüp üzülenler.
Fakat her ne olursa olsun olanda hayır vardır. Ya bütün bu olan bitenler milletin başına gelebilecek daha büyük felaketlerin engellenmesi için bir fırsatsa? Ya başbakan gerçekten haklıysa? Ya bu topluluk, özellikle Pensilvanya’daki hocaları, bir ihanet şebekesinin içindeyse? Söylendiği gibi devletin gizli bilgilerini ortam dinlemeleriyle ve önemli mevkilere yerleştirdikleri elemanları vasıtasıyla alıp İsrail ve Amerika’daki yandaşlarına servis ediyorlarsa! Ya!, Ya!, Ya!
Sonu gelmeyecek şüphe ve sorular. Hiç kimse bu soruların cevabını bulamadı. Seçim sath-ı mailinde yapılan hararetli konuşmalar, saldırı ve savunmalardan sonra ortam biraz duruldu gibi görünse de gerçekte durulmadı. Alttan alta devam ediyor. Bir yanda aldatıldığını ve ihanete uğradığını düşünen hükümetve başbakan taraftarları. Diğer tarafta birkaç bakanın yolsuzluk yaptığı iddialarının arkasına sığınıp hükümeti yıpratmaya ve öç almaya çalışan malum zümre. Cemaat demeye dilim varmıyor. Çünkü dini bir cemaat olmaktan öte, siyaseti ve seçimleri finanse eden bir tröst, milyarlarca dolara hükmeden bir şirket, eğitimden bankacılığa kadar piyasanın gelir getiren birçok alanında faaliyet gösteren organik ve organize bir yandaşlar topluluğu.
Tabandaki saf ve iyi niyetli bir kesimi istisna ederek konuşursak, tepedekilerin yani hükmedenlerin dini bir cemaat olmadığı kesin. Çünkü ilişkileri, davranış biçimleri, meşguliyetleri geleneksel dini cemaatlerin, zühd ve takva hareketi olan tarikatların veya mezheplerin yapılarına ve teşkilatlanma biçimlerine hiç uymuyor. Karanlık bir yanlarının gizli bağlantılarının olduğu şüphesi her zaman var. Başbakanın bu karanlık yanlarını bildiğini, ilişkilerini ve sırlarını çözdüğünü düşünüp panikliyorlar. O kadar panik içinde hareket ettiler ki seçimlerde gidip ‘CHP’  ve ‘BDP’ nin değirmenine su taşıdılar. Tarihi düşmanlık birdenbire bitmiş gibi. CHP’nin, üstatları Sait Nursi’ye neler yaptığını unutmuş gibiler. Utanmadan, sıkılmadan, Allah’tan korkmadan.
Sonuçta olan oldu. Seçim sonucu halkımız kime inanıp güvendiyse, seçimini ondan yana yaptı. Haklı olunca güçlü de olunacağını gösterdi. Bazen ‘bir’in ‘üç’ den büyük olacağını gösterdi. Bizde anladık ki bir tarafta kuyruk acısı diğer tarafta evlat acısı oldukça bu dostluk asla ve asla eskisi gibi olmaz. Olmasın da zaten . Çünkü akıllı bir adam bir kere ısırıldığı yerden bir daha ısırılmaz.

Bakmadan Geçme