'KURAN'I DAYAKLA ÖĞRETTİLER'
Mehmet Berat Tural'dan Kuran Kursları eleştirisi
Yazar Mehmet Berat Tural ile Şubat 2017’de, Bengisu Yayınları’ndan çıkan ‘Hayatlar ve Kayıplar’ isimli ilk kitabından yola çıkarak Kuran Kurslarının durumunu ve İslami eğitimin nasıl olması gerektiğini konuştuk. 90’lı yılların İslamcı kuşağının dramını anlattığını belirten Tural “Kuran Kursları’nda baskı ve despotizmi çok net yaşadık” diyor.
Hafızlığın yaşaması gereken bir müessese olduğunun ama insanların mutlaka Kuran’ın anlamını bilmesi gerektiğinin altını çizen Tural ‘bize ‘o gün dayak yemeseydiniz hafız olmazdınız’ deniliyor. Bu şu demektir; ‘siz dayak yemelisiniz, zaten İslami eğitimin dayak dışında verilmesi mümkün değil.”
Bir dönem Enderun FM’de ‘Gece’ ‘Gündem Özel’ ‘Muhabbetin Ortası’ programlarını hazırlayıp sunan Tural, birçok vakıf ve dernekte gönüllü olarak çalışıyor. Tural’ın halihazırda yayınlanmayı bekleyen bir şiir kitabı, tamamlanmayı bekleyen bir cinayet romanı ve okuyucusuyla buluşmayı bekleyen bir de arkadaşlık romanı var.
Tural’la yaptığımız söyleşi şöyle;
Sizi böyle bir kitap yazmaya iten sebepler ne oldu?
Kuran Kursu’ndan mezun olduğum andan itibaren orada yaşadıklarım beni çok rahatsız etti. O dönem okuduğum Emine Şenlikoğlu ve Yavuz Bahadıroğu’nun kitapları ile de yavaş yavaş kitap yazma fikri kafamda şekillenmeye başladı. Kuran Kursu dönemini daha kayda değer bir şekilde sorgulamaya başladım. Her geçen gün bu kitabı yazmak zorunda olduğumu hissediyordum. İlerleyen dönemlerde 2009-2010 yıllarında yazmaya da başladım. İlk başta yazdığım metinler çok daha ağır, çok daha sertti, bunları imha ettim. Sonra tekrar yazdım. En sonunda şöyle bir noktaya geldim; olanla, olması gerekeni ortaya koysam diye düşündüm. Zaten bu hikâye de bana göre olanla olması gerekenin izahı…
BİR AKİF’E İHTİYACIMIZ VAR
Kitabınızda geçen ‘Akif’ karakteri siz misiniz?
Ben değilim. Akif bizim ütopyamız aslında… Kitapta Mehmet karakteri beni anlatıyor. Akif te olması gereken ideal karakteri anlatıyor. Akif’i ortaya koyarken çok dikkatli davranmaya çalıştım. Enteresan şekilde hassasiyet sahibi bir aileye sahip olması, hata yaptığında bunu bilincinde olması ve onun hatalarını düzelten sivil toplum hareketleri ile gençlerin enerjisini dikkate alan bir siyasi kitle… Bunların hepsi dünyayı güzelleştirecek gerçeklikler. Akif karakterini bunları düşünerek yazdım ama Mehmet’in hayatına baktığımızda bu gerçekliklerin hiçbirisi yok. ‘Biz dergi mi çıkarsak?’ dediğinde ‘ne gerek var’ cevabı ile karşılaşan bir karakter Mehmet… Dolayısıyla Mehmet’in içinde bir işe yarama isteği kalmıyor. Çektiği sıkıntılarla kalıyor. Akif gibi bir karakterin gerçekte var olduğu kanaatinde değilim. Ama bir Akif’e ihtiyacımız var partilerde, vakıflarda tarikatlarda…
Kuran Kursları’nda yaşadığımız baskı ve despotizm
Kuran kursunda ne kadar kaldınız? O dönem yaşadıklarınızı kısaca anlatır mısınız?
Ben problemli dönemin problemli bir öğrencisiydim. Hafızlık dönemim 5 yıl sürdü. Ara verdiğim, okuldan kaçtığım zamanlar oldu. Benim için kötü bir dönemdi. 90’lı yılların İslamcı kuşağının dramını yaşadık diyebilirim. Diyanete bağlı bir Kuran Kursu’nda yönetici kadrodan aşçıya kadar kursta görevli olan herkesin öğrencileri dövme ve hakaret etme hakkına sahip olduğu bir dönemdi. Çok küçük yaşta olmamıza rağmen her gün işkencelere maruz kaldık. Hijyenik olmayan bir ortamda yaşamak zorunda bırakıldık. Ülkede 28 Şubat diye bir gerçek yaşanıyordu. Memlekette Kuran Kursları kapanıyor, insanlar öğrencisini göndermiyor, bizi bir şekilde orada tutmaya çalışarak kursların açık kalmasını sağlıyorlardı. Yoksa o kurumlarda iyi bir öğrencinin çıkması kimsenin umurunda değildi. 28 Şubat döneminde Kuran kurslarında baskıları ve despotizmi çok net yaşadık.
“İHLAS HORTUM”LA DAYAK YERDİK
O dönem Kuran kursunda “ihlas hortum” diye bir gerçek vardı. Tüp hortumuna biz “ihlas hortum” derdik. Her hocada o hortum mutlaka bulunurdu. O hortum eskimez ve kırılmaz. İnce bir sopayla dayak yiyeceksek canımız çok yanar, kalın bir sopayla dayak yiyeceksek sonradan ağrı daha fazla olur. Ama hortum çok daha farklı bir şeydi. Tabi şimdi kolay bir şekilde anlatıyorum ama bu büyük bir vahşet.
KAYSERİLİ İŞ ADAMLARININ GÜNAH ÇIKARMA YERİ
Kursun bütün ihtiyaçları dernek tarafından karşılanıyordu. Kaldığımız kurs Kayserili iş adamlarının günah çıkarma yeriydi. Çok ciddi paralar gelir, çok ciddi katkılar yapılırdı ama öğrenci bunun hiçbirini görmezdi. Öğrencilerin gördüğü sadece şudur; yılda iki kere bayramlık alınacaksa, Kapalıçarşı’ya götürülürdük. Öğrencileri sıra halinde dizerler, ‘şu senin, şu senin’ derler. Alınan kıyafet o öğrenciye uyacak mı? Ya da öğrenci onu tercih edecek mi? Kimsenin umurunda değildi. Kuran Kursu’nda Anadolu’dan gelen fakir çocuklar yatılı olarak kalıyordu.
Hafızlıkta da şöyle bir psikoloji var. Kuran’da bir sayfanın zor olduğuna kanaat getirdiyseniz kimse o sayfayı size ezberletemez. Mantıklı değil bu başka bir şey… Ve ben sayfayı ezberleyemedim. 13. Cüz birinci sayfa, ezberleyemiyorum, dersi de veremiyorum. Hoca ikinci gün ‘kalk bakalım’ dedi. Kalktım. Ve beni dövmeye başladı. Ama hani iki tane çarpmıyor. 37 tokat attı. Aynaya baktığımda yüzümde bütün parmaklarının izleri vardı. Bütün yüzüm morarmıştı. Bunları yaşadığımda henüz 12 yaşımdaydım.
Şu anda mevcut olan yatılı Kuran Kurslarını tavsiye ediyor musunuz?
Hepsi rezalet, kesinlikle tavsiye etmiyorum.
MERDİVEN ALTI EĞİTİM
Türkiye’de hafızlık eğitimi yeterli mi?
Hafızlık mutlaka yaşaması gereken bir müessese ama insanların Kuran’ın da anlamını, ne anlatıldığını bilmesi gerekir. Türkiye’de Cumhuriyet döneminin de etkileriyle İslami eğitim hep merdiven altı olmuş. Diyanet’in yetmişlerden sonra daha da rahatlamaya başlamasıyla bu merdiven altı eğitim biraz daha hüviyet kazanıyor. O dönemde de yatırımlar sıkıntılı olduğu için bu işler vakıf destekli devam ediyor. Hal böyle olunca büyük bir problem ortaya çıkıyor. Hocalar bir vâkıfa muhtaç durumda kalıyorlar. Kuran Kurslarına devlet aşçı vermiyor. Dernek, emekli aşçılar buluyor ve onlara cüzi bir miktar bir para veriyor. Aşçılar rica minnet çalışıyorlar. Aslında iş değil hayır yapıyorlar. Ben hep diyorum, hayır yapıyorsan git camiye ver. Burada kötü yemek pişirtmekle sevaba girmeyeceksin. Kimse Kuran Kurslarının nasıl olması gerektiğini konuşmuyor. Bu konular konuşulduğunda ‘o gün dayak yemeseydiniz hafız olmazdınız’ deniliyor. Bu şu demektir; “siz dayak yemelisiniz, zaten İslami eğitimin dayak dışında verilmesi mümkün değil.” Oysa çok rahatlıkla bu cümleyi kuranların çocuklarının kulağını dahi çekemezsiniz. Burada şunu sormak gerekiyor. “Senin çocuğunun kulağını çekmeye bizim gücümüz, kudretimiz yok; peki biz ne kadar kıymetsiziz ki bize işkence yapılmasını uygun görüyorsunuz.”
Söyleşi: Tuba Köksal