• Haberler
  • NURCULUK HAREKETİ, KÜRESELLEŞTİ(RİL)Dİ

NURCULUK HAREKETİ, KÜRESELLEŞTİ(RİL)Dİ

İktibas Dergisi Kayseri Temsilciliği'nde konuşan Ümit Aktaş, Gülen hareketinin 1980'den sonra hız kazandığına dikkat çekerek 'Nurculuk hareketi, küresel bir gücün desteğiyle küreselleşti(ril)di. ABD ile ortak bir strateji yürütüyor. Erbakan hoca küreselleşmeye karşı çıkınca, hem cemaat, hem ABD ve diğerleri 28 Şubatı sahnelediler. Eski kuşak tasfiye edilerek, ABD ve NATO'ya karşı olmayan birini çıkarıp sisteme uyumlu hale getirmek istediler' şeklinde konuştu.

Özgün İrade dergisinin yayın koordinatörü Ümit Aktaş, İktibas Dergisi Kayseri Temsilciliği’nin düzenlediği ‘Pazar Sohbetleri’nde konuştu. “20. Yüzyılın İslamcıları” konusunu işleyen Aktaş, Müslümanların 150 yıl önce, Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh’larla ciddi bir yenilenme hareketine başladığını, bu hareketin aynı zamanda batı dünyasını karşısına alan bir yenilenme çağrısı olduğunu söyledi.                                                                                             Aktaş, Cemaleddin Afgani, İttihad-i İslam kavramıyla,  onun öğrencisi olan Reşit Rıza; İslam devleti düşüncesiyle ve Seyyid Kutub’un ise İslami hareketten söz ettiğine dikkat çekti.   Ayrıca Müslümanların içinde bulundukları sorunlara değinen Aktaş konuşmasına şöyle devam etti;   

“Müslümanlar olarak bazı problemlerimiz”                                 

“Tabiatta olduğu gibi Tarihsel bir döngü de vardır. İnsanlık, belli periyotlar içerisinde kendini yeniler. Yenilenmeyen bir toplum, donar, taşlaşır, kendini yenileyemez hale gelir. Peygamberlerin gelmesi, bir bakıma bu yenilenmeyi gerçekleştirmek içindir. Onlar temelde aynı fıtri şeyleri açıklıyor,  fakat yenileyerek yeniden yorum kazandırarak anlatıyor. Nebevi silsilenin sonunda ise bu işi bizler üstleniyoruz. Kur’an’ın hayata uygulamasını, kendi çağımıza, kendi dönemimize uyarlayarak yaşamaya çalışıyoruz. Bir çağ varsa, yenileyici de vardır. Bizim yaptığımız şey, oradan bir paradigma üretmektir. Anladığımızı yorumlamak Kur’an’ın kendisiyle aynı demek değil. Böyle bir iddia ‘hakikat benim’ demektir ve bu iddia zinhar yanlıştır. Hiç kimse hakikatin mutlak temsilcisi olamaz.                              

İslam dünyasında ‘insan yeryüzünün halifesidir’ ayeti yanlış değerlendirildi. Özellikle Muaviye’den başlayıp padişahlarla bu yanlış devam ettirildi. Bu anlayış.  Bu ayetin yanlış değerlendirilmesi sonucunda, yöneticiler aşırı yüceltilerek bütün emirleri kutsandı adeta. Ceberut yönetimler altında halk ezildi, şahsiyetleri kayboldu, sürüleştirildi.                                                                                                                                       Tarihsel olarak biliyoruz ki bir iktidar, ne kadar güçlü olursa olsun, adalet ve hakkaniyet misyonuna uymuyorsa yıkılmaya mahkumdur.  Konuya, yenilenme açısından bakarsak,  Müslümanların ciddi yenilenme hareketi 150 yıl önce, Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh’larla başladı. Bu, batı dünyasını karşısına alan bir yenilenme çağrısıydı.                                    

“Mecliste imanını yitirmiş bir toplum vardı”

Cemaleddin Afgani, İttihad-i İslam kavramıyla ortaya çıktı. Onun öğrencisi olan Reşit Rıza; İslam devletinden bahsetti. Reşid Rızanın öğrencisi olan Seyyid Kutub ise İslami hareketten söz etti. Bu büyük paradigmanın altında, bir takım alt akıntılar da vardı. Daha küçük dalgalar ve döngülerdi bunlar. Bunları da zaman zaman kendi içinde konjoktürel değişimler olarak görebiliriz. Fakat genel olarak İslamcılık paradigması değişmedi ve biz hâlen o paradigma içerisinde konuşmaktayız. Sonuçta tüm bunlar geniş bir yoldaki patika yollar gibidir. Mesela,  Afgani ve Abduh arasında bazı farklılıklar var. Onlar bu akımların kurucu isimleri olmalarına rağmen görüşleri, medodları faklıydı. Afgani, ‘hemen devrim yapalım’derken, Abduh; ‘hayır önce bilim adamları vs. yetiştirip altyapı oluşturalım, devrim daha sonra gerçekleşir’ düşüncesindeydi. Yani burada, iki eğilim ortaya çıkıyor. Birisi devrimci, diğeri ıslahatçı çizgiyi oluşturuyor. İran İslam devriminde de bu çizgiyi görebiliriz. Usulüler ile ahbariler arasındaki mücadelede, devrimci çizgi usulülerin biraz daha etkinleşmesiyle gerçekleşen bir çizgi, diğeri ise daha ıslahatçı.  Bu iki farklı çizgiyi, Türkiye İslamcılığında da görebiliriz.  Cumhuriyet döneminde bu iki çizgiyi oluşturan Mehmet Akif ve Said Nursi.  Akif, Ankara hareketi içinde yer alan birisi.  Said Nursi ise,  ana muhalefetin içinde yer alıyor. Ama her ikisi de Abdulhamit’e yapılan ittihatçı darbeyi desteklemişlerdi.                        Akif, siyasal bağımsızlık düşüncesiyle, İslam devleti kurmak amacıyla Ankara’nın yanında yer aldı anacak işler istediği gibi olmayınca yolları ayrıldı ve Mısıra gitmek zorunda kaldı.                   Said Nursi Ankara’yı ziyaret etti. Oradaki hava hoşuna gitmedi, çünkü meclise gittiğinde imanını yitirmiş bir toplum vardı.

“Gülen, nurculuk hareketini revize etti”

Bu yüzden inzivaya çekildi.  ‘toplumun eğitilmesi lazım’ düşüncesiyle nurculuk akımını başlattı. Eski Said, Afgani çizgisinde (devrimci) iken, yeni Said, Abduhcu (ıslahatçı) çizgisine geçiyor. Böylece, genel paradigma içerisinde bazı ayrışmalar söz konusu olabiliyor. Said Nursi döneminde komünizm tehlikesi vardı. Bu durumdan Hıristiyanlar da şikayetçiydi. Said Nursi, komünizmle mücadeleyi ehli kitapla (Hıristiyanlar) birlikte yapmalıyız diye düşündü.                                                                                                           Mehmet Akif daha çok ümmetçiydi, Afgani ve Abduh çizgisini de barındırdığı düşüncesinde daha devrimci, akılcı ve geleneğe karşıydı. Fakat 60’lı yıllarda geleneğin boşluğunu, Nurettin Topçu, Necip Fazıl, Nakşilik vs. doldurdu. Akif’in bıraktığı çizgiyi bu hareketler revize ederek geleneğe doğru çektiler. Nurculuk hareketini de, Fetullah Gülen revize etti 80 lerden sonra. Bu işbirliği nasıl gerçekleşti kısaca buna da değinelim.  İran İslam devriminden sonra, Amerika’nın istihbarat ağları, İran çevresini sardı. Türkiye’ye de geldiler.                                 ABD, devrimci İslam’a karşı pozisyon oluşturmak için, kimlerle işbirliği yaparız diye araştırdılar. Buldukları en önemli isim, Fetullah Gülendi.                                  

Dikkat ederseniz Gülen hareketi, 80 den sonra hız kazandı. Bu hareketin zaten ontolojisi buydu. Ehli kitapla işbirliği yapmayı, yöntem olarak benimsemişlerdi. Böylece nurculuk hareketi, küresel bir gücün desteğiyle küreselleşti(ril)di. ABD ile ortak bir strateji yürütüyor. Erbakan hoca küreselleşmeye karşı çıkınca, hem cemaat, hem ABD ve diğerleri 28 şubatı sahnelediler. Eski kuşak tasfiye edilerek, ABD ve NATO ya, karşı olmayan birini çıkarıp sisteme uyumlu hale getirmek istediler. Bizim, içinde yaşadığımız toplumun gidişatı hususunda, sessiz ve etkisiz kalmamız düşünülemez. Şöyle problemimiz var maalesef; özgürce kendi yol ve yöntemlerimizi belirleyemediğimiz için, çoğu zaman tepkilerimizle veya vesayet sahiplerinin fikirleriyle hareket ediyoruz, bu da bizi ifrat ve tefritlere savurabiliyor.                                                              Kendi özgür aklımızı kullanarak, “İslami bir akıl” ile kararlarımızı, stratejilerimizi belirlemeliyiz.                                                                                                                                     Bu zaten Kur’an’da “Hikmet” olarak geçiyor. Hikmet kavramı gizemli, mucizevî bir kavram değil. Hikmet; bir konuya dair strateji üretebilme,  basiretle, akılla, doğruyu seçebilme özelliğidir. Mesela Türkiye’de,  10 yılda bir sistem krize giriyor ve darbeler oluyor. Eğer çözüm üretebilirsek,  toplumu krize sokmadan bu döngüleri atlatabiliriz. Bu bize yazılmış kader değil katlanmamız için. Allah diyor “bir toplum kendi nefislerindekini değiştirmedikçe, Allah da değiştirmez” bu ne demektir?  Bu durumu değiştiremiyorsanız bu sizden kaynaklanıyor.

“Nefsinizi ıslah etmezseniz, kendinizi düzeltmezseniz”                                                                                                                                 

Süleyman as. Kıssasından örnek verecek olursak; “Süleyman a.s. iktidara gelmiş ama karanlık güçler(cinler)le iktidar mücadelesi veriyor. Süleyman güçlü olduğu için, kendi iktidarına çok güvenmesine rağmen iktidardan düşüyor.  Fakat sonra, yaptığı hatadan dolayı tövbe edip nefsini ıslah ediyor. Allah da onu tekrar iktidara getiriyor” Buradaki temel kıstas şudur; Hata yapabilirsiniz, yanlışlarınız olabilir, iktidardan da düşebilirsiniz. Eğer, nefsinizi ıslah etmezseniz, kendinizi düzeltmezseniz, geçmişinizi bir otokritikten geçirmezseniz, yanlışlarınızı çevrenizdekilerle istişare etmezseniz, ne kadar güçlü olursanız olun, bir gün gelir basit bir söz, basit bir yanlış,  sizi iktidardan düşürür.  Peygamberlerin güçleri silahlar ya da maddi güçler değildi. Onların güçleri, doğru sözleri, hak söz olan vahiydi. Sözleriyle davranışlarının bir bütün olması, sadakatli olmalarıydı.  Toplumlar ne kadar gelişirse gelişsin, sonuçta toplumları yönlendiren, sözlerdir. Sözler ve davranışlar arasında uyumsuzluk çıkarsa eğer, çok güçlü bir iktidar da olsa, yıkılmaya mahkumdur.   

Hazırlayan: Sümeyra Karatekin            

 

Yorumlar 1
mursel imre 02 Nisan 2014 22:02

Husnu hocamızın guzel bir basiretiva allah kendisinden razı olsun

Bakmadan Geçme