PEYGAMBERLİK VE HZ. MUHAMMED'İ ANLAMAK ÜZERİNE
ABDULBAKİ BİLGİN
Abdulbaki BİLGİN*
“Doğrusu Allah, ayetlerini onlara okumak, onları arındıırmak, ilahi kelamı ve hikmeti onlara öğretmek için içlerinden bir elçi çıkararak mü’minlere ihsanda bulunmuştur…” Ali İmran:164
Mekke’nin ileri gelen şahsiyetlerinden ve Kureyş kabilesi büyüklerinden Abdulmuttalib’in oğlu Abdullah’ın, eşi Amine’den bir oğlu dünya gelir. Kendisi doğmadan babası vefat etmiş olan bu seçkin bebek, dedesi Abdulmuttalib (Şeybe) tarafından “Muhammed Mustafa” olarak isimlendirilmiştir. Tarih kaynaklarına göre, 20 Nisan 571 tarihinde, bir Pazartesi günü gerçekleşmiş olan bu doğum, Miladi 610 yılının Ramazan ayında kendisine Allah tarafından vahiy indirilmeye başlaması ile Allah’ın son peygamberi olan Hz. Muhammed’in (sav) kutlu doğumudur.
Doğum anlamına gelen “mevlid” İslam tarihinde , “Mevlid Kandili” ve “Kutlu Doğum” sözcükleri ile Peygamberimiz Hz. Muhammed’in doğum gününü ifade etmektedir. Bunun hicri takvimdeki yeri, Kameri ayların üçüncüsü olan Rebiülevvel ayının 12. Gecesidir. Ülkemizde, mevlid kandilinden ayrı olarak, 1989 yılında başlatılan “kutlu doğum haftası” da her yıl 14-20 Nisanda yapılmaktadır.
Mekke ve Medine döneminin şartları böyle bir kutlamaya fırsat vermemiş olduğu gerçeği bir yana, ne ashab-ı kiram döneminde ne de daha sonra tabiin dönemlerinde, bu tür bir kutlamaya şahit olunmamıştır. Emeviler ve Abbasiler döneminde de Peygamberimiz için bu kutlamalar yapılmamıştır. İlk mevlid kutlaması, hicretten yaklaşık üç yüz elli yıl kadar sonra Mısır’da, Şii Fatimi Devleti döneminde (M.909-1171), Rebiulevvel ayının onikinci gecesi, “Mevlid Kandili” adıyla yapılmıştır. Bizde ise bu kutlama, Bursa’da yaşamış olan Süleyman Çelebi’nin peygamberimiz için yazdığı “Vesiletün Necat” adlı kasidesinin okunması ile, 1409 yılında başlatılmıştır.
Böyle bir tören ve kutlama ihtiyacı Hz. Peygamber’i anmaktan öte, O’nu anlama ve anlatma düşüncesinden doğmuş olmalıdır. Bu kutlama ülkemizde her yıl, biri hicri takvime göre, diğeri de miladi takvime göre olmak üzere iki kez yapılmaktadır. O Rahmet elçisi Hz. Muhammed’i, bizden salat ve selam olsun, anlama ve örnek almak amacıyla yapacağımız duyarlılık, yılda iki kez değil, her zaman olmalıdır. Göndermiş olduğu nebisine bizi ümmet kıldığı için de Yüce Rabbimize hamd ve senalar olsun.
Peygamber sevgisi gönüllere taht kurmuş bir millete mensubuz. Bu bizim için bir şereftir. Yüce Rabbimiz, Peygamberi sevmeden Allah sevgisinin de olmayacağını da bildirmektedir. Öyle ise bu, bizim için Kur’an-i bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun içeriğini doğru anlamalıyız. İşte esas mesele burada yatmaktadır. Müslümanlara düşen, bu konuda ki sorumluluğumuzun doğru tesbit edilip, ona göre O yüce Rasulü doğru tanımak ve anlamaktır. O rahmet elçisinin doğru anlaşılması ile ilgili pek çok kişi konuşur, yazar ve anlatır. Bir kere şu kesindir ki, O’nu anlamak ve ona uymak kuru kuruya taklit etmek değildir.
Allah Rasulü’nü anlama konusunda yapılan çalışmalarda tartışmalar hiç de son bulmaz. Bunun herkese göre ayrı nedenleri vardır. Bu nedenlerden biride sanırım onu tanımak ve öğrenmek için başvurulan kaynakların farklılığı ve bu kaynaklardan elde edilen bilgilerin de farklı anlaşılmış olmasıdır. Hal bu ki doğru olan, O’nu anlamak için bize kadar ulaşmasında şüphe taşımayan, yaşayan sünnet dediğimiz Hz. Muhammed’in hayatı ile son Elçisini bize tanıtan, O’nun özelliklerini anlatan Kur’an-ı Kerim yeterlidir. Çünkü Peygamber dediğimiz insanlar kimdir, nedir, hangi özelliklere sahiptir? Bu soruların en doğru cevabını bize Kur’an vermektedir. Üzülerek söylüyorum ki, ülkemizde bu konuda, öncelikli olarak, Kur’an’a müracaat edilmediği bir vakıadır. Bu sebepten olmalıdır ki, İslam’da Peygamberliğin iki ayrı yüzü olan, “nebi” ve “rasul” kavramlarına bile, doğru anlam verilememiştir. Ben kendi bildiğim kadarını söylüyorum: Dinimizi okuyup öğrenmeye başladığımız günden beri ülkemizde, “İslam İlmihali” ve benzeri kitapların tümü, Rasul kelimesini: ”kendisine kitap verilmiş olan peygamberler”; Nebi’yi ise, “kendisine kitap verilmeyip, kendinden önceki rasulün kitabına uyan peygamberler” diye tarif etmişlerdir. Böyle bir tarif tabii olarak, bazı peygamberlerin Allah’ın rasulü olmadığı sonucunu ortaya koymaktadır. Hal bu ki, konu ile ilgili Kur’an ayetleri hiç de öyle demiyor. Kur’an da Yüce Allah, hem rasul hem de nebi diye sıfatlandırdığı bütün peygamberlerine kitap indirdiğini beyan etmektedir.
Bunlardan sadece üç ayeti sunacağım:
*Al-i İmran 3/84.ayet: “De ki: ‘Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve onun neslinden gelenlere indirilene; Rablerinden Musa’ya, İsa’ya ve (diğer) tüm nebilere verilene inanırız; onlar arasından hiç birini ayım yapmayız; ve biz yalnız O’na teslim oluruz.”
**Nisa 4/163.ayet: “Biz Nuh’a ve ondan sonraki tüm nebilere (peygamberlere) vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik; yine İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a, Süleyman’a da vahyetmiştik; Davud’a da Zeburu vermiştik.”
***Hud 11/25. Ayet: “Andolsun ki, Nuh’u da mesajımızı taşıması için kavmine elçi (rasul) olarak görevlendirmiştik. (Demişti ki:) ‘Bakın ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.”
Bu konuyu anlatan tüm ilmi hal kitaplarında, şu bilgileri okumuşuzdur: “Her rasul nebidir, fakat her nebi rasul değildir.” ; buna ilave diğer bilgi de şöyledir: “Kendisine kitap indirilen peygamberler: a)Suhuf sahibi olanlar: Hz. Adem-10 sayfa, Hz. Şit-50 sayfa, Hz.İdris-30 sayfa, Hz. İbrahim-10 sayfa; b)Müstakil kitap indirilenler: Hz. Davud-Zebur, Hz. Musa-Tevrat, Hz. İsa-İncil ve Hz. Muhammed-Kur’an’ı Kerim.”
Şimdi, verdiğimiz bu bilgiler ile yukarda mealini verdiğimiz ayetlerin bilgisini bir arada düşünelim. İlmihal kaynaklı bilgilere göre kendisine kitap indirilmemiş olduğu görülen İsmail, İshak, Yakup, Nuh, Eyyub, Yunus, Harun ve Süleyman peygamberlere, yukarda ki ilk iki ayette vahiy indirildiğinden ve kitap verildiğinden bahsedilmektedir. Ayrıca geleneksel bilgide, kendisine kitap verilmediği için rasul olmayıp sadece nebi olduğu kabul edilen Hz. Nuh’un üçüncü ayette belirtildiği gibi, “kavmine rasul olarak gönderildiği” açık bir şekilde beyan edilmektedir. Görülüyor ki yıllardan beri ülkemiz Müslümanlarının bu konuda öğrendiği klasik ilmihal bilgileri, Kur’an bilgileri ile uygun düşmemektedir. Bu, İslam Dinini öğretmek misyonuna sahip olan tüm kesimler adına üzüntü verici bir durumdur.
Sadece dikkatini çekmek ve düşünmeye sevk etmek amacıyla yaptığımız bu tesbitten sonra, ne yapmamız gerektiğini düşünmeliyiz. Hz. Muhammed’i (sav), pek tabii olarak onu tanıyan, onunla birlikte bir dönem geçirmiş olan, hayatın sevinç ve üzüntülerini birlikte yaşadığı yakın arkadaşlarının (ashabının) dilinden de tanıyabiliriz. Ancak şu bir gerçek ki, O’nu tanıyıp öğrenmenin tartışmaya mahal bırakmayacak olan tek kaynağı, hiç şüphesiz Yüce Kur’an’dır. Bu nedenle konuyu size bu ana ve sahih kaynağın ışığında izah etmeye çalışacağım:
a)Kur’an-ı Kerim Hz. Muhammed’in bir beşer olarak tanıtır:
1.Müşriklerin, peygamber isen şunları, şunları yapmalısın dedikleri Hz. Muhammed’e, Yüce Allah, kendisini şöyle tanıtmasını söylemiştir: “…de ki: Rabbimi tenzih ederim, ( böyle şeyler yapmak benim işim değildir). Ben sadece beşer (insan) olan bir Rasul’üm (elçiyim).” İsra-17/93
2.“De ki: Ben ancak sizin gibi bir beşerim (insanım). (Ne var ki) bana, sizin tanrınızın tek bir tanrı olduğu vahyolunuyor.” Kehf-18/110
3.“…Rabbin seni terk etmedi sana darılmadı da. Senin sonun başlangıcından hayırlı olacak. Rabbin sana verecek sen de razı (hoşnut) olacaksın. (O) seni yetim bulup barındırmadı mı? Seni şaşkın halde bulup yolunu doğrultmadı mı? Seni fakir bulup da zengin etmedi mi? …” Duha-93/3-8
Bu ayetler bağlamında Hz. Muhammed (sav) de kendini bir beşer olarak şöyle tanımlamaktadır: “Ben ancak bir beşerim, dininizden size bir şey emredersem onu alınız; ancak kendi kafamdan bir şey emredersem, (bilmiş olun ki) ben de bir beşerim.” Müslim, Fedail, 43
Bu hadis-i şerifle beraber yukarıdaki ayetlerde ifade edildiği üzere Yüce Rabbimiz, Hz. Peygamber’in de ihtiyaç içinde bir beşer olduğu olduğunu bize hatırlatmaktadır. Öyle ise O’nun beşer özelliğini hiçbir zaman göz ardı etmemeliyiz. Bu bizi geçmiş kavimlerin düşmüş olduğu, peygamberlerini tanrılaştırma hatasına düşmekten koruyacak olan ilkelerdir.
Kur’an-ı Kerim Hz.Muhammed’in Yüce Allah’a ibadet etmekle yükümlü bir kul olduğunu da açıkça belirtir:
4.“De ki: Ben ancak, hürmetli kılınmış olan bu beldenin (Mekke’nin) Rabbine ibadet (kulluk) etmekle emir olundum ki, her şey ona aittir. Yine bana Müslümanlardan olmam, Kur’an okumam gerektiği emredildi. Artık kim doğru yola girerse yalnız kendisi için girmiş olur. Kim de doğru yoldan saparsa, (onlara) de ki: Ben ancak uyarıcılardanım.” Neml- 27/91-92
5.“(Ey Muhammed) Bizim bu kitabı sana gerçek olarak indirdiğimizde şüphe yoktur. O halde sen de dini Allah’a has kılarak O’na kulluk et.” Zümer-39/2
6.“De ki ben dini Allah’a has kılarak O’na ibadet (kulluk) etmem emir olundu.” Zümer-39/11
7.“Sen şimdi Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol. Sana yakin (gerçek/ ölüm) gelinceye kadar rabbine ibadet (kulluk) et.” Hicr-15/98,99
Hz. Muhammed beşer boyutu ile peygamberliğe layık görülmüş, ama kulluk yapma sorumluluğundan uzak tutulmamıştır. Aynı zamanda kendisi bir din koyucusu da değildir. O, Allah tarafından gönderilen dinin uygulanması hususunda, seçilmiş ve terbiye edilmiş en güzel örnektir. Beşer olan ve beşeriliği gereği kulluk yapmakla mükellef olan bir insan din koyamaz. Biz müslümanlar da, o büyük peygamberin dindeki yerini böyle bilmeliyiz ve ona göre inanmalıyız. Görüyoruz ki Hz. Muhammed (sav) de, kendisine vahiy edilen ilahi mesaja uymak ve onu tatbik etmekle yükümlüdür.
8.“Ayetlerimiz onlara açık, açık okunduğu zaman bize kavuşmaya yüzü olmayan o kimseler derler ki: ‘git bize bundan başka sözler getir veya bunu değiştir’ dediler. (Ey Peygamber!) De ki: ‘Onu kendime göre değiştirmek olacak şey değil. Ben ancak bana vahiy edilene uyarım: çünkü ben Rabbime karşı gelecek olursam, korkunç günün azabından korkarım.” Yunus-10/15
9.“Onlar, sana vahiy ettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için, az kalsın sana vahiy ettiğimiz şeyden seni saptıracaklardı. İşte o zaman seni dost edinirlerdi. Eğer biz seni sağlam tutmasaydık, gerçekten, neredeyse onlara birazcık meyledecektin. O zaman hiç şüphesiz sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat, kat tarttırırdık; sonra bize karşı kendin için bir yardımcıda bulamazdın.” İsra-17/73,74,75
10.“Bil ki, Allah’tan başka tanrı yoktur. Hem kendi günahın, hem de inanmış erkekler ve kadınların günahları için bağışlanma dile! …” Muhammed-47/19
11.“Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik. Bu sayede Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlayacak ve sana olan nimetini tamamlayacak ve seni dosdoğru bir yola yöneltecektir.” Fetih-48/1,2
Şimdi de bu konuda kendisi için söylemiş olduklarına bakalım:
“Ey insanlar, Allah’a tövbe ediniz. O’ndan af dileyiniz. Çünkü ben, her gün Allah’tan yüz defa, ya da yüzden fazla af dilerim.” İbn Hanbel, Müsned, 2/261
”Benim de kalbim bulutlanır, gaflet ile perdelenir. Ban yüz kere Allah’tan af dilerim.” Müslim, Zikir, 41
Bütün bunlar gösteriyor ki, Hz. Muhammed(sav), bir peygamber olarak, görevini Allah’ın himaye, destek ve koruması ile yapabilmiştir. Bir beşer olarak, kafirlerin acımasız ve şiddetli baskısına karşı kendisini, Yüce Allah’ın desteği ile koruyabilmiştir. O da bütün mümin bir beşer gibi günah işleme ihtimali olan ve günahı için de bağışlanma dileyen bir kuldur. Bu durum bize, beşer olan biri, daha sonra peygamber de olsa, beşeri yönünün hiçbir zaman ortadan kalkmayacağı gerçeğini göstermektedir. Ancak burada şunu bilmeliyiz k, hata ve günahla “şirk” aynı şeyler değildir. Peygamberlerin bir insan için çek tehlikeli ve utanç konusu olan şirke düşmesi söz konusu olmaz ve olmamıştır da.
b)Tüm insanlar için olduğu gibi Hz. Muhammed’in ahlakını da Kur’an inşa etmiştir:Yüce Allah, kendisine elçi seçtiği insanın ahlakını oluştururken ona, kimler den yüz çevirmesi gerektiği bilincini öğütlemeyi pek önemsemiştir. Bu bağlamda Hz. Muhammed’in kaçınıp yüz çevirmesi gereken durumlar:
Birincisi münafıklardan yüz çevirmesi ve onları kendi hallerine bırakmasıdır:
“Onlar (Münafıklar) ‘baş üstüne’ derler ama yanından uzaklaştıklarında, içlerinden bir güruh gece boyunca senin dile getirdiğinden farklı işler çevirirler. … Şu halde onlardan yüz çevir ve işine bak! Allah’a dayan; zira dayanak olarak Allah yeter.” Nisa 4/81
İkincisi, Müşriklerden yüz çevirmesidir:
“Sana emir olunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan (şirki tabiat haline getirenlerden) yüz çevir, onlara aldırma. Unutma ki küçümseyip alaya alanlara karşı Biz sana yeteriz” Hicir 15/94,95
Üçüncüsü, A’raf suresi 7/198-199.ayetlerin kapsamında cahillerden yüz çevirmesi:
Doğru yola çağrıldıkları halde çağrıya kulak vermeyen, baktığı halde görmeyen, Yüce Allah’ın cahil diye nitelendirdiği bu kimselere aldırış etmeden yoluna devam etmesini elçisi Muhammed sav. den istemiştir.
Dördüncüsü, Dünya hayatını tercih edenlerden yüz çevirmesi:
“Şu halde, artık sen de vahyimizden yüz çevirerek Bize sırt dönen ve tek arzusu bu dünya hayatı (nın geçici zevkleri) olan kimseleri ciddiye alma, onlardan yüz çevir. Onların bilgi ufku da işte bu (dünya ile) sınırlıdır. …”Nacm 53/29,30
Yüce Allah bu dört gurup ayetle Rasulü’nün ahlak ve ruhunu inşa ederken, Rasulü de bu emir ve öğütleri bizzat yaşayarak sünneti haline getirmiştir. Yani Rasulüllah’ın sünneti denince, tam da bunun anlaşılması bu olmalıdır. Yani Kur’an ile vahiy ile inşa olunan sünneti. Bu gün İslam dünyası Rasulullah’ın sünneti denince ne anlaşılması gerektiği konusunda görüş birliği içerisinde değildir. İslam İlahiyatı, bu sorunu çözmeden, ne gurup gurup ayrılan ümmetin birliğini sağlayabilir ne de yeni bir İslam medeniyeti tesis edebilir. Bu konuda ortak doğruların gün yüzüne çıkarılması uğranda çalışmalar yapacak ilim adamlarına çok acil ihtiyacımız vardır.
c)Yüce Allah, elçilik dışında, tüm insanlara olduğu gibi Hz.Muhammed’ de insani görevler yüklemiştir:
1. Hz. Muhammed’in Allah Teala tarafından kendisine yüklenen ilk görevi okumaktır:
Alak suresinin 1. Ayetinde Allah Teala’nın ilk emri olan “okumak”, Hz. Muhammed’in de sünneti olmaktadır. Bu Emire göre Allah Rasulü neyi okuyacaktı? Her halde insanın yaratılış kitabı olan İlahi Vahy ile beraber insan ve kainat kitabını okuyacaktı. Bu İlahi emir ile Rasul’ün de sünneti olan “okumak” bütün mümünleri bağlayan, gevşeklik gösterilmesine dahi müsaade edilmeyen temel bir ibadet ve evrensel bir ilkedir. Haydin bu Kutlu Doğum Haftasında kendimizi bir test edelim: Aceba ne kadar okuyoruz?
2. Hz. Muhammed İlahi Vahyin tebliğcisidir. Vahyin kaynağı olan Yüce Allah bu görevi yüklediği peygamberine: ”Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen hakikati tebliğ et! Eğer bunu (tam) yapmazsan, O’nun sana verdiği elçilik görevini yapmamış olursun. Allah seni insanlar(ın saldırısın)dan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kafirler topluluğuna rehberliğini göstermez.” Maide 5/67
3. Hz. Muhammed’in hem peygamberliğinden hem de insan olmasından doğan görevlerinden biri de Allah’ın indirdiği ilahi vahye uyması ve onun sınırları dışına çıkmamasıdır. Yüce Allah’ın bu konudaki talimatları pek çoktur. Bunlardan bir kaçı şöyledir:
“Sen sana vahyedilene sımsıkı sarıl. …” Zuhruf 43/43
“… De ki Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.” Yunus 10/15
“… “…Ben sadece bana vahiy edilene uyuyorum. Ben apaçık bir uyarıcıdan başka bir şey değilim.” Ahkaf 46/9
4. Yüce Allah, tüm insanlığın kendisine davet edilmesi görevini peygamberlere vermiştir. Bütün peygamberler gibi Hz. Muhammed de insanları, kendisine değil, Allah’a davet etmiştir. Yüce rabbimiz bu hususu şöyle dile getirir:
“(Ey Peygamber, biz seni) Allah’ın izni ile Allah’a çağıran bir davetçi ve aydınlatan bir kandil olarak gönderdik.” Ahzab 33/46
“De ki: İşte benim yolum budur. Ben Allah’a aydınlık bir basiret üzere davet ediyorum. …” Yusuf 12/108
İşte Kur’an bağlamında Hz. Muhammed’in bu sayılan görevleri yanında, daha pek çok peygamberlik görevleri ve insani sorumlukları da mevcuttur. Bunlar toplumsal hayatın tanzim edilmesinde yüksek ahlakı ile rehberlik ve en güzel bir biçimde örnek olma sorumluluğudur.
d)İçinden çıkmış olduğu aşiret toplumunun ıslah ve yeniden inşası ile peygamberlik görevine başlayan Hz.Muhammed’e bu görevinin mahiyeti ile ilkeleri, indirmiş olduğu vahiylerle Yüce Allah tarafından öğretilmiştir. Allah Rasulü Hz. Muhammed, peygamberliğinin başından vefatına kadar, Devlet Adamlığı diyebileceğimiz bu görevinde kendisine yol gösteren emir ve tavsiye niteliğinde olan Kur’an ilkelerine harfiyen uymuş ve uygulamıştır. Hz. Muhammed’in Sünneti dediğimiz bu uygulamalardan meydana gelen nebevi külliyatın adıdır.
Şimdi bu hususları ve ilgili ayetleri ele alalım:
1.Allah’tan başka hiçbir güce itaat etmemek:
“Kafirlere ve münafıklara itaat etme. Onların eziyetlerine aldırma. Allah’a güven. Koruyucu olarak Allah yeter.”Ahzab 33/48
Kalem suresi 65/8-15.ayetler bu konuda uzun bir liste sunar. Şöyle ki: “Yalancılara ve yağcılık yapanlara itaat etme. Yemin ederek kötüleyip duran, söz götürüp getiren, hayra engel olan, saldırgan, günahkar, kaba, kötülükle damgalı kimselere, bir de kendilerine ayetlerimiz okunduğunda “eskilerin masallarıdır” diyenlere, mal ve oğullar sahibi diye aldanıp boyun eğip itaat etme.”
2.Hz. Muhammed peygamber olduğu halde halkın işlerini istişare ile yönetmesi:
Yüce Allah bu konuda: “… İş hakkında onlara danış. Bir kere karar verince de Allah’a dayan. Çünkü Allah kendisine dayanıp güvenenleri sever.”Al-i İmran 3/159 Ayette ifade edilen iş, hem devlet ve millet boyutundaki işler hem de daha basit işler olabilir. Ayrıca Hucürat suresi 49/7.ayeti göz önüne alınırsa, Peygamberin iş hususunda halka danışmasından, kendi iradesinin tamamen ortadan kalkacağı anlamı çıkarılamaz. Yani halk dinlenir, görüşleri sorulur, onların akıl ve tecrübelerinden istifade edilir, sonunda, kime ait olduğuna bakılmaksızın, halk için faydalı olduğu düşünülen görüşe uyulur. Akıl ve hikmetin gereği olan istişare de bu olsa gerek.
3.Allah Peygamberine, halka yumuşak davranmasını buyurmuştur:
Al-i İmran 3/159.ayetinin başında bu konuya yer verilir.”Allah’ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır, giderlerdi….”
e)İnsanlığa rahmet için gönderilmiş ve ahlakın en güzeline sahip olan Hz. Muhammed’in Kur’an rehberliğinde ortaya koyduğu ahlak ilkelerinden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
Hz. Muhammed sas. :
1.İlahi Vahyin dışında, başkalarının arzu ve isteklerine uymazdı. “Sen onların kendi dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hırıstıyanlar senden razı olmazlar. Sen, asıl doğru yol Allah’ın yoludur, de. Sana ulaşan bu bilgiden sonra onların arzularına uyarsan, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.”Bakara 2/120
2.Başına gelen herhangi bir kötülüğün sebebini kendinden bilirdi.
“Sana gelen her iyilik Allah’tandır, sana gelen her kötülükte kendi(günahın) yüzündendir. Seni insanlara elçi olarak gönderdik…” Nisa 4/79
3.Asla kibirli değildi.
“Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.” Lokman 31/18
4.Hem cömert bir insandı hem de İsraf ve gösterişten kaçınırdı.
“(Ey Peygamber!) Elin darda olduğu için, Rabbinden gelecek yardımı bekler durumda isen ve dolayısı ile o insanlara yardım edemiyorsan hiç olmazsa tatlı söz söyleyerek gönüllerini al. Eli sıkı, cimri birisi olma, ama hepten de savurganlık yapma. Aksi halde cimrilik yüzünden kınanır, savurganlık yüzünden de pişman olup üzülürsün.”İsra 17/28,29
5.Kötülüğe karşı iyilikle karşılık verirdi.
“(Ey Peygamber) İyilikle kötülük asla bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel bir şekilde sav. … Kötülüğe iyilikle mukabelede bulunmak sadece sabırlı kimselerin mazhar kılındığı bir meziyettir. Evet , bu meziyete ancak güzel ahlak ve faziletten nasibi olanlar mazhar kılınır.” Fussilet 41/34,35
Hz. Muhammed sas, bizim gibi bir beşerin anlatımı ile anlaşılmaktan öte O, yaşayan bir Kur’an dır. Öyleyse O’nu hakkıyla anlayabilmek için çok Kur’an okumalıyız. Zira annemiz Hz. Aişe “Onun ahlakı Kur’an dı” dememiş mi idi?
Sonuç olarak, Kalem suresinin 68/4.ayetinde Yüce Rabbimiz: “Sen elbette yüce bir ahlak üzerindesin” diye belirtildiğine göre, Peygamberimiz Hz. Muhammed doğuştan evrensel ilahi bir ahlaka sahiptir. Böylece O’nun peygamberliği ve sonradan kazandığı sosyal karekteri bu sağlam ahlaki temel üzerine oturmuştur. Evrensel karekteri ile evrensel ahlakı bütünleşmiştir. Yüce Allah’ın takdiri ile oluşan Hz. Muhammed’in bu sağlam ve olgun ahlaki karekteri, Kur’an okulunda İslam ahlakının bütününe ulaşarak, yüce şahsında ahlaki güzelliklerin tamamlanması ile kemale ermiştir. Zaten kendisi de “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” Buyurmuştu. Temennim o dur ki, Allah Rasulü’nün şahsında tamamlanan bu Kur’an ahlakından, öncelikle ve mutlak olarak Müslümanların, devamında da tüm insanlığın nasibini almasıdır. Çünkü insanlığın bozulan düzeni ancak böyle yoluna girer ve insanlık ancak bununla kurtuluşa erer.
Faydalanılan Kaynaklar:
1.Kur’an’ı Kerim Mealleri (Hasan Basri Çantay, M. Hamdi Yazır, Diyanet İşleri Başkanlığı, Prof. Dr. Süleyman Ateş, Prof. Dr. Mustafa Öztürk )
2.Prof. Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Kur’an’da Hz.Peygamber
3.Prof. Dr. Mehmet GÖRMEZ, Hadis İlminin Temel Meseleleri
4. “ “ “ , Sünnt ve Hadisin Anlaşılmasında Metodoloji Sorun (Makale)
5. “ “ “ , Hz. Peygamberi Örnek Almak ve Sünnete Tabi Olmanın Anlamı (Makale)
6.Prof. Dr. Kadir GÜRLER, Hadis ve Sünnet Anlayışımız Üzerine
*İlahiyatçı, Uzman Öğretmen (KAYSERİ Mimarsinan Mesleki Teknik Anadolu Lisesi)