Salkuma (Gürpınar) değirmenleri

Harman sonu elde edilen zahire (çavdar, buğday, arpa ) öğütülecek, un olacak, ambarlara konulacak, bir sene boyunca ekmek olarak yenilecektir. Zahireler, eşek ve kağnı arabalarına yüklenip Salkuma köyündeki değirmenlere götürülürdü. Çünkü bölgede değirmen döndürecek su sadece Salkuma'da vardı. Koramaz Dağı'nın batı ucuna yakın bir yere yerleşen Salkuma köyünden bol su çıkardı. Suyun akıp gittiği yönde değirmenler yapılmıştı.

Bu değirmenler şunlardır:
 
1-Baş değirmen
2-Küçük değirmen
3-Boyacı değirmen
4-Söğütlü değirmen
5-Deveboynu değirmeni
6-Büyük çakıllı değirmeni
7-Küçük çakıllı değirmeni
 
Değirmenin yapısı
 
1-Çark: Çark, suyun akıp gittiği çayın
üzerinde bulunur.
2-İki adet değirmen taşı: Alttaki taş
sabit, üst taş hareket halindedir.
3-Tekne
4-Çörüz kolu denilen bir sırık.

 
Değirmenin çalışması
Hızla akan su çayın üzerindeki çarka hızla çarpar. Çark döner. Arka bağlı üst taş da dönmeye başlar. Tekneye buğday, çavdar veya arpa gibi un olacak zahire konur. Taş dönünce tekneden ayarlı şekilde zahire dökülür. Dökülen zahireyi dönen taş ezer, un haline getirir. Tekneden fazla zahire döküldüğü zaman un iri olur, az döküldüğü zaman un ince olur. Daha az döküldüğü zaman un siyahlaşır ve kullanılmaz hale gelir. Değirmeni idare edene “Tozcu” denir. Tozcu her un yaptırandan bir yaba un alırdı. Değirmen sahibi de çuval başına
ayrıca ücret alırdı. Un sahipleri ununun ince olmasını isterlerdi. Bu ise zaman yönünden Tozcunun işine gelmezdi. Bu yüzden un sahipleri ile Tozcu arasında zaman zaman münakaşalar meydana gelirdi. Sonunda Tozcunun dediği olurdu. Tozcunun gönlünü almak için başta sigara olmak üzere hediyeler verildiği de gizli gizli söylenirdi. Değirmeni döndürme ve durdurma, Çörüz kolu denilen bir sırık ileri geri itilerek sağlanırdı. Su, çağlaya çağlaya değirmenlerin bulunduğu çayı geçerek Gesi tarafına doğru akar gider… Zannederim
bölgedeki 10-15 köy Salkuma değirmenlerinde zahirelerini un haline getirirlerdi. Harmandan zahireyi doğrudan değirmene götürmek en kolay olanı idi. Ama bu değirmenlerde yığılmalar meydana getirirdi. Yığılmalar olduğu zaman, 6-7 gün sıra beklenirdi. Yiyecek ekmek kalmadığı zaman, ekmek için köye gelinir, ekmek götürülürdü. Evinde ekmek yapacak unu kalmamış olan bir çuval un için sıraya girmezdi. Hemen unu yapılır, çocuklarına ekmek
pişirsin diye köyüne gönderilirdi. Evinde unu olanlar, zahirelerini evlerinde bekletirler, yoğunluk azaldığı zaman un yapmak için değirmene giderlerdi. Değirmene gidildiği zaman,
gündüz hayvanlar etrafta otlatılır, gece değirmenin ahırına bağlanırdı. Değirmene gidişin sıkıntıları da vardı. Özellikle dere içindeki Kuruköprü Köyü ’ne iniş de eşeğin başını eğmesi
ile yük düşer. Köyden çıkışta da hayvanlar yükleri ağır olduğu için yükü taşımazdı. Bu zaman pürdikkat kesilir, yüklerin düşmemesi için çalışırdık. Yük düşer, çuval yırtılır, çuvaldan un
yere dökülürse perişanlık başlardı. Kuruköprü köylülerinden yardım istenir, onlar da hemen yardıma koşardı. Kızgın bazı adamlar, fazla yük yüklediğini düşünmez, boynunu eğdiği veya
yükü yokuş yukarı taşıyamadığı için eşeklerini döverlerdi. Az da olsa böyle hadiseler olurdu.
Sıkıntıları da olsa değirmene gitmeyi çok severdim. Çünkü akıp giden suyu görecektim. Bizim köyde akan su yoktu. Değirmene gittiğim zaman akan suyun kenarına oturur, suyun çağlayıp gidişini seyreder, dururdum. Ne güzel çağlıyordu. Bizim köyde niye yoktu? Akıp giden suyun üzerindeki çarka bakar, taş nasıl dönüyor, tekne nasıl zahire döküyor, değirmen
nasıl çalışıyor diye düşünürdüm. Suyun akışı, çarkın dönüşü, değirmen taşlarının iki sevdalı
gibi birbirine sarılmaları, ağaçlar, su arkının etrafındaki otlar, yeşillikler güzellikler beni kendine bağlıyordu. Babam zaman zaman çarka yaklaşma, taşa ve tekneye ellerini uzatma, akıp giden suya yakın oturma, derdi, beni değirmenin tehlikelerinden korumaya çalışırdı.
Salkuma değirmenleri, bir zamanlar etrafta bulunan köylülerin zahiresine hükmeder, ekmeklik un yapar, bölge köylerine hizmet ederdi… Elektriğin köylere gelmesi ile bazı
köylerde elektrikli değirmenler kuruldu. Salkuma değirmenleri müşteri kaybetti. Zamanla o güzelim değirmenler yok olup gitti. Geçen yıllarda Salkuma’ya gittim. Ne akıp giden su vardı,
ne üstündeki çark, ne de dönen değirmen taşı… Gözlerim dolu dolu oldu… Çark dönmüyor, değirmen taşı zahireyi un yapmıyordu. Sanki su; çark dönmüyorsa, değirmen taşı un yapmıyorsa ben de yerime çekiliyor, gidiyorum demişçesine çekilip gitmiş. Su yok, çark yok, dönen değirmen taşı yok. Hüzün verici bir şey… Su, Allah’ın varlığının en büyük delillerinden biridir. Su, Allah’ın canlı cansız yarattığı bütün varlıklara en büyük hediyelerinden biridir.
 
Mustafa Yeşilyurt kardeşim suyu şöyle anlatır:
 
Çırpınır durur sular,
Taştan taşa vurunarak.
Denizde barınır sular,
Kaygılardan arınarak
Bir sur olur göğe çıkar,
O’ndan bir haber umarak
Ya vuslattan, ya firaktan,
Ağlar durur sağnak sağnak
Coşar çağlar mecnun gibi,
Ayrılıktan dert yanarak.
Durmaz ağlar, benim gibi;
Vuslatından dem vurarak
 
Üstat Necip Fazıl Merhum da insan ile su ilişkisini şöyle anlatır.
 
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
 
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
 
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.
 
Her şey su ile diridir. Suyun olmadığı yerde hayat da yoktur, yeşillikler, güzellikler de yoktur.
 
Allah:
 
Diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi
görmediler mi?” buyurur. (Enbiya:21/30)
 
İnsan açlığa daha fazla dayanır, fakat susuzluğa dayanamaz. Su olmayınca yeşillikler olmaz. Ağaçlar, ormanlar meydana gelmez. Su olmayınca her taraf kurur, çöller oluşur.
Salkuma değirmenlerine sevine sevine gitmemizi sağlayan çağlayıp akıp giden su idi. Salkuma değirmenleri, çocukluğumuzun ve gençliğimizin sevda yerleri idi. İstiyoruz ki, giden su geri döner de hayat verdiği otların üzerinde, kenarında yetiştirdiği ağaçların gölgesinde uzanıp semayı seyre dalarız. Allah’tan niyaz ederiz ki, bu sevdamız, değirmen çayında akıp giden suyun ebedisi olan “İçinden ırmaklar akan cennetlere” kavuşmamıza vesile olur.
 
 
N. Mehmed Solmaz- Şehir Dergisi
 

Bakmadan Geçme