- Haberler
- Ortadoğu'daki Savaşların Nedeni?
Ortadoğu'daki Savaşların Nedeni?
İktibas Dergisi Kayseri Temsilciliği'nde konuşan Ortadoğu uzmanı İslam Özkan Şuanda Ortadoğu'da meydana gelen savaşların çok önemli bölümünde İsrail ve enerji hatlarının güvenliğinin söz konusu olduğunu söyledi.
Ortadoğu Uzmanı İslam Özkan geçtiğimiz Pazar günü İktibas Dergisi Kayseri Temsilciliği’nde “Ortadoğu ve Türkiye’de yaşanan son gelişmeler” başlığı altında bir söyleşi gerçekleştirdi. Özkan, gerçekleştirdiği söyleşide Ortadoğu’da yaşananların doğru okunması gerektiğine dikkat çekerek, yaşananların mezhep çatışması gibi gösterilmenin büyük bir tehlike olduğunu söyledi. Özkan buna gerekçe olarakta 1400 yıl boyunca bu topraklarda zaman zaman bu durumun kaşınmasına rağmen kitleselleşen bir savaşın olmamasını gösterdi. Şuanda Ortadoğu’da meydana gelen savaşların çok önemli bölümünde İsrail ve enerji hatlarının güvenliğinin söz konusu olduğunu söyleyen Özkan, Konuşmasında Türkiye’nin dış politikasındaki bazı eleştirilerini de dile getirdi.
“Batı sürekli şekillendirme çabasında”
Ortadoğu ülkelerinin, Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile beraber bir dönüşüm dayatması ile karşı karşıya kaldığını kaydeden Özkan; “Aslında Arap Baharı dediğimiz şey Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının günümüzdeki yansıması… Dünyanın %50’si küresel kapitalizmin denetiminin dışında olan bir konumdaydı. Sovyetler Birliği bu yapıları himaye eder yapıdaydı. Kapitalizm buralara sızamıyordu. Kapitalizm mantığı gereği sürekli Pazar ve hammadde kaynağı ve enerji arayan bir yapıya sahipti.
17. ve 18. Yüzyıldan bu yana baktığımızda emperyalist faaliyetler, yeni kıtaların keşfedilmesi, keşfedilen kıtaların yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin yağmalanması, ucuz işgücü vb. olaylara baktığımızda sürekli nüfus alanını genişleten bir yapının etkisi dışındaki her şeyi yok etmeye ve yutmaya çalıştığını görüyoruz.
Eskiden doğrudan askeri faaliyetlerle kıtaları işgal eden, yerüstü ve yeraltı kaynakları doğrudan kendisine bağlayan ve yağmalayan sömürgeci güçler, artık bunlara daha sofistike yöntemler geliştirdiği için daha farklı yöntemlere müdahale ettiklerini görüyoruz.
Batı dünyayı sürekli şekillendirme çabasında… Eskiden bu dışarıdan müdahale şeklindeydi. Artık geliştirdikleri sofistike yöntemlerle kendi adamları ve temsilcileri üzerinden, Ya da zihinleri Batılılaştırılmış insanlar üzerinden ya da çıkar ve işbirliği oluşturduğu güçler üzerinden şekillendirmeyi yapıyor. Arap Baharı ’da bu çerçeveden bakıldığında dünya küresel sisteminin dışında kalmış yapıların, aslında dünya sistemine entegre çabası olarak görülebilir. Bu tabii ki bir genellemedir” dedi.
“Suriye’de farklı bir tavır takınması düşünülemezdi”
Özkan, Arap Baharı’nın birçok kişide farklı yansımaları olduğunu da belirtrerek; “ Özellikle Türkiye’deki en yetkili ağızlardan aktarılan şey, bunun önüne geçirilemeyecek bir şey olduğu. Özellikle Ahmet Davutoğlu, Arap Baharı’nda takınılacak 3 tavrın olduğunu söyledi. Birincisi bu bir akımdır. Ya bu akımın karşısında durusunuz ve direnirsiniz. Ya bu akımla birlikte hareket edersiniz. Ya da bu akımı geciktirirsiniz. Bu 3 tavrın dışında başka bir tavır geliştirmek mümkün değil dedi. Türkiye’yi de bu akımla beraber hareket eden bir konuma yerleştirdi. Buna karşı direnmeniz mümkün değildir, buna karşı direnenler eninde sonunda mağlup olur dedi. Bununla birlikte hareket edenler kazanırlar bunu geciktirmeye çalışanlarda eninde sonunda direnenlerle birlikte mağlup olmaya mahkumdurlar. Türkiye’nin Arap Baharı’na yaklaşımı bu şekildeydi.
Başbakanın zaman zaman Ahmet Davutoğlu ile çelişen sözlerini görüyoruz. Libya’da NATO müdahalesi gündeme geldiğinde Başbakan ‘Orada NATO’nun ne işi var’ dedi. NATO’nun görevi ve görev sınırı belli. Bundan bir hafta sonra Ahmet Davutoğlu’nun bununla %100 çelişen bir açıklaması oldu. Daha sonra başbakan söylediklerini hiç söylememiş gibi davrandı. İzmir’deki NATO üssünden uçak ve gemiler kalkarak Libya’ya gitti. Ama bu uçaklar direk bombalamak için mi, yoksa insani yardım götürmek için mi gittiğini tespit etmek ancak devlet yetkilileri tarafından bilinebilir.
Türkiye’nin, Suriye’de farklı bir tavır takınması düşünülemezdi. Çünkü Mısır’da, Tunus’da ve Libya’da aynı tavrı koydunuz. Yalnız burada çok ince nüanslarda var. Hükümet biz Mısır’da direnen halkın yanında yer aldık diyor. Ama gerçek hiçte bu kadar idealize edildiği kadar değil” şeklinde konuştu.
“Olaylar resmi yetkililerin aktardığı gibi değil”
Mısır’da binlerce insanın kanının aktığı süreçte kendisinin de TRT Arapça kanalında olduğunu söyleyen Özkan, bu süreçte 15 gün boyunca Türkiye’den çok cılız birkaç açıklama dışında Mısır’ı ve Hüsnü Mübarek yönetimini kınayan herhangi bir açıklama gelmediğini anlattı. Bu durumun insanın kafasında soru işaretleri doğurduğunu kaydeden Özkan, açıklamalarına şöyle devam etti; “15 gün konuşmayan hükümet 15. gün Obama ile görüşüyor, 16. gün Başbakan parlamentoya çıkıyor; ‘Ey Mübarek’ diye başlayan kefenin cebi yoktur. Sen ilelebet orada kalacaksın’ şeklinde özetleyeceğimiz bir konuşma yapıyor. Dolayısı ile Türkiye’nin de kafası karışıktı.
Olaylar diğer tüm olaylar gibi aslında resmi yetkililerin aktardığı gibi değil. Yani bir ülke birtakım idealist gerekçelerle yapılmış şeyler değil bunlar. Dünyada hiçbir devlet hayır kurumu değildir. (bu Arapların çok kullandığı bir sözdür.)
Bir devlet çıkıp her gün açıklama yapıyorsa… Ajanslarını haber kanallarını ve kendisine bağlı olan bütün organları ve kurumları böyle mobilize ediyorsa ve bunu iç politikasının bir unsuru olarak gösteriyorsa (Başbakan Suriye bizim iç meselemizdir dedi.) öyleyse burada çok ciddi bir çıkar çatışması söz konusudur. Arka plana baktığınızda işin içinde enerji konusunun olduğunu görüyorsunuz. Türkiye üzerinden Avrupa’ya gidecek çeşitli doğalgaz projelerinin Suriye’den geçerek Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılma projelerinin olduğunu ve projelerin çatıştığını göreceksiniz. Şuanda Ortadoğu’da meydana gelen savaşların çok önemli bölümünde İsrail ve enerji hatlarının güvenliği söz konusudur. Hiç kimse Çeçenistan’dan, Afganistan’dan, Cezayir’den, Libya’dan, Fransa’dan, İngiltere’den yabancı savaşçıların gelerek bir ülkeyi darma duman ettiği bir durumda bunu Allah Rızası için yaptıklarına inanmamızı beklemesinler. Gerçekten kişi bazında samimi olanlar olabilir. Ama onları oraya getirenler samimi değildir. O samimi insanlarda kullanılıyor.”
“Gözümüzün önünde bir ülke kendi kendini tüketiyor”
Özkan, ülke gündemini meşgul eden hükümet ve cemaat hadisesini de değerlendirdiği konuşmasında; “Baktığımızda, cemaatin tabanındaki insanlar mülayim, ahlaklı, sigara içmez yani günaha bulaşmamış insanlardır. Bireysel olarak baktığınızda tertemiz insanlardır. Ama aynı zamanda kullanılmaya da çok müsait insanlardır. Aynı şey Suriye içinde geçerlidir. İnsanlar Cihad adı altında Suriye’ye geliyorlar. Bir ülkeyi tarihiyle, insani değerleriyle, her şeyiyle tüketen bir anlayış. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, çok güzel söyledi; ‘Gözümüzün önünde bir ülke kendi kendini tüketiyor.’
Dünyada iç savaş yaşayıpta bundan hayır görmüş ve bundan kazançla çıkmış ikinci bir ülke gösteremezsiniz. Peki, bu savaşın sürmesi için çalışanlara ne diyeceğiz.” İfadelerinde bulundu.
Her savaşın barış için yapıldığını ve dünyada barış ile sonuçlanmayan savaşın olmadığını hatırlatan Özkan, konuşmasını şöyle sürdürdü; “Hele hele güçlerin eşit olduğu ve yenişemediği durumlarda iş eninde sonunda ateşkes ile sonuçlanmak zorunda… Suriyeli muhaliflerin içerisinden bazıları evet biz Esad ile masaya oturup barış yapmak istediklerini söylediler. Fakat Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu güçler, özellikle en üst yetkilisinin ağzından bu eylemin Esad’ın meşruiyetini tanımak olduğunu söyledi. Bunu şuana kadar engellediler.
Emperyalist ülkeler Suriye tarzı ülkeleri ya batı yanlısı ya da kapalı diktatör yapısında olacaksınız. Ama aynı zamanda görünüşte de olsa Amerikan karşıtı olacaksınız. Batılı ülkelere kendi dışındaki ülkelerin bu yönde bir tavır almaya zorluyorlar. Suriye hiçbir zaman Hafız Esad dönemindeki Suriye gibi olmadı. Hafız Esad dönemindeki Suriye’deki insan hakları ihlalleri devasa düzeydeydi. Hama Katliamından sonra yaşananlar içler acısıydı. Burada Türkiye’de yapıldığı gibi bazı grupların tasfiye edilmesi o kadar kolay değil. Ulusal birliğe ihtiyacınız var. Buna rağmen Beşer Esad adımlar attı. İlk defa özel mülkiyete ait bir basının olmasına izin verdi. Bu Suriye için çok önemli bir adımdır. Şuanda bütün medya Baas rejimine bağlı. Hapishaneden bir sürü insan salıverildi. Yani birtakım iyileşmelere gerçekleştirildi.”
Suriye’de mezhep çatışması olduğunu söylemek en büyük ihanettir
Türkiye’de olayın bu şekliyle algılanmadığını belirten Özkan; “Öyle bir tablo yaratılıyor ki; %8’lik Alevi bir rejim: bunlar ülkenini bütün ekonomik kaynaklarına oturmuşlar. Sünnilere her gün zulmediliyor ve her şeyden dışlanıyor. Bu çok doğru bir şey değil. Baas Partisi’nin çok önemli bir bölümü Sünni’dir. Hükümette 33 bakan var. Bu bakanların 27’si Sünni’dir. Geriye kalanı Nusayriler, Hıristiyanlar, Dürziler arasında dağıtılır. Zaten öbür türlüsü olması da mümkün değil.
Suriye’de asker istihdamı aynen Türkiye’de olduğu gibi oluyor. O yüzden Suriye Ordusu’nun da %90’nı Sünni… Ama mezhepçi bir tavır sergilenen bir takım ülkelerde sanki bakanların ve ordunun tamamı alevi gibi davranılıyor. Alevilerin çok kilit noktalarda olduğu doğrudur. Mesela Muhaberat’ın başındaki önemli isimler Alevi’dir. Ya da bazı kritik noktalardaki insanlar Alevi’dir. Ama Sünnilerde önemli görevlerde yer almaktadırlar. Bütün önemli görevler eğer Sünnilere kalsa neden Sünniler devlette kalsın.
Suriye’de mezhep çatışması olduğunu söylemek en büyük ihanettir. Müslümanları birbirine kırdırmak için bunlar uydurulmuş terminolojilerdir. Dünyanın hiçbir yerinde Sünni – Şii çatışması olmamış. Zaman zaman bu kaşınsa da hiçbir zaman kitleselleşmemiş.
Avrupa’da Katolikler bir gece de yüz binlerce Protestan’ı katletti. Toplamda da Beş milyon insan katledildi. Bu bahsettiğimiz daha 16. Yüzyıl. İnsanlar sadece Protestanlığı seçtiği veya sempati duyduğu için darağaçlarında sallandırılmıyor. Yakılarak öldürülüyor. Böyle bir şey İslam dünyasında hiçbir zaman olmadı” dedi.
“Suriye konusunda büyük yanılgılara düştük”
Özkan Türkiye’nin de Suriye konusunda büyük yanılgılar içerisinde düştüğünü belirterek bunun sorumlusunun Başbakanın danışmanlarından kaynaklandığını söyledi. Özkan, bu yanılsamaların nedenlerini de şöyle sıraladı; “Maalesef, Başbakan’ın danışmanlarının yetersizliği, seviyesiz, Arap Dünyası’nı bilmeyen, Doğru dürüst Arapça konuşamayan ve Arap Dünyasında yaşamamış insanların yönlendirdiği bir dış politikadan bahsediyorum.
Stratejik araştırmalar yapan kurumlar objektif analizler yapar. Amerika’da Obama’nın önüne bir konu hakkında 500 Düşünce kuruluşundan 500 farklı öneri gelir. Bunlar elenir ve 10’a indirilir. Sonra Obama danışmanlarıyla toplantı yapılır. En sonunda bir strateji üzerinde karar kılınır. Biz de zaten 5-10 tane düşünce kuruluşu var. Bunlar ülkenin meşru politikalarını meşrulaştıran raporlar yazıyorlar. Bu he hükümetin hem de ülkemizin zararına olan bir şey…
Bu sıkıntıların ben düzeleceğine inanıyorum. Ben hem başbakanın hem de diğer unsurlarında çokta memnun olduğunu düşünmüyorum. Özellikle bu Suriye meselesinde… Çünkü düne kadar aile dostu olduğunuz bir yapıyla birden düşman olmak anlaşılabilir veya kabul edilebilir bir şey değildir.”
“Türkiye’yi şuan hedef alanlar, o zamanda Suriye’yi hedef almıştı”
Esad’ın danışmanı ile yaptığı bir görüşmeyi de paylaşan Özkan; “Kendisi Halepli ve Türkiye uzmanı… Bana, ‘Suriye’de kriz en üst seviyeye vardığında biz heyet olarak Türkiye’ye geldik’ Bizzat Beşer Esad’ın yönlendirdiğini söylediler. Biz ayaklanmalar karşısında ne yapmalıyız diye sormaya gelmişler. Ellerine bir kağıt verilmiş. Bunları Sayın Beşer Esad parlamentoda çıkıp konuşacak denilmiş. Anayasal reformların yapılmasını içeren, özgürlüklerin daha da geliştirilmesini içeren bir konuşma… Beşer Esad tek bir harfine ve virgülüne dokunmadan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yazdığı metni çıkıp parlamentoda okumuş. Yapılan ilk konuşma Başbakan’ın danışmanları tarafından hazırlanan bir konuşmaydı dedi. Beşer Esad, Başbakan Erdoğan’a öyle güveniyormuş ki, Suriye’ni aleyhine olan konularda bile eğer Erdoğan dediyse imza atacaksınız dediğini bana aktardı. İran yerine Türkiye’yi tercih eden ve Suriye’nin ulusal çıkarlarını ihlal etme pahasına ve kendi dostlarını kaybetme pahasına Türkiye’nin yanında yer alan bir ülkeden bahsediyoruz. Ama demin dediğimiz şekliyle de Suriye eleştirilerimizi de sıralıyoruz.
Türkiye’nin yaptığı yanlışı fark edemediğini ve hala bu çizgide ısrarla devam ettiğini görüyorsunuz. Cemaat operasyonu ile Amerika ve İsrail tarafından hedef alınan siz değil misiniz? Aynı şekilde hedef alınan da Suriye…
Eski Suriye geride kaldı. Siyasi ve ekonomik krizin olduğu yerde kapitalizm barınamaz. O yüzden bu savaşın yavaş yavaş sonlandırma çalışmaları başlatıldı. Cenevre Konferansı da bu şekilde ortaya çıktı. Düne kadar Esad ile aynı masaya oturmanın onun meşruiyetini tanımak olduğu anlamına geldiğini söyleyen Türkiye, Amerika’nın tavrına direnemedi. Çünkü Amerika ve Rusya anlaşmış. Bunun karşısında çokta duramazlardı.
Hiç kimse Suriye’deki devletin İslami, adil, özgür ve insani değerleri içselleştiren bir devlet olduğunu iddia etmiyor. Ama bir ülkede sorun var diye o ülkenin bütün insani kaynaklarını ve tarihi değerlerini kurutacak şekilde hareket edilmesi yanlış. Şuana kadar orada 150 bin insan hayatını kaybetti. Daha kötüsü insanların içerisine yerleştirilen kin ve düşmanlık. Suriye için esas tehlikeli olan bu…
Hazırlayan: Bünyamin Gültekin
Fotoğraf: Şerif Arslan