• Haberler
  • Müşriklere Karşı Savaşın Meşru Zemini Var Mıdır?

Müşriklere Karşı Savaşın Meşru Zemini Var Mıdır?

İslam'da savaş stratejisinin nasıllığı konusunda bugün Müslümanlar arasında hayli derin görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Kimileri Müslümanların ancak cana, mala, ırza kast gibi tecavüzlere karşı koymak amacıyla kendilerini korumak için savaşabileceklerini savunurken kimileri de yeryüzünde bütün kafirlerle onlar teslim olana veya Müslüman olana kadar kesintisiz olarak savaşılması gerektiği savunmaktadır. Hatta işi daha da ileri götürenler Kur'an'daki müşriklerle ilgili ayetleri delil getirerek Müslümanlardan şirk ehli olarak gördüklerinin kanını dahi helal görmektedirler. Ancak Kur'an böyle bir savaş anlayışını meşru saymaktamıdır? Bunun ciddi olarak tahlil edilmesi ve ilgili ayetlerin bağlamlarıyla birlikte Kur'an bütünlüğü bozulmadan ele alınması gerekir. Aksi halde Müslümanlar ya şeytani otoriteler elinde oyuncak hale gelecekler ya da dinin çok önem verdiği masum canların dokunulmazlık hakkı ortadan kaldırılarak Müslüman toplum kan üzerine inşa edilen bir düzen içinde yaşamaya mecbur bırakılacaktır. Bu yazımızda yukarıda değindiğimiz görüşlerden ikinci anlayış üzerinde durup, bu anlayış sahiplerinin çoğunlukla Kur'an'dan getirdikleri delilleri tahlil etmeye çalışacağız.

İslam’da savaş stratejisinin nasıllığı konusunda bugün Müslümanlar arasında hayli derin görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Kimileri Müslümanların ancak cana, mala, ırza kast gibi tecavüzlere karşı koymak amacıyla kendilerini korumak için savaşabileceklerini savunurken kimileri de yeryüzünde bütün kafirlerle onlar teslim olana veya Müslüman olana kadar kesintisiz olarak savaşılması gerektiği savunmaktadır. Hatta işi daha da ileri götürenler Kur’an’daki müşriklerle ilgili ayetleri delil getirerek Müslümanlardan şirk ehli olarak gördüklerinin kanını dahi helal görmektedirler. Ancak Kur’an böyle bir savaş anlayışını meşru saymaktamıdır? Bunun ciddi olarak tahlil edilmesi ve ilgili ayetlerin bağlamlarıyla birlikte Kur’an bütünlüğü bozulmadan ele alınması gerekir. Aksi halde Müslümanlar ya şeytani otoriteler elinde oyuncak hale gelecekler ya da dinin çok önem verdiği masum canların dokunulmazlık hakkı ortadan kaldırılarak Müslüman toplum kan üzerine inşa edilen bir düzen içinde yaşamaya mecbur bırakılacaktır. Bu yazımızda yukarıda değindiğimiz görüşlerden ikinci anlayış üzerinde durup, bu anlayış sahiplerinin çoğunlukla Kur’an’dan getirdikleri delilleri tahlil etmeye çalışacağız.
Önce iki önemli soruyu sorarak meseleyi açalım; Kur’an’da kafirler tek bir gurup olarak mı yoksa guruplar olarak mı ele alınıp tanımlanır? Müslümanlarla kafirler arasındaki ilişkiler tek ve değişmez kurala mı tabiidir yoksa değişken midir? Bizce iki sorunun doğru cevabı, ikinci kısımlarında saklıdır.Yani Kur’an’da kafirler tek bir gurup olarak değil birden fazla guruplar şeklinde tanımlanır ve bu guruplarla Müslümanlar arasındaki ilişkiler yer yer farklılık arz eder. Kur’an’da bahsedilen Müslüman olmayan gurupları 5 ana bölümde sıralayabiliriz.
1.Müşrikler: Kuranın ilk muhatapları olan İbrahimî ve İsmailî geleneğin takipçileri olup Kâbe merkezli dinin müntesipleri olan ancak son Peygamber’e (a.s.) inanmayan Araplar.
2.Münafıklar:Yine aynı Araplardan olup inanıyor görünen ancak son Peygamber’e (a.s.) inanmayanlar.
3.Yahudiler: İsrailoğullarından Hz. Musa’nın takipçileri ve Tevrat merkezli dinin sahibi olup son Peygambere inanmayanlar.
4.Hristiyanlar: Hz. İsa’nın takipçileri ve İncil merkezli dinin sahibi olup son Peygambere inanmayanlar.
5.Diğer Din Mensupları: Mecusiler, Sabiiler
Bu 5 maddede  bahsedilen kafirlerle Müslümanların ilişkileri Kur’an’daki ayetlerle düzenlenmiş birçok noktada bu kafir sayılan guruplar birbirinden ayrılmıştır.
-Hıristiyan ve Yahudi kadınlarla Müslümanların evlenmesi helal kılınırken müşrik kadın ve erkeklerle evlenmek haram kılınmıştır. (5/5, 2/221)
-Hristiyan ve Yahudilerden cizye alınabildiği halde müşriklerden cizye alınmaz.(9 Tevbe29)
-Hristiyan Yahudi ve müşriklerle savaşıldığı halde münafıklarla savaşılmaz (ancak cihad edilir.) (63/5)
-Müşriklere din hürriyeti tanınmamış diğer dinlere ise bu hürriyet tanınmıştır. (9 Tevbe 29)
-Müşrikler Mescid-i Haramdan alıkonurken bu yasak diğer din mensuplarına getirilmemiştir. (9 Tevbe 28)
-Müslümanlara sevgi bakımından en yakın olanların Hıristiyanlar nefret olarak en ileri olanların Yahudiler ve müşrikler olduğu Kur’an’da bildirilmiştir. (5 Maide 82)
-Dünya sevgisi bakımından en hırslıların Yahudiler olduğu bildiriliyor. ( 2 Bakara 96)                                                      
-Cehennemin en altındakilerin ise münafıklar olduğu bildiriliyor.(4 Nisa 145)
Bütün bunlardan anlaşılan Kur’an’da kafirlerin hepsi aynı kategoride değerlendirilmeyip farkları ortaya konmaktadır.
Müşrikler Hz Ebu Bekir döneminde bitirilip, tarihin derinliklerine gömülmüştür. Bugün Kabe’yi, Arafat’ı kutsal sayıp hac ve umre yaparak lebbeyk deyip Hz. İbrahim ve İsmail’in geleneğini yaşatmaya çalışan Hz. Peygamber(a.s.)’i inkar eden bir dini topluluk bulunmamaktadır.
Kur’an’da Yahudilerin ve Hıristiyanların şirk koştukları hem yaptıkları eylemler ortaya konarak (İsa’yı tanrılaştırmaları, teslis, Uzeyrin tanrılaştırılması, din adamlarını tanrılaştırmaları) hem de şe-ri-ke (ortak koştu)  fiili onlar için bizzat kullanılarak ifade edilir.
‘’Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih'i de.. Oysa onlar, tek olan bir ilah'a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir.’’(9 Tevbe 31)
Bu ayette onların tevhit inancıyla çelişen eylemleri anlatılıp ayetin sonunda ise onların şirk koştukları belirtiliyor. O halde ayetten Yahudilerin ve Hıristiyanlarında müşrik olduğunu anlıyoruz ancak onlar kategorik anlamda şirk ismiyle isimlendirilmeyip ehl-i kitab, Ütü-l Kitab (kitap verilenler), yehüdiy ve nasraniy olarak Kur’an’da isimlendirilmişlerdir. Arap Müşriklerinin ise ‘müşrik’, ‘ellezineeşrakü’(şirk koşanlar) şeklinde isimlendirildiğini görüyoruz.
‘Kitap ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler, kendilerine apaçık bir delil gelinceye kadar, (bulundukları durumdan) kopup-ayrılacak değillerdi.’(98 Beyyine 1)
‘Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız (bu) emirlere olan azimdendir.’ (3 Al-i İmran 186)
‘İbrahim, ne yahudi idi, ne de hıristiyandı (nasraniy): ancak, O hanif  bir müslümandı, müşriklerden de değildi.’ (3 Al-i İmran 67)
Okuduğumuz ayetlerde yukarıda izah ettiğimiz kategorik (gurupsal)  isimlendirmelere örnekler vardır. Kafirler arasında ayırımı bu şekilde ortaya koyduktan sonra, belirli olan, müşrik ismiyle isimlendirilen, Araplardan Hz. Peygamber (a.s.)e inanmayan gurupla ilgili nazil olan savaş ayetlerinin tahlilini yapmaya geçebiliriz. Bu ayetler genellikle seyf  (kılıç) ayetleri olarak bilinen ve çoğunlukla da Müslümanlara düşmanca davranmayan kafirlere iyiliği öğütleyen ayetleri (60 Mümtahine 7-8 gibi) neshettiğine inanılan ayetlerdir. İddia edilen nesh konusuna girmeden devam edip ilgili ayetleri sıralayalım.
‘Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız) Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.’ (2 Bakara 193)
‘Fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir.’ (8 Enfal 39)
‘Haram aylar sıyrılıp-bitince (çıkınca) müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları tutuklayın, kuşatın ve onların bütün geçit yerlerini kesip-tutun. Eğer tevbe edip namaz kılarlarsa ve zekatı verirlerse yollarını açıverin. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.’ (9 Tevbe 5)
‘Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kafirlerin cezası işte böyledir.’ (2 Bakara 191)(Ayrıca benzer ayetler bkz. 4 Nisa 89,91)
Bazı meal yazarları Bakara 193 ve Enfal 39.Ayetleri çevirirken başına parantez içi bir fazlalık olarak (yeryüzünde veya dünyada) eklemişler, bu eklemeyle de zımnen  ‘katiluhum’ (onlarla savaşın) lafzındaki‘hüm’ (onlar) zamirinin bütünkâfirleri kapsadığını, fitnenin ise insandan mütevellit her türlü fesad, fısk ve küfür olduğunu okuyucuya telkin etmiş oldular. Halbuki ‘hüm’ zamirinin kimleri ifade ettiği ve fitneden kastedilenin bu meal yazarlarının yönlendirdiği gibi değil de başka olduğunu yine Bakara Suresi 191. ayetten çok açık bir şekilde anlamaktayız. Onlar, Hz. Peygamber’i Mekke’den çıkmaya mecbur edenler ve Hz. İbrahim’den beri süregelen dini asıl sahiplerine  (Hz. Peygamber ve Müslümanlar) teslim etmemekle direnip fitnenin en büyüğünü yani insanları ikileme sokarak kargaşayı (haniflik çatışması) çıkaran çoğu yerde el-müşrikun olarak zikredilen ümmü-l kura olan Mekke ve onun çevresinde yaşayan kafirlerdir. Aksi halde yeryüzünde tek bir kafirin kalması bile fitne olarak yetecektir. Müşriklere din hürriyeti tanınmayarak özellikle de Tevbe Suresinde ültimatom verilmiş Messcid-i Haramdan kovulmuşlardır. Onlara ya Müslüman olma, ya da savaşıp ölme seçeneği sunulmuştur. Ehl-i kitap gibi cizye verip dinlerinde kalma hakkı yada esir edilip dinlerinde kalma hakkı tanınmamıştır. O halde yakalandığı yerde öldürülmesi gerekenler bütün kafirler“değil Tevbe Suresi 5. ayettede belirtildiği gibi  ‘el-müşrikundur’.
Şirk elbetteki insanlık varolduğu sürece var olacaktır. Yarımadadaki Arap müşriklerinin yokolmasıyla yeryüzündeki müşriklik silinmiş değildir. Arap müşriklerinin ‘müşrikun’ veya ‘ellezineeşrakü’ şeklinde isimlendirilmesinin asıl sebebi ise onların dinlerinin aslını Hz. Peygamber ve onunla birlikte olanlar (Müslümanlar) temsil ettiği için onlara sahteciler, bozguncular, yalancılar anlamları paralelinde müşrikler denilmiştir. Yoksa bu ismin onlara verilişi ortak koşma işinin sadece onlar tarafından yapıldığı anlamına gelmemektedir. Onlara bu ismin verilişinin bir başka nedeni de şirk denilince onların akla gelmesi ve dinlerinde, Allah’ı yaratıcı ve rızık verici olarak tanımalarına rağmen aracılar ihdas ederek Allah’a daha fazla yakınlaşmayı arzuladıkları içindir.Aşağıdaki ayetler okunursa durum çok daha net anlaşılacaktır.
‘Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim emre amade kıldı?" diye soracak olursan, şüphesiz: "Allah" diyecekler. Şu halde nasıl oluyor da çevriliyorlar?’ ( 29 Ankebut 61)
‘Andolsun onlara: "Gökten su indirip de ölümünden sonra yeryüzünü dirilten kimdir?" diye soracak olursan, şüphesiz: "Allah" diyecekler. De ki: "Hamd Allah'ındır." Hayır, onların çoğu akletmiyorlar.’ ( 29 Ankebut 63)
‘Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) "Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete erdirmez.’ (39 Zümer 3)
‘Oysa sen içlerinde bulunduğun sürece, Allah onları azablandıracak değildir. Ve onlar, bağışlanma dilemektelerken de, Allah onları azablandıracak değildir.’ (8 Enfal 33)
Aşağıdaki ayetlerin ise çoğunlukla Müslümanların tüm dünyaya hakim olma veya bütün dinleri ortadan kaldırıp sadece İslam’ı hakim kılma düşüncesi belki de ümidiyle pek de içe sinmeyen bir yorumla tefsiri ve çevirisi yapılmıştır.
‘O, Elçisini hidâyetle ve hak dinle gönderdi ki  müşrikler hoşlanmasa da onu  dinin üstüne tamamen galip getirsin.’ (9 Tevbe 33)
‘O, Elçisini hidâyetle ve hak dinle gönderdi ki  onu  dinin üstüne tamamen galip getirsin.Şahit olarak Allah yeter.’  (48 Fetih28)
‘O, Elçisini hidâyetle ve hak dinle gönderdi ki  müşrikler hoşlanmasa da onu  dinin üstüne tamamen galip getirsin. ’(61 Saff 9)
Ayetleri Türkçeye kendim çevirmek zorunda kaldım çünkü meallerdeki çeviriler ayette aslında geçmeyen bir çoğul anlamı içeriyordu. Ayetlerde geçen ‘galip gelinen’ mefhum olan tekil kelime  ‘ed-din’ olmasına rağmen ısrarla ‘ale-l edyan’(dinler) olarak çevrilmiş, Tevbe 33. Ayete açtığı parantezle bunu belirten diğer 2 ayeti ise her nedense lafız aynı olduğu halde farklı çeviren S. Ateş dışında 2000 yılı öncesi meal yazarlarından (incelediğim kadarıyla) parantezle bile bu tekilliği belirten olmamış. Ancak son yıllarda yazılmış meallerin bazılarında ‘aleddiniküllihi’ kısmının eski meallerden farklı çevrildiğini görüyoruz.
Meseleyi daha kolay izah edebilmek ve çevirimizin dayanağını göstermek   için şu şekilde açayım;                ‘’li yuzhirahualeddiniküllihi’’ –li:için, --yuzhira:galip getirmek, -- hu:onu (zamir ya Peygamber (a.s.)a ya da onunla gönderilen dine gidiyor.)–ala:üzerine,--din:din, --küllihi: Tamamen. Her ne kadar bu terkibe ‘bütün dinler üzerine galip getirmek için’ anlamını vermek mümkün olsa da bu imkan zayıftır.‘Bütün Dinlere galip kılmak için’ anlamının tek anlam olabilmesi için ise; ya ayetteki ‘aleddin’ terkibinin ‘aleledyan’ şeklinde çoğul sigasıylaya da ‘ala külli dinin’ şeklinde gelmesi gerekirdi. Çünkü bu kullanımların Kur’an’da onlarca desteği olmasına karşılık ‘aleddiniküllihi’ terkibinin sadece‘bütün dinlere’ anlamına geleceğine dair açık bir destek yoktur. Enfal 39. Ayetteki  ‘ve yeküneddinüküllühülillahi’ terkibine ‘din tamamen Allah’ın oluncaya’ şeklinde din kelimesini tekil olarak çevrilmesiyle de aslında bu söylediğimiz doğrulanıyor. Ayrıca Al-i İmran 119. ayetteki  ‘küllihi’ lafzı, bazı meallerde ‘kitab’ kelimesine çoğul anlamı verdirmiş yani ‘bütün kitaplara’şeklinde çevrilmiş, bazılarında ise ‘Kitabın bütününe’ şeklinde çevrilmiştir.(ayrıca 3 Al-i İmran Suresi 154. Ayette de ‘küllühü’ lafzı geçer.) Ancak bu görüş farklılığını ‘aleddiniküllihi’ terkibinin tefsirinde göremiyoruz. Bunun sebebi ise Ehl-i Sünnet tefsir geleneğinin gizli üstadı Zemahşeri’nin bu anlam üzerinde ısrar etmesi olsa gerek.‘’(aleddiniküllihi )  Bütün dinlerin mensuplarına veya hak dini bütün dinlerin üzerine galip kılmak için…’’ (Keşşaf C.2 S.253Tevbe s. 33. Ayeti tefsiri)
Şunu da belirteyim ki; dinler üzerine Müslümanların galip gelmesi müşriklerden ziyade diğer din mensuplarını rahatsız etmesi gerekmez mi? Çünkü müşrik Araplar cahiliye hamiyetiyle bile düşünecek olsalar Arap olmayan kavimlerin dinlerine Muhammed a.s.ın dininin galip gelmesini diğerleri kadar kötü görmeseler gerek. Ancak yukarıdaki 2 ayette ‘müşrikler hoşlanmasa’ da denilmektedir. Ayrıca şu soru ciddi şekilde tefsircileri meşgul etmiştir; İslam’ın diğer dinler üzerinde mutlak bir galibiyetinden hele de Resulullah a.s. hayattayken söz edilebilir mi? Tefsircilerin bir kısmı bu meseleyi Mehdi veya İsa Mesih’in gelişiyle bu din bütün dinler hakim olacak şeklinde çözümlemişlerdir. Yine Zemahşeri’den alıntı yapalım;
‘’(Aleddiniküllihi) Farklı dinlerin hepsinin üzerine (galibiyetini) diliyor. Müşriklerin dinlerinden ve ehl-i kitabın inkarcılarının dinlerinden olan çeşitli dinler, Allah Teala muhakkak ki bunu (galibiyeti) gerçekleştirdi.  Sen  (yeryüzünde) sadece bir din olmadığını, ancak burada İslam’ın bir izzetinin ve galibiyetinin olduğunu görüyorsun. Denildi ki o, (tek din kalması)  Hz. İsa’nın inişiyle yeryüzünde tek bir kafirin kalmadığı zamandır. Yine denildi ki onun (dinin) galibiyeti delillerle ve mu’cizelerledir…’’ (Keşşaf C. 4  S.347 Fetih S. 28. Ayet tefsiri)
Bir başka açıdan meseleye bakacak olursak, coğrafyalara nüfuz etme bakımından bazı memleketlerde İslam’ın etkisi ya hiç yok ya da çok sınırlıdır. Kısmi tesire Avrupa, Çin, Japonya, Güney Afrika, Coğrafi keşiflere kadar hiç tesiri olmayan yerlere ise; Avustralya, Sibirya, YeniZelanda ve Amerika kıtası  örnek olarak verilebilir.
‘Onlar ağızlarıyla Allah'ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır.’ (61 Saff 8)
Allah o fitne kaynağı olan müşriklerin dinini aslına döndürüp  Hatem ün’nebiyyin ile galip getirmiş böylece fitne ortadan kalkıp din tamamen Allah’ın olmuş kafirlerin ağızlarıyla söndürmek istedikleri nuru tamamlamıştır. Bundan sonra kafirlerle yapılacak savaş ise Müslümanların liderlerinin siyaseten alacakları kararlar ile meşruiye- tini kazanır gerektiğinde ise sulha yönelinir. Kafirlerle yapılan cihadda  asıl olan  İslam’ın Tevhit, ahiret, nübüvvet gibi ana mesajlarını kitlelere ulaştırmaktır. Müslümanların yaptığı bir savaşta bu gayeler gözetilmiyorsa o savaş Allah’ın emrettiği savaş olmaktan çıkıp Müslümanların savaşı haline gelir
İhdinas sıratal müstekîm. 

Mustafa KAHYA

Bakmadan Geçme