SAHABE VE EHL-İ BEYT

Sahabe kelimesi çoğul bir kelimedir. Bunun tekili sahib veya sahabî dir. Ashab kelimesi ise sahabe kelimesinin ikinci defa çoğuludur. (cem'ul cem) 'Sa-hı-be' fiili Sözlükte arkadaşlık etmek, dostluk etmek gibi anlamlara gelmektedir. Kur'an-ı Kerimde bu kökten türeyen kelimeler bir çok yerde kullanılmıştır. Kur'an'da en fazla kullanımı ashab şeklindedir ve 78 yerde geçmektedir. Bu kullanım Kur'an'da halk, ehl, arkadaşlar anlamına gelmektedir. Aşağıdaki ayette ashab İsrailoğulları için kullanılmaktadır.

SAHABE:
Sahabe kelimesi çoğul bir kelimedir. Bunun tekili sahib veya sahabî dir. Ashab kelimesi ise sahabe kelimesinin ikinci defa çoğuludur. (cem'ul cem)
'Sa-hı-be' fiili Sözlükte arkadaşlık etmek, dostluk etmek gibi anlamlara gelmektedir. Kur'an-ı Kerimde bu kökten türeyen kelimeler  bir çok yerde kullanılmıştır.  Kur'an'da en fazla kullanımı ashab şeklindedir ve 78 yerde geçmektedir.  Bu kullanım Kur'an'da  halk, ehl, arkadaşlar anlamına gelmektedir. Aşağıdaki  ayette ashab İsrailoğulları için kullanılmaktadır.
فَلَمَّا تَرَاءى الْجَمْعَانِ قَالَ أَصْحَابُ مُوسَى إِنَّا لَمُدْرَكُونَ
          İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa'nın adamları(ashabı): "Gerçekten yakalandık" dediler. (Şuara 61)
Kur'an'da sahabî, çoğul olarak ta sahabe şeklinde bir kullanım yoktur. 16 yerde ise sahip şeklinde geçmektedir. Sahip arkadaşı,  adamı  gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Mesela Rasulullah'tan  4 yerde Mekkelilerin sahibi (arkadaşı) olarak bahsedilmektedir. (7/184, 34/46, 53/2, 81/22)
أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُواْ مَا بِصَاحِبِهِم مِّن جِنَّةٍ إِنْ هُوَ إِلاَّ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
Düşünmediler mi ki arkadaşlarında hiçbir delilik yoktur, o apaçık bir uyarıcıdır? (7 Araf 184)
Kur'anda'ki bu kullanımlara baktığımız zaman bu kavramın özel bir sınıf veya gurup için kullanılmadığını görürüz. Hatta yukarıda aldığımız ayette Hz. Peygamber  Mekkeli Müşriklerin arkadaşı olarak nitelenmiştir ki buradan anlaşılan sahiblik(arkadaşlık) için Müslüman olma şartı da bulunmamaktadır.
Hicretten sonra Müslüman topluluğu farklı kategorilerde tanımlayan Kur'an ifadelerini birçok ayette görüyoruz.  Muhacir, Ensar, Münafık, Kalpleri hastalıklılar gibi Kur'an ifadeleri bize Medine ve çevresindeki Müslüman toplumun içindeki gurupları tanımlamaktadır. Son iki gurubun sayıları ve keyfiyetleri değişse de İslam toplumu içinde hep var olageldiler. Bunlar kimi zaman zahiren amel zafiyeti göstermeden gizlenebildiler. Mekke'nin fethinden sonra ise sayıdaki çok hızlı artışa rağmen fevc  fevc İslam'a girenlerden bir bölümü daha Hz. Peygamber hayattayken irtidad ettiler veya  Münafıklık yolunu seçtiler.  İman zafiyeti içerisinde olup hakiki imanı tatmamış kitleler de Müslüman oldular.
قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ وَإِن تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُم مِّنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Göçebe Araplar: "İnandık" dediler. De ki: "İnanmadınız, fakat 'İslâm olduk' deyin. Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah'a ve Elçisine itâ'at ederseniz (Allâh), yaptığınız güzel işlerden hiçbirinin sevâbını size eksik vermez. Allâh çok bağışlayan, çok esirgeyendir."(49 Hucurat 14)
Hz. Peygamberin vefatında Medine münafıklığı zayıflamış fakat Medine çevresindeki münafıkılık ve irtidad artmıştı. Bu manzara çerçevesinde  632 yılındaki İslam toplumunun içerisinde önemli sayıda sorunlu kişilik ve iman çeşidi vardı.  Hz. Osman'ın katline kadar müslümanlar arasında fiili bir savaş yaşanmasa da çekişmeler, kavgalar, ve Allah'ın yasakladığı fiilleri işleyenler hep var oldu. Zaten Dünyada bunların olmadığı bir topluluğun bulunması imkansızdır. Bu olgu insan gerçeğiyle bağdaşmaz. Onlar ne hatasız masum bir topluluktu ne de kendilerine gönderilen Resule ihanet eden fasık bir topluluktu. Bütün insanlar gibi onlar da imtihan sürecine tabi tutuldular.
Özellikle Hadis ilminin gelişmesiyle Hz. Peygamber zamanında yaşayan bu topluluğa bir isim koyma ve bu ismi de Ehl-i Hadis'in istekleri doğrultusunda tanımlama ihtiyacı hasıl oldu. Bu isim Sahabi çoğulu ise ashab veya sahabe şeklinde belirlendi. Tanımı ise şu çerçeveye yakın biçimde yapıldı;
Sahabi; Rasulullah'ı Mü'min olarak görmüş, ve mü'min olarak vefat etmiş kimsedir.
Bu tanım genellikle kendisini ehl-i Sünnet olarak ifade edenler  tarafından kabul edilmiştir. Tanımda Hz. Peygamberi Mü'min olarak görmenin ayrıcalıklı yeri hemen göze çarpmaktadır. Bu ayrıcalıklı yerden ötürü olacak ki bu tanımın içine girdiği kabul edilen Hz. Peygamber zamanında yaşamış olan Müslümanlar  dokunulmazlık zırhıyla kaplanmış onların hepsi bir anlamda masum kabul edilmiştir. Hadis ilminde Hadisler onları rivayet eden ravilerin özellikleriyle değerlendirilir. Bu değerlendirme iki şekilde yapılır;
1.                  Ravinin Adalet yani dini ve ahlaki yönüyle incelenmesi.
2.                  Ravinin Zabt yani rivayet ettiği hadisi muhafazası yönünden incelenmesi.
Muteber sayılan hadislerin mutlaka rivayet eden ravileri bilinmesi ve bu ravilerin ilkinin de Hz. Peygamber'i görmüş birinin olması gereklidir. Aksi durumda hadisin rivayetinde bir kopukluğun yaşanmış olması gerekir. Sahabe olarak tanımlanan raviler adalet ve zabt yönünden incelemeye tabi tutulmazlar. Çünkü onların dini ahlakı tam ezberi, hafızası kuvvetli olarak kabul edilmişlerdir. Halbuki böyle bir şeyin olabilmesi mümkün müdür? Kul nisyan ile ma'lül değil midir?  Hz. Peygamber hayattayken var olan bunca münafığa ne oldu da sahabe olarak tanımlanan bu  gurup tümden günahsız hale geldi? Öyle ki sahabe olarak tanımlanan topluluklar arasında cereyan eden Cemel , Sıffın  gibi savaşlarda Müslümanların birbirini öldürmeleri doğru veya yanlış içtihad olarak yorumlanmıştır. Hatta iddialarına göre yanlış içtihatta bulunup haksız yere Müslümanları öldürenlere bu katillerinden dolayı da bir sevap verilmiştir. Ancak müslümanı haksız yere öldürmenin haramlığı açık değil mi ki bu konuda içtihat yapılabilsin?
Bu ashap tanımlaması rivayet edilen hadislerin insanlar gözünde güvenilirliğini artırmak için yapılmış bir tanımlamadır. Sayıları az da olsa bazı alimler bu tanımı kabul etmeyip sahabe olmanın şartının Hz. Peygamberi kısa süreliğine de olsa bir kez görmek olmayıp onunla uzunca bir süre beraber olup arkadaşlık yapmayı şart koşmuşlardır. Aslında yanlı olmayan ve Kur'an'daki ashab yaklaşımına uyan bakış budur. Zaten Ehl-i Hadisin kendi tanımlarına delil olarak kullandıkları ayetler ve hadis rivayetleri de bu tanımı doğrular niteliktedir.
Siz O'na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O'na yardım etmiştir. Hani kâfirler ikiden biri olarak O'nu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada iken arkadaşına (sahib) şöyle diyordu: "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir." Böylece Allah O'na 'sekinetini' indirmişti, O'nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkâr edenlerin de kelimesini  alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi, yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (9 Tevbe 40)
Bu ayette Hz. Peygamber'in sahibi (arkadaşı) olarak tanımlanan kişi Hz. Ebu Bekir'dir. Bu ayetten arkadaşının hüzünlendiğini yani iman ve sevgi ile Allah rasülüne bağlılığını bize Allah haber veriyor. Elbette Hz. Peygamberin arkadaşı olma şerefine mazhar olacak nice Müslümanlar var idi. Ama bu kişiler sırf onu görüp konuşmaktan ötürü bir derece almadılar aksine imanları, teslimiyetleri, fedakarlıkları sebebiyle derece kazandılar önde gidenler oldular. Nice kör ve sağırlar ona baktılar fakat görmediler, duydular da kulak vermediler. Kur'an canlarını ve bütün varlarını Allah yolunra feda edenlerden sadece bir tanesinin adını vermektedir. Zeyd bin Harise. (33 Ahazab 37) Zeyd ki Mu'te'de canını Allah yolunda feda edinceye kadar hep Allah rasülünün yanında bulunmuştur. Ve bizler Muaviye'ye hazret derken İlk Müslümanları sayarken kölelerden Zeyd deyip sanki Müslümanlığı da makbul değilmiş gibi nasıl ölçüyü kaçırıyoruz. Ve Hz. Zeyd gibi niceleri. köleler, zenciler, azaldılar, fakirler, gönlü tok zenginler vardı o toplumda. İşte asıl Hz. Peygamberin ashabı olmayı hak edenler bunlardır. Yoksa ona eziyet edip nifak tohumları atanlar, mal, makam menfaat saikiyle yanında olanlar, yakasına yapışıp adil ol diyenler onun sahabisi, arkadaşı olamazlar.  
Kur'an'daki hiçbir ayet Hz. Peygamber zamanındaki Müslümanların hepsini toptan tezkiye etmez. Onların güzel davranışlarını över yanlışlarını ise eleştirir. Ve bu topluluğun bütün bireylerinin iman sahibi olduğunu da söylemez.
Allah Teala'nın Hz. Peygamber zamanında yaşayan Müslümanların onun zamanında yaşamaktan dolayı kendilerini ayrıcalıklı kıldığına daİr bir ayet var mıdır? Buna rağmen Kur'an'daki birçok ayet Hz. Peygamber zamanında yaşayan Müslümanların üstünlüğüne veya korunmuşluğuna delil olarak getirilmektedir. Aslında Kur'an'da Hz. Peygamber zamanında yaşayan Müslümanların O'nu görmesi onunla birlikte yaşamaları değil , fedakarlıkları, imanları, Allah'ın dinine yardımları gibi güzel hasletleri övülmektedir.
Elçi, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü'minler de. Tümü, Allah'a, meleklerine, Kitaplarına ve elçilerine inandı. "O'nun elçileri arasında hiç birini (diğerinden) ayırdetmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak Sana'dır" dediler.(2 Bakara 285)
Doğrusu, insanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar ve bu peygamber ile iman edenlerdir. Allah, mü'minlerin velisidir.(3 Al-i İmran 68)
Muhâcirlerden ve Ensârdan  ilk öne geçenler ile bunlara güzelce tabi olanlar... Allâh onlardan râzı olmuştur, onlar da O'ndan râzı olmuşlardır. (Allâh) onlara, altlarından akarsular akan, içinde ebedi kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur. (9 Tevbe 100)
Böylece biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için vasat bir ümmet kıldık; peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Kâ'be'yi) kıble yapmamız, peygambere uyanları, iki topuğu üzerinde gerisin geri dönenleri bilmesi içindir. Doğrusu (bu,) Allah'ın hidayete ulaştırdıklarının dışında kalanlar için büyüktür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara merhamet edendir, esirgeyendir. (2 Bakara 143)
Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf  olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz. Kitap Ehli de inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır. (Al-i İmran 110)
(Ayrıca bkz. Araf 157,Bakara143,Al-i İmran 110,Tevbe26,88,100,117,Enfal 64,74, Fetih 29)
Son ayette(Al-i İmran 110)hayırlı ümmet olmanın nasıl gerçekleştiği bize anlatılıyor. Allah'a iman etme iyiliği emretme ve kötülükten nehyetme. Bunu kim hangi zamanda gerçekleştirirse gerçekleştirsin hayırlı ümmetten olma vasfını kazanır. Ayrıca ümmetin en hayırlı olması demek bireylerin tek tek hayırlı olduğu anlamına gelmez. En hayırlı toplumlarda bile nice şerli insanlar bulunabilir. Eğer Hz. Peygamber zamanında yaşamayı onun zamanında yaşamayanlara bir üstünlük olarak anlarsak Allah Teala'nın insanlara kendi ellerinde olmayan durumlardan dolayı  mükafat veya ceza verdiğini söylemiş oluruz. Halbuki Allah zaman zaman bu topluluğu çok ağır şekilde de uyarmıştır. Mesela, Tevbe 25,38,102,113,117,118, Enfal 15,16,67,68, Ahzap 10,11, Nisa 75,78,  Nur 13-17,33, Hucurat 11,12, Cumua 11, Al-i İmran 152,153 ayetler bu uyarılarla doludur. Bu ayetleri okuduğumuzda Hz. Peygamber toplumunun birçok hatasından bahsedilmekte ve onlar uyarılmaktadır.
Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri dönerse, Allah kendisinin onları sevdiği, onların da kendisine sevdiği mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,' Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (5 Maide 54)
İşte bu ayet bu topluluğun korunmuş olmadığının en güzel ifadesidir. Öyle ki Hz. Peygamber bile Kur'an'ın ihtarlarına muhatap olmuşken vahiy almayan diğer mü'minleri nasıl hatasız olarak görebiliriz? Elbette bu konuda aşırılıklar var olagelmiştir. Bir yanda sırf Hz. Peygamber zamanında yaşamasından dolayı bütün bir kitleyi masum addeden anlayış diğer tarafta ise Hz. Peygamberin can yoldaşı olan Hz. Ebubekir, Hz. Ömer gibilerine ta'neden anlayış. İkisi de hakkı yerine teslim etmekten uzaktır. Tevbe Suresi 40. ayetinin imanını tasdik edip övdüğü Hz. Ebubekir'i zalim hatta münafık olmakla itham etmek zulümdür. Muaviye'ye hazret deyip yine resulün can yoldaşı Zeyd b. Harise'ye Zeyd demek zulümdür. Cahiliyye kriterleriyle hilafet taksimi yapmak kureyşilik, haşimilik,seyyidlik, şeriflik davası gütmek ise Rasülün siretinde olmayan bir uygulamadır. Annesi zenci olan Usame b. Zeyd'i ordu komutanı yapan Kur'an'ı insanlara tebliğ eden Peygamber idi.  Hilafet Ali'nin hakkıydı, Ebubekir'in hakkıydı diyenler ise gerçek değer kriterlerini bilmeyenlerdir. Hilafet, emirlik kimsenin hakkı değildir ancak ona ehil olanlardan birisi bu görevi üstlenir. İstikamet üzere olup adil davranırsa imtihanı kazanır.
Sahabe olarak tanımlanan gurubun ayrıcalıklılığıyla ilgili aktarılan hadisler vardır. Ancak bu hadislerde de aslında Hz. Peygamberle kısa süreliğine birlikte olan Müslümanlar sahabe olarak kabul edilmemektedir.
''Sakın ashabım aleyhinde bulunup kötülük etmeyin.Onları her kim severse bana muhabbetiyle sever.Her kim de buğz ederse bana buğzu sebebiyle eder. Her kim onlara eza ederse bana eza etmiş olur. Her kim bana eza ederse Allah'a eza etmiş olur. Her kim de Allah'a eza ederse çok sürmez Allah belasını verir.(Tirmizi)
''Ashabıma sövmeyiniz. Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki herhangi biriniz Uhud dağı kadar altın infak etse onlardan birinin bir müdd hatta yarım müdd sadakasına yetişemez.''(Buhari, Müslim)
Yine çok bilinen ''Ashabım gökteki yıldiızlar gibidir hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz''(K. Ummal, Beyhaki el- medhal) hadisi de benzer anlamı ifade eder. Bu hadisleri Hz. Peygamber tarafından söylenmiş kabul etsek bile Kendi zamanında yaşayan Müslümanları diğerlerinden ayırıcı bir anlamı yoktur. Öncelikle şu konunun tespiti zorunludur. Burada bu konuşmanın muhatabı kimdir? Hadislere baktığımızda konuşmaların muhatabının Hz. Peygamber zamanında yaşayan Müslümanlar olduğunu anlarız. Yani bu ihtarlar ve tavsiyeler o anda yaşayanlara yapılmaktadır. Aksi halde zamir muhatap yerine gaip sigasında olmalıydı. Yani zamir 'siz' değil 'onlar' olması gerekirdi. Bu sözlerden anlaşılan Hz. Peygamber zamanındaki Müslümanların bir kısmına ashabım demekte diğerlerini ise ashabım dediği Müslümanlar konusunda uyarmaktadır. Yoksa  yıllar veya asırlar sonra doğacak Müslümanlara kendi zamanında yaşayan Müslümanlar hakkında uyarılar yapması bu metinlerden anlaşılmaz. Ama birçok konuda yapıldığı gilbi sözün delaleti tahlile tabi tutulmadan hüküm verilmektedir. Hadisler okunurken zihin dünyamızda bu cümlelerin Hz. Peygamber tarafından zarfa konup asırlar sonrasına gönderilmiş mesajlar olduğu kanaati bizi bu gibi yanlış sonuçlara götürmektedir. Halbuki o metinleri oluşturulduğu çağın aynası olarak görsek durum değişecektir.
Buraya kadar anlatılanlardan şöyle bir kanaat oluşturabiliriz. Sahabe Hz. Peygamber (a.s.) zamanında yaşamış olan Müslümanların tamamı olmayıp Özellikle Hz. Peygamberin yanında uzun bir süre bulunmuş fedakarlığı, imanı ile ön plana çıkmış iman etmek için dengelerin değişmesini beklememiş Müslümanlardır.
 
EHL-İ BEYT:
Ehl-i beyt ev halkı anlamına gelmektedir.Kur'anda toplam 3 kullanımı bulunmaktadır.
قَالُواْ أَتَعْجَبِينَ مِنْ أَمْرِ اللّهِ رَحْمَتُ اللّهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ أَهْلَ الْبَيْتِ إِنَّهُ حَمِيدٌ مَّجِيدٌ
Dediler ki: «Allah'ın emrine mi şaşırıyorsun? Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir, ey ev halkı şüphesiz O, övülmeye layık olandır, Mecîd'tir.» (11 Hud 73)
Bu ayette Hz. İbrahim'e meleklerin insan suretinde gelip çocukları olacağını müjdelemesi olayı anlatılırken Hz. İbrahim ve onun eşine ehl-i beyt denmektedir.
وَحَرَّمْنَا عَلَيْهِ الْمَرَاضِعَ مِن قَبْلُ فَقَالَتْ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى أَهْلِ بَيْتٍ يَكْفُلُونَهُ لَكُمْ وَهُمْ لَهُ نَاصِحُونَ
Biz, daha önce ona süt analarını haram etmiştik. (Ablası) «Ben, sizin adınıza onun bakımını üstlenecek ve ona öğüt verecek (veya eğitecek) bir aileyi size bildireyim mi?» dedi. (28 Kasas 12)
Bu ayette ise hz. Musa suya bırakılıp Firavun ailesi tarafından himaye edilince Hz. Musa'nı ablası tarafından takip edilip sonra da Firavun Ailesine süt annelik yapabilecek bir kadının ailesini gösterme teklifi anlatılırken ehl-i beyt tabiri geçmektedir. Yalnız bu kullanımda diğer iki ayetten farklı olarak beyt kelimesi nekra (belirsiz) olarak kullanılmıştır.
وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْأُولَى وَأَقِمْنَ الصَّلَاةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُإِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا
Ve hanelerinizde karar ediniz ve evvelce câhiliye zamanındaki açılış gibi açılıvermeyiniz ve namazı dosdoğru kılınız ve zekâtı veriniz ve Allah'a ve Peygamberine ita-at ediniz. Ey Ehl-i beyt, Allah sizden ancak kiri götürmek ve sizi tertemiz kılmak dilemektedir. (33 Ahzap 33)
Bu ayetlere baktığımızda ehl-i beyt kavramına ne olumlu ne de olumsuz bir anlam yüklendiğini göremeyiz. Ehl-i beyt bu ayetlerde ev halkı anlamında kullanılmaktadır. Musa (a.s.)ın ev halkı, İbrahim (a.s.)ın ev halkı ve Muhammed(a.s.)ın ev halkı.
Ahzap suresi 33. Ayette Hz. Peygamberin eşlerinden bahsediliyor ve ayetin sonunda ise ''ey ehl-i beyt'' hitabı bulunuyor. Ayetin bu kısmına kadar hitap zamiri müennes (dişil) iken müzekkere (eril) dönüyor. Yani hz. Peygamber ve diğer hane halkı da hitabın içine katılarak bu tavsiyelerin yerine getirilmesi durumunda manevi anlamda tertemiz olunacağı bildiriliyor. Buradaki ehl-i beytin ilk üyesi elbette evin sahibi Hz. Peygamberdir. Daha sonra Onun eşleri aynı zamanda mü'minlerin anneleri olan hanımlar, Hz. Peygamberin çocukları, torunları ehl-i beytten yani ev halkındandır. Bu kimseleri Hz. Peygamberin ev halkından olması Peygambere yakınlık anlamında bir avantaj aynı zamanda beyaz bir kumaşın leke kaldırmaması gibi son derece dikkatli olunması gerekli olan bir ağır sorumluluktur.
Ey Peygamberin kadınları, sizden kim açık bir çirkin-utanmazlıkta bulunursa, onun azabı iki kat olarak arttırılır. Bu da Allah'a göre pek kolaydır. Ama sizden kim Allah'a ve Resûlü'ne gönülden -itaat eder ve salih bir amelde bulunursa, ona ecrini iki kat veririz. Ve biz ona üstün bir rızık da hazırlamışızdır. Ey peygamberin kadınları, siz kadınlardan herhangi biri (gibi) değilsiniz; eğer sakınıyorsanız, artık sözü çekicilikle söylemeyin ki, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse tamah eder. Sözü maruf bir tarzda söyleyin. (33 Ahzap 30,31,32)
İşte bu ayetlerde açıkça anlatıldığı gibi ehl-i beytin sorumluluğu fazladır. Yine Kur'anda Peygamberlerin ehl-i beytinden olup ta sorumluluğunu taşıyamayanlar da bize bildiriliyor. Hz. Nuh'un karısı ve oğlu, Hz. İbrahim'in babası, Hz. Lut'un karısı bunlardandır. Onları peygamberlerin babası, oğlu, karısı olmaları kurtaramadı. Ehl-i beytten olmak kurtulmaksa onların kurtulmaları gerekirdi.
Dedi ki: "Ey Nuh, kesinlikle o senin ehlinden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iştir. Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Gerçekten ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum."(11 Hud 46)
Ayet Nuh (a.s.) ın oğlunun kendi ehlinden olmadığını bildiriyor. Çünkü o inanıp gemiye binmedi. Ancak Nuh (a.s.) içi yanmasına rağmen Allah ''o senin oğlun olduğu için ben onu affettim'' demedi. Hz. İbarahim'e babasını affettiğini söylemedi. Buradan anladığımız babanın, eşin, oğlun peygamber olması insanı kurtaramıyor. İnsanı ancak imanı ve salih ameli kurtarabilir.
Şiilere göre ise ehl-i beyt kavramı yukarıda anlatılanlardan çok başka anlamlar ifade etmektedir. Onlar ehl-i beytin Hz. Peygamberin eşlerini kapsamadığını Ehl-i beytin Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hasan ve Hüseyin ve Hz Peygamberden ibaret olduğunu iddia ederler. Kur'an'dan Ahzap suresi 33. Ayetin son kısmını delil olarak getirirler fakat ayetin baş tarafını okumaktan imtina ederler. Onlara göre ayetin ey ehl-i beyt diye başlayan kısmı diğer bölümlerden bağımsız inmiştir. Aslında bu Kur'an'a da bir eksiklik izafesidir. Çünkü Ahzap Suresi 28,29,30,31,32,33,34 hatta 35. Ayetler Hz. Peygamberin eşlerinden bahsetmektedir. Hz. Peygamber'in eşlerine 33. Ayetin sonunda konunun tam ortasında onları ilgilendirmeyen bir hitapla ey ehl-i beyt yani ey ev halkı diye seslenilerek şöyle mi denmiştir sizler Hz. Peygamberin evinde otursanız onun eşi olsanız da siz ev halkı değilsiniz. Hz. Ali onun evinde oturmadığı halde ehl-i beyt olacak Rasulullah'ın içerisinde vefat ettiği hücrelerin sahipleri dışarıdan sayılacak. Bu bir akıl tutulması değilse ayetleri çarpıtmaktır veya taassup gözlüğüyle dünyayı görmektir. Hz. Peygamberin eşleri mü'minlerin anneleridir(33 Ahzap 6) ama onun kızları bile mü'minlerin anneleri sıfatıyla Kur'an'da vasıflandırılmamıştır. Sonraki Müslüman nesiller Hz. Peygamber'e muhabbetlerinden dolayı  kızlarına da anne demişlerdir. Hz peygamberin eşlerine Ahzap suresinde şöyle denmektedir;
''Ey Nebi, eşlerine söyle: "Eğer siz dünya hayatını ve onun süslü-çekiciliğini istiyorsanız, gelin sizi yararlandırayım ve güzel bir salma tarzıyla sizi salıvereyim. Eğer siz Allah'ı, Resûlü'nü ve ahiret yurdunu istiyorsanız artık hiç şüphesiz Allah, içinizden güzellikte bulunanlar için büyük bir ecir hazırlamıştır." (33 Ahzap 28,29)
Onun eşlerinden hiçbirisi Dünyayı ve süsünü istemeyip Ahireti Allah ve Rasülünü tercih ettiler. O halde onlar Allah Rasulünün hayattayken gerçek anlamda da ehl-i beyti olmaya hak kazandılar. Kim onları bunca karineden sonra ehl-i beytin dışına atabilir?
İslamda ehl-i beyt inancı veya ehl- beyt sevgisi diye bir konu başlığı yoktur. Çünkü mü'minler zaten Hücrelerin sahibi annelerini, Rasulullahın ciğerparesi yavrularını, torunlarını severler. Müslüman damadlarını, Müslüman amcalarını, Müslüman kayınpederlerini severler. Müslümanlar için bunu ayrı bir emir veya gereklilik haline getirmenin luzumu var mıdır? İşte bunun gibi İslam inancına ne zaman Kur'an'ın reddettiği eklemeler yaparsak ümmeti bölmekteyiz.
12 imam inancı ise Şia'nın yanlış ehl-i beyt yorumunun bir nevi saltanata dönüşmüş halidir. Burada soy üstünlüğü gibi İslam'ın tamamen kaldırdığı bir cahiliye hamiyetinin savunuculuğu din adına yapılmaktadır. Rivayetleri mutlaklaştırıp sened sahihliğini  hakikatın ifadesi olarak algılayan ve kendilerini Rasul sünneti takipçisi sayan sünnniciler ise şiilerin rivayet taarruzu karşısında te'vil kalkanları arkasında çaresiz beklemektedirler.  Bu gün Sünni çevrelerce en muteber sayılan hadis kitapları bu sonradan icat 12 imam   ve yanlış ehl-i  beyt yorumlarını tasdik eden hatta tanımlayan rivayetlerle doludur.
Allah'ın kullarını kulluktan çıkarıp hatasız varlıklar haline getiren anlayışlar bizi Kur'an'nın tarif ettiği tevhid inancından uzaklaştırır. Kimi çevrelerce rehber ve imam olarak tanınan şahsın Hükümet-i İslamî kitabındaki sözleriyle konuyu bitirelim; ''Bizim imamlarımızın manevi makamlarına ne melek-i mukarrebin ne de nebiy-i mürsel erişemez.''
Hasbünallahi ve niğmel vekil ve niğmel Mevla ve niğmennasir.

Yazan : Mustafa KAHYA

Bakmadan Geçme