• Haberler
  • 'MUHAFAZAKRLIK MÜSLÜMAN'IN ÖLÜMÜDÜR'

'MUHAFAZAKRLIK MÜSLÜMAN'IN ÖLÜMÜDÜR'

'Risk alan Müslümanca duruşlara ihtiyaç var.' Maalesef dünün devrimcileri bugünün muhafazakrları oldular. Muhafazakrlık İslamcılığın, Müslüman'ın ve devrimcinin ölümüdür. Bizler her güne yeniden başlamalıyız. Gölge hayatlarla İslam dünyası, içine düştüğü bu izdihamdan çıkamaz.'

 Temel misyonunu üretip geliştireceği modeller, ürün ve projelerle ve en önemlisi yetişmiş insan gücü ile insanımızın tarihiyle, değerleriyle ve evrensel insani duyarlılıklarla yeniden buluşturulması ve dinimizden, tarihimizden, kültürümüzden ve insan zenginliğimizden kaynaklanan potansiyelimizin ortaya çıkarılması çabalarına katkı sağlamak olarak belirleyen Anadolu Platformu’nun Koordinasyon Kurulu Başkanı Turgay Aldemir ile platformun kuruluş hedefleri, yapısı ve çalışma metodu ile ilgili bilgiler alırken,  İslam dünyasının ana problemlerini ve 28 Şubat süreci ve yaşanılan mağduriyetleri irdeledik.

Anadolu Platformu Nedir? Ne zaman ve hangi Sebeplerle Kuruldu? Kısaca bahseder misiniz?

 İçinde yaşadığımız bu coğrafyanın yakın tarihindeki İslami süreç üç dönemde ele alınabilir. Bu dönemlerin her biri, özelliklerinden dolayı farklı çalışma yöntemleri gerektiren zaman dilimleri olmuştur. Her bir dönem, kendinden sonraki dönemi hazırlamış, tecrübeden süzülen doğrularla yeni dönemlere ulaşılmış ve yeni dönemlerde de sürecin gerektirdiği metotlar geliştirilerek kullanılmıştır.

Bu dönemlerin her biri, genelde dünyanın, özelde ülkemizin kaydettiği sosyal, siyasi, ekonomik ve kültürel değişim, dönüşüm ve gelişimlerle paralellikler göstermiştir.

Platformumuz; Anadolu’nun çeşitli beldelerinde müstakil çalışmalar yapan kuruluşların birbirini tanımak, tecrübe paylaşımında bulunmak, ortak değerlerimiz etrafında buluşmak suretiyle birlikte çalışmalar gerçekleştirmek amacıyla bir araya gelen kuruluşlardan oluşmaktadır. Bu kuruluşlar yerel farklılıklarını muhafaza ederek, paylaşımı, diyalogu ve ortak değer üretmeyi amaçlayan kuruluşlardır.

Anadolu Platformunun kuruluş süreci 2007 yılında başladı. Türkiye’nin değişik illerinde ki vakıf ve dernekler, kendi bünyelerinde yapılan çalışmaları ortak bir çatı altında birleştirerek Anadolu Platformunu oluşturdular. Anadolu Platformu; Anadolu’nun değişik yerlerin de ki müstakil çalışmaların, birbirine tecrübe aktarımını, projelerinin paylaşımını, ülkenin, İslam dünyasının ve insanlığın temel sorunlarına dair ortak bakış açıları geliştirme konusunda ortak bir çalışma zeminin adıdır.

Sorumluluklarımız çerçevesinde yapa geldiğimiz çalışmaları bir platform bütünlüğü içerisinde nitelikli, verimli, planlı, programlı, ölçülebilir, hesap verebilir, açık, özgün, şeffaf bir yapıya kavuşturmak istiyoruz.
Mevcut çalışmaları yürüten kurumlarımızın, bir medeniyet inşası projesinde kurumsallaşmanın hakkını veren, bulunduğu ortamda nitelikleriyle ve güzellikleriyle temayüz eden ve örnek alınan kurumlar haline gelmelerini istiyoruz. Bu çerçevede insanımızın ve bütün kurumlarımızın birikimlerini ortak bir havuzda katkıya, tecrübeye, müfredata, modele, uygulamaya ve esere dönüştürebilmeyi hedefliyoruz.
Platformumuzun; temsil, yönetim, koordinasyon, denetim gibi bazı temel sorumlulukları üstlenerek her düzeyde ilişki kurması ve bu ilişkilerin geliştirilmesine öncülük yapmasını arzu ediyoruz. Bir üst çatı olarak, genişleyen halkalar şeklinde, yakından uzağa tüm insanlığı kuşatacak bir perspektifle; iyinin, doğrunun ve güzelin paylaşıldığı bir birlikteliği sağlamasını arzuluyoruz.

Yeni bir ruhla, yeni bir perspektifle, yeni bir aşkla, yeni bir yapılanmayla ve yenilenme bilinciyle hareket ediyoruz.

Her birisi kendisi kalarak bir üst değer oluşturmaya çalışıyoruz. Şu anda 50’yi aşkın bölge de vakıf ve derneklerimiz mevcuttur.

50’yi aşkın il de diyebilir miyiz?

Aslında birçok il de bu felsefeye inanan bunun için mücadele eden gönüldaşlarımız var. Fakat örgütlü olduğumuz, doğrudan üye olarak bulunan yerler onlardan biraz daha az. Ayrıca üyeliğe hazırladığımız vakıf ve derneklerimiz var. Biz bir grup insanın bir araya gelip dersler, sohbetler yaptığı, ancak sokağa, insana, hayata, kadına, aileye dair çalışmaları olmayan vakıf ve dernekleri hemen üye almıyoruz. Faaliyetlerinde mutlaka sosyal hayata, insana, öğrenciye, insanların problemlerine dair, inanç değerlerimiz eksenin de çözüm üreten vakıf dernekleri hazırlayıp öyle üye yapıyoruz.

Platformun gerçekleştireceği eğitim-öğretim faaliyetleri ile kültürel ve sosyal çalışmalar ve benzeri her türlü çabanın program oluşturma, müfredat geliştirme, modelleme gibi süreçleri yöneterek; faaliyetlerin geliştirilmesine ve yaygınlaştırılmasına katkıda bulunmasını, bu konularda merkezi bir rol üstlenmesini amaçlıyoruz.

Hikmet ve edep ekseninde yeni bir ihya ve inşa gayretinin basamaklarını oluşturmaya çalışıyoruz. Sadıklarla beraber olma, takva üzere yardımlaşma, hayırda yarışma ve öncülerden olma gayretindeyiz.

Vahiy pınarından gönlümüze dolan güzellikleri, öncelikle kendi nefislerimizde yaşamaya, ardından tüm insanların da bu güzelliklerle buluşması için onları yaygınlaştırmaya, vahyin diriltici soluğuyla dünyayı bir kez daha buluşturmaya niyetliyiz.

Yukarıda ifade edilenleri gerçekleştirme yolunda Anadolu Davet ve Eğitim Platformu olarak bir irade, bir kalkış ve dayanak noktası, bir merkez, bir başvuru mercii, bir örnek olmak ve oluşturmak çabasındayız.

Anlatımlarınızdan yola çıkılarak sanırım şunu söyleyebiliriz; İnanç değerlerimize bağlı, bu toplumun içerisinden gelen vakıfları üye olarak kabul ediyorsunuz. Peki, bu vakıfları hizmet içi eğitim sistemi içerisinde geliştirip daha sonra bulundukları bölgede insanlara hizmet etmelerini mi sağlıyorsunuz?

Dinimizin ve kültürümüzün güzel gördüğü temel ahlaki özellikleri taşıyan insanlarla; açıklık, verimlilik, üretkenlik niteliklerine sahip kurumlarla; erdemli, ahlaklı, dayanışmacı bir toplum üzerinden; huzurlu, güvenli, yaşanabilir bir dünyanın imar ve inşasına çalışan bir platform olmayı hedefliyoruz.

Bu konuda insanlığın ortak birikimini, evrensel değerleri önemseyen, İslam’ın temel değerlerini merkeze alan, ancak yerel değerleri de gözeten bir çalışma sistematiği, bir düşünsel paradigma ile hareket ediyoruz.

Anadolu Platform olarak, insanımızı tarihiyle, değerleriyle ve insanlıkla yeniden buluşturmak için; dinimizden, tarihimizden, kültürümüzden ve insan zenginliğimizden kaynaklanan potansiyelimizin ortaya çıkarılması çabalarına; üretip, geliştireceği model, ürün ve projelerle ve en önemlisi yetişmiş insan gücüyle katkı sağlamak amacındayız.

Bu çerçeve de Anadolu Platformu’nu sivil toplum kuruluşu olarak mı değerlendirelim, yoksa daha farklı bir çatı olarak mı algılamalıyız?

Aslında sivil toplum kavramı bize batıdan taşınmış bir kavram. Bu kavramın da içini bu yeni dönemde ki bazı kavramlarımız gibi yeniden gözden geçirmeliyiz. Bunun gibi sivil toplumunda yeniden tanımlanması gerekiyor.  Batıda ki karşılığı farklı tabi… Biz kendimizi sivil toplum ya da toplumsal değişimi hedefleyen bir hareket olarak görüyoruz. Bu anlamda toplum da ki var olan sorunlara karşı değerlerimizi çoğaltmak için çaba sarf ediyoruz. Toplumda ihtiyaç olmayabilir ama örnek vermek gerekirse bir vidanın, zemin de kendisine alan açması gibi, biz bu düşüncelere, temel değerlerimize toplumda alan açmaya, bunların toplumumuzun içerisinde yer bulmasına, yaşamın bunlarla şekillendirilmesi konusun da çalışmalarımız var. Sivil toplum kavramının batı da ki karşılığı toplum içerisinde devletin boş bıraktığı alanları doldurandır aslında… Biz ise böyle bakmıyoruz. Biz değerlerimizi hayatın her alanına; bireyden aileye, oradan topluma, yönetimden güvenliğe, ekonomiden eğitime, bunları boşluk varsa dolduran yoksa oralarda alan açan çalışmalar yapmayı değer eksenli olaraktan yürütmeye çalışıyoruz.

Bu çağda da söylenmesi gerekenleri, düşünerek, üreterek, geliştirerek, uygulanabilir projelere dönüştürerek, bu mekânın şartları çerçevesinde insanlarımıza sunmak istiyoruz. Sadece konuşarak değil, aynı zamanda yaparak; teorik güzelliklerin pratiğini de göstererek yeni açılımlar sağlamak istiyoruz.

Bu çerçeve de İstanbul merkezli olup, Anadolu Platformu ismini almanızda bundan mı kaynaklanıyor?

Tabi ki bu şuan ki kalkış noktasın da bunun tarihi arka planı var. Anadolu farklılıkların, farklı kültür havzalarının birbirine aktığı ve buralardan adalet eksenli medeniyetlerin doğduğu birinin diğerini ötekileştirmediği bir coğrafya… Biz de bu hareket olgumuzda, çok dilli, çok kültürlü, farklı inanışları da olsa bir arada olabilen bir ideal içerisindeyiz. Mesela bizim Platformumuza bizim gibi düşünmeyen fakat bizim pratiklerimizi kendisine amaç edinen insanlar var. İleride farklı inanışlara sahip insanlarda bu ülkü, bu ideal ve paradigma için bunun içerisinde yer alabilirler. Bu toplumsal bir mücadeledir. Öyle bakmak gerekiyor diye düşünüyoruz.

Değer eksenli olmak kaydıyla mı?

Evet. Bu değeri de şöyle tanımlamak gerekiyor; insan fıtratıyla ve kâinatta ki İlahi yaratıcının koyduğu tevhid ile çelişmeyen, onlarla çatışmayan her şey bizim değerimizdir. Ama insan fıtratını bozan kâinatta ki her şeyin karşısındayız. Bu şekilde olan her oluşumun karşısındayız. Tevhid ile örtüşen her insanla buluşabiliriz. Ortak yol yürüyebiliriz ve ortak değerler etrafında mücadele edebiliriz.

Biz kamuoyundan da biliyoruz ki Anadolu Platformu çok değişik komisyon ve birliklerle topluma ve insana yön veren bir yapıya sahip. Biraz bu komisyon ve birliklerden bahseder misiniz?

Bizim şu anda yapımızda yaklaşık 18 tane komisyonumuz var. Bu komisyonların hepsinde katılımcı meşveret dediğimiz bir ilkemiz var. İstişare ile çalışırlar. Ve komisyonlarımızda kendi içerisinde seçimle gelir. Evde karakter eğitimi diye bir komisyonumuz var; ilköğretim birinci kademeye yönelik çalışmaları yürütüyoruz. Hafta da bir gün bu yaşta ki çocuklar evde bir araya geliyor. Bu projemizin kalkış noktası da Yunus Suresi’nin 86. Ayet-i celilesidir.  Biz her projemizi de mutlaka Kuran’i bir ilkeye dayandırıyoruz. “Evlerinizi mescitler edininiz”  düsturu, geleceğe dair nesillerimizi hazırlamaya yönelik bir çalışma sistematiğidir. Bunun kitapları ve kitapçığı her şeyi var. Orta öğretim komisyonumuz var. Bu komisyon orta ve lise okullarında okuyan öğrencilere yönelik… Bunun yanında üniversitelere yönelik çalışmalarımız da var. Anadolu Öğrenci Birliği çatısıyla bir öğrenci çalışmamız var. Anadolu Öğrenci Birliği şuan da 100’e yakın üniversitede örgütlenmiş bir yapıdır. Anadolu Öğrenci Birliği buralarda özellikle bu değerlerin yeni nesil arasında hayat bulması, üniversite sonrasında öğretmenlere, teknik elemanlara, aileye, kadına, iş hayatına ve ekonomik hayata dönüşmesi için faaliyetlerini sürdürmektedir. Özellikle esnaf ve sanayicilere dönük, ANESİAD (Anadolu Esnaf Sanayici ve İş Adamları Derneği) diye bir iş örgütlenmemiz var. Bunun gibi birçok alanda çalışmalarımız var. Bu çalışmalarda 3 temel ilkeyi öne çıkarıyoruz. Sağlıklı bir iletişim; İletişim çağında yaşıyoruz ama İletişim ile ilgili problemlerimiz var. Sağlıklı bir iletişim, Sahih bilgi ve Salih amel üzerine inşa edilmiş bir komisyonda meşveret esasına dayalı, açık, şeffaf, her türlü paylaşıma, iletişime açık geçirgen ilişkileri olan, gettoları olmayan ve bu çalışmaları da İslam dünyasıyla, Anadolu’da ki farklı hafızalarla paylaşım açıklığına sahip, bir çalışma sistematiği olarak sıralayabiliriz.

Mevlana’nı pergel metaforu vardır. Bir ayağı sabit, diğer ayağı da kıtalar gezer, sizinde bildiğimiz kadarıyla Anadolu eksenli fakat zihinsel altyapınız ve çalışma şekliniz, kıtaları, özellikle İslam dünyası çerçevesinde sorunları görme, gösterme ve bunun üzerine çözümler üretme noktasında da geçen aylarda da İstanbul’da yapmış olduğunuz konferanslar dizesinden biliyoruz. Bu çerçevede İslam dünyasının ana problemleri üzerine kısaca bize bahseder misiniz?

Bizim bakış açımız şu; sorunların çözümü, sorunun yaşandığı yerde bazen bulunamayabiliyor. “Hikmet Müminin Yitiğidir.” Allah Resulü; “ilim Çin’de de olsa gidin alın” diyor. Biz bu yitiğimizin peşindeyiz. Nerde bir güzellik duysak ordayız. Yemen’de duyduk oraya gittik, Pakistan’da duyduk oraya gittik, Batı Afrika’dan Güney Afrika’ya, Avrupa’sından Balkanlarına arkadaşlarımız dünyanın her yerinde… Gerek kendi bizatihi şehrimize, mahallemize, evimizin içerisinde ki sorunlarımıza çözümü gerekse de ülkemizin, İslam topraklarının, dünyanın ve çağın sorunlarına çözümler arıyoruz. Bu anlamda aslında tarihte yolculuklar yapıyoruz. Hani İbn-i Haldun’a atfedilir, “suyun suya benzediği gibi, gelecekte geçmişe benzer” diyor. Merhum Ali Şeraiti’nin o İnsanın Dört Zindan’ında anlatmak istediği o zindanlara düşmeden o yolculukları yapmak istiyoruz. O bilinçleri almak istiyoruz. Bunun içinde İslam dünyası yeni bir kırılma, yarılma aşamasında… İnsanlık uzun süre buhranlar yaşadı. Yüz yılı aşkındır bölünmüşlük, parçalanmışlık, ihmal edilmişliğin biriktirdiği acılar var. Bu acılardan biriken bir enerji var. Şuanda onun patlaması yaşanıyor. Bu bir sonuç değildir. Aslında tartışma yeni başladı. Olağanüstü velut bir dönemden geçiyoruz. Bu dönemin içerisinde, adalet, merhamet, özgürlük ve değerlerin hakim olduğu, değerlerin merkeze alındığı yeni bir dünya kurulacaktır. Bu sınırların hepsi suni, fiilen belki tel örgüler kalkmayacak ama hükmen yok olacaktır. Kurban dolayısıyla birçok arkadaşımız İslam dünyasının birçok yerine gittiler, kurban zaten paylaşmaktır. Bizim götürdüğümüz şeyler çok fazla şeyler değil ama paylaşmaya gidiyoruz. Birçok ülkeye böyle gittik. Bu anlamda aslında sınır ötesi düşünmeye başladık. Birbirimizin sorunlarını sorun edinmeye başladık. Belki yeni yeni ümmeti hissetmeye başladık. Dün kitapları ile tanıştıklarımızla bugün kucaklaşmaya başladık. Bu anlamda aslında büyük bir heyecan yaşıyoruz. Fakat duygularımıza yenilmemeliyiz. Değerlerimizle yol almalıyız. Gelişmemiz, yol almamız, oluşan bu heyecan eğer sürekli bu değerlerle beslenmezse burada bir savrulma yaşayabiliriz. İslam dünyası da böyle bir eşikte duruyor.

Bu bağlamda Arap Baharı ve ondan sonraki gelinen süreçte Suriye’de ki şuan ki sıkıntılar İslam ümmetinin, orada yaşayan insanların çektikleri sıkıntılar noktasında, tabi olayın siyasi yanları olmasına rağmen birazda İslam fertlerin çektiği acı noktasında genel bir değerlendirme alabilir miyiz?

İslam dünyasında, Türkiye’de ve Suriye’de yaşananlar bir kadronun sorumluluğunda olamaz. Sadece Suriyelilerin de sorumluluğunda olamaz. Bu bir neslin imtihanıdır.  Bu yaşadığımız tarihin nöbet değişimine şahitliktir. Bu dönemde, hepimizin bu bildiği, öğrendiğimiz, gözümüzün önünde cereyan eden olaylara karşı elimizde ki imkânları, fırsatları, mülk edinmeden bir emanet bilinciyle paylaşmamız lazım. Ve artık bu bildiklerimizin, ahlaki bir sorumluluğu var, ahlaki bir duruş istiyor. Ahlaki bir müdahale istiyor. Çünkü Allah Resulü (S.A.V) şöyle buyuruyor “Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, elinizi devreye sokacak gücünüz yoksa dilinizle, bunu da yapamazsanız dilinizle, bunu da yapamazsanız en zayıfı ile kalbinizle buğz etmek ki, kalbi olarak da bir kargaşa içerisindeyiz. İvedilikle bundan çıkmamız lazım. Suriye aslında bir turnusol kâğıdı... Dünya da ki iktidar odaklarıyla, insan hayatları arasında bir gelgit yaşanıyor. Biz hiçbir rejimin bekası için, hiçbir mazlumun ölümüne göz yumamayız. Hiçbir iffetin kirletilmesine göz yumamayız. Aslında önümüzde ki eski dünya yıkılıyor, yeni bir dünya kuruluyor. Biz bu dünyanın değerlerimizle baş aktörü ve unsuru olmalıyız. Bunu mücadelemizle yapmalıyız. Fakat bu tartışma da yeni başladı. Bu nedenle önümüzde ki bu 5–10 yıl çok zor geçecektir. Çok ciddi mücadele alanları açtı Rabbimiz önümüze… Devrimci adamlar olmalıyız. Hani kazancın onda dokuzu ticarettedir. Çünkü risk alıyor. Risk alan Müslümanca duruşlara ihtiyaç var. Maalesef dünün devrimcileri bugünün muhafazakârları oldular. Muhafazakârlık İslamcılığın, Müslüman’ın ve devrimcinin ölümüdür. Bizler her güne yeniden başlamalıyız. Gölge hayatlarla İslam dünyası,  içine düştüğü bu izdihamdan çıkamaz. Kendi gününde kendi şartların da yaşamalıyız. Suriye’de bunlardan birisi… Evet, ben Suriye’nin ne olacağını çok düşünmüyorum. Ama bugün yapmamız gerekenler var. Acilen kanın durması lazım. Acilen mazlumun yanında yer almamız lazım. Kim olursa olsun zalimin karşısında, mazlumun yanında yer almamız lazım… Yeni dünya da bu sözü büyütmemiz lazım… Bu söze inanan insanları çoğaltmamız lazım.

Osmanlı devleti yıkıldıktan sonra, hilafet merkezinin kaybolmasıyla birlikte ümmetçilik fikrimiz zayıfladı. İlk önce balkanlarda sonra da Ortadoğu da suni devletçikler oluştu. Sezai Karakoç ile görüştüğümüzde de şu ifadeleri kullanmıştı; “1917-2017”, 2017’ye az bir zaman kaldı. Yani 100 yıllık bir travmadan geçiyor İslam dünyası… Sizin de ifade ettiğiniz bu yeni dünya da İslam coğrafyasında milliyetçilik, ırk, din ve özellikle mezhepler çok büyük sıkıntıların aktörlerini oluşturuyor. Bu sıkıntıların önüne geçilmesi için, ümmetçi bir zihinsel duruşa mı ihtiyacımız var?

Büyük Üstat Sezai Karakoç’un da ifade ettiği gibi “1917–2017” doğru bir tabirdir. Biz bu yüzyılın başında, emperyalistlerle girdiğimiz mücadelede İslam dünyası olarak iç sorunlar yaşadığımız doğrudur. Birçok çürümüşlük vardı. Yenilenemedik. Akif’in deyimiyle “asrın idrakine sunamadık değerlerimizi”… Fakat emperyalistler bizi bu konuda gafil avladı. Savaşın birinci muharebesini kaybettik. Fakat savaş bitmiş değil. Yeni bir muharebe yaşıyoruz ve biz bunu Allahın izniyle değerlerimizle kazanacağız. Değerlerimizin iktidarını yaşayacağız. Yoksa a,b,c ülkesi değil. Biz değerlerimizi dünyanın her yerinde, düşüncelerimizi paylaşmasalar da, bu değerlerden adalet ve merhamet bulacaklardır. Bunu onlara birkaç yüzyıl yaşatmıştık. Yine yaşatacağız. Yeniden vahyin ve İslam’ın evrensel mesajını, güvenini, mutluluğunu, huzurunu ve adaletini tekrar soluyacak insanlık… Bu nedenle şimdi önemli bir eşikte duruyoruz. Buradan önemli sıçramalar yapacağımıza inanıyoruz. Bunun için ataletten çıkmamız, gafletten kurtulmamız ve emanetleri mülk edinmekten kurtulmamız lazım. Bu mal, para, vakit, beden ve bilgi gibi unsurlar olabilir. Büyük sıçramalar yapmak için her birimizin her gün kendini gözden geçiren, ancak en önemlisi de çok ciddi, kapsamlı, açık, şeffaf, çağın idrakini taşıyabilecek evrensel değerlerle ve peygamberin (S.A.V)’in siretiyle örtüşmüş bir örgütlülük içerisinde bunları çağa taşımamız lazım. Suriye’de ki bu sıkıntının sebebi örgütsüzlüktür. Halkın içerisinde şeffaf ve inanç değerleri ile bezenmiş önderliğinin olmamasıdır. Bizim bunu gerçekleştirmemiz lazım. Biz bu çağın emperyal dünyasıyla hesaplaşmadan bunu gerçekleştiremeyiz. Hazreti Peygamber boşlukta doğmadı. O kendi çağının emperyal güçleri ile mücadele ederek, hesaplaşarak bu değerleri hayatının içerisinde ikame etti. Bizde bu çağda ki tüm emperyal odaklarla hesaplaşarak bu paradigmayı, yeni bir paradigma ki bu paradigmanın öznesi değerlerimiz olmalı, bunu hayata taşıyan ve bu değerlere inanmış insanlarımız olmalı… Yoksa hümanist,  salt bir insan değil. Değer eksenli bir paradigmanın ayak seslerini inşallah duyuyoruz. Bizim Anadolu Platformu için idealimiz budur. Buradaki en temel sloganımız ise; “neslin ıslahı, arzın imarıdır”. Sadece insan değil, arz da kirletildi ve bu arzı da imar etmek lazım diye düşünüyoruz. Burada bir Müslüman topluluk yaşadı dedirtmemiz lazım. Ecdat bunu yapmıştır. Hz Peygamberin Yesrib’i, Medineyi Münevver yapması budur aslında… Münevver insanlar, medeni insanlar, maalesef İslam denilince bugün bedevilik geliyor insanın aklına… Buradan İslam’ı buradan çıkartmamız lazım. Bu konuda gelecek adına, değerlerimizin yeniden inşası için umutluyuz.

Son olarak 28 Şubat süreci ve yaşanılan mağduriyetler ile İlgili olarak görüşlerinizi alalım…

28 Şubat sürecinde yaşananları bir mağduriyet saymıyorum, mağduriyet sayarsam bütün bir süreci kabul etmiş olurum. Bu anlamda mağdur tabirini reddediyorum. Benim ve arkadaşlarımın bir derdi ve davası var. Bu mücadeleyi sürdürürken başımıza gelenler mağduriyet değil, bir imtihan ve mücadele serüvenidir. Aliya İzzetbegoviç “Sizin zayıf olmanız komşunuza zulümdür” der. Siz zayıf olursanız komşunuz sizi ezebilir. Bu açıdan zulüm edilmeyecek kadar güçlü olmalıyız. Bizler kendi durumumuzu, pozisyonumuzu belirlemeliyiz? Geçmişte her camia, iktidar mücadelesine girişti. 28 Şubat Süreci gösterdi ki ülkenin büyük çoğunluğu Müslüman, süreci planlayan ve yürütenler ise bir grup azınlıktır. Bu gün asker hesap veriyor. Ama iş adamı, polisler, bürokratlar, dönemin siyasi aktörleri hâlâ hesap vermiyorlar. Polisler bize işkence ettiklerinde sizi temizleyip, düzeltip, topluma kazandıracağız diyorlardı. Güya zararlı yönlerimizi düzelteceklerdi. Bu işkenceleri yapan polis memurları ise -maalesef- muhafazakârlardı.

Birlik beraberliğimizi korumak için gayretli olmalıyız. Geçmişi konuşurken bugünü, yarını kaçırmamalıyız. Ortadoğu’da görüyoruz. Birileri yıkılıyor… Tamam, doğru. Ama daha önemli olan şu: Yerlerine ne konuluyor. Milletin inancıyla, değerleriyle, kültürüyle uyumlu bir sözleşme imzalamalıyız. Dünü unutmadan yarını şekillendirmeliyiz.

Söyleşi: Bünyamin Gültekin

Bakmadan Geçme