• Haberler
  • MENGÜŞOĞLU, ÜSTAD NECİP FAZIL'I ANLATTI-2-

MENGÜŞOĞLU, ÜSTAD NECİP FAZIL'I ANLATTI-2-

Şair-Yazar Metin Önal Mengüşoğlu'nun, Mağrur Öfke Necip Fazıl Konferansı'nda yapmış olduğu ve Necip Fazıl hakkında bilinmeyenleri anlattığı konuşmasının ikinci kısmı sizlerle. Necip Fazıl'ın kişiliği, duruşu ve İslam çizgisine girişine ilişkin duymadıklarınız bu konuşmada. Mengüşoğlu'nun gözünden, kendi anlatımıyla Bohem, serseri yapılı bir şair Üstad Necip Fazıl…

 ‘’Necip Fazıl Bohem, serseri yapılı bir şairdir’’

Bu durum Necip Fazıl’da dehşetli bir ego yaratmıştır ancak bu ego onun ilk döneminden kalma bir egodur. Üstat Çemberlitaş da bir konakta büyür, büyük babasına ait çok lüks bir konakta. O konak daha sonra ‘Ahşap Konak’ isimli bir piyese, birde ‘Muhasebe’ isimli şiire dönüşecektir. Her ikisinde de o konak ve konaktaki yaşantı anlatır. Necip Fazıl Bohem, serseri yapılı bir şairdir. Ama daha 19’lu yaşlarda ülkenin en büyük şairleri tarafından parmak ısırtılacak şiirler yazmıştır. Paris’e gönderilir okuması için ama orada da kumar hastalığına duçar olur. Bütün parasını kaybeder ve açtır ser sefildir, kalacak yeri yoktur, parası yoktur, yiyecek ekmeği yoktur. Düşer sokaklara işte kaldırımlar şiirini orada yazar. Yazar ama Anadolulu bir aile çocuğu olduğu için bir damar çeker daima. O kaldırımlarda serseri gibi dolaşır ve o serserinin hayatını anlatır.

‘’Millet zanneder ki Necip Fazıl aylarca, yıllarca Abdullhakim Arvasi’nin yanında kaldı’’

Nitekim tahsilini yarım bırakır Türkiye’ye döner. Döndüğünde de aynı bohem, aynı serseri hayatı yaşarken, Abdullhakim Arvasi ile tanışır ve hayatının yönü değişir. Millet zanneder ki Necip Fazıl aylarca yıllarca onun yanında kaldı, ondan dersler aldı ve yeni bir hayat, yeni bir istikamet seçti. Yok, böyle bir şey en fazla on defa ya görüşmüş ya görüşmemiştir.  Ama ondaki o zekâ ve deha o görüşmeleri elliye katlayarak nice eserlere dönüştürmüştür. Tamamı zekâ ve dehasının ürettiği üretilmiş şeylerdir. Tabi duyduklarını da kataraktan yüze yakın eser yazmıştır. Bütün bunların yanında kitabi bir İslami tetkikatı yoktur. Birde vakti ve zamanı yoktur. Zaman geçmektedir ve tek parti döneminde İsmet paşa toplumun ruhunu kazımaktadır. Toplumu bu baskıdan kurtaracak bir medeni cesaret aşısı yapabilmek için çırpınır durur…  

‘’Boşluğu ense kökünde gezdiren adamdır Necip Fazıl’’

Üstadın yönü değişmiştir artık. Yönü İslam olmuş ve aynı bohem tarzda son sürat bu doğrultuda ilerlemiştir. Tam bir fenomendir, her haliyle hayret ve hayran bırakıcı bir fenomendir. Boşluğu ense kökünde gezdiren adamdır Necip Fazıl. Kündeler halinde gök devrilmektedir, gök devrildi künde üstüne künde, Yok edilen can elması, Değdiydi burnum yokun burnuna, öz ağzından kafatasını kusmuştur . Bütün bunlarla anlattığı şey Türk edebiyatına Batıdan taşıyıp getirdiği ve ilk defa edebiyatımıza gelmiş olan ben bilinci ve benlik aşısıdır. Beni yok eden nefsi tahrip etmek isteyen bir meşrebin mensubu gibi görünmesine rağmen, Türk edebiyatına ben fikrini taşıyan ilk adamdır. Açın çile adlı şiir kitabını kaç tane ‘Ben’ isimli şiir bulacaksınız. Bu bakımdan Necip Fazıl, Nazım Hikmet’ten daha Batılı, Batıcı değil Batılı bir şairdir. Edebiyatımıza Batılıların çoktan sahip çıktığı şahsiyeti benlik bilincini taşıyan adamdır. Zaten vaktiyle şişkin bir egonun sahibiydi, şimdide bu davanın tek temsilcisi benim dediği için aynı egoyu burada da devam ettirmektedir. Özellikle ‘Çile’ şiirini genç kardeşlerime şiddetle tavsiye ederim çünkü bu şiirde gerçekleşen bu dönüşümü çok somut bir şekilde görebilirler.  

‘’Ağzından kafatasını kusan bu adam neyin çilesini çekiyor’’

Bizim edebiyatımıza baktığınız zaman umumi manada fikir yoktur. Akif’i istisna ediyorum. Fikir yoktur duygu vardır ve biz bununla övünürüz ‘Biz gönül adamıyız’ biz öyle akıl fikir adamı değilizdir. Biz hal adamıyızdır kal adamı değilizdir. Bununla övünür bizim toplum. Necip Fazıl’ın mensup olduğu meşrepte böyle bir meşreptir güya ama Necip Fazıl batıdan benlik idrakini taşıdı getrdi. Bütün bu saydıkların bir kişinin afakanlarından başka nedir? Bir kişinin kendisiyle kavgasından başka nedir?

Necip Fazıl müthiş kavgacı bir insandır. Kavga edecek kimseyi bulamadığı zamana kendisiyle kavga eder. Savaşır kendisiyle, savaştığı içinde o şiiri yazdı;

 Gaiplerden bir ses geldi: Bu adam,

Gezdirsin boşluğu ense kökünde!

Ve uçtu tepemden birdenbire dam;

Gök devrildi, künde üstüne künde...

 

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!

Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!

Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,

Ok çekti yukardan, üstüme avcı.

 

Ateşten zehrini tattım bu okun.

Bir anda kül etti can elmasımı.

Sanki burnum, değdi burnuna (yok) un,

Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.

             …

Sorarım size bu nasıl bir haleti ruhiyedir? Bu adam ne yapıyor? Ağzından kafatasını kusan bu adam neyin çilesini çekiyor. Fikir çilesini çekiyor. Bizim edebiyatımız ne söylüyor  ‘ Kara gözlüm efkarlanma gül gayrı, ibibikler öter ötmez oradayım’  efkarlanma derken ne diyor aslında düşünme demek istiyor. Aslında üzülme demek istiyor, fakat üzülmekle düşünmek arasındaki farkı bilmiyor toplum. Öyle değil midir? Elimizde kitapla eve gittiğimiz zaman analarımız demez mi, yavrum bu ne deve yüküyle kitap birazda canına bak diye. Böyle öğütlenmedik mi?  hep büyüklerimiz tarafından. Necip Fazıl’ın bütün derdi bu, bu toplumu fikirle, kitapla, benlikle, ben idraki, benlik bilinciyle tanıştırmak istiyor. Kendisi bunun farkında, kendisi bağlı olduğu Arvasi’yi çoktan aşmış durumda. O otomobiliyle son hızda giderken ona çarpmış ve istikameti değişmiştir sadece. Yoksa ondan öyle çok fazla bir şey almış değil.

 

‘’Ondan edebi anlamda ciddi malzemeler edindim’’

Ben üniversite yıllarında aşağı yukarı 2-3 yıl evinde edebiyat sohbetlerine katıldım. Erbakan partiyi kurunca onunla arayı bozdu, bizimle de arayı bozdu bizi de ondan onlardan zannederek. Koptuk birbirimizden ama o 2-3 yıl boyunca edebi anlamda ciddi malzemeler edindim ondan. Zaten kimse İslam’ı öğrenmezdi, kendisinin de böyle bir derdi yoktu. Öyle bir davası, öyle bir bilgisi de yoktu. O ilmihalleri falan da hep yazdırtıldı. Necip Fazıl’ın kalemi çok kuvvetli olduğu için güya kendisinin bağlı olduğu o ekoller yaptırdı böyle bir durum söz konusuydu.   

Köle ile Nur’daki hataların, ‘Rabıta’, ‘Tanrı Kulu’, gibi bilgilerinde devam etmektedir. Ama Necip Fazıl bunlarda mazurdur, o bunları bilmez bunların köküne inmiş değildir. Bakmış ki o ekol bunları söylüyor, o da söylemiştir. Tanıdığım kadarıyla söylüyorum o ekolün söylemlerini bir kere daha dile getirmiştir ve birçok kez de o ekole mensup kişilerin kışkırtmasıyla getirmiştir. Yoksa öyle çok bilerek yaptığı kanaatinde değilim. 

‘’Kendinden sonraki kuşaklara medeni cesaret aşısı yaptı’’

Necip Fazıl Erzurum’da konferans veriyor, hararetli bir şekilde anlatıyor bir ara duruyor ve bir sigara tellendiriyor. O sırada arkadan biri ayağa fırlayıp ‘ Atatürk’ü seviyor musunuz?’ eyvah herkes panikliyor çünkü soru tuzak bir soru. Necip Fazıl duruyor ses yok sonra bağırıyor, ‘Dinleyin bu suale cevap veriyorum’ herkes kan ter içinde  1-2 dakikalık bir sessizliğin ardından ‘ Bu Suale cevap vermiyorum’ diye bağırıyor ve devam ediyor. O böyle bir dehanın sahibiydi ve çok hazır cevaptı. Buna sahip olduğu için de Necip Fazıl unutulmadı.

Birçok eksiği, yanlışı ve çelişkileri var ama bu ve benzeri yönüyle de kendisinden sonraki kuşaklara bir şey aşıladı. Bir medeni cesaret aşısı yaptı. Bu yüzdendir onun unutulmaması.

Hazırlayan: Mesut Davarcı

Bakmadan Geçme