- Haberler
- 'Öleceğiz ama dönmeyeceğiz'
'Öleceğiz ama dönmeyeceğiz'
Emekli öğretmen Kasım Okut'un hayatını ve bu hayat süresince çektiği sıkıntıları ele aldığımız özel bir söyleşi gerçekleştirdik. Bu söyleşide Kasım Okut'un eğitim geçmişinin yansıra, 28 Şubat sürecinde Kayseri'de başlatılan dua eyleminde yaşananlar sonucunda Okut'un mahkum olmasına neden olan süreci de göreceksiniz.
Röportaj: Bünyamin Gültekin & Emine Ateş
Kayseri’nin Talas ilçesine bağlı bir mahalle olan Endürlük’te 1943 yılında doğan Kasım Okut, emekli bir öğretmen… Okut, İlkokul birinci ve ikinci sınıfı Endürlük'te okur. Daha sonra Kayseri'nin Gültepe mahallesine yerleşirler. Babası Sümer fabrikasında çalışan Okut, O zamanlarda Gültepe'de ilkokul olmadığı için kendilerine en yakın okul olan Etiler Mahallesi’nde ki Etiler İlkokulu'nda 1952 yılında öğrenci olur. Okut bu okulun Şeyh Taceddin Veli Hazretleri'nin türbesinin yanında olduğunu aktararak; “Hasan Hocam ve Zeki Aksan diye aslen Samsunlu ilkokul öğretmenlerimin tedrisatı neticesinde oradan mezun oldum. Gerek ilkokul öğretmenlerimden Hasan Hoca, gerekse Zeki Aksan hocamı rahmetle anıyorum. Çünkü biz öğrencilere ilk defa ağız temizliğini öğreten onlardır. O tarihten beri de hocamızın bir hatırası olarak, aynı zamanda bir peygamber sünneti olarak diş temizliği üzerinde durmuşumdur.” dedi. Ağız temizliği konusunda hocasının söylediği bir sözü hatıra olarak devam ettirdiğini kaydeden okut bu sözü şöyle tekrarlıyor; “İnsanla hayvanı ayıran en önemli özelliklerden birisi şudur; insanlar ağızlarını yıkar ama hayvanlar ağızlarını yıkamaz. İnsanlar ağız temizliğine özen gösterir ama hayvanlar ağız temizliğini bilmez.” Daha sonra Kayseri İmam-Hatip Okulu'na yazılan Okut, bugünkü mevcut İmam-Hatip Okulu'nun bulunduğu okulda yedi yıl okuduğunu ve 120 öğrenci olarak başlanan okulda 13 kişi olarak da 1965-1966 yılında mezun olduklarını söylüyor.
“Vaiz, sanayide veya çiftlikte yetişmez”
İmam-Hatip okulunda anlatacağı sayısız hatırasının olduğunu belirten Okut; “Bütün hocalarımı bu vesileyle dua ile anıyorum ve hiç unutmadığım hocalarımdan, özellikle rahle-i tedrisine devam ettiğim Camgöz’ün Hacı Yusuf ve onun oğlu İbrahim Eken hocam, Mehmet Çorakçı hocam, Osman Efendi hocam ve bilhassa Kayserimizde, Bursa'da ve bir ara da İzmit'te müftülük yapan ve bizim ufkumuzu açan birinci derecedeki hocamız Abdullah Sarıcı hocam, Cami Kebir'de yarım asırlık görev yaptığı sırada hiç sehiv secdesi yapmamış olan Ahmet Divrikli hocam, Müftü Halil Haliloğlu hocamı burada hatırlıyorum. Kur'an-ı Kerim'in tâlimatını yaptığım, Kur'an'ın talimini öğrendiğim Hafız Ahmet Lebdeveci hocamı şükranla, dua ile anıyorum. Ayrıca benim özel okuduğum hocalarımdan Kayseri'de Cimcimoğlu Hacı Salih Efendi, eski milletvekillerinden İbrahim Kirazoğlu, onun babası Ahmet Kirazoğlu hocamı rahmetle anıyorum. Ayrıca Akdağ madeni müftüsü Sadık Fidancı hocamı, Şeyh Cami imamlarından musiki hocam Şükrü efendi hocamı rahmetle anıyorum. Biz bu hocalarımızdan çok faydalandık. Sadece İmam-Hatip okuluyla alakalı bir şey söylemek isterim. 1960 ihtilalinin hemen akabinde Abdullah Saracı hocamız -o zaman müftü vekilidir- bir hizmet ekibi kurdu. Okulumuzdaki 1500 öğrenci içerisinden 25 öğrenciyi seçmişlerdi. Ramazan gelmek üzere idi. bize birkaç hafta bilgi verdiler, yetiştirdiler. O zamanki kayseri’nin hayır ve hasenat insanlarından benim hayırsever Müslümanlarım beş tane taksi vermişlerdi. O zamanlar taksi çok önemli, herkesin yoktu. Biz öğle namazından önce pazar günleri veya cumartesi günleri beş arkadaş, her bir taksiye beşer kişi biniyorduk. Kayseri'nin doğu, batı, güney, kuzey cephelerinde 25 köye gidiyorduk. Öğle ve ikindi namazlarını kılıyorduk. Sonra da bu arkadaşlar sohbet ediyordu. İşte böylece 1500 öğrenci içerisinde seçilen öğrencilerden birisi de bendim ki ben de o zaman Argıncık Köyü'ne görevlenmiştim. Bu vesile ile Abdullah Saraçoğlu hocam son nefesime kadar unutmayacağım bir hocamdır, heyecanımı borçlu olduğum birisidir. Sayesinde bu 25 arkadaş geleceğin hatipleri, müftüleri, vaizleri oldu. Enver Akova onlardan biridir. Mehmet Altunkaya var, Necmettin Nursaçan var, ben varım. Onun için ben buradaki müftü efendilere, ilahiyat mensuplarına hatta yetkililere söylüyorum. Diyorum ki; mesela 1990 yılarında imam-hatiplerde 6 bin tane kız öğrenci, 9 bin tane de erkek öğrenci vardı. Bu 15 bin insan yapar. Okulların paydosunda adeta semadan melekler inmişçesine İmam-Hatip kız öğrencileri Kayseri'nin tüm caddelerini doldurup taşırıyordu. Ben o zaman Kadı Burhanettin Okulu'ndaydım ve diyordum ki; bu komünistler, masonlar, Türkiye'deki bu İslam karşıtı yönetimler buna tahammül edemez diye endişem vardı. Buradan şunu demek istiyorum. O zaman her yüz öğrenciden bir tane öğrenci seçin, bu öğrencilere bir takım taktikler verin, bunları özel yetiştirin daha sonra elli tane caminin kürsüsüne bunları oturtturun diyordum. Bunlar geleceğin hatipleri, vaizleri olacak. Çünkü vaiz sanayide, çiftlikte ya da çarşıda pazarda yetişmez. Bir insanın hatip ve vaiz olması için o minberde, mihrapta yarım asır çeyrek asır ömür verecek, orada nice yanlışlıklar eksiklikler yapacak, yavaş yavaş güzel konuşmayı güzel konuşmayı öğrenecek, hatip böyle yetişecek.” dedi.
“Merkezi ezan sisteminden vazgeçilmelidir”
Necmettin Nursaçan’ın müftülük görevine gelene kadar biz müftülerle daima müşterek çalışmalar yaptıklarını kaydeden Okut; “Müftüler içerisinde İbrahim Çelik hocamın zamanında, Abdullah Saraçoğlu hocamın zamanında ve daha sonra Mehmet Kuzu zamanında bizleri, vaaz ve hitabet kabiliyeti olan, ilmi irfanı olan arkadaşlarımızı çağırıyorlardı, Vilayet'ten onay çıkartıyorlardı. Her birimizi bayram günlerinde bir köyün, bir ilçenin, bir mahallenin camisine göndererek bizi istihdam ediyorlardı. Yani biz orda konuşuyorduk. Bir şehirde en az 40-50 arkadaşımız konuşuyordu. Dolayısıyla bunlar yetişiyor demektir. Ama siz şimdi 500 tane camii sadece Hunat Camii’ne bağlarsanız veya 200 tane camiyi, Cami-i Kebir’e bağlarsanız 500 tane – 1000 tane caminin kürsüsünü işgal etmiş olursunuz. Yazık oluyor. Bu vaiz ve hatip neslini bitirmek, sonlandırmak, tüketmek manasına gelir. Bu büyük bir zulümdür. Bu olsa olsa işgal edilmiş bir İslam ülkesinde olur. Bir Bosna-Hersek’te olsa, bir Kosova’da ya da Yunanistan’da bu olsa belki hoş görülebilir. Ama siz İslam ülkesinde 500 camii bir şahsa bağlarsanız onu işgal etmiş olursunuz. Yeni hatipler, yeni kabiliyetler, yeni üstün zekâlı insanları nasıl bulacaksınız? Nerden keşfedeceksiniz? O yüzden özellikle müftümüz Ali Maraşlıgil’e kısa zamanda gideceğim, bunu söyleyeceğim. En kısa zamanda merkezi ezan sisteminden vazgeçilmelidir. Ben bunu ilk çıktığı günden beri savunuyorum. Beş-on yıl önce bunu Kayseri Gündem’de yazmıştım ve merkezi vaaz sistemine ve merkezi ezan sistemine milyon kere karşıyım demiştim. Maalesef müezzinleri de camilerinden soğuttular, atalete sevk ettiler. Yeni sesleri yeni kabiliyetleri nasıl bulacağız, nasıl keşfedeceğiz?” ifadelerini kullandı.
“Caminin hem müezzini, hem de temizlikçisiydim”
Bazı serzenişlerini dile getirdikten sonra Okut, eğitim hayatını nasıl devam ettirdiğini şöyle anlatmaya devam etti; “İmam-hatip okulunu bitirdikten sonra İstanbul’da imtihan edildik. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nde 1965-66 öğretim yılında girmiş olduk. Orada dört yıl okuduk. Kabataş’ta Fındıklı Mebusan Caddesi üzerinde, yani Kabataş ile Beyoğlu arasında, Namık Kemal İlkokulu’nun son dördüncü-beşinci katlarında okuduk. Her teneffüste Marmara Denizi’ni, Üsküdar’ı, Beylerbeyi’ni doya doya seyrederek tahsil yaptık. Biz tabi bu arada veli nimetim, üstadım, ağabeyim Şaban Okut hocanın rehberliği ve uyarısıyla yatılı okulu kazanmamıza rağmen yatılı okulda kalmaktan vazgeçtik. Bendeniz 1962 yılında İstanbul’un Çatalca ilçesine bağlı Hadımköy’de imam-hatip oldum. Bu arada Çatalca’ya gelip gidiyordum. Çatalca müftüsü de Süleymanlılar’a bağlı bir müftüydü. Tayin oldum geldim. Fakat 18 yaşımda olmadığım için 3 ay fahri olarak görev yaptım. Sirkeci’ye
“’Cami imamını, öğrencilerimizle muhatap edemeyiz’ dediler”
Okut, Birinci Dünya Savaşı’nda Hadımköy savunmasında 10 bin tane şehit verildiğini ve o savaşa katılanlardan bir tanesinin Develili bir vatandaş olduğunu aktardı ve bu gencin eğer ölmez ve memleketine geri dönerse verdiği vaadi paylaştı ve bazı anılarını aktarmaya şöyle devam etti; “Develili vatandaş; ‘Eğer ben ölmez, memleketime geri dönersem ve Allah da bana imkân verirse buraya bir cami yaptıracağım’ demiş. Gerçekten o adamcağız dönmüş ve varlıklı olmuş ve oraya bir cami yaptırmış. Camiye ait de güzel bir lojman yaptırmış. Böylece o hayırseverin camisinde kaldık. Bir buçuk sene orda görev yaptım. Bir buçuk sene sonra bir albay tesadüfen benim bayram namazıma gelmiş. Ben de orada sohbet ediyordum. Beni çok sevmiş, beğenmiş. Namazdan sonra sen kimsin diye benimle tanıştı. Ben de; ‘Üniversiteye ve çok zor gidiyorum. Aldığım maaşımı yol parası olarak veriyorum’ dedim. ‘Sen ne istiyorsun?’ dedi. Üsküdar’da bir camiye naklolmak istediğimi söyledim. O da dedi ki; ‘ben bir müddet sonra geleceğim, seninle tümen komutanıyla görüşeceğiz, tümen komutanı buna çözüm bulacak.’ Neticede biz bir gün o albayla beraber tümen komutanına çıktık. Tümen komutanı ayakta, ‘Ben bu hocayı saçlı sakallı, beli bükülmüş bir imam zannediyordum. Gencecik bir delikanlıymış. Nedir isteğiniz?’ dedi. ‘Üniversiteye gidiyorum burası çok uzak’ dedim. Peki dedi. ‘Diyanet işleri başkanlığı filan general benim arkadaşımdır, Saadettin Evrin Paşa. Ben ona mektup yazacağım. Bunu götüreceksin ve senin işin olacak.’ dedi. Gerçekten biz o mektubu aldık, Ankara’ya geldik. Saadettin Evrin Paşa’ya bu mektubu verdik. Tamam dedi ve Üsküdar’da evi olan bir camiye tayinimiz yapıldı. Bir ay içinde oradan geldik. Tabi ondan sonra okulu rahat bitirdik. 1965-1966 öğretim yılında Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitirince ilk olarak Üsküdar Kız Lisesi’nde Din dersi öğretmeni oldum. Fakat ilkokul ve liselere din dersi yeni çıkmıştı. İstanbul mili eğitim müdürüne gidiyorum öyle bir şey yok diyorlar. Yani neticede bin türlü mücadele vererek dilekçemize ancak cevap alabildik. Hatta o zaman eski Kayseri’nin kız ortaokulu müdürü, soyadı Göçmengil. Onun bir abisi ya da kardeşi de Kayseri’de uzun yıllar kütüphane müdürlüğü yaptı. Göçmengil orada milli eğitim müdür yardımcılarından birisiymiş. Abimin kayınpederi Muharrem Büyükbahçeci dedi ki; ‘o benim okul arkadaşım.’ Ona geldik de o adam tavassul etti de onun vasıtasıyla yasal hakkımız olan din dersi öğretmenliği için dilekçemizi alarak Üsküdar Kız Lisesi’nde göreve başladım. İyi bir okul müdürü var. Demokrat Parti zamanında İzmit kâğıt fabrikası müdürlüğü yapmış, Selahattin Kısakürek adında bir zat karşıladılar. Bana çok destek oldular. ‘Gerekirse ben seni ilerde burada idareci yapacağım.’ dedi. Şimdi burada önemli olan şey şu: Gencecik bir delikanlıyım. Henüz 22-23 yaşlarındayım. Öğretmenler odasına girdiğim zaman selam verdim fakat hiç kimse benim selamımı almadı. Hiç kimse bana hoş geldin demedi. Göreve başladım dedim. Ne yapıyorsun dediler. ‘Ben aşağıda Bülbüldere Camii’nde imam-hatibim, okulu bitirdim. Şimdi de filan madde gereğince göreve başladım. Din dersi öğretmeni olarak göreve başladım.’ dedim. Olamaz böyle bir şey dediler. ‘Biz bir cami imamını öğrencilerimizle muhatap edemeyiz.’ dediler. Ben de dedim ki; şu maddeye göre milli eğitim müdürlüğü onay verdi geldim dedim. Fakat buna çok üzüldüm tabi. Onun için ben öğretmenlik hayatım boyunca öğretmenler odasına kim gelirse gelsin, hangi vatandaş olursa olsun, hangi yeni tayin olan öğretmen olursa olsun son derece ilgi gösterdim. Çünkü bu çok acı bir şey. O günlerden bu günlere geldik. Bir öğretim yılı orada görev yaptıktan sonra Kayseri Kadı Burhanettin Ortaokulu’na Din Dersi Ahlak Bilgisi öğretmeni oldum. Tabi haftada bir saat dersim var. 18 saat maaş karşılığı derse giriyorum. 12 saat de ücretli derse giriyorum. Okulda iki üç sınıf fazla buna rağmen onlara da derse giriyorum. Bir dönem Mahir Boğu isminde İzmirli bir müdürümüz vardı. Daha sonra -cennet mekan- aslen Mardin’in Midyat ilçesinden Sait Dündar Bey’in anlayışı ve üstün yönetim kabiliyeti sayesinde çok huzurlu bir öğretmenlik yaptım. Daha sonra Erkilet’in Kemer köyünden arkadaşımız Naci Orhan Bey müdür oldu. Onun müdürlüğü döneminde de biz 1991 yılında emekli olduk.”
“ Selamün aleyküm dediğim için beni şikayet ettiler”
“Mahir Boğu İzmirli, hanımı da Kayseri Lisesi’nde coğrafya öğretmeni. Bir olay anlatacağım. Ben sınıflarda selamun aleyküm diyorum çocuklar da aleyküm selam diyorlar. Selamın dua olduğunu bir insanın başka bir insana, bir öğretmenin öğrencisine bundan daha güzel bir temenni de bulunamayacağını öğrencilere ifade ediyorum. Bu selam fevkalade bir şey diyorum. Beni şikayet ettiler ve bir gün bakanlıktan bir müfettiş geldi. Mahkeme suratlı bir adam. Bir sınıfın bir köşesinde ona özel bir masa hazırlanmış. Müdür de bir köşesinde oturuyor. Beni çağırdılar, içeri girdim. Diyor ki; ‘Sen sınıfa girdiğin zaman sokak selamı ve kahvehane selamı ile selamlıyor musun çocukları? Bunu yapamazsın.’ Ben de diyorum ki; ‘İngilizce öğretmeni good morning diyor, Fransızca öğretmeni bonjour diyor, Almanca öğretmenin gutin tag diyor. Ben de din dersi hocası olarak dini selam veriyorum bunun ne sakıncası var?’ bana bu şekilde selam veremeyeceğimi söyleyip bir kağıda Yazı yazıp ve imza attırdı. En sonunda ben dedim ki; ‘Araştırdığıma göre good morning, bonjour ve gutin tag bugün güneşli havalar olsun demekmiş. Avrupa insanı dua ediyor. Çünkü günlerin çoğu sisli, güneşsiz geçiyor. Bu yüzden Avrupa insanı birbirine ‘bugün güneşli havalar olsun inşallah’ diyor. Eğer iklim şartlarına göre biz de dua edecek olursak, Anadolu’da bazen beş ay bazen altı ay yağmur yağmıyor. O halde biz sınıfa girdiğimizde yağmurlu günler, bulutlu günler demeliyiz. Her sabah Anadolu insanları birbirini selamlarken bunları söylemeli, işin gerçeği bu.’ Selamın da bir dua olduğunu, bu selamın asla bir sokak selamı veyahut kahvehane selamı olamayacağını, bu selamın namazda verdiğimiz selam olduğunu vs. müdafaa ediyorum. Bu arada dedim ki; ‘Eğer eğitim ve öğretim konusunda öğretmenlikle alakalı bir eksiğim, noksanım varsa lütfen Sayın müdürüm Mahir Boğu bunu söylesin.’ Ben zannediyorum ki müdür benim aleyhimde konuşacak, ben de savunma yapacağım. Müdür şöyle bir düşündü taşındı, Efendim dedi. ‘Okulumda 80 tane öğretmenim var. Bu din dersi öğretmeni Kasım Okut en başarılı öğretmenlerimden biri.’ Öyle deyince ben ferahladım. Müfettiş, ‘o zaman seninle anlaşalım’ dedi. ‘Sınıfa girince günaydın diyeceksin. Öğleden sonra tünaydın diyeceksin. Sonra ne dersen diyeceksin.’ dedi. Yazdım, ‘sınıfa girince önce günaydın, tünaydın diyeceğim. Sonra ne dersem diyeceğim.’ Sonra sınıfa girdim, ‘günaydın çocuklar selamun aleyküm’ dedim. ‘Selamun aleyküm isteyenlere selamun aleyküm, günaydın isteyenlere günaydın. Anladınız mı?’ dedim. Bir müddet böyle gitti. Okulda da bu şaka meselesi oldu.”
“150 öğrenci 1500 öğrenciye zulmediyordu”
1979-1980 yılında Endüstri Meslek Lisesi’ne aktarılan Okut, bu lisede ki eğitimini şöyle açıklıyor; “3 yıl ülkenin en tehlikeli anarşist hareketlerinin olduğu bir dönemde oradaydım. Bizim komşu vilayetlerdeki bütün sağcı öğrenciler, ülkücü öğrenciler buraya geliyordu. Mesela Niğde’den, Kırşehir’den, Nevşehir’den, Sivas’tan, Maraş’tan, Adana’dan çocuklar buraya gelirdi. 2 bin 600 öğrenci vardı o zaman. Bu arada 100-150 tane solcu öğrenci vardı. O 100-150 tane aşırı solcu öğrenci 2 bin 500 öğrenciye zulmediyordu. Okulu onlar taşlar, öğrencileri onlar hırpalardı. Ama polis gelir –Ecevit hükümeti bu dönem- o solcu öğrencilere sorar: “Kimin tutuklanmasını istiyorsunuz?” onlar da “filan talebe bizi okula sokmadı” der. Böylece yüzlerce öğrenciyi o günün polisi dövdü, dövdürttü. Onlara zulmettiler. Okulun baş muavini Mustafa Yolcu -Allah rahmet etsin- Kayserili bir arkadaştı. Onu da Kılıçarslan’da vurdular, öldürdüler. Ben de sıradaydım. Bir hafta önce ben ayrıldım. Sinop’un bir ilçesine gidip tayinimi yaptırmadan din eğitimi genel müdürlüğü vasıtasıyla gittim hakkımı savundum. Kayseri merkeze alındım. Kayseri merkezden tekrar Kadı Burhanettin Ortaokulu’na naklimi yaptırdım. Böylece Kadı Burhanettin Ortaokulu’nda 1991 yılına kadar çalışarak emekli oldum.”
“28 Şubat’da Müslümanların susması haramdı”
28 Şubat sürecinde yaşadıklarını ve kanaatlerini aktaran Okut, konuşmasına şöyle devam etti; “28 Şubat döneminde imam hatip okullarına vurulan darbe, orta kısımlarının kapatılması ve imam hatip okulu mezunlarının üniversite imtihanlarında ki başarı puanlarının 30 puan düşürülmesi hadiselerinde Müslümanlara susmak haramdı. Ama bu Müslümanlar korkaklık yaparak sustu. Bir de baktık ki İstanbul’da Beyazıt Camii’nde Müslümanlar bir dua eylemi başlatmışlar. Bu birkaç hafta devam etti. Kayseri’de herhangi bir ses yoktu. Kayseri hani İslam’ın kalesiydi ya hani Kayseri evliya diyarıydı ya… Niye Kayseri halkı susuyor? Niye imam hatip okullarında okuyanlar ve velileri susuyor diye utancımızdan o zaman Birlik FM Radyosu, kendim bizzat içinde bulunduğum Fetih Radyosu, Şafak Radyosu, Arifan Radyosu ve Kayseri Gündem Gazetesi sorumlularıyla birlikte bir dua eylemi kararı aldık. Bunu kayseri Hunat Camii’nde başlatalım dedik. Her Pazar günü sabah namazından sonra bir hoca efendi camii içerisinde 5 dakika konuşacak ve bir hoca efendide dua edecek. Bu radyolardan Allah razı olsun Birlik FM’in kurucularından İhsan bey ve Mehmet Hocaoğlu da vardı. Hunat Camii’nde o ilk Pazar gittik. Camiinin 3 kapısında yüzlerce polis. Polis kordonunda camiye girildi. Diğer camilerden gelen cemaatleri polisler çevirdi camiye sokmadılar. Bu nedenle camiyi dolduramadık. İlk gün dua eden Pınarbaşı Müftüsü Üstadım ve ağabeyimiz, sevgi ve saygı duyduğumuz ve irfan sahibi Selahattin Kip Hoca Efendi yine akrabam olan değerli hocalarımızdan Okyanus Kitapevi sahiplerinden Mehmet Göktaş Hoca Efendi, meslektaşım Mithat Sevim ve ben vardım. Ama imam hatip okulundan bir tek öğretmen, öğrenci ve veli yok. Siz okulumu seviyorum, kapatma diyemez misiniz? Veliler siz ne yapıyorsunuz? Çocuklarımızın okuduğu okulu niye kapatıyorsunuz diyemezler miydi? Ya da camiye gelip orada kalabalık edemez misiniz?”
“Baba bunu biz başlattık. Öleceğiz ama dönmeyeceğiz.”
28 Şubat sürecinde gerekli duruşu sergilemeyen ve korkakça davrananlar hakkını helal etmediğini ve Allah huzurunda bunun hesabını soracağını belirten Okut; “İkinci hafta Mehmet Göktaş Hoca dua etti. Onu hemen ceza evine soktular. 16 tane ilçeye haber yolladık. Saçlı, sakallı, âlim hoca efendilere özel davetiyeler gönderildi. Bizzat görüşüp Pazar günü sabah namazından sonra 5 dakika konuşacaksın ardından da dua edeceksin hepsi bu kadar. Bu hocalar gelmedi. Hocaların bir kaçı ‘seni yalnız bıraktık’ deyip benden helallik istediler. Ben 5 hafta konuşmak zorunda kaldım. Ben bu işe meraklı değilim. Dikkat ederseniz zorunda kaldım diyorum. Her hafta Pazar günü duadan sonra beni emniyet müdürlüğüne götürüp ifademi alıyorlar ve bana diyorlar ki; ‘sen hem kendi hayatını hem de çocuklarının hayatını karartıyorsun. Yapma etme bunu… Yukarıdan emir var. Seni hapsedeceğiz.’ Cumartesi akşamı cömertlerin önderi validem; ‘Oğlum hakkımı helal etmiyorum. Yarın sen gitme başka bir hoca gitsin’ dedi. Damadım, kardeşlerim, kızlarım ve komşularım gitmeme karşıydı. Ama bir tek oğlum Mehmet Fatih Okut; ‘Baba bunu biz başlattık. Öleceğiz ama dönmeyeceğiz.’ dedi. Oğlumdan başka beni destekleyen olmadı. Bende yarın camiye giderim. Etrafıma şöyle bir bakarım eğer bir hoca efendi varsa buyur ederim. Eğer yoksa ben o duayı ve konuşmayı yapacağım dedim. Tabi konuşmamda hükümetin hata ettiğini ve yanlış yaptığını söyledim. ‘Devlet babadır. Baba evlatları arasında ayrım yapmaz.’ Avrupa’dan onlarca misaller verdim. Sen nasıl ayrımcılık yapıp puanlarını kırarsın. Benim 4 çocuğum var. Hepsi 28 Şubat mağdurudur. Benim çocuğum aldığı puanla ilahiyatta veya tıpa gidecekti. Benim kızım ve oğlum 30 puanı bitirdiği için işletme fakültesi bitirmek zorunda kaldılar. Biz ailecek 28 Şubat mağduruyuz. Benim çocuklarımın ve binlerce insanın istikbalini kararttı bu adamlar. On binlerce çocuğumuza başörtüsü takıyor diye gözyaşı döktürdüler. Ben o zaman emekli bir öğretmendim ve imam hatipte de değildim. Ama imam hatipteki öğrenci sen niye gelmiyorsun? Çünkü imam hatipteki o günkü idareciler başta arkadaşımız Ahmet Kahyaoğlu ve onun yardımcıları başlarını örtüyor diye o öğrencilere hakaret ettiler. Bu adamlar bunun vebalini Allah huzurunda veremezler. Allah bunlara dünyadayken de bela verecektir. Biz bunları defalarca kendilerine söyledik. Öğrencilere el altından sizde camilere gidin demediler. Öğretmenlere baskıda bulundular sakın gitmeyin diye. Yahu istifa etseniz ne olacak. İstifa edip biz buna karşıyız demeleri gerekiyordu. Çocuklar niye başını örtmesin din okulu orası. Avrupa’nın hiçbir ülkesinde rahibenin kılığına kıyafetine kimse dokunamaz. Hiç kimse bir şey diyemez. Papanın, papazın, kardinalin piskoposun özel hayatına kimse dokunamaz, karışamaz ve herke saygı gösterir.” dedi.
“Hapse düşen ‘seni camiden getirmediler ya’ derlemiş. Ben bu bunu bozdum”
8 hafta polis kordonunda camiye girip çıkıldığını beyan eden Okut, “Bir defa Mithat Hoca konuştu. Üstadım Selahattin Kip Hoca dua etti. Derin sevgim var ondan dolayı üstadım diyorum. Göktaş Hoca dua etti. Ben de 5 hafta dua ettim. İhsan Eliaçık sadece bir hatım duası yapıp işi bitirdiler. Beni her hafta tehdit ediyorlar. Ben de polislere ‘benim ve sizin müşterek inanç olan Kur’an’ı savunuyorum. Bunun dışında herhangi bir şey yapmıyorum.’ dedim. Beni karakola götürdüler ve ben o gece orada kaldım. Polisler bana çok iyi davrandılar. Sakın bizim sana iyi davrandığımızı kimseye söyleme dediler. Eğer iyi davrandığımızı söylersen bu ekibi değiştirirler. Müslüman’a zulmedecek bir ekip getirirler. Polisleri hiç tanımama rağmen büyük hürmet ve ikramda bulundular. O gece beni ziyarette bulunanlarda oldu. O günün sabahında beni mahkemeye götürdüler ve mahkemede hakime bayana da Allah hidayet versin diyorum. Beni Kayseri’de parasız savunan bir adam vardı; Mehmet Güldeste… İslam’ı tebliğ etmekten hapse düşmüş olan Anadolu’da ki bütün mazlumları savunan yiğit bir insan. Ben onun ellerini seve seve öperim. Mehmet Güldeste, Kadir Hikmet Beyazıd, Muttalip Aytekin ve Şemin Yılmaz bu 4-5 arkadaşım avukatlığımı yaptılar. Mahkemeye gittiğim gün Güldeste ağabeyimi orada gördüm. Kadir Hikmet Beyazıd’ta vardı. Ben hakime hanıma aman beni hapishaneye falan gönderme ha ben ülkemi çok seviyorum ve suçta işlemedim. Fakat Mehmet bey aman konuşma diye işaret etti. Keşke konuşsaydım. Velhasıl bizi hapishaneye attılar. Hapishaneye niye geldin dediler. Hapishane de bir atasözü varmış, bir adam hapishaneye girdi mi; ‘seni camiden getirmediler ya’ derlemiş. Öyle ya sen camiden gelmedin. Ya bardan, ya meyhaneden, ya kumarhaneden ya da pavyondan geldin. Dedim ki bu atasözünü burada bozuldu. Çünkü ben camiden geldim dedim. Çocuklarım çok üzüldü.” şeklinde konuştu.
“Özhaseki ve diğer başkanlar ben hapisteyken hediyeler gönderdiler”
“Hapishanede müşahede bölümüne yerleştirdiler. Müşahede azılı katillerin olduğu yere aldılar. Ben hapishaneleri ıslahane olarak düşünürdüm. Fakat meğer hapishanelerde ifsathaneymiş. O zaman düzeltici hiçbir faaliyet görmedim. Hâlbuki hapishaneler insanı düzeltmelidir ve çareler alınmalıdır. Her koğuş azılı bir katile teslim edilmiş ve onlar yönetiyor. Benim koğuşumda da hanımını, çocuklarını ve başkalarını da öldürmüş bir adama teslim etmişler. Ben orada boş durmadım. Cuma namazı da kıldırdım. Bulunduğum yerde sefer adında bir arkadaş Kur’an’dan meal okuya okuya hangi ayetin hangi surede olduğunu bilecek kadar kendileri yetiştirmişler. Yine benim üst ranzamda yatan Niğdeli bir arkadaş da ıslahı nefs olmuş. Ama aynı koğuşta 90-120 arası değişiyor. Sadece bir semayı görüyorsunuz dışarıda bir olta atma yeri var. Müşahede bölümünde 1960 döneminde yaşanan ihtilal de Demokrat Parti vekilleri için yapılmış. Her hücrede iki kişi kalabiliyor. İçinde suyu var. Bir tane rahle ve birde masası var o kadar. Orada boş durmadık yine çalıştık. Hatta ben Cuma namazı kılınca başka koğuşlarda da heralde ilim adamları var ki demişlerki biz esiriz Cuma nazmı farz mı ki ve ayrıca herkese açık olması lazım. Nasıl oluyor da Cuma namazı kılıyor demişler. Bende kılıp veya kılmamak eşit derece de müsavidir kılabiliriz de kılmayabiliriz de. Ama biz düşman tarafından esir alınmış değiliz. Biz sonuçta suç işlediğimiz için buraya geldik. Biz burada Cuma namazı kılsak da olur kılmasakta… Bir daha da cevap gelmedi.” şeklinde hapiste şahit olduklarını anlatan Okut; “O süreçte hem yurt içinden hem de yurtdışından bir sürü insan bize telefon etti. Kim olduğunu bilmediğim birkaç arkadaşta hapishaneye girdiğimde 5’er lira para yatırmışlardı. O zamanlar en fazla 5 lira alabiliyorduk. Şimdiki belediye başkanlarımız başta Mehmet Özhaseki olmak üzere Bekir Yıldız ve Memduh Büyükkılıç ve diğer başkanlar ben hapisteyken bana zaman zaman hediyeler gönderdiler. (o zaman ben meclis üyesiydim.) küçük kardeşim Mehmet Bey o sırada 2 kilo sucuk almıştı. Bana gelene kadar yarım kilo kalmıştı. Şimdiki Reis’i Cumhurumuz Abdullah Gül bey’de sanırım milletvekiliydi. Abdullah Gül bey’de gelmişti. Şükrü Karatepe ve diğer başkanlarımız ilgi gösterdiler. Bana sahip çıktılar.” dedi.
“Hapiste Müslüm Gündüz kitap hediye etti.”
Hapiste ki 44. gününün gecesinde hapishanenin karakolunda ki askerler tarafından askeri araca bindirilen Okut, arkadaşlarına veda ederek Ankara 1. DGM’ye gider. “Karakol komutanına dedim ki ben hırsız değilim. Adam dövmedim. Askere ya da polise silah sıkmadım. Vergi kaçırmadım. Ben sadece ülkemin saadet ve selameti için dua ettim. Bu nedenle beni buraya getirdiniz. Benim niçin elimi bağlıyorsunuz. Benimi elimi bağlamayın ben kaçmam dedim. Bizim prensibimizdir. Biz bu prensibi bozmayalım hocam dediler. Biz biliyoruz ileride Boğazköprü’den sonra elini çözsünler. Bir katil gibi elimi bağladılar. Ben Ankara’ya eli bağlı olarak yalnız başıma o arabada geldim.
Ankara’da Ulucanlar Cezaevi’ne beni getirdiler. Ulucanlar Osmanlılar zamanında piyade atlarının bulunduğu yermiş. Oraya kaydımızı yaptılar. Saat 10.30 mahkeme kuruldu. Ağabeyim ve Üstadım Şaban Okut Hoca, küçük biraderim ve damatlarım gelmişlerdi. Kayseri’den Kadir Hikmet Beyazıt, Mehmet Güldeste ve Ankara’dan iki avukat davamıza bakıyorlar. Baktım ki avukatlar tedirgin. Ben dua ederek gitmiştim. Mahkemeye girdikten bir müddet sonra ‘Sayın hakimlerim sizin şahsınıza ve makamınıza saygımı arz ediyorum. Avukatlarımın yetkilerini arz ediyorum. Eğer savunma hakkı kutsal bir haksa müsaade buyurunuz. Ben 5-10 dakika hakkımı savunacağım’ dedim. Avukatlarımdan özür diledim ve 10 dakika konuştum. Hakim; ‘Anladık çektiklerin dilinin ceremesidir. Bazı konuşacaklarını konuşmasaydın’ dedi. Ben de dedim ki biz anadan doğma hatibiz. Bu bizim genlerimizde var. Biz hakikatleri konuşuruz. Ben bu ülkemi çok seviyorum. Ben hakikat ve geleceğimiz adına bunları konuştum dedim. İçeri girip konuştular. Ardından tahliye kararı çıktı. Dediler ki; ‘Birinci Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin hakimi de birkaç gün önce Sivas Madımak Oteli olayında 33 kişiyi idama mahkum eden mahkeme’ bana bu nasıl bir iş bu bir mucize dediler. Ben sadece ümmet bana dua etti. Maharet ne bende ne de siz de… Müslümanların dualarıyla bu tahliye çıktı. Öğleden sonra oraya vardım. Tahliye olduktan sonra beni Ulucanlar Cezaevi’ne getirdiler. Tahliyeniz oldu fakat siz yarın ayrılabilirsiniz dediler. Beni alıp götürdüler. Ben götürdüklerinde baktım ki Müslüm Gündüz var. Bir de Çeçenlerin gemi kaçırdıklar bir hadise vardı. O hadise de yakalanan gençler orada vardı. Müslüm Gündüz ile Çeçenler küsmüşler. Ben vardım tabi neşeliyim. Bana dediler ki sen Hızır mısın? Nerden geldin. Kucakladılar sevdiler. Özel yemek yatılar. Aman burada birkaç gün kal dediler. Müslüm Gündüz, bir kitabı varmış çıkarıp o kitabı hediye etti. Kitaba birkaç saatlik aziz dostum Kasım Okut hocam’a kitabı veriyorum gibi. Orada Müslüm Gündüz’den de bir kitap hediye aldık.”
“2 yıl ceza aldım, Başbakan Erdoğan cezayı geri çekti”
Ulucanlar Cezaevi’ndeyken Kayseri’ye dönmek istediğini ve tesadüfen Ağabeyi Şaban Okut’un Aksaray’dan bir öğrencisi ile karşılaşan Okut; “ Ağabeyimin Öğrencisi orada yetkiliymiş. Aman hocam durum nedir? dedi. Durumu anlattım biz burada kalmayalım dedim. Sen şu işlemleri yap sabaha kalmayalım dedim. O adam işlemleri yaptı. Gece oradan çıktık. Daha sonra eve geldim. Baktım ki 100’e yakın adam var. Komşular ve akrabalar gelmişler. Hapishaneden çıktıktan sonrada çok insan ziyaret etti. Bizde gelenler ikramlarda bulunduk.
DGM’nin tahliye kararına Kayseri’de ki savcılık itiraz etti. Bu nedenle dava 2. DGM’ye intikal etti. Ayda iki defa olmak üzere 2 yıl boyunca gidip geldim. Kayseri’den avukatlarımdan Kadir Hikmet Beyazıt veya Mehmet Güldeste ile birlikte Ankara’ya gidiyoruz. Bu 2 yıl devam etti. Bu 2 yıl sonra 2. DGM Mahkemesi bana 1 yıl mahkumiyet cezası verdi. Bu cezayı şuanda ki başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çekti. Şükrü Karatepe’de Yahyalı cezaevinde mahkum oldu. Fakat mahkeme benim cezamı 5 sene erteledi. Bu milyonda bir olur dediler. Bu sadece duadır başka bir şey yok dedim. Biz 2 yıl boyunca huzursuz bir hayat yaşadık. Vatan, İslam ve Kur’an için canlar feda olsun. 28 Şubatçılar bizim gibi mazlumların bedduasını almıştır. Bu millet onları affetmedi. Seçimlerde bunu yapan Ecevit’in partisi, Devlet Bahçeli’nin Partisi ve Mesut Yılmaz’ın partisini yüzde yüz olarak bu millet meclisten kovdu. Bu da gösteriyor ki bir hükümette milletinin duasına muhtaçtır. Devletin güçlü olması sadece ekonomik ve silahlı gücü yetmez. Milletinin duası ve desteğiyle anlamaktadır. Yani devlet ile millet el ele olacak. Her şey devlet için değil, her şey millet için olacak. Din, ezan, bayrak, devlet, ordu bunların hepsi millet için olacak. Milletin bahtiyarlığı, devletinde bekası için bu ülkeyi zerre kadar seven her insanın ideali olmalıdır. İmkanları olduğu ve erbabı ilim oldukları halde kendi müesseselerini yıkan kendi çocuklarının istikbalini söndüren bir harekete karşı gelmemeleri ve seyirci kalan Müslümanlara, öğrencilere, öğrenci velilerine ve din adamlarına ben sitem ediyorum. Yazıklar olsun diyorum. Beni yalnız bıraktılar. Eğer her hafta biri dua etseydi ne ben ne de Mehmet Göktaş hoca mahkum olacaktı.”
Aynen dua kılıç dua bomba yaşadım biliyorum kalplerimiz yüreklerimiz yapar bu görevi ;itikat samimiyet veyese düşmemek ben şahidim . Siz bizleri hep kamçılıyordunuz :aman . Ha;diyordunuz :hak.diyordunuz:asil kanımızda mevcuttur :diyordunuz.allahsizleri ,başımızdan eksik etmsin allah razı olsun;dua ettim.sizle. Yine karşılaştm