- Haberler
- Gündem
- Prof. Dr. Mehmet Şahin: '1071 Malazgirt Zaferini ve İstanbul'un Fethini kutlamak bana göre son derece yanlıştır'
Prof. Dr. Mehmet Şahin: '1071 Malazgirt Zaferini ve İstanbul'un Fethini kutlamak bana göre son derece yanlıştır'
Erciyes Üniversitesi eski rektörlerinden Prof. Dr. Mehmet Şahin, Osman Gerçek'in sunumuyla TvKayseri'de yayınlanan Medeniyetin İzleri programında, İstanbul'un fethini kutlamanın son derece yanlış olduğunu vurgulayarak, Türkleri bu topraklarda gâsıp diye gösteren anlayışa destek olunduğunu iddia etti.
Uluslararası İktisat hocası olan Prof. Dr. Mehmet Şahin, önemli tespit ve değerlendirmelerde bulunduğu programda şunları söyledi:
“1071 MALAZGİRT ZAFERİNİ VE 1453 İSTANBUL’UN FETHİNİ KUTLAMAK BANA GÖRE SON DERECE YANLIŞTIR”
Genel kabule çok aykırı bir şey söyleyeceğim. Halkımız düşünsün. İstanbul’un fethini kutlamak bana göre son derece yanlıştır. 1071 Zaferini kutlamak da son derece yanlıştır. Neden? Çünkü ne demiş oluyorsunuz? 1071’i kutlamak, her yıl şaşaalarla oraya gidiliyor, törenler yapılıyor vesaire. Ne demiş oluyorsunuz bunu kutlayarak: “Bu topraklar bizim değildi, bu topraklar başkalarına aitti. Biz geldik, bu toprakları 1071’de onların elinden aldık.” Ve bunu kime öğretiyorsunuz? Kendi çocuklarınıza öğretiyorsunuz. Kendi çocuklarınız şuur altında ne demiş oluyor: “Biz buraya başka yerden geldik. Bizim ana vatanımız başkaydı. Biz burada işgalci veya gâsıp durumundayız.”
Bakın, bu psikoloji son derece önemlidir. Neden önemli? Biz İstanbul’u fethetmeden önce tüm Trakya’yı fethetmiştik. Yani Selanik, İzmir’den daha önemli bir Osmanlı şehriydi. Manastır, Üsküp… Ne oldu? 1912-13’de oralardan çekildik ve adını unuttuk. Sadece Kayseri’de oturan insan değil, oradan gelen insanlar da adını unuttu. Ama yüz yıl evvel buradan giden insanlar, gittikleri bu toprakları her gün daha fazla dünyanın gündemine getiriyorlar, “orası bizimdir” diyerek… Her yıl buraya Ermeniler, Rumlar akın akın arabalarla gezmeye geliyorlar. Zaten sen diyorsun: “Burası onların ana vatanıydı, biz sonradan geldik” diye tescil ediyorsun.
Aynı şekilde İstanbul için de öyle. Diyorsun ki: “Burası 500 yıl önce, Rumların şehriydi, Bizans’ın başkentiydi. Biz geldik burayı ele geçirdik. Buna “fetih” vesaire diyerek kutsiyet ekliyoruz. Ama şuur altında ne diyoruz: “Burasının aslî sahibi biz değildik.” Onlar da geri almak için gününü bekliyorlar. Biz neden Fener Rum Patrikhanesi’ni buradan atamadık? Veya onlar neden ısrarla burada kalmak için direndiler? Hatta biraz istiskal manası da vardı, Lozan’da Fener Rum Patrikhanesi’ne biçilen rolün: Beyoğlu Kaymakamlığı düzeyinde bir statü… Ama bugün ne oldu? Ekümenik, yani uluslararası statü kazanmaya başladı. Türkiye ise kararsızlık içinde. Geçen uluslararası bir toplantıda, hem de diplomatların yanında, Fener Rum Patriği, ‘ekümenik’ sıfatıyla oturdu. Türkiye maalesef bir tepki gösteremedi.
“TABİRİ CAİZSE “BİZ ‘GÂLÛ BELÂ’DAN BERİ BURADAYDIK. BURASI BİZİM ANA VATANIMIZ” ŞUURUNU TAŞIMAMIZ LAZIM”
O halde biz bu fetihleri unutalım mı? Hayır ama böyle, şaşaaya, debdebeye filan gerek yok. Tarihçiler konuşur, fakat halk, tabiri caizse “biz gâlû belâ’dan beri buradaydık, burası bizim ana vatanımız” şuurunu taşımalıdır. Böyle emanetçi gibi değil. Veya başka bir terminoloji kullanacak olursak, “Kadim dönemlerden beri, antik dönemlerden beri biz buradaydık!”
Bakın, bizim insanımızın hiç anlamadığı veya anlamaması için gayret sarfedilen bir husus şudur: Bütün Batı kaynaklarına bakınız: Türkleri burada gâsıp, yani gelip bu toprakları gasp etmiş insanlar olarak yazıyor. Peki bu topraklar neydi? Hristiyanların ana vatanıydı. Biraz önce söylediğimiz gibi.
Yani biz ne diyoruz, Kudüs için? Diyoruz ki, işte orası ilk kıblemizdi, Hz. Peygamber Miraç’a Kudüs’ten yükseldi, orada Ömer Camii var, şu var, bu var. Orası bizim için Mekke, Medine’den sonra üçüncü kutsal mekândır diyoruz. Aynı şekilde, onlar da Anadolu bizim için böyledir diyorlar. Saint Paul Tarsus’ludur, Meryem Ana Efes’tedir diyorlar.
“KANUNÎ DÖNEMİNDEN BUYANA OSMANLI HAKKINDA İNGİLİZCE YAZILMIŞ KİTAPLARIN SAYISI YÜZLERCE AMA BİZİM ONLAR HAKKINDA BİR TEK TELİF ESERİMİZ YOK”
Peki, şimdi ne yapacağız: Hatta Osmanlı’nın son dönemlerinde, Gladstone diye bir İngiliz başbakanı ve birkaç tarihçi vardı. O tarihçilerin tüm kitapları bende var. Hatta şunu söyleyim: Ben tarihçi olmadığım için, belki tarihçiler bunları biliyordur. Ama ben yeni öğrendiğim için yeni derken son on yirmi yıl içinde öğrendiğim bir hakikat beni hayretler içinde bırakmıştır. Halen de bırakmaya devam ediyor.
Kanunî Döneminden bu yana Osmanlı’yla alakalı ve Türklerle ilgili İngilizce yazılmış kitapların sayısı yüzlerce. Benim tespit edip bilgisayarıma yüklediğim kitap sayısı neredeyse 500 tane. Ve aynı dönemde maalesef bizim İngiltere hakkında yazılmış bir tek telif eserimiz yok. Halen de oldu mu, var mı emin değilim. Ben böyle bir kitap bilmiyorum. Oradan şunu almış, buradan bunu almış ve bir kitap yazmış olabilir.
Peki batılıların yazdığı bu kitaplar ne diyor? Neredeyse hepsi, Türklerin burada gâsıp olduğunu söylüyor. “Eee canım, o onların uydurmaları, varsın yazsınlar; zaten ne beklenir ki bize düşman olan insanlardan” diyerek geçiştirilecek bir mevzu değildir bu.
“HAYIR, BİZ BURANIN ASLÎ UNSURUYUZ. İLK DEFA BİZ VARDIK BURADA. BURAYA YUNAN KÜLTÜRÜ SONRADAN GELDİ, ROMALILAR SONRADAN GELDİ.”
Bakın Cumhuriyet döneminde yapılan neydi biliyor musunuz? “Bizim Anadolu’daki varlığımız Hititlere dayanır” diye bir tez atıldı ortaya. “Sümerler de zaten Türk’tür” diye tez atıldı ortaya. “Etiler bizdendir” deniyordu. Bunu bazıları putperestlik diye algıladı. Alâkası yok. Etibank kuruldu, Sümerbank kuruldu, Sümer Bez Fabrikası kuruldu vesaire. Bu nedir biliyor musunuz? “Ey Batılılar en az 300 yıldır siz bizi yok etmek için uğraşıyorsunuz...” Bakın 300 yıl meselesi de şu: 1500’lerin sonu 1600’lerin başında Avustsurya ile Osmanlı’nın bir harbi var. O harpten sonraki barış masasında Batılılar kendi aralarında toplanıyorlar ve Osmanlı’yı yok etmemiz lazım diye karar alıyorlar. Çünkü o zamana kadar Osmanlı hep ilerliyor. İşte o anlaşmadan sonra Batı’da yazılan –ben Fransızca, İtalyanca yazılan kitaplar hakkında bir şey diyemem– ama İngilizce kitapların sayısı inanılmaz. Mesela 1603 yılında İngiltere’de Richard Knoll adında biri “Türkler” diye bir kitap yazıyor, 1200 sayfa. Aynı tarihte Osmanlı coğrafyasında harita üstünde İngiltere’nin yerini gösterebilecek kaç kişi vardı, merak ederim. Onun arkasından Paul Rycaut diye bir adam bir kitap yazıyor, yine Türklerle alakalı, 1680 yılına geldiğimizde altıncı baskısı yapılmış. Ben de altıncı baskısı var. Düşünebiliyor musunuz? İki ciltlik bir kitap altı defa basılmış. Sonra hanımlar giriyor devreye. Lady Montagu var meşhur. Osmanlı’nın 1800’lere kadar İngiltere’de temsilcisi yok; ta 1500’lerden itibaren onların burada temsilcisi var. Ve o temsilcilerin pek çoğu kitap yazıyor. Buraya gelen neredeyse her misyoner kitap yazıyor. Ve söyledikleri şu: “Burası Hristiyan topraklarıdır.”
İşte Cumhuriyet Dönemi’nde yapılmak istenen şey bu: “Hayır, biz buranın aslî unsuruyuz. İlk defa biz vardık burada. Buraya Yunan kültürü sonradan geldi, Romalılar sonradan geldi. Biz Etiler’in ahfadıyız. Ta Etiler döneminde geldik biz Anadolu’ya yerleştik. Sümerler de zaten Türk’tü” gibi.
Hani, fantezi denebilir, bugün için geçerliliği olmayabilir, vesaire, ama Cumhuriyet kurulduğu zaman böyle bir arayış var. “Bu iddiayı nasıl bertaraf edebiliriz ve burada aslî sahip sıfatıyla nasıl var olabiliriz?” arayışı içindeyken ortaya atılmış konulardır bunlar.