SAVAŞIN ÇİÇEKLERİ

Bütün yaşanmışlıklara tanıklık eden Kıbrıs'a doğru yolculuğa çıkmıştım. Daha önce hiç bilmediğim yerleri, olayları öğrenecek olmam beni heyecanlandırıyordu. Havaalanında indiğimde şubat ayı olmasına rağmen ılık bir bahar havasıyla karşılaşmamın verdiği şaşkınlık daha sonra mutluluğa dönüşmüştü. Her köşesi cennetten bir parça olan Kıbrıs ciğerlerimi dolduran deniz kokusuyla, tenimi okşayarak geçen güneşiyle, güler yüzlü insanlarıyla ve gezi grubumla her yeri dolaşarak değerlendirdik. Kıbrıs'ın bana gösterdiği bu iyi tarafı beni mest etse de bu madalyonun bir de diğer yüzü vardı. Kıbrıs'ı Kıbrıs yapan tarihi, geçmişi, kanlı iç savaşları...

Dehşet, vahşet, kan donduran geçmişi sanki tekrar yaşıyormuşçasına Lefkoşa caddelerinde geziyordum. Bir yandan ölümün barışa çevrilmesinde verilen canların, şehitlerin hikayelerini dinliyor, diğer bir yandan da o günlerde  hala kuşun izlerini barındıran yapıları  sanki bir filmin konuk oyuncusu gibi aynı yer ve zamanda  seyrediyordum.  Türklerle Rumların sınırını yalnızca haritada bir çizgi olarak değil, nefretin ve savaşın bir sonucu olduğunu iliklerime kadar hissetmiştim.
Lefkoşa'nın tarih kokan sokaklarında dolaşırken şirin bir evin  önüne gelmiştim. Tek katlı, bahçeli, sevimli bir ev görünümündeki  bu yer, acılara, ölümlere tanıklık eden,  bir babanın vatanını savunurken eşini ve üç evladını kaybettiği Barbarlık Müzesi olarak adlandırılan  Binbaşı Nihat İlhan'ın eviydi.
 
Bahçe kapısından girerken  heybetiyle uzunca bir taş gözüme takıldı. 11 Kıbrıs Türkü'nün  isminin bulunduğu Kumsal Şehitleri'nin anıtıydı.  Eve girdiğim anda sağ tarafta kırmızı boya ile yazılmış, sanki insanın üzerine akarcasına kan motifleriyle  " Aralık 1963"  yazısı  tüylerimi ürpertmişti.  Siyah çerçevelerle belirginleştirilen tavanda ve duvarlardaki kurşun izleri, Kanlı Noel gecesinin kanıtlarını simgeliyordu.  Odanın birinde o yıllarda yaşanılan Rum Katliamlarıyla ilgili yabancı basında yayınlanan haberleri okurken savaş günlerini iliklerime kadar hissediyordum.  Diğer oda da  hep aynı yaşta kalan çocukların minik ayakkabıları, kıyafetleri  ve Mürüvvet Hanım'ın (Binbaşı Nihat İlhan'ın eşi)  eşyaları...  Gazeteci kimliğimi, objektif bakış açımı  unutup nemlenen gözlerimle evin en acı noktası olan,  bir annenin çocuklarını korumak uğruna küvete sakladığı ve bedenini kurşunların önüne siper ettiği o banyoya yöneldim. Hainlerin o küçük bedenlere sıktığı  kurşun izleri  her yeri kaplıyordu.  Henüz annelik duygusunu tatmamış olmama rağmen çocuklarının gözleri önünde kurşunlanması fikrine bile tahammül edemezken, o evde yaşanmış olması ne büyük bir acıydı. Son odada toplu katliamlarla ilgili siyah beyaz fotoğraflar sergileniyordu. Etrafımdaki insanlar fotoğraflara bakarken kimisi dolan gözlerini siliyor, kimisiyse tahammül edemeyip odadan dışarı çıkıyordu.
 

Binbaşı Nihat İlhan'ın vatan uğruna ölen eşi ve çocuklarının  haberini üç gün sonra öğrendiğinde dudaklarından dökülen "Vatan Sağ olsun" cümlesini öğrendiğimde İlhan'ın her şeye rağmen ülkesine olan bağımlılığı beni derinden etkilemişti. Evlatlarının küçük bedenindeki kan izlerini elleriyle yıkayarak, gelecekteki hayallerini, umutlarını  toprağa gömen Binbaşı Nihat İlhan o günden sonra 44 yılın ardından Kıbrıs'a ayak basıyor. Beş kişilik bir ailenin ferdi olan Nihat İlhan, Türkiye’ye yerleşerek onbir yıl tek başına topraklarını savunduğu anlatılırken hissettiğim tek şey vatan sevgisiydi.
 
 Dışarı çıktığımda hava kararmaya yüz tutmuştu. Akşamın serinleten rüzgarı içimi okşuyordu. Düşünüyordum. Ailemi, dostlarımı düşünüyordum. Onları kaybetme fikrinin bile bende uyandırdığı o korku bedenimi sarmıştı.
 
Ailemi sanki ölmeden mezara koymuştum, doğmamış çocuklarımı toprağa ellerimle vermişçesine üzülüyordum. Sahi ben olsam ne yapardım? Ne düşünürdüm? Aslında cevabı düşünmeye bile gerek yok. Damarlarımdaki asil kan, atalarım, ailemin bana verdiği benlik, içimi dolduran vatan sevgisiyle bunların üstesinden gelebilirdim. Ana baba eş çocuk her şey giderdi. Vatan ebediydi. Vatan her şeyin karşılığıydı. Vatan sağ olsundu. Bağımsızlığı simgeleyen bayrağım tepede dalgalanmasıydı.  İşte bütün bunlar her şeye değerdi...
   
 Zehra Koçak

Bakmadan Geçme