Rengarenk Rusya

'Bu seyahati maceraya dönüştüren en büyük etkenler çokta alışkın olmadığımız Kiril Alfabesi, neredeyse hiç İngilizce bilmeyen Ruslar ve oldukça zayıf olan 'Turist Bilgilendirme Ofisleri' idi. Neyse ki okulda ikinci yabancı dil olarak aldığım ve dürüst olmak gerekirse sadece ders geçmek için çalıştığım Rusça dersi, çok başarılı bir şekilde konuşamasam da tatil boyunca çok işimize yaradı. Bütün bu etkenler negatifmiş gibi görünse de ilginç deneyimlerle seyahatimizi renklendirdiler.'

Yazan: Huri Eloğlu

“Rusya’da kime sorduysak otobüs yolculuğunu tavsiye etmedi ve tren yolculuğunun çok daha sağlıklı olacağını söyledi. Rusya’da trenle yolculuk yaparken iki ayrı seçeneğiniz var; ya dört kişilik kapalı kabinlerde ya da platzkart olarak bilinen açık vagonlarda seyahat edebilirsiniz.”

                               

“Moskova’da tren istasyonundan çıkar çıkmaz Azeri taksi şoförleri karşıladı bizi. Kazan’da yaşadığımız dil probleminden sonra “Rusya’nın başkentine gidiyoruz, illaki İngilizce konuşan birilerini  buluruz” diye düşünürken, kendi dilimizde rahatça iletişim kurabileceğimiz Azeri kardeşlerimizin Moskova’da neredeyse her yerde olduklarını fark ettik.”

 

“Rusya’ya kadar gelmişken Golden Ring’i görmeden dönmek büyük talihsizlik olurdu eminim. Turlarla gidip, gruplara bağımlı kalmadan gezmenin avantajları ile Rusya’nın arka sokaklarını keşfettik. Birbirinden şirin, pencere kenarları işlenmiş, etrafı el yapımı çitlerle çevrelenmiş, bahçesindeki rengârenk çiçeklerle yağlı boya tablolarını anımsatan, sevimli köy evleri Golden Ring’de en zevk aldığım ayrıntılardan biri. Kasaba sokaklarında gezerken Anton Çehov’un hikayelerinin baş kahramanı gibi hissetmek bu gezinin kaçınılmazlarından biri.”

 

“Seyahatimizin meşhur ‘Beyaz Gece’lere denk gelmesi St. Petersburg’a ayrı bir güzellik kattı. Güneş battıktan sonra saatin oldukça ilerlemesine rağmen bir türlü kararmayan gökyüzü neredeyse gece yarısına doğru koyu bir renge bürünüyor. Aydınlık gökyüzünden olsa gerek St. Petersburg’da geceler oldukça uzun, Nevsky Caddesi’ndeki hareketlilik geç saatlere kadar devam ediyor.”

 

“Kazan hem tarihi hem de yerleşkesi açısından şahane bir şehir. Haritayı elime alıp, şehir ile ilgili araştırmalar yapmaya başladığımda öğrendim bir kültür şehrine geldiğimizi. Şehir merkezine yaklaşırken farklı duruşu ile dikkatleri celbeden Kazan Kremlin 2000 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine alınmış. Rusya’da gezdiğimiz şehirlerde en çok camiye rastladığımız şehirdi Kazan.”

 

 

Yurtdışı seyahati denildiğinde genellikle akla ilk gelen yerlerden biridir Avrupa. Önceki yaz Erasmus öğrencisi olarak İspanya’da 6 ay kadar kaldıktan sonra ailemle birlikte yapabileceğim bir Avrupa tatili üzerinde düşünürken başladı yurtdışı maceramız. Kendi arabamızla gezdiğimiz ve gönlümüzce şekillendirdiğimiz 3 haftalık Avrupa turundan aldığımız keyif bizi geçen yaz yeni planlar yapmaya teşvik etti. İspanya ve İtalya’dan sonra Fransa’yı keşfetmeye karar verdik. Arabamızla gitmeyi planladığımızı belirterek Fransa Konsolosluğuna vize talebinde bulunduk,  fakat sonuç bizim için şaşırtıcıydı. Araba ile seyahatimizi onaylamayan Fransa Konsolosluğu vize başvurularımızı reddetti. Diğer Shengen ülkelerine yeniden başvuruda bulunmayı planlarken aklımıza vize işlemleri ile vakit kaybetmeden rahatça girebileceğimiz ülkelerden birine seyahat etmek geldi.  Tecrübe edenler bilir, eksiksiz ve hatasız bir vize başvurusu zaman ve emek isteyen bir hazırlık sürecidir. Nasıl yapacağımızı düşünürken, babamın bize yeni bir ufuk açması ile tatil rotamızı batıdan kuzeye çevirmeye, Rusya’ya yolculuk etmeye karar verdik. Rusya’nın en popüler ve büyük şehirlerinden olan St. Petersburg, Moskova ve Kazan öncelikli olarak görmeyi planladığımız şehirlerdi. Tatilin devamına Rusya’ya gittikten sonra karar vermek niyeti ile esnek bir tatil planı yaptık kendimize.  Turlara ve kalabalıklara bağımlı kalmadan “Kafa nereye, biz oraya!” mottosu ile tatile ayrı bir keyif katan bu esneklik yıllarca unutamayacağınız anılara imza atabiliyor bazen.

                Biraz geçtiğimiz yıl Avrupa tatilinden edindiğimiz tecrübelerin verdiği rahatlıkla biraz da cahil cesareti ile düştük yollara. Cahil cesareti diyorum çünkü Rusya’nın haber bültenlerine veya kitaplara yansıyan vitrinlik bilgiler dışında Rusya’da turist olmak hakkında çok da bir fikrimiz yoktu aslında. Bizzat yaşayarak öğrenecektik ve bu da seyahatimizin en heyecanlı kısmı olacaktı şüphesiz.

                Ramazan Bayramı’ndan hemen sonra İstanbul’dan Kazan’a uçarak başladı maceramız. Bu seyahati maceraya dönüştüren en büyük etkenler; çokta alışkın olmadığımız Kiril Alfabesi, neredeyse hiç İngilizce bilmeyen Ruslar ve oldukça zayıf olan “Turist Bilgilendirme Ofisleri” idi.  Neyse ki okulda ikinci yabancı dil olarak aldığım ve dürüst olmak gerekirse sadece ders geçmek için çalıştığım Rusça dersi, çok başarılı bir şekilde konuşamasam da tatil boyunca çok işimize yaradı. Bütün bu etkenler negatifmiş gibi görünse de ilginç deneyimlerle seyahatimizi renklendirdiler.

 

TATARİSTAN’IN BAŞKENTİ: KAZAN

Babam ilk söylediğinde pek de adını duymadığımız bir şehir olduğundan çok heyecanlandırmamıştı beni. Şehirde gezmeye başladığımızda fazlasıyla yanıldığımı fark ettim. Kazan hem tarihi hem de şehir yerleşkesi açısından şahane bir şehir. Haritayı elime alıp, şehir ile ilgili araştırmalar yapmaya başladığımda öğrendim bir kültür şehrine geldiğimizi. Şehir merkezine yaklaşırken farklı duruşu ile dikkatleri celbeden Kazan Kremlin 2000 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine alınmış. 1000 yıldır birbirinden farklı kültürlere ev sahipliği yapan şehirde; Kazan Kremlin başta olmak üzere, 19. yüzyılın başlarında inşa edilmiş Kazan Üniversitesi, hemen karşısında bulunan Ulusal Kütüphane, geçmişte kız lisesi olarak kullanılmış olan Tataristan Bilimler Akademisi, büyük çan kulesi ve renkli duruşu ile uzaklardan kendini gösteren Petro ve Paulo Katedrali ilk dikkatimizi çeken yapılardandı. Bunlarla birlikte Kazan’ın arka sokaklarında yürürken rastladığımız büyüklü küçüklü camii ve kiliselerin her biri uzun uzun incelenip, bol bol fotoğraf çekinmeyi hak eden yapılardı. Rusya’da gezdiğimiz şehirlerde en çok camiye rastladığımız şehirdi Kazan.

Oldukça yabancı olduğumuz bir kültüre doğru misafirlik ederken rastladığımız Kazan Türkleri en büyük yardımcılarımızdı, özellikle yemek konusunda. Yoğunlukla et ve hamurun kullanıldığı Tatar Mutfağı sevilmeyecek gibi değil.  Şehri toplu taşıt araçları kullanmadan sadece yürüyerek keşfederken minik Tatar Restoranları hem güvenilir hem de oldukça ucuzdu. Özellikle geçtiğimiz yıl Venedik’te bir öğün yemeğe 140 Euro ödediğimizi düşünürsek, Rusya’da yemeklerin Avrupa’ya göre çok daha ucuz olduğunu söyleyebiliriz.

Şehrin atmosferini güzelleştiren karelerden biri de yan yana görebileceğiniz camii ve kiliseler. Ortodoks olan Ruslar ile Müslüman Tatarlar bir arada hoşgörü içerisinde yaşıyorlar. Bunun en güzel örneği ise; Kazan Kremlin. Kazan’ın bulunduğu yarım adanın en yüksek kısmında yer alan, etrafını 15. yy.da Tatarlar tarafından inşa edilen bembeyaz surların çevrelediği, içinde birçok mimari yapının yer aldığı bir çeşit kampüs. Yarımadaya karşıdan baktığınızda geçmişten günümüze birçok farklı zaman dilimine ve inançlara ait rengârenk yapılar harika bir senfoni oluşturuyor. Kremlin’in içinde günümüzde Tataristan’ın bir çeşit çalışma ofisi olarak kullanılan resmi devlet binaları ile birlikte, en eski yapıtlardan olan Annunciation (Meryem’e Müjde) Kilisesi, Süyümbike Kulesi ve Kul Şerif Camii yer alıyor. Kazan Hanlığının yıkılmasının ardından şehirde bulunan birçok İslami yapı Ruslar tarafından yok edilmiş. 1998 yılında bu yıkımların telafisi olarak inşa edilen bu camii adını devrin büyük zatlarından biri olan “Kul Şerif”ten alıyor. Söylenenlere göre yüzyıllar sonrasında böyle tarihi bir merkeze yeniden bir camii inşa edilmesi, İslam’ın ahir zaman ümmeti üzerine yeniden doğuşunu sembolize ediyor. Beyaz ve turkuaz renkleri ile bu cami gece ayrı gündüz ayrı bir güzel görünüyor. Caminin alt katı İslam Müzesi olarak kullanılırken mescit kısmına sadece ibadet edecek olan Müslümanlar alınıyor. İçini görmek isteyen turistler için üst kısma asma balkon yapılmış, Camiye ibadet etmek için gelen Müslümanlar mescit kısmını kullanırken turistler de ibadet edenleri rahatsız etmeden ziyaretlerini gerçekleştirebiliyor. İç tasarımı ile de ziyaretçilerini büyüleyen bu camide gün boyunca canlı olarak okunan Kur’an-ı Kerim bu atmosfere ayrı bir güzellik katıyor.

Kul Şerif Camii’nin hemen yakınında bulunan Süyümbike Kulesi, en üst kısmında bulunan ve camilerde kullanılan âleme benzer bir hilal simgesi ile merakımı celbetti. Araştırdığımda kulenin çok ilginç bir hikayesi olduğunu öğrendim. Süyümbike, Çar bir güzele aşık olmuş Tatar bir delikanlı. Sevdiği kıza aşkını itiraf edip evlenmek istediğini dile getirdiğinde, aşık olduğu kız yedi gün içerisinde kendisi için bir kule inşa ederse teklifini kabul edeceğini söyler. Süyümbike aşkının ispatı olarak en ihtişamlısından bir kule inşa eder, hem de Çar güzelin istediği gibi yedi gün içerisinde. Ve nedendir bilinmez yedinci günün sonunda kulenin en üst katına çıkar ve intihar eder. Ardından bu genç aşığın aşkı anısına kuleye onun adı verilir. Kulenin en görkemli yeri ise bence giriş kapısı; ay ve güneş figürlerinin birleşiminden oluşuyor. Edebiyat okuyanlar bunun ne kadar anlamlı olduğunu iyi bilirler; imkansız aşkı temsil eder. Hikayenin gerçekliği mi? Bilmiyorum ben de Google’ın yalancısıyım.

Kazan’da 4 gün kaldıktan sonra sıradaki durağımız Moskova idi. Rusya’da kime sorduysak otobüs yolculuğunu tavsiye etmedi ve tren yolculuğunun çok daha sağlıklı olacağını söyledi. Rusya’da trenle yolculuk yaparken iki ayrı seçeneğiniz var; ya dört kişilik kapalı kabinlerde ya da platzkart olarak bilinen açık vagonlarda seyahat edebilirsiniz. Moskova’ya geçerken trenler hakkında fazla bilgimiz olmadığından ve garda çalışan görevlilerle sadece Rusça iletişim kurabildiğimiz için tarih, saat ve destinasyona dikkat ederek aldık biletlerimizi. Ailecek yan yana oturabileceğimiz koltuklar için bilet aldığımızı düşünürken trene bindiğimizde çok ilginç bir tablo ile karşılaştık. Meğer platzkartta üst yataklar için bilet almışız. Platzkart; 30-40 kişinin aynı vagonda yatarak seyahat ettiği bir yolculuk çeşidi. Trene binip bilet kontrolleri yapıldıktan sonra insanlar yataklarının üzerinde hazır bulunan temiz çarşaf, yastık ve yorganı serdikten sonra kendi yatak odalarında yatarmışçasına pijamalarını giydiler ve yattılar. Bizde ilk kez karşılaştığımız bu kültürün şaşkınlığını üzerimizden attıktan sonra mini yataklarımıza kıvrılarak yattık. Yorgunluktan olsa gerek Moskova’ya gelene kadar uyumuşuz. Ertesi sabah Kızıl Meydan’da açtık gözlerimizi.

GECELERİ BEYAZ, KENDİSİ RENGÂRENK BİR ŞEHİR; MOSKOVA

Moskova’da tren istasyonundan çıkar çıkmaz Azeri taksi şoförleri karşıladı bizi. Kazan’da yaşadığımız dil probleminden sonra “Rusya’nın başkentine gidiyoruz, illaki İngilizce konuşan birilerini  buluruz” diye düşünürken, kendi dilimizde rahatça iletişim kurabileceğimiz Azeri kardeşlerimizin Moskova’da neredeyse her yerde olduklarını fark ettik. Azeri taksi şoförünün rehberliğinde Kızıl Meydan’a geldiğimizde Aziz Vasil Katedral’ine uzun uzun bakakaldık. Rengarenk sevimli bir oyuncağı devasa boyutlarda Kızıl Meydan’ın bir köşesine koyuvermişler gibi duruyordu. Kendimi uzun süre masal diyarında gezen parmak kız gibi hissettim.

Her yeni şehre vardığımızda yaptığımız gibi şehir merkezine ulaştıktan sonra otel aramaya başladık. Bu sefer biraz uzun sürse de tam da şehrin merkezinde Kızıl Meydan’a yürüyerek 3-4 dk uzaklıkta, merkezde olmasına rağmen makul fiyatlı butik otel bulduk. Moskova’da birbirinden karışık ve uzun 13 farklı metro hattı bulunduğunu ve bütün hatların sadece Kiril Alfabesi kullanılarak yazıldığını göz önünde bulunduracak olursak merkezde konaklayıp, şehri yürüyerek keşfetmek çok daha mantıklı bir tercih oldu.

Kazan Kremlin’den farklı olarak kırmızı duvarlara sahip olan Moskova Kremlin bu meydana “Kızıl Meydan” denilmesine sebep olmuş. Bu şekilde adlandırılmasının farklı sebepleri olduğunu söyleyenler de var. Geçmişte meydanı çevreleyen ahşap evlerde sık sık çıkan yangınlardan dolayı “Kızıl” denilmesi bu rivayetlerden biri. Bir diğeri ise; ülkeyi korumak için dökülen kanların bir nevi simgesi haline geldiği için bu ad verilmesi…  İçerisinde 17. yy.dan  günümüze kadar farklı zaman dilimlerinde yapılmış olan 9 farklı kiliseyi görmemiz mümkün. Bunlarla birlikte içerisinde devlet binaları, çan kulesi, Kremlin Tiyatrosu, Kraliyet Mezarlığı da bulunuyor. Turistlerin görebileceği alanlar da oldukça sınırlı. Kremlin Meydanı, bir diğer adı ile Kızıl Meydan, Moskova Kremlin, Moskova Tarih Müzesi, Aziz Vasilin Katedrali ve GUM alış-veriş merkezinin çevrelediği çok geniş bir dikdörtgenden oluşuyor. Günümüzde turistlerin buluşma noktası olan ve yüzlerce insanı fotoğraf çekilirken gördüğümüz bu meydan tarih boyunca nice gösterilere, infazlara ve eğlencelere sahne olmuş.

Meydan’daki dikdörtgenin uzun kenarlarından birini oluşturan GUM alış-veriş merkezi 120 yıllık bir geçmişe sahip. Oldukça büyük olan ve hatta dünyanın en büyük alışveriş merkezi olduğu iddia edilen GUM’da neredeyse bütün popüler dünya markaları var diyebilirim. Milano’nun kapalı çarşısı olarak bilinen Galeria’da gördüğümüz mağazalar kadar ihtişamlı olmasa da GUM kesinlikle çok daha büyük ve büyüleyici bir yapı. Özellikle geceleri ışıklandırmaları, gündüzleri dış cephesindeki çiçek düzenlemeleri ile uzun süre akılda kalacak alış-veriş merkezlerinden…

Moskova’da anlatılmaya değer birçok tarihi bina var elbette. Fakat son olarak bahsetmek istediğim Aziz Vasilin Katedrali. Moskova’dan daha çok Rusya’nın sembolü haline gelen bu rengarenk katedralin hikayesi kendisi kadar renkli değil maalesef. Rusya’nın düşman işgalinden kurtuluşu anısına Korkunç İvan olarak bilinen 3. İvan tarafından yaptırılmış. Bir rivayete göre tamamlandıktan hemen sonra bir benzerinin daha yapılmaması için 3. İvan bu projede yer alan bütün mimarların gözünü kör etmiş. “Korkunç” lakabını hak eden 3. İvan’ın zalim fikri çok işe yaramamış olsa gerek ki, şehrin birçok yerinde bizzat aynısı olmasa da bu katedrale benzeyen büyüklü küçüklü kiliseler görmek mümkün. Bu karanlık hikayesine rağmen Aziz Vasilin Katedrali, tam karşısında bulunan Milli Tarih Müzesi ve hemen yanındaki Kremlin duvarlarının ciddi duruşuna inat masal kitaplarından fırlamışçasına rengarenk şenlendiriyor Kızıl Meydanı…

RUSYA’NIN ARKA SOKAKLARI, YAŞAYAN TARİHİ: GOLDEN RING (ALTIN YÜZÜK) BÖLGESİ

 Moskova’da üç gün gezdikten sonra, Moskova’ya yakın, çok bilinmeyen fakat görülmeye değer noktaları araştırmaya başladım. Maalesef Türk turları tarafından pek keşfedilmediği için olsa gerek Türkçe kaynaklarda adı geçmeyen İngilizce arama yaparken bulduğum Golden Ring (Altın Yüzük) şehirlerini keşfettim.

Golden Ring 12. Ve 18. yy.lar arasında Rusların ilk yerleşim yerlerinden olan dokuz farklı şehir ve kasabanın harita üzerinde temsili oluşturduğu bir çemberdir. Rusya’nın bir çeşit demosu diyebileceğim bu bölgede ülkenin geçmişine dair birçok eser bulunduğu için önemini belirtmek adına  “Golden Ring” yani “Altın Yüzük” bölgesi olarak adlandırılmıştır. Vladimir, Ivanovo, Palekh, Kastroma, Yaroslavl, Rastov Veliky, Pareslavl-Zalessky ve Sergiev Pasad ve Suzdal Golden Ring Bölgesini oluşturan şehir ve kasabalar.  Önce araç kiralayıp gezmeyi planlarken aklımıza Moskova’ya geldiğimiz ilk gün tanıştığımız Azeri taksi şoförlerinden birisi ile anlaşarak, dil konusunda da bize yardımcı olabilecek birinin rehberliğinde bu şehirleri gezmeye kara verdik. 300 Dolara iki günlüğüne anlaştığımız taksi ile birbirine yaklaşık olarak 45 dakika – 1 saat uzaklıktaki bu küçük yerleşim yerlerini gezdik.

Rusya’ya kadar gelmişken Golden Ring’i görmeden dönmek büyük talihsizlik olurdu eminim. Turlarla gidip, gruplara bağımlı kalmadan gezmenin avantajları ile Rusya’nın arka sokaklarını keşfettik. Birbirinden şirin, pencere kenarları işlenmiş, etrafı el yapımı çitlerle çevrelenmiş, bahçesindeki rengârenk çiçeklerle yağlı boya tablolarını anımsatan, sevimli köy evleri Golden Ring’de en zevk aldığım ayrıntılardan biri. Kasaba sokaklarında gezerken Anton Çehov’un hikayelerinin baş kahramanı gibi hissetmek bu gezinin kaçınılmazlarından biri. Yüzyılların hatırası olan ve hala aktif olarak kullanılan kiliseler, manastırlar ve kasaba insanının sıcak kanlı tavırları Golden Ring’i daha da güzelleştiriyor. Yaroslavl’daki meşhur çeşmeli park, Volga nehrinin hemen yanında yiyebileceğiniz lezzetli ve taze balıklar, Suzdal’da küçüklü büyüklü nehirlerin etrafında yürüdüğümüz patikalar, Pareslavl-Zalessky’de denk geldiğimiz rengârenk ahşap duvarları ve hiç de alışkın olmadığımız mimarisi ile bizi kendisine hayran bırakan sıradışı restoran, yol üstünde denk geldiğimiz, ilginç meyveler satan güler yüzlü köylüler ve rastladığımız doğal güzellikler bence Rusya gezisinin en muhteşem iki gününü yaşamamıza sebep oldu. Rusya’nın vitrinlik hep göz önünde bulunan şehirlerindense, gizli, saklı kalmış, kalabalıklardan uzak, doğa ile bütünleşen bu bölge ülkenin keşfedilmeyi bekleyen saklı bahçelerinden... 

RUSYA’NIN  CANLI MÜZESİ, KANALLAR ÜZERİNE KURULMUŞ ŞEHİR: ST. PETERSBURG

Moskova ve Golden Ring bölgesini gezdikten sonra sıradaki durağımız St. Petersburg’du. Bu sefer Moskova yolculuğumuzdaki platzkart tecrübesinden sonra kapalı kabinde yolculuk etmeye karar verdik. Çat-pat Rusçamla, daha çokta beden dilimizle anlaşarak St. Petersburg’a kabin için tren bileti aldık. Kabine vardığımızda platzkarttan çok daha lüks bir ortamla karşılaştık. Yataklarımızın üzerinde yastık, çarşaf ve yorganlarımızla birlikte havlularımız, iki yatağın arasında bulunan minik masanın üzerinde gazete ve dergiler ve içerisinde süt, yoğurt, sandviç, su, şekerleme, bisküvi, gofret ve kek bulunan yiyecek paketlerimiz vardı. Bir müddet kabini inceleyip, ailecek muhabbet ettikten sonra yataklarımızı yapıp uyuyarak yolculuğumuza devam ettik.

Sabah St. Petersburg’a vardığımızda bol rüzgârlı serin bir hava karşıladı bizi. Türkiye’nin ilkbaharını anımsatan Rusya’nın yaz mevsimi, St. Petersburg’da daha çok sonbaharı andırıyordu. Şehrin en büyük ve hareketli caddesi olan Nevsky Caddesi üzerinde bir otelde kalmaya karar verdikten sonra Saray Meydanı başta olmak üzere şehri keşfetmeye başladık. Seyahatimizin meşhur “Beyaz Gece”lere denk gelmesi St. Petersburg’a ayrı bir güzellik kattı. Güneş battıktan sonra saatin oldukça ilerlemesine rağmen bir türlü kararmayan gökyüzü neredeyse gece yarısına doğru koyu bir renge bürünüyor. Aydınlık gökyüzünden olsa gerek St. Petersburg’da geceler oldukça uzun, Nevsky Caddesi’ndeki hareketlilik geç saatlere kadar devam ediyor. Özellikle Cumartesi gecesi St. Petersburg’a kadar gidilmişken kesinlikle görülmesi gerekenler arasında. İlginç kostümleriyle etrafta dolaşanlar ve özellikle Saray Meydanı’nda arabalarından yüksek ses müzik açarak grup grup dans eden insanlar ve sokak sanatçıları ile vaktin nasıl geçtiğini anlayamıyor insan.

Neva Nehri üzerinde 42 adacık ve 93 kanal üzerine kurulan bu şehir, Rusya’nın Venedik’i gibi… Şehirle bütünleşen büyüklü küçüklü kanallarda düzenlenen turlar şehri farklı açıdan görmenizi sağlıyor. Yarım daire şeklindeki Saray Meydan’ını, Kışlık Sarayı ve Bakanlık binalarını çevreliyor. Kışlık Sarayı’nın bir bölümünü oluşturan Ermitaj Müzesi’nde geçmişten günümüze yaklaşık 3 milyon sanat eseri bulunmakta. Dünyanın en büyük koleksiyonuna sahip olan bu müze, Guinness rekorlarında yer edinmiş. Birbirinden farklı onlarca müzeleri, kilise ve sarayları gördükçe St. Petersburg’a neden “Canlı Müze” denildiğini daha iyi anladım.

St. Petersburg’da ki ilginç binalardan biri de “Kitap Evi” olarak bilinen, Singer House. Nevsky Prospekti üzerinde bir caddenin köşesinde yer alan ve dış cephesi ile dikkat çeken Singer House; Singer Firmasının St. Petersburg’da görkemli bir gökdelen inşa etme hayali ile başlamış fakat saraydan yüksek bina yapmak yasaklandığı için planlandığı gibi tamamlanamamış ve bir yayın evine verildikten sonra zamanla şehrin en büyük kitapevlerinden birisi haline gelmiş.  Bununla birlikte dünyanın en büyük kubbelerinden birine sahip olan St. Isaac Katedrali de St. Petersburg’un en önemli yapılarından biri. 100 kg saf altınla kaplı kubbesine çıkarak şehri yükseklerden izleyebilirsiniz. St. Petersburg’da en göz alıcı bina bence Kanlı Kilise. Soğan kubbeleri ve rengârenk mozaiklerle döşenmiş dış cephesi ile Moskova’daki Aziz Vasislin Katedrali kadar görkemli duruyor. Bunlarla birlikte Kazan Katedrali, Peterhof Yazlık Sarayı, Peter ve Paul Kalesi bu şehirde görülesi yerler arasında.

St. Petersburg’da planladığımız süreyi doldurup eve dönerken hiç beklemediğim bir şekilde çabuk alıştığım Rusya’yı özleyeceğime dair bir his uyandı içimde. Her bir şehri ile farklı duygular uyandıran Rusya, bizim için bir son dakika planı olmasına rağmen oldukça keyifli ve renkli bir seyahatti. İlk kez gittiğim her ülkede ve tanıştığım her yeni kültürde birbirinden farklı tecrübeler ve unutulmaz hatıralar biriktirdim. Ve bir yenisini tecrübe edene kadar Rusya yurt dışı seyahatlerimizin “en”leri arasında yer alacak şüphesiz.   

(NOT: Bu gezi Rusya ile ilişkilerimiz bozulmadan önce yapılıp yazıya döküldü.)

Bakmadan Geçme