Millete Hizmet Yolunda Vakfedilmiş Bir Hayat (2)
Kayseri Pancar Ekicileri Kooperatifi Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Akay ile hayat hikayesi, idealist gençlik dönemi ve beslendiği fikir akımları konusunda Genel Yayın Yönetmenimiz Rıfat Yörük'ün yaptığı söyleşinin bugün ikinci bölümünü yayınlıyoruz.
KAYSERİ’YE DÖNÜYORUM
1978 yılı yaz aylarına kadar gazeteciliği sürdürdüm. Bundan sonra ailevi sebeplerden dolayı memleketim Kayseri’ye dönmem icap etti. Üniversite 1976’da bitmişti ama davama daha fazla hizmet edebilmek için bile bile bir ders bırakarak 1 sene geç mezun oldum. Benim 1975 yılında Ankara Siyasal’da okurken bir kardeşim iç kanamadan rahmetli olmuştu. Ondan dolayı ailevi sıkıntılarımız vardı. Annemin sağlığı bozulmuştu. Zaten Mücadele Birliği de birtakım iç çekişmelerden dolayı dağılma sürecine girmiş, insanlar birbirini suçlamaya başlamıştı. Gruplaşmalar ve dargınlıklar oluşmuştu. Bu da beni çok ciddi şekilde rahatsız ediyordu. Düne kadar çok sevdiğim insanlar ikiye ayrılıp birbirlerini fitneyle suçlamaya başlamışlardı. Hangisini tercih edersem edeyim yanlış yapacak, huzursuz olacaktım. Bu yüzden ailevi sebepleri bahane ederek Kayseri’ye döndüm. Melih Gökçek dönmemem için çok uğraştı ama beni ikna edemedi.
SÜMERBANK’A GİRİYORUM
Ama Ankara’dan, alıştığım hareketli ortamdan Bünyan’a dönünce sudan çıkmış balık gibi oldum. Zira Bünyan’da hiçbir şey yoktu. Tabii ki çocukluktan gelen bir arkadaş çevremiz vardı. Onlarla oturup kalkmaya başlarken kendimi birden kahvelerde buldum. O sırada olaylar çok yoğunlaşmış, 12 Eylül Darbesi’nin ayak sesleri duyulmaya başlamıştı. Eniştem, “bu şekilde olmaz, sana bir iş ayarlayalım” dedi ve 1979’da Kayseri merkezde bir muhasebecinin yanında çırak olarak işe başlattı. Kayseri’de ilk paralı işim bu oldu. Ama çok uzun süremezdi. Zira ailem evlenmemi istiyordu. Bunun için de kalıcı, maaşı iyi bir işe ihtiyacım vardı. Tekrar Ankara’ya giderek o zaman Adalet Partisi (AP) Afyon Milletvekili olan Mehmet Özutku’yu buldum. Kayseri Sümerbank için iş talebimi içeren bir dilekçe bıraktım. Bir hafta içinde görüşmeye davet yazısı geldi. Zaten daha önceden memuriyetim vardı. Kısa zamanda Kayseri Sümerbank’a atamam yapıldı. Buraya girdikten bir müddet sonra nişanlandım ve darbeden kısa bir süre önce 1980 yılının temmuz ayında da evlendim.
Ankara’daki gazetecilik döneminde spora çok meraklıydım. Çınarspor’da futbol oynadım, güreş ve tekvando çalışmaları yaptım. Kayseri’ye geldikten sonra da futbolu sürdürdüm.
MEMURİYETTEN İSTİFAM
Sümerbank’ta 3 yıl kadar süren memuriyet hayatımda çok sıkıldım ve bu işin bana göre olmadığını anladım. Memuriyette adil bir uygulama olmadığı, terfi ve atamaların liyakate göre yapılmadığı kanaatine vardım. İşi bilen bilmeyene göre değil sadece kıdeme göre bir değerlendirme yapılması beni rahatsız etti. Özel sektöre geçmek istedim. O zaman Kayseri’de yeni kurulan Köytür diye bir şirketten bahsettiler. Nitekim oradan bana davet geldi. “Bizimle çalışmak ister misin? Ama deneme süresi var” dediler. “Tamam deneme süresi olmasını ben de isterim” dedim. Sümerbank’tan tam ayrılmadan 1 aylık deneme süresi gerçekleştirdik. Sonuçta benden memnun olduklarını, devam etmek istediklerini söylediler.
Sümerbank’ta çalıştığım dönemde askerliği de Isparta 40. Piyade Alayı Avcı Taburu’nda avcı er olarak 1981 yılı Mart ayında yaptım. 4 aylık kısa dönemdi.
Köytür’de 1983’ten 1991 yılına kadar 9 yıl başarıyla görev yaptım. Daha sonra Ankara Köytür’e terfien müdür olarak atamak istediler. Gitmek istemedim. ”Taşradaki 15 tane müdürden hangisine teklif etsek gelir. Sen niye kabul etmiyorsun?” dediler. Oysa burada Genel Müdür Yardımcısı idim ama Kayseri’den gitmek, buradaki düzenimi bozmak istemiyordum. Gönülsüz olarak zorla gidip Ankara’da 3 yıl kadar çalıştım. 1992 yılının Ocak ayından 1994’e kadar burada çalışıp çok sıkıntılı, çiftçilerin para kazanamadığı, teknik değerlerin iyi olmadığı bu şirketi ayağa kaldırdım. 2 buçuk senede burayı 15 şirket arasında zirveye taşıdım.
ANKARA’DA BELEDİYECİLİK DÖNEMİM
O arada 27 Mart 1994 yerel seçimleri olmuş ve Melik Gökçek Ankara Büyükşehir Belediye başkanlığını kazanmıştı. Ben belediyedeki bir arkadaşa “hayırlı olsun” ziyaretine gittiğim sırada Gökçek oraya gelmişti. Beni görünce şaşırdı. 1979’da Ankara’dan Kayseri’ye döndükten ve ikimiz de Mücadele Birliği’nden ayrıldıktan sonra Melih Gökçek’le zaman zaman görüşebilmiştik. O dönemde Keçiören Belediye Başkanıydı. Rahmetli Mehmet Altınsoy da Ankara Büyükşehir Belediye Başkanıydı. Melih bey beni ona özel kalem müdürü yapmak istiyordu. Bu konuda çok ısrar etti. Hatta Ankara’ya görüşmeye de gittim. Ancak bazı konularda fikir ayrılığımız olduğu için ben kabul etmedim döndüm. Yıllar sonra tekrar karşılaştığımızda nerede çalıştığımı sordu. Ankara’da bir şirkette yönetici olduğumu anlattım. Orada ziyarette bulunduğumuz arkadaşa ‘Hüseyin’le sen ilgilen’ dedi. Aradan 1 ay geçmeden beni aradılar ve “atamanı yaptık sen neredesin?” diye sordular. Önceki adı Agsaş olan Bugsaş’a genel müdür olarak atanmışım. Orada 4 ay görev yaptıktan sonra bu ‘AŞTİ’yi açmamız lazım!” dendi.
O yıllarda Tarım Bakanlığıyla yarı yarıya ortak bir kuruluştu. Dördü Bakanlıktan, dördü Belediyeden 8 kişilik yönetim kurulu vardı. Farklılık olmasına rağmen oy birliği ile karar alma mecburiyeti vardı. Ve ben bu sıkıntılı süreçte kaynağı olmayan bu kuruluşa genel müdür olarak atandım. Masası, sandalyesi dahi yoktu. Biz o zor durumda sözleşmeler hazırladık. Oradaki ofisleri, yazıhaneleri, büfeleri ihaleye çıkardık. Buradan sağladığımız gelirlerle AŞTİ’yi sıfırdan kurduk. O zaman “burası havalimanından daha iyi çalışacak” demiştim. Nitekim dediğim oldu. Türkiye’nin en güzel ve en çok kazandıran terminal işletmesini hayata geçirmiş olduk. Tabi bunlar çok zor şartlarda yapıldı. AŞTİ açılmıştı ama bir yandan da sıkıntılar sürüyordu. Yönetimin oy birliği sağlaması hiç kolay olmuyor, her seferinde büyük problemler yaşanıyordu. Bazı yönetim kurulu üyelerinin tutum ve davranışlarından dolayı görevimde zorlanmaya başlamıştım. Bu sırada Kayseri Beğendik firması bana iş teklifinde bulundu. AŞTİ açıldıktan 2 ay sonra oradan ayrıldım.
GAZİANTEP YILLARIM
Beğendik’in İskitlerdeki genel müdürlük binasında, burada 3 yıl çalıştıktan sonra da Gaziantep’te görevlendirildim. Yeni bölge ve mağaza açıyorlardı oraya gittim. Bu şehirde 1 yıla yakın çalıştım.
…VE İSTANBUL
Gaziantep’te iken 1999 yerel seçimleri olmuş ve dava arkadaşım Ali Müfit Gürtuna, bir şiir okuduğu için tutuklanarak hapse gönderilen bu günkü Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dan vekaleten devraldığı göreve bu defa seçilerek gelmiş ve asaleten İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmuştu. Arkadaşım Sezai Güvenek beni arayarak “Ali Müfit bey seni İstanbul’a davet ediyor. Sana bir görev teklif edecek” dedi. Ben de “Ankara Büyükşehir’de 1 sene çalıştım ve belediyecilikten yıldım. Artık kamu görevi yapmak istemiyorum. Hele hele belediyeciliği hiç düşünmüyorum. Onun için Başkana çok selamımı söyle, gelemem” dedim. Çok ısrar etti. “O zaman ben bir şartla gelirim. Beğendik’in sahiplerine söylerim. Ancak onlar rıza gösterirlerse gelebilirim.” dedim. Patronlarla konuştum “kabul etmeyeceğim ama nezaketen gidip görüşmem gerek” dedim. Onlar onaylayınca İstanbul’un yolunu tuttum. Ali Müfit beyle 1979 yılından sonra ancak 1995’de AŞTİ’deyken ziyaretime geldiğinde görüşebilmiştik. O dönem yaşadığım sıkıntıları bildiği için “o sıkıntıları sana yaşatmayız. Sana verilen görev çok önemli olacak. Seni Türkiye’nin en büyük holdinginin başına getireceğim” diye konuştu. “Valla benim patronlara karşı vefa borcum var. Ancak onlar izin verirlerse gelirim” diye cevap verdim. “Sen onlara söyle. İstanbul’da da bir mağaza açıyorlar gerekirse biz onlara yardımcı oluruz. Ben kabul edecekleri kanaatindeyim” dedi. Nitekim Ankara’da patronlar “gayet iyi olur. Hem senin geleceğine de mani olmayalım. Ama bir ay daha devam et! Yerine bir adam ayarlayalım” dediler. Başkana bu durumu ilettim. Kabul etti. 1999 yılı Ağustos basında İstanbul’a gittim. Ancak15 gün sonra o büyük depremi yaşadım.
Belediyede ilk başlarda küçük bir oda vererek “sen danışmansın. Başkan diyor ki, sen git şirketleri denetle, kontrol et, onlarla ilgili rapor hazırla” Ben de genel müdürlerin yanına giderek bilgiler almaya ve buradan aldığım bilgileri başkana rapor etmeye başladım. Böyle 3-4 ay geçti. Kasım ayında İştirakler Ve İşletmeler Daire Başkanı olarak atamam yapıldı. Belediyenin 20 büyük şirketinden sorumluydum. O zaman Koç, Sabancı ve Eczacıbaşı’ndan sonra ülkemizin 4. büyük şirketler topluluğuyduk. 20 tane genel müdürümüz vardı. Binali Yıldırım, Hayati Yazıcı, Veysel Eroğlu, Nevzat Pakdil ve hemşehrim Adem Baştürk ile beraber çalıştık. Binali bey görevden alınmıştı. Bir müddet danışman olarak yeniden görev yapmasına katkı sağladım.
O yıllar belediyenin en zor dönemiydi. Başta hükümet olmak üzere herkes Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın açığını arıyordu. Bunun için de Ankara’da ne kadar müfettiş varsa İstanbul’a göndermişlerdi. Bunların hepsine ayrı ayrı hesap vermekten iş yapamaz hale gelmiştik. Bundan dolayı yargılandığımız çok dava oldu. Sudan sebeplerle hakkımızda çeşitli raporlar tutup savcılara gönderdiler. Gerek toplu olarak gerek ferdi olarak çok davada yargılandık ama çok şükür hepsinden beraat ettik. Çünkü hepsi de temeli olmayan davalardı. Ama o gerginlik, o atmosfer insanın çalışmasını oldukça zorlaştırıyordu. Buna rağmen çok başarılı çalışmalar yapıldı. 2004 yılına gelindiğinde o zaman Kadir Topbaş aday yapılmıştı. Ve seçildikten sonra baş başa görüştüğümüzde “sen başarılı, çalışkan, dürüst, birikimli ve dik duran bir arkadaşsın ama geçen dönemin adamısın. Ben senin yerine başkasıyla çalışacağım” diye açık yüreklilikle konuştu. Haklı olarak o da kendi ekibini kurdu.
YENİDEN ANKARA
Abdullah Gül bey o zaman Başbakan Yardımcısı, Sami Güçlü de Tarım Bakanı idi. Abdullah bey belediyede böyle bir durumla karşılaştığımı öğrenince çok üzüldü. Tarım Bakanı Sami beye talimat vererek “Hüseyin’in durumu ile sen ilgilen” dedi. O da önce geçici görevlendirme ile müşavirliğe aldı. Daha sonra da Tarım Kredi’de Genel Müdür Yardımcısı olarak atadı. Bakan bey o sırada beni Genel Müdür olarak düşünüyormuş. Bunu bana daha sonradan 2007 yılında Kayserili bir siyasetçimiz söyledi. Ama teklifi “hiçbir arkadaşın yerine talip olmam. Hayatta benim böyle bir felsefem yok. Bu konuda size yardımcı olamam, kusura bakmayın” diyerek reddettim. Ama o Genel Müdür arkadaştan daha sonra kazık yedim.
KAYSERİ ŞEKER DÖNEMİ
Kayseri Şeker döneminiz nasıl başladı?
Tarım Kredi’de 5.5 sene görev yaptıktan sonra 2010 yılının Aralık ayının içerisinde Kayseri Şeker’in içerisindeki yapılan operasyondan sonra Enerji Bakanımız Taner beyin bilgisi dahilinde bazı Kayseri Milletvekilleri benimle görüşmek üzere geldiler. Bana burada kayyumluk görevini üstlenmemi teklif ettiler. Ben bunu düşünmediğimi, istemediğimi, benim için uygun olmayacağını söylememe rağmen bu konuda çok ısrarcı oldular. En sonunda Tarım Bakanlığı tarafından görevlendirildim. Aralık ayının sonunda önce kooperatifte göreve başladım.
Daha sonra fabrikada vahim durumla karşılaşınca Bakanlığa acilen bu durumun çözümlenmesi gerektiğini söyledik. Bakanlık bizi buraya kayyum olarak atattırdı. Ve ondan sonra genel kurul yapılması kararı alındı. Kurul’da seçilerek yönetim kuruluna başlamış oldum. 2.5 sene kooperatifte kayyumluk, sonra da yönetim kurulu üyesi olarak devam ettikten sonra belli bir başarı ortaya çıktı. Artık şirket ayakları üzerinde durur hale geldi. Bataktan kurtuldu, ağır borç mirası azalmaya başladı, işler yoluna girdi.
Biz 2013 yılının Haziran ayında seçim kararı verdik. Ama gerek çiftçilerden, gerek siyasetçilerden “bırakıp gitmeyin, aday olun” diye ağır bir baskı oldu. Biz de daha öncesi her ihtimale karşı kooperatife üye olmuştuk. Üyeliğimizden dolayı adaylığımızda sıkıntı olmadı ve diğer iki grupla beraber 3. aday olarak seçime girme kararı aldık. Ancak seçime 14 gün kalmıştı. Ama hamdolsun, çiftçimizin büyük teveccühü sayesinde yüzde 43 oy olarak Kayseri Pancar Ekicileri Kooperatifi Başkanlığına seçildim. 2013 yılından itibaren seçilmiş başkan olarak görevimiz devam ediyor. Tabii Kayseri Şeker’in çoğunluk hissesi kooperatife ait olduğu için aynı Şeker’in yönetiminin oluşmasında, kararların verilmesinde biz de arkadaşlarımız ile istişare ederek görevimizi yürütüyoruz.
TEŞKİLATLARIN YETİŞMEMDEKİ ÖNEMİ
Başarılarınızın devamını diliyorum. Artık yavaş yavaş söyleşimizin sonuna geliyoruz. Yetiştiğiniz ocaklar yani Ülkü Ocağı ve Yeniden Milli Mücadele hareketi size neler kazandırdı?
Bizim bugünkü kimliğimizin ve kişiliğimizin oluşmasında o idealist dönemin çok önemli katkısı vardır. Aile terbiyemizin, çevremizin, çevremizdeki insanların hepsinin rolü olduğu gibi o ilk yıllarda ülkücülüğün elbette katkısı olmuştur. Yeniden Milli Mücadele grubu içerinde aldığımız eğitim ve terbiyenin, yaptığımız çalışmaların, araştırmaların birçok katkısı vardır. Bugün 62 yaşımda olmama rağmen kendimi hala 22-23 yaşlarında idealist bir genç gibi görüyorum. Çünkü heyecanımı, milli duygularımı koruyorum. Bu şekilde olması o kültürün bir tezahürü, o kültürün bir sonucu. Gençliğimde onları yaşamamış olsaydım bugün bu hissiyat içerinde olmam mümkün değildi. Sonuçta herkesin bir ailesi var, çevresi var ama bizimkisi millete vakfedilmiş bir hayat gibiydi. Hiçbir maddi beklenti içine girmeden gençlik yıllarımızı milletimiz, ülkemiz, davamız için seve seve vakfettik.
Aksiyon tarafınızı ülkücülükten, fikri yönünüzü Yeniden Milli Mücadele’den aldığınızı söyleyebilir miyiz?
Bizim prensibimizde devletin milli olması, güçlü olması, ebediyen var olması temel esastır. Devlete katkı sağlamak yine önemli bir durumdur. O dönem ülkücü arkadaşlarımız milliyetçi, Akıncılar dini değerlendirme ve yaklaşımlar içinde bulunurlarken bizim hareketimiz Mücadele Birliği her ikisini içine alacak, kapsayacak şekilde bir gruptu. Biz bu kültür ve anlayışla yetiştik. Ömrümüz de bu anlayış çerçevesinde ilerledi, şekillendi. Helal-haram kavramından hiç ayrılmadık. Hep örnek olabilmek anlayışıyla yaşadık. Benim yaptığım görevleri başkası yapmış olsaydı, kendisinin de, ailesinden hiçbir ferdin de belki ömür boyu çalışmaya ihtiyaçları olmazdı.
BİZDEN “HAİN” ÇIKMAZ
Bildiğim kadarıyla Mücadeleciler arasından hiç “Paralelci” çıkmadı.
Sadece gazeteci-yazar Hüseyin Gülerce vardı. Bereket o da kısa sürede oyunun farkına vararak dönüş yaptığını ifade etti. Benim gençlik dönemi arkadaşlarımın hiçbirisi için böyle bir yakıştırma yapılmadı. Zaten bizim yetişme kültürümüzde böyle bir yapı yok, cemaatçilik yok. Devletine bu kadar bağlı, milletine bu kadar sevdalı ve ona faydalı olma arzusuna sahip insanlar, onu birtakım kliklerle bölmek yerine onun bütünlüğünü savunurlar. Biz hep devletimizin ve milletimizin bütünlüğünü savunan tarafta olduk. Bize bazı karalamalarda, iftiralarda bulunmak isteyenler boşuna yorulmasınlar. Bizden hiç “hain” çıkmaz. Böylesine milliyetçi, memleketçi bir hareketten gelen insanların üzerine atılan hiçbir çamur tutmaz. Zira güneş balçıkla sıvanmaz.
Çok teşekkür ediyor, başarılarınızın devamını diliyorum.
Ben de teşekkür ediyor, Kayseri Gündem’e yeni yayın döneminde başarılar diliyorum.