• Haberler
  • MENGÜŞOĞLU ÜSTAD NECİP FAZIL'I ANLATTI -1-

MENGÜŞOĞLU ÜSTAD NECİP FAZIL'I ANLATTI -1-

Mazlumder Kayseri Şubesi ve Milli Türk Talebe Birliği'nin daveti ile Kayseri'ye gelen Yazar - Şair Metin Önal Mengüşoğlu, Üstad Necip Fazıl Kısakürek hakkında bilinmeyenleri anlattı. Necip Fazıl'ın gençlik yıllarını ve üstadla olan anılarını katılımcılarla paylaşan Mengüşoğlu, herkesi mest etti. Mengüşoğlu'nun soluksuz okuyacağınız Mağrur Öfke Necip Fazıl Konferansında yaptığı konuşmanın birinci bölümüyle sizlerle.

 

İki bölümde sizlerle buluşacak olan Mağrur Öfke Necip Fazıl Konferansı, Mengüşoğlu’nun doyumsuz anlatımıyla, Necip Fazıl hakkında daha önce duymadıklarınızı duyacak,  bilmediklerinizi öğreneceksiniz. İşte Metin Önal Mengüşoğlu’nun anlatımıyla Üstad Necip Fazıl.

 

 

‘’Sürçü lisan etsem dahi asla af olmaya’’

Evvela Kayseri Mazlumder şubesine ve MTTB’ne teşekkür ediyorum beni davet ettikleri için, bana itibar ettikleri için umut ederim ki burada söylediklerime de itibar ederler ama itibar etme mecburiyetleri yok. Tenkitleri ve kritikleri varsa sözlerimin sonunda sürçü lisan etsem dahi asla af olmaya tenkit oluna ki sürçü lisanımla buradan gitmeyeyim vebali boynunuza. Bir sürçü lisanım olursa lütfen onları tasnif edin bende insanım elbette benimde eksiklerim vardır. Ben kendime böyle baktığım gibi üstadlarımda böyle bakarım.

 

 ‘’Hiçbir insan, hikmetinden sual olunmaz değildir’’

Mağrur Öfke Necip Fazıl kitabım yayınlandığında Star gazetesinden Gülcan Tezcan hanımefendi, abi bir röportaj yapalım dedi. Yapalım ama dedim benim arzu ettiğim başlığı atarsan yaparım dedim. Nedir diye sordu. Dedim ki ‘Üstadlarımızı da tenkit edebilmeliyiz’ başlığını atabilir misin dedim. Durdu yukarıya bir sorayım dedi. O yukarısı da beni tanır Metin abi ne derse yaz demişler. Kitabımla ilgili bu röportaj ilk kez orada yayınlandı. Ben başta kendim olmak üzere bütün kardeşlerime bunu tavsiye ediyorum. Hiçbir insan hikmetinden sual olunmaz değildir. Ne kadar büyük olursa olsun, ne kadar üstad denilirse denilsin hikmetinden sual olunmaz kimse yoktur yeryüzünde. Bu anlamda Mehmet Akif’te, Necip Fazıl’da, Sezai Karakoç’ta, Metin Mengüşoğlu’da asla hikmetinden sual olunmayan kimseler değildirler. İnsandırlar eksikleriyle günahlarıyla kusurlarıyla vardırlar. Bu bakımdan tarihimizde yaptığımız gibi yapmayalım istiyorum.

 

‘’Biz Müslümanlar öyle bir yanlış yaptık ki...’’

Biz Müslümanlar öyle bir yanlış yaptık ki... Çok erken zamanlarda Numan Bin Sabiti evvela Ebu Hanife, ardından da İmam-ı Azam yaptık. İmamı azam en büyük imam demektir. Oysa müminlerin en büyük imamı Resulullahtır. Bu sıfatı Resulullah’dan başkasına yakıştırmamalıydık. Kim yaptı bunu? Bir süre sonra güya Hanefiliği resmi mezhep ilan eden ekoller, kaldı ki onlarda asla Numan Bin Sabitin ortaya koyduğu ekolü resmileştirmediler, Ona yüzde yüz muhalefet eden talebelerinin Ebu Yusuf’un ve Muhammet Şey Bani’nin ekolünü resmileştirdiler. Oysa Numan Bin Sabit vefat ettikten hem sonra bu iki talebesi onun en temel kanaatini çiğneyerek aksine davranıp devletin teklif ettiği görevleri kabul ettiler. Dolaysı ile onlardan bize aks eden ‘Hanefilik’ doğru bir Hanefilik değildir. O günden bu güne bu yanlış Hanefilik aldı başını gitti. Bu bir yanlış, devam etti İslam dünyasında coğrafi genişleme, fiziki genişlemeyle birlikte entelektüel gelişmede çok ciddiydi. Çok erken zamanlarda Allah resulünün vefatının hemen arkasından çok erken zamanlarda Abbasîler döneminde Bey- tül Hikmet denilen bir ciddi dünya üniversitesi kuruldu. Arap diline kaleme alınmış bütün entelektüel malzeme tercüme edildi ve Müslümanların istifadesine sunuldu. Bu çok önemli bir inkılaptı, çok önemli bir devrimdi ve dünyada başka toplumlar bunu yapmış değillerdi. Müslümanlar yaptı. Kaldı ki o Müslümanların devamı olan Endülüs Müslümanları da kadim Yunan felsefesini ve görüşlerini Avrupa dillerine tercüme ederek Avrupalıların Rönesans ve Reform hareketlerinin başlamasına sebebiyet verdiler. Orda da yine Müslümanların tohumu var yani Müslümanlar ilk 11. yüzyılın sonuna kadar çok ciddi bir fiziki genişlemeyle birlikte entelektüel gelişmede gösterdiler. Nereye kadar? Muhammet Bin Gazalli’ye kadar. Gazalli’ye de bir yanlışlık sonucu Hüccetül İslam imam Gazalli dedi bu toplum ve büyük bir yanlış yaptı. Sizi temin ederim bu yanlışın vebali sebebiyle İslami entelektüel gelişim çok hızlı biçimde yükselirken grafik Gazalli de doruğa ulaştı, Hüccetül İslam dedikten sonra hızlı bir şekilde düşmeye başladı. Dehşetli bir hızla inmeye başladı ve geriye kalan ikinci binde Müslümanların ahuşuna bir Ebu Hanife, bir Gazalli bir İbn-i Haldun, bir İbn-i Rüşt, bir İbn-i Sina, bir Farabi hatta bir İbn-i Arabi dahi vermedi bu Müslüman dünya.

 

‘’ Müslümanlar kendi dinlerini Muhammedîlik diye anmazlar’’

İbn-i Arabi karşı ekolden birisi olmasına rağmen meselenin derinliğine, felsefesine hukukiyeti olması bakımından nazarımda bir itibarı var, öyle biri bile çıkmadı. Döküntü insanlar çıkmaya başladı güya onları temsil ediyormuş gibi gözüken. Burada bizim tarihimizin geleneğimizin büyük bir vebali var. Çünkü herhangi bir beşer asla İslam’ın hücceti olamazdı. Hıristiyanlar dinlerine İsevilik biçiminde anarlar, Yahudiler, Musevilik biçiminde anarlar ama Müslümanlar kendi dinlerini Muhammedîlik diye anmazlar. Hristiyan ve Yahudiler zaman zaman bize bu lakabı takmak isterler ama biz bunu benimsemeyiz. Çünkü biz Muhammet S.A.V de bağlı olduğu bir Allaha doğrudan bağlıyız. O da bir aracı değildi. Bir şefaatçi değildi, o da bizim gibi bir beşerdi ona ilahi vahi geliyordu. O ilahi vahiyi içine hiçbir şey katmadan ya da hiçbir şey çıkartmadan bize intikal ettiriyordu. Ve o da indirilen vahiden tıpkı bizim gibi sorumlu bir insandı. Namazdan muaf değildi, oruçtan muaf değildi cihattan muaf değildi aynı bizim gibi onunda sorumlulukları vardı. Uhut da yaralanan bir Resuldü, kılıç kullanan zırh giyen bir elçiydi.

 

‘’Biz Aleviler gibi insanlardık’’

Böyle bir takım yanlışlıklardan döne döne bizim toplumumuz özellikle de Anadolu coğrafyasına yerleşen toplumumuz zaten ilk 300 yılında şu bizim Alevi dediğimiz insanlar gibi insanlardık Ahmet Yesevi, Süleyman Bakırgani, Hacı Bektaşi Veli, Hacı Bayramı Veli’nin metinlerine dönün bakın diyanet şimdi yayınlamaya başladı o metinleri, Alevilerin söylemlerin aynısı. Divan-ı Hikmet’te de aynı şeyi görürsünüz, Pir Sultan Abdal’da da aynı şeyi görürsünüz. Pir Sultan Abdal şair olduğu için biraz daha aşırı bir dil vardır ‘Ali tanrıdır, Ali her şeye tasarruf eder, iki cihanda tasavvur eder. Tamam, Pir Sultan Abdal kızıl baş Alevi’dir ama dönün diğer tasavvufi metinlere bakın onlarda da bunları göreceksiniz.

 

‘’Necip Fazıl okumazdı, okumasına da gerek yoktu’’

Rahmetli Necip Fazıl’ın okuduğu değil işittiği tasavvufi kitaplarda da bunlar vardı.  Çünkü Necip Fazıl okumazdı, okumasına da gerek yoktu. Öylesine olağan üstü bir zekâ ve dehası vardı ki okumasına gerek yoktu. Rüzgârdan nem kapar alır ondan yüz tane kitap üretirdi. Bir sözü vardır derki ‘ Bana sekiz kelime verin ondan 64 cümle yapayım’ yapar, yapmıştır. Böylesine olağan üstü bir zekâ ve dehaya sahipti Necip Fazıl. Bizzat şahidim, ver sekiz kelimeyi hangi kelimeyi verirseniz verin içinde küfür nameler bile olsun Necip Fazıl üretirdi ondan altmış dört tane cümle. Böylesine bir zekâ ve dehanın sahibi olduğu için çok faza okumadı, Çok fazla okumasına gerekte yoktu. Aslında çok fazla okuyacak metinde yoktu. Öyle sanıldığı gibi ilahi vahiyi bir kenara bırakırsanız çok fazla elimizde malzeme falanda yoktu.

 

‘’ Büyük Doğunun mana şairi usta oyun yazarı Necip Fazıl şehrimizde’’

 Şimdi tabi gelelim Necip Fazıla, Necip Fazıl içinde hikmetinden sual olunmaz, İslam’ın ilmi halin yazmış, peygamberin hayatını yazmış bir tarihçi bir mütefekkir bir İslam âlimi diye anılmasını kendisi de istemiyordu. 1963 ya da 64 yılında ortaokul son sınıfta davet etmiştik Malatya’ya. Bir kulübümüz vardı o kulüp Necip fazılı konferansa davet etmişti. Dediler ki arkadaşlar Mehmet Çekmesaitgil başta olmak üzere Necip Fazıl kimseyi beğenmez, sen gençsin onu sen taktim et ve sahneye sen çağır. Olur dedim ve düşündük aramızda Necip Fazıl için hazırlayacağımız afişe ne yazacağız dedik ve yapılan istişare sonucu şu çıktı: ‘ Büyük doğunun mana şairi usta oyun yazarı Necip Fazıl şehrimizde’. Koca bir afiş Kışla Caddesine astık. O tarihler onu da söyleyeyim bir adamı bir konferans için bir şehre davet etmek deveye hendek atlatmaktan zordu. Onun için bir davetçi heyet kuracaksınız, o heyet sadece emniyete değil nüfus müdürlüğüne, trahoma her yere gidecek imza alacak ki bir adamı konferansa çağırabilesiniz. Niye peki? Devlet korkuyor, devleti yıkacak çağırmışın adamı buraya konferans verecek tarumar edecek mahvedecek devleti. Böyle bir korkusu vardı devletin. Yani nerdeyse trahom dispanserine bile gidip izin alacağız ki işte biz Necip Fazıl diye birini çağırıyoruz ama bize izin verin. Bütün bunları geçtik Necip Fazıl’ı çağırdık ve bu afişi yazdırıp astırdık. Necip Fazıl’ı aldık bir chevrolet taksiyle gelirken afişi gördü. Arabayı durdurdu afişe bakıp indi aşağıya. İşte bu dedi, ‘İşte kardeşim ben buyum’ dedi. ‘Bana diyorlar ki büyük İslam âlimi, büyük İslam mütefekkiri, ben asıl buyum’ dedi.

 

‘’…bir not vardı ‘Necip Fazıl’ın tesirinden kurtul’’

Birinci notum bu, bu benim kendi ağzından duyduğum işittiğim Necip Fazıl’ın kendi söylemi. Çıktım Dua şiirini okudum zaten bu şiirleri okuyarak büyülenmişim. Taktim ettim üstad başımı okşadı ‘  Şair’ dedi ve çantasını bana verdi, kâğıtlarını çıkardı önüne böylece tanışmış olduk. Ertesi sene bir şiir yolladım Büyük Doğuya yayınladı ama dibinde bir not vardı ‘Necip Fazıl’ın tesirinden kurtul’. Tesirinden kurtulmak mümkün mü? Tesirini bırak büyüsünden dahi kurtulamazsınız Necip Fazıl’ın.    

 

‘’ O seyirlik bir adamdı’’

Necip Fazıl öyle bir adamdaki o sahneye çıktığı zaman onu dinlemek mümkün değildi o seyirlik bir adamdı. Onu seyrederdiniz çünkü konuşmasını sahneliyordu, dramatize ediyordu, yaşıyor ve bir aktör gibi taktim ediyordu. Böyle biriydi ve bizim nesli bu şekilde yetiştirdi. Hakikaten Necip Fazıl’ın konferansından çıkan adam yakala sor ne anlattı diye cevap veremez çok güzel konuştu der geçer. Nitekim insanlar onu seyre gelirdi. 

 

‘’Allah demenin suç olduğu bir dönemde, Allahuekber dedi’’

Necip Fazıl’ın şöyle bir konumu var; Kemalist laik rejim bu toplumu tarihinden, dilinden, dininden koparmak için bir takım, adına inkılap dedikleri şeyler yapmışlardır. Üstüne üstlük bir tek parti dönemi başlamış Necip Fazıl’ında tam Müslümanlığa başladığı döneme denk gelmiş. Necip Fazıl’ın kendi Tabiriyle Allah demenin suç olduğu bir dönemde kendisi çıktı Allahuekber dedi. Öteki ulemaların hepsi korkmuş ve susmuşken, endişe içindeyken o susmamış ve sahalara, sahnelere çıkmıştır. Mademki Allah demek suçtur, Allahuekber demiştir. Yakalayıp atmışlar içeriye 2 sene yatmış çıkmış bir daha demiş bir daha atmışlar. Necip Fazıl bundan ibarettir, kendisi bunu söylüyor. Peki, bu hadise neden ibarettir bu hadise koskocaman bir toplumun, suskun, korkak, ödlek viran olası hanesindeki evladından başka hiçbir şey düşünmeyen koca bir topluma medeni cesaret aşısı yapan önemli bir cümledir bu. Tekbirin cümlesidir, önemli bir anahtar cümledir. Asla küçümsenmemesi lazım gelen bir anahtar cümledir. Sadece şurada bir yanlışlık var.  Bütün dinimizi imanımızı, kültürümüzü fikriyatımızı Necip Fazıl’dan alalım yok böyle bir şey.  Onunda böyle bir iddiası yok. Olmadığı gibi şöyle naif hataları da var.

 

‘’Üstad büyük bir adamdı, çelişkileri de büyüktü’’

Üstad büyük bir adamdı çelişkileri de büyüktü.  Küçük çelişkiye tahammül etmezdi Necip Fazıl ve en büyük çelişkisi ‘Köle ile Nur ‘ kitabıdır. Bu kitap Hz Peygamberi anlatan bir kitaptır. Daha girişinde derki ‘Ben onun adını ağzıma almaktan hayâ ederim. Bu kitapta onun adını hiç kullanmayacağım.’  Çünkü der ‘Allah’ta ona Kur’an-ı Kerim’de Muhammet demez. Allah ona habibim der’  diye bir girişi var ‘Köle ile Nur’un şimdi buradaki hangi yanlışı düzelteceksiniz. Kur’an da Muhammet suresi var. Necip Fazıl'ı aldatan Hasan Basri Çantay’ın mealidir. O tarihler de bir tek Kur’an meali vardır elimizde o da merhum Çantay’ın mealiydi. O merhumda ne hikmetse hemen hemen her ayeti tırnak içinde ‘Habibim’ diye başlatır. Çantay iyi niyetle yazmış Necip Fazıl’da sadece o kitabı okumuş. Ama p kitabın ilk bir kaç sayfasını okumuş Muhammet Suresi’ne gelse görecek. Çelişkisi de böyle büyüktür üstadın.

 

HAZIRLAYAN: MESUT DAVARCI

Bakmadan Geçme