• Haberler
  • Resulullah Efendimizin Medinesi'nde-7

Resulullah Efendimizin Medinesi'nde-7

'Allah'a şükür gittiğimiz her yerde itibar gördüğümüzü, 'Turkey, Turkey, Erdogan, Erdogan' sesleriyle iltifatlarla karşılandığımızı söyleyebilirim. Bu ilişkilerin on yıllar önce kurulması geliştirilmesi gerekirdi. Ve insanların unutmadığı bir diğer husus da Osmanlı hassasiyeti… Şu anda bu topraklardan Osmanlı'nın çekilmesinin ardından sulhun ve selametin gittiğini çok yakından görüyor bu toprakların insanları.'


Medine’nin her yanının mescitlerle dolu olduğunu geçen sayıdaki yazıda belirtmiştim. Bunlardan bazılarını gezmek nasip oldu. Fakat burada kaldığım 5 yıl boyunca buraların hepsini inşallah gezmeyi ve yazmayı planlıyorum. Gelen umrecilerin ve ziyarete gelenlerin buraların sadece birkaç tanesine gidebilme imkanı oluyor. Bunun dışındaki müstesna mekanları genellikle gezme imkanları olmuyor. Buraları gelmeden ince araştıran ve özel olarak gidenler buraları görme imkanı buluyorlar.
Bu bölümde bu mekanlardan bazılarının sadece isimlerini zikrederek çeşitli kaynaklarda varlıkların söz edilen bu yerleri kısaca hatırlatmak istiyorum. Bu mescitlerden ve müstesna mekanlardan bazıları şunlardır; Beni Haram Mescidi, Beni Dinar Mescidi, Mescid-i Sebak, Beni Kurayza Mescidi, Curf Ordu Karargahı, Gabe Medine Ormanı, Zu’l-Huleyfe Mescidi. Bütün bu mekanların bir kısmında mescitler bulunuyor. Fakat bir kısmı bugün kaybolmuş durumda.
Bu yazıda ele almayı düşündüğüm bir mekan var ki bizim için gerçekten büyük önem taşıyor. Osmanlının 5 asır boyunca birçok eser bıraktığı topraklarda ecdad yadigarı bir eser Medine Tren İstasyonu ve Amberiye camii. Bugün her ikisi de ayakta ve Mescid-i Nebevi’ye oldukça yakın bir mesafede bulunuyor. Ayrıca Medine Emirlik binasının yani bizim anladığımız anlamda valilik binasının çok yakınında bulunuyor. Bu binaya ilk gittiğimizde geceydi ve etrafı ışıklandırılmıştı. Bu ışıklandırmayla çok güzel görünüyordu. Diğer bir seferde gündüz giderek içini de gezme imkanı buldum. Bugün içi müze olarak kullanılıyor ve Medine’yle ilgili tarihi bilgiler yer alıyor. Osmanlı döneminde ve son yüzyılda Medine’nin geçirdiği aşamalar çeşitli görsellerle ziyaretçilere anlatılıyor. Kapıdan içeri girdiğinizde o Osmanlı mimarisinin sizi kendisine çeken muhteşem çekiciliği ile karşılaşıyorsunuz. Ahşap merdivenlerden yukarı katlara çıkılabiliyor. Yukarı kat pencerelerinden Medine’yi çeşitli açılardan görme imkanına sahip oluyorsunuz. Bugün bahçesinde de çeşitli trenlerin bulunduğu ve müze olarak düzenlenen bu mekanı gezerken Kahraman Fahrettin Paşa’nın Medine Müdafaası aklımıza geliyor. Tabii burada Fahrettin Paşa’nın Medine Müdafaası’nı anlatmak mümkün değil. 1916’dan başlayan ve 1919’a kadar uzanan destansı bir mücadeledir Medine Müdafaası. Burada sadece şunu belirterek bu bölümü geçmek istiyorum. Fahrettin Paşa’yı ve Medine Müdafaası’nı ben maalesef ve maalesef okul sıralarında öğrenmedim. Okul dışında okuduğum tarihi kaynaklardan ve özellikle de Mustafa Armağan’ın yazmış olduğu tarih kitaplarından öğrendim. Niçin diye soruyorum bana Kahraman Fahrettin Paşa’yı ve Medine Müdafaasını anlatmayan, anlattırmayanlardan bu dünyada da, ahirette de şikayetçiyim. Burada o gün savaşan ve şehit olan veya daha sonra bu toprakları terk etmeyen askerlerimizin yakınları hala yaşıyor biliyor musunuz. Fakat bizimle irtibatları yok çünkü biz birçok coğrafyadaki askerlerimizle irtibatımızı daha sonra koparmışız. Ben soruyorum, Kut’ul-Emare zaferini ben çok sonraları okuduğum tarih kitaplarından mı öğrenmeliydim. Tarih bilincinden yoksun, kendi geçmişinden nefret eden insanların ne bize  ne ülkemize hiçbir hayır getirmeyeceğini, böyle aydınların bize yarardan çok zarar getireceğini çok iyi bilmeliyiz. Dünyanın neresine gidersek gidelim ecdadın bıraktığı bir izi buluyoruz. Bu izleri takip ettirmeyen sözde bizden gözüken ama emperyalizmin gönüllü işbirlikçilerinden bir gün hesap sorulacağına yürekten inanıyorum. Bu mekanlarda içim içimi kemiriyor ve niçin bunları öğretmeden kaç neslimizi daha heba edeceğiz diye düşünüyorum. Bu yüzden güzel bir tavsiye olur düşüncesiyle gençlerimize ve Fahreddin Paşa’yı bilmeyenlere, Feridun Kandemir’in “Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafaası Peygamberimizin Gölgesinde son Türkler” isimli kitabı mutlaka okumalarını tavsiye ediyorum.
BİZ UNUTTUK AMA TARİH UNUTMADI
Bu topraklarla zamanında yeterince ilişki kurulabilseydi, cumhuriyetin kuruluşundan itibaren buralar bizim bakiyemizdir kimse bu topraklarda bizden habersiz tasarruf yapma yetkisine sahip değildir diyebilseydik bugün ki konumumuz belki de daha farklı olabilirdi. Tek tük gördüğümüz Osmanlı eserlerini zamanında restore edebilseydik bu eserleri korumak ve ecdadımızın mirasına sahip olabilirdik. Fakat 90 yıldır bu topraklarla bağımız sadece umre ve hacca gelip gitmekten ibarettir. Devlet olarak yakın zamanlara kadar bu topraklarda ciddi bir etkinliğimizin olduğunu söylemek oldukça zor. Yıllarca bizlere yutturulan tarihi ezberledik. Bize anlatılan Arapların bizi arkadan vurduğu hikayeleriydi. Fakat Fahrettin Paşa’nın burayı müdafaa ederken destekçilerinin ve yardımcılarının tamamen buranın yerli halkı olduğunu bilmedik, öğretilmedi. O isyan edenlerin çok bedevisi ve buralarda çok da iyi görülmeyen çok da Arap olarak kabul edilmeyen çöl bedevisi urbanlar olduğunu kimse bize anlatmadı. Evet Hz. Peygamberin bile hadislerinde yerdiği çöl bedevileri urbanlar, Medine’ye İngilizlerle birlikte saldırdılar. Ama Medine’yi almayı başaramadılar. Medine halkı Fahrettin Paşa’yla birlikte yıllarca Resulullah Efendimizin Medine’sini korudu. Peki İngiliz emperyalizminin Araplara söylediği yalan neydi, o da Osmanlı sizi 5 asır boyunca sömürdü yalanı oldu. Bu iki yalanın peşinde koşan bizler aramızdaki ayrılıkları körükledik ve bu beldelerle olan ilişkilerimizi sınırlı tuttuk. 1950’ye kadar hacca ve umreye gitmek de zaten fiilen yasaktı. Sebebini biliyor musunuz. Söyleyelim de bilmeyenler biraz gülsün. Dışarıya döviz gidermiş de onun için. Bu arada Avrupa ve diğer batılı ülkelere gidişlerde herhangi bir sıkıntının olmadığını da söylemek gerekiyor. Bir tarafa giderken döviz gitmiyor ama diğer tarafa herhangi bir Müslüman ülkeye giderken döviz gidiyor. Bize denilen şuydu, artık siz bu bıraktığınız topraklarla ilginizi keseceksiniz bırakın Araplarla, Müslümanlarla uğraşmayı kendi ülkenize bakın diye bize bir talimat verildi. Bu talimatı da maalesef yakın zamanlara kadar ülke olarak aynen uyguladık. İslam ülkeleri ile Türkiye’nin yakın zamanlara kadar spor alanında bile hiçbir bağlantısı olmadı. Bunlarla ne işin var Vedat sen bize Medine’yi yaz diyenler olabilir. Bunları düşünmeden Medine nasıl yazılır.
Şimdi ise Allah’a şükür gittiğimiz her yerde itibar gördüğümüzü, Turkey, Turkey, Erdogan, Erdogan sesleriyle iltifatlarla karşılandığımızı söyleyebilirim. Bu ilişkilerin on yıllar önce kurulması geliştirilmesi gerekirdi. Ve insanların unutmadığı bir diğer husus da Osmanlı hassasiyeti. Şu anda bu topraklardan Osmanlının çekilmesinin ardından sulhun ve selametin gittiğini çok yakından görüyor bu toprakların insanları. Buralara gelirken Diyanete tavsiyem bu tür tarihi bilgileri vererek insanlarımızı bu topraklara göndermeleri. Umreye ve Hacca gelecek insanlar için bu tarihi olayları, tarih bilincini yeniden canlandıracak konferanslar ve seminerler düzenlenmesi gerekiyor. Bu işlerin de zor olmadığını düşünüyorum. Hicaz bölgesinin tarihini ve Osmanlı dönemindeki durumunu anlatan bilgiler verilmeli insanımıza. Buraya boş boş gelmemeleri gerekiyor. Evet ibadet önemli ama sadece ibadet gelip gidiyorlar. Başka yaptıkları bir şey yok. Etrafla, diğer ülke Müslümanları ile çok fazla diyalog imkanları olmuyor. Buraya gelip ümmet bilincinden, İslam Medeniyetinin büyüklüğünü idrak edemeden giden o kadar insan var ki. Yapılan masraflara, zamana ve emeğe insan acıyor doğrusu.
Peygamber Efendimizin manevi huzurunda, ibadet ve zikirle meşgul olmak elbette çok değerli ve kıymetlidir. Gül iklimini solumak, onun huzurunda selamlama yapabilmek Müslümanlar için ayrıcalıklı ve önemli bir duygudur. Fakat bu topraklardan giderken, Müslümanlığın biraz da farklı milletlerle, ırklarla, renklerle birlikte yaşamak olduğunun bilincine varamıyorsa Müslümanlar bu da büyük bir eksiklik olsa gerek.
İşte bu duygularla Medine Tren istasyonu ve hemen yanındaki Osmanlı eseri Amberiye Camii’ni ziyaret ediyorum. Bu iki önemli Osmanlı eserinin dışında Medine’de bazı yerlerde daha Osmanlı eserleri var. Özellikle Kahraman Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafaası sırasında şehrin çeşitli yerlerine yaptırmış olduğu karakol şeklinde küçük küçük kaleler mevcut. Bu kalelerin bazılarının kalıntıları bulunuyor ve buralarda ilgi bekliyor bizden. Bu restorasyon işlerini çok iyi yaptığını bildiğimiz TİKA’mızdan buralara el atmasını bekliyorum. Küçük de olsa, etrafı çevrilmiş fakat restorasyon çalışmaları yapılmadığı için kaderine terkedilmiş mekanlar buraları. Özellikle Balkanlardaki ecdat yadigarı eserleri ayağa kaldıran TİKA’nın bu eserlere de el atması gerektiğini düşünüyorum.
Bu yazıyla birlikte yedinci bölümün sonuna gelmiş bulunuyorum. İnşaallah bundan sonraki bölümde biraz da okulumuzdan ve Medine’nin bazı özelliklerinden de bahsederek Medine ile ilgili olarak bu iki aylık sürede düşündüklerimi, hissettiklerimi yazmış olacağım. Medine öyle burada sayfalara sığdırdığım yazılarla ifade edilemez. Kitaplara sığmayan anlamı ve derinliği olan bir şehirdir. Ama her ne kadar eksik de olsa, noksan da olsa Medine ile ilgili düşüncelerimizi aktarmış oluyoruz. Vesselam…

Yazan: Vedat Önal

Bakmadan Geçme