'KUL HAKKI'NI ANLATTI

İktibas Dergisi'nin kayseri Şubesi'nde yapılan bu hafta ki sohbetin konuşmacısı İktibas Dergisi Yazı İşleri Müdürü Araştırmacı-Yazar Hüseyin Bülbül oldu. Bülbül, programda 'Kul Hakkı' konulu bir konuşma gerçekleştirdi.

KUL HAKKI

Konumuz kul hakkı olunca, öncelikle Kul ve Hak kelimelerinin ne anlama geldiğini anlatmaya çalışarak konuya girmek istiyorum.

KUL: Arapçadaki “Abd” kelimesiyle ifade edilen “KUL -KÖLE” anlamına gelmektedir. “Abd” kelimesi ise Arapçada dört ayrı anlamda kullanılmaktadır.

1- Şeriatın hükmüne göre satılması ve satın alınması mümkün olan köle.

(“Ey iman edenler! Öldürmede kısas size farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın…” Bakara 2/178 )

2- Yaratılış itibariyle Allah’a kul olan varlık.

(“Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Rahman’a gelecektir.”(Meryem 19/93)

3-İbadet ve hizmet bakımından Kul olan İnsan:

(” Kulumuz Eyyub'u da an. Hani Rabbine: Doğrusu şeytan bana yorgunluk ve azap verdi, diye seslenmişti.”) (Sad 38/41)

4- Dünya ve dünyanın geçici nimetlerine kul olan kimse. ( Peygamberimizin: “Dirhem ve dinara kul olanlar yok olsun.” hadisi şerifinde olduğu gibi.) "Kavimleri bize kul köle iken, bizim gibi iki insana mı inanacağız" dediler.” (Müminun 23/47)

HAK:

Hak Sözcüğü temelde mutabakat, muvafakat ve uygunluk anlamlarına gelmekle birlikte çeşitli anlamlarda kullanılmaktadır.

1-Bir şeyi hikmetin gerektirdiği şekilde var eden. Ki bu sadece Allah için kullanılır. Allah Teala’nın isimlerinden biri de HAK dır.

( “İşte gerçek/ HAK Rabbiniz olan Allah budur. Gerçeğin dışında sadece sapıklık vardır. Öyleyse nasıl olup da döndürülüyorsunuz.”) (Yunus 10/32)

2-Hikmetin gerektirdiği şekilde var edilmiş olan.

(“O Allah'dır ki, senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye güneşi bir ışık, ayı da bir nur yaptı. Ve aya menziller tayin etti. Allah bunu Hak olarak yarattı. O, bilecek olan bir kavim için ayetlerini ayrıntılı olarak açıklar.”) (Yunus 10/5)

3-Bir şeyle ilgili, onun kendi özünde bulunan inanca uygun olan. ( Örneğin :” filan kimsenin ahiretle ilgili inancı haktır” gibi.)

(“İnsanlar bir tek ümmetti. Allah peygamberleri müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdi; insanların ayrılığa düşecekleri hususlarda aralarında hüküm vermek için onlarla birlikte Hak kitaplar indirdi..”) (Bakara 2/213)

4-Gerektiği şekilde, gerektiği kadar, gerektiği zamanda yapılan işe veya söylenen söz. ( Örneğin bir kimseye :” Bu işin haktır. Bu sözün haktır” denildiği gibi.

(“Böylece, fasık olanların iman etmeyeceklerine dair Rabbinin sözü Hak oldu/gerçekleşti.”) (Yunus 10/33)

5-HAK sözcüğü Kur’anda VACİB, CAİZ, GEREKLİ, UYGUN sözcükleri gibi de kullanılmıştır.

(“Andolsun ki; senden önce Biz, nice peygamberleri kendi kavimlerine göndermişizdir de onlara açık deliller getirmişlerdir. Ama Biz, suç işleyenlerden öç aldık. Çünkü müminlere yardım etmek üzerimize haktır / VACİBTİR .”) (Rum 30/47) ayetlerinde olduğu gibi.

6-Allah Teâlâ’nın kullarına vermiş olduğu ilahi ihsanlara da hak denilmektedir. Örneğin, her canlıya verilen Hayat hakkı, yakın akrabalara verilen miras hakkı gibi.

“İslâm nazarında, hakkın kaynağı ilâhi iradedir. Bu yüzden İslâm'da haklar, kendisinden şer’i hükümlerin çıkarıldığı kaynağa (kitap ve Sünnete) dayanan ilâhi ihsanlardır. Bir delile dayanmayan şer’i haktan söz edilemez. Hakkın kaynağı Allah Teâlâ'dır, çünkü ondan başka hâkim yoktur.”

Bizim üzerinde duracağımız da bu anlamdaki HAK kavramıdır.

Buna göre KUL HAKKI Kavramını şöyle tanımlamamız mümkün olmaktadır:

“Allah Teâlâ’nın yaratmış olduğu kullarına bir İNSAN olması nedeniyle vermiş

olduğu İlahi lütuf ve ihsanlarıdır.”

Başta hayat hakkı olmak üzere bir insanın doğumundan ölümüne kadar dünya

ve içinde cereyan eden her şeyden gerektiği gibi istifade etme hakkına sahiptir. Bu konuda kimsenin bir imtiyazı yoktur.

Ey inkârcılar! Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı? Allah onun tavanını yükseltti, onu bir düzene koydu. Gecesini karanlık yaptı, gündüzünü aydınlık. Bundan sonra da yeryüzünü döşedi. Ondan suyunu ve otlağını çıkardı. Dağları da sabit kıldı. Bunları sizin ve hayvanlarınızın geçinmesi için yarattı.” (Naziat 79/28-33)

İnsanlık, var olduğu günden beri dünyanın nimetlerinden istifade etme

konusunda bir birleriyle yarış halindedirler. Bu mücadele sırasında biri diğerinin önüne geçmeye çalışacağı için, Allah Teâlâ eşyadan nasıl istifade edileceğinin yasalarını koymuştur. İnsanlar arasındaki ilişkinin kurallarını belirlemiş, Eşyanın tabiatına göre Helal ve haram olanlarını tespit etmiştir. Meşruiyetin sınırlarını göstermiştir. Böylece insan, neye, nasıl, ne kadar sahip olacağını Rabbinin beyanıyla öğrenmiştir.

1-Bu hakların en başında gelen yaşama hakkı için en ağır bir müeyyide koyarak insan hayatını koruma altına almıştır.

“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız.” (Bakara 2/179)

“Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisa 4/93)

“Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, mümin bir köle azat etmesi ve ölenin ailesine

teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Ölünün ailesinin o diyeti bağışlamış olması müstesna…”(Nisa 4/92)

“Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Biz onları da sizi de rızıklandırırız. Onları öldürmek, büyük bir günahtır.” (İsra 17/31)

2-Eşyadan istifade etme hakkı vermiş ancak meşruiyetten ayrılanlar için şöyle buyurmuştur:

” Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken,

insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları hâkimlere (rüşvet olarak) vermeyin.” (Bakara 2/188)

“Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar, zaten onlar çılgın aleve atılacaklardır.” (Nisa 4/10)

(Buradaki istisnanın sebebi hikmeti, kendisine itimat edilen kimsenin korumasına verilene ihanet etmiş olmasındandır. Gasıp veya hırsız ile arasındaki fark bundan kaynaklanmaktadır ki bu iş, zimmetine para geçiren mutemet içinde beşeri hukukta da böyledir.)

“Bir şeyi ölçtüğünüz zaman, ölçüyü tam tutun, doğru teraziyle tartın. Böyle yapmak, sonuç itibariyle daha güzel ve daha iyidir.” (İsra 17/35)

“Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra 17/36

“Yetimin malına, rüştüne erinceye kadar güzel bir niyetle yaklaşın. Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.” (İstra 17/34

3- insana karşı cinsinden istifade etme hakkı vermiş, ancak bunu kurallara bağlamıştır:

“Eğer öksüz kızlarla evlendiğinizde onlara karşı adaletli davranamamaktan korkarsanız, hoşunuza giden diğer kadınlardan iki, üç ve dörde kadar nikâhlayabilirsiniz. Eğer adaleti gözetememekten korkarsanız, o zaman bir tane ile, yani elinizin altındakiyle yetinin. Bu doğruluktan ayrılmamanız için daha uygundur.” (Nisa 4/3)

“Kadınlara mehirlerini cömertçe verin, eğer ondan gönül hoşluğu ile size bir şey bağışlarlarsa onu afiyetle yiyin.” (Nisa 4/4

“Size şunları nikâhlamak haram kılındı: Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek ve kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren sütanneleriniz, sütkız kardeşleriniz ve karılarınızın anneleri ve kendileri ile zifafa girdiğiniz kadınlarınızdan olan ve evlerinizde bulunan üvey kızlarınız. Eğer üvey kızlarınızın anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Sulbünüzden gelen (öz) oğullarınızın hanımları ile evlenmeniz ve iki kız kardeşi birlikte nikâhlamanız da haramdır. Ancak cahiliyet devrinde geçen geçmiştir. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.” (Nisa 4/23

4-İnsanlığı ifsada götüren şeyleri yasaklamıştır:

“ Ey iman edenler; içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları; şeytanın amelinden olan pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz.” (Maide 5/90)

“Zinaya da yaklaşmayın, çünkü o pek çirkindir ve kötü bir yoldur.” (İsra 17/32)

“Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızdan vazgeçin.” (Bakara 2/278)

“Böyle yapmazsanız, bunun Allah'a ve peygamberine karşı açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer tevbe ederseniz sermayeniz sizindir. Böylece haksızlık etmemiş ve haksızlığa uğramamış olursunuz.” (Bakara 2/279)

5- Sadece Allah’a kulluk etme konusunda ise, bizzat Resulüne şöyle buyurmuştur: ” Biz sana Kitap'ı hak olarak indirdik. Öyle ise Dini Allah’a has kılarak yalnız O'na kulluk et.” (Zümer 39/2)

“De ki: «Ben, dini sadece O’na has kılarak Allah’a ibadet etmekle emrolundum.(Zümer 39/11)

“Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye, Ben size O'nun katından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim.” (Hud 11/ 2)

6-Toplumsal düzenin sağlanması konusunda ise:

“Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; Peygambere itaat edin ve sizden olan

emir sahiplerine de. Eğer bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve Resulüne döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, sizin için daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.” (Maide 5/59) buyurmuştur.

7-Ana, baba ve çocuklar arasındaki Hukuk konusunda:

“Rabbin, yalnız Kendisine tapmanızı ve ana babaya iyilik etmenizi

buyurmuştur. Eğer ikisinden biri veya her ikisi, sizin yanınızda ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı «Üf» bile demeyin, onları azarlamayın. İkisine de hep tatlı söz söyleyin.”

“İkisine de acıyarak tevazu kanatlarını indir. Ve şöyle deyin: “Ey Rabbim! Onların beni küçükten terbiye edip yetiştirdikleri gibi, sen de kendilerine merhamet et.” (İsra 17/23-24)

“Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Sonra anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, akraba olan komşulara, yakın komşulara, yanında bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, sahip olduğunuz kölelere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez.” (Nisa 4/36)

Onların geride bıraktıkları mirasları ile ilgili olarak:

“Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından her birine varisler kıldık.

Kendileriyle yeminleştiğiniz(Nikah konusunda ahitleştiğiniz ) kimselere hisselerini veriniz. Doğrusu Allah her şeye şahittir.” (Nisa 4/33)

“Allah çocuklarınız hakkında, erkeğe iki kadının hissesi kadar tavsiye eder. Eğer kadınlar ikinin üstünde ise, bırakılanın üçte ikisi onlarındır; şayet bir ise yarısı onundur. Ana babadan her birine, ölenin çocuğu varsa yaptığı vasiyetten veya borcundan arta kalanın altıda biri, çocuğu yoksa anası babası ona varis olur, anasına üçte bir düşer. Kardeşleri varsa, altıda biri annesinindir; babalarınız ve oğullarınızdan menfaatçe hangisinin size daha yakın olduğunu siz bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından tespit edilmiştir. Doğrusu Allah bilendir, Hâkim olandır.” (Nisa 4/11)

8- Hayvanların etlerinden istifade konusunda ise, şöyle yol gösterilmiştir:

“Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yeyin,

şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır.” (Bakara 2/168)

“Allah size ancak leş, kan, domuz etini ve Allah'tan başkasının adına

kesilenleri haram etmiştir. Darda kalan, aşırı gitmemek ve başkasının hakkına el uzatmamak şartıyla bunun dışındadır. Allah şüphesiz bağışlar, merhamet eder.” (Nahl 16/115)

“Diliniz yalana alışmış olarak, “su haramdır, bu helaldir” demeyin. Zira Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah'a karşı yalan uyduranlar ise, saadete erişemezler.”(Nahl 16/116)

“Üzerlerine Allah'ın ismi anılmamış olanlardan yemeyin, çünkü onu yemek yoldan çıkmaktır. Şeytanlar, dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız, muhakkak ki, Allah'a ortak koşanlardan olursunuz.” (Enam 6/121)

9-Müslümanlar arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi için: 
“Müminler; ancak kardeştirler. Öyle ise iki kardeşinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki; esirgenesiniz.” (Hucurat 49/10)

“Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki de onlar,

Kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi kendinizi de ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sora fasıklık ne kötü bir isimdir! Tevbe etmeyenler ise zalimlerdir.” (Hucurat 49/11)

“Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın) . Kiminiz de kiminizin gıybetini yapıp arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bak tiksindiniz bile. Allah'tan korkun. Hiç şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir.” (Hucurat 49/12)

10-İnsan Şahsiyetinin Korunması konusunda ise:

“İffetli kadınlara zina isnat edip de, sonra dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun ve ebediyen onların şahitliğini kabul etmeyin. İşte onlar yoldan çıkmış kimselerdir.” Ancak bundan sonra tevbe edip ıslah olanlar müstesnadır. Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.” (Nur 24/4-5)

“Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanları ile hüsnü zanda bulunup da: «Bu, apaçık bir iftiradır» demeleri gerekmez miydi?” (Nur 24/12)

“Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat 49/6)

Buraya kadar Allah Teâlâ’nın kullarına vermiş olduğu hak ve görevlerden bir Kısmını hatırlatmaya çalıştık. Elbette KUL HAKKINA giren şeyler bunlardan ibaret değildir. Bunu ifade etmenin en kısa yolu:
Bir insan olarak Allah’ın bize verdiğine inandığımız her hakkın, diğer insanlar için de verilmiş bir hak olduğunu teslim etmektir.

Bu nedenle bize yapıldığında memnun olmayacağımız bir şeyi, biz de başkalarına yapmaktan Kaçınmalıyız.

Bu şey, malımızla ilgili olabilir, Canımızla, Evladımızla, Şahsiyetimizle, Şeref ve Haysiyetimizle, Sağlığımızla, Dünya ve Ahiret’imizle ilgili olabilir. Bu konularda bizi rahatsız edecek bir davranış, başkalarına yapıldığında onları da rahatsız edeceği bir gerçektir.

Bu nedenle evimizde. İş yerinde, çarşı ve pazarda, parkta veya piknikte, otobüse biniş ve inişimizde, camiye giriş ve çıkışımızda, Hacda ve umrede, arabalı veya arabasız olarak trafikte, düğün nişan cenaze gibi özel günlerimizde, kardeşlerimizle mirasımızı paylaşmada, ticaretimizde, icra ettiğimiz sanatımızda, hâsılı insanlarla olan tüm ilişkilerimizde yapacağımız bir hak ihlali kul hakkını gündeme getirmektedir. Bunların her birini günlük hayatımızda karşılaştığımız canlı örnekleriyle örneklendirmemiz mümkündür. Eminiz ki bunları bir çoğu olumsuz önekler olacaktır.

Hal bu ki, Peygamber Efendimiz Müslüman’ı tanımlarken:

“Müslüman, elinden ve dilinden insanların emin olduğu kimsedir ”buyuruyor. Ayrıca:

“Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücut gibidirler. Vücudun her hangi bir uzvu rahatsız olursa bütün vücut rahatsız olur. Hummaya tutulur, uykusuz kalır.” (Buhari Ve Müslim, Riyazüssalihin, 222 C.1 S. 271) sözleriyle konuyu, elle tutulur gözle görülür hale getiriyor.

İnsanlarla münasebetlerimizde meydana gelen hak ihlallerinde, iki sorumluluğumuz vardır. Birincisi bu kuralları koyan Allah Teâlâ’ya karşı, ikincisi de hakkını ihlal ettiğimiz kimseye karşıdır. Bu yanlışı düzeltmek için mümkünse, hakkı sahibine iade edip helalleşmek; sonra da bu kuralı koyan Allah’a tevbe ederek bağışlamasını dilemektir.

Toplumumuzda şöyle bir kanaat vardır. Kul hakkı asla bağışlanmaz. Bu nedenle” bana kul hakkıyla gelmeyin” sözü, bir ayetmiş gibi Allah Teâlâ’ya isnat edilir. Hâlbuki Kur’an’da böyle bir ayet yoktur. İnsanların haklarından bahsedilir. Ama haksızlık yapanların asla affedilmeyeceğinden bahsedilmez.

Çünkü kulu yaratan, yaşatan, hak ve hukukunu belirleyen, dünya ve ahirette görev ve sorumluluklarını bildiren, sonucundan sorumlu tutan, hak ve batılın ölçüsünü koyan, neyin daha önemli olduğunu belirleyen de Allah Teâlâ’dır.

Konuya bu açıdan baktığımız zaman, herhangi bir kuralı ihlal eden kimse, her şeyden önce kuralı belirleyen Allah’ın hukukunu çiğnemiş olmaktadır. Bu nedenle ihlal edilen hak öncelikle Allah’ın hakkıdır. Saygı duyulmaya, itaat edilmeye, tevbe ve istiğfar edilmeye layık olan da O’dur. İşlenen suçun kime zarar verdiğinden önce kime karşı işlenmiş olduğu önem arz etmektedir. Hiç bir otorite sahibi otoritesinin çiğnenmesine rıza göstermez. Allah’ta kendisine saygı ister, itaat ister. Hükümranlığına kimseyi ortak etmez. Birliğine gölge düşürmez. Ortak koşanları da asla bağışlamaz. Bu nedenle Allah’ın asla bağışlamayacağını buyurduğu konu ŞİRK konusudur.

“Doğrusu Allah, kendisine ortak koşulmasını asla affetmez. Ondan başkasını ise, dilediği kimseler için bağışlar ve mağfiret buyurur. Her kim Allah'a şirk koşarsa gerçekten pek büyük bir günah ile iftira etmiş olur.”(Nisa 4/48)

“Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında dilediğini bağışlar. Allah'a ortak koşan, muhakkak ki, derin bir sapıklığa düşmüştür.”(Nisa 4/116)

”Lokman (as), oğluna öğüt verirken: Yavrucuğum! Allah’a asla şirk koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür demişti.”(Lokman 31/13)

Ayetlerin ortaya koyduğu mesaja göre şirkin, asla bağışlanmayacağı anlaşılmaktadır. Çünkü şirk, tevhidi örten, Allah’ın kudretine gölge düşüren, imanı bozan bir küfürdür. Kul hakkı ve benzeri davranışlar ise günah olarak nitelendirilmektedir. Günah ile küfür kıyaslanamayacak kadar farklı şeylerdir. Şirk imanı bitiren bir inanıştır. Kul hakkı yemek ise meşru görülmediği sürece sadece günahtır, vebaldir ve haram bir davranıştır. Bir haramı işlemenin, bir farzı terk etmenin Allah indindeki durumu ne ise kul hakkı yemenin durumu da aynıdır. Belki diğerlerinden farkı, hem Allah’a hem de hakkı elinden alınmış kula karşı yapılan bir haksızlıktır. Bunun için Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“ Aranızda mallarınızı batıl sebeplerle yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile-bile günah ile yemek için, o malları hâkimlere rüşvet olarak vermeyin.” (Bakara 2/188)

“Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin. Ancak kendi rızanızla yaptığınız ticaretle yemeniz helaldir. Birbirinizin canına kıymayın. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir.”( Nisa 4/29)

“İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.” (Şuara 26/183)

İnsanlarla olan ilişkilerimiz konusunda yapılan tavsiyeler bu minval üzere devam ederken; Kul Hakkının Öne Çıkarılmasında başka bir sebep olmalıdır.

İnsanların kul hakkı konusunu bu kadar öne çıkarmalarının sebebi, işin ucunun dünyada kendi menfaatlerine dokunmuş olmasıdır. İnsan o kadar bencildir ki herkesin malını çalan hırsız bile kendi malının çalınmasını istemez. Başkasının canına saygı göstermeyen cani bile, kendi canının korunmasını ister.

Kur’anda İnsanın özelliklerinden bahsedilirken: Onun mala düşkünlüğünden (Bakara 2/177), bencil ve cimriliğinden (Nisa 4/128) bahsedilmektedir.

İnsan, yenilen kendi hakkı olduğu zaman bütün gücüyle onun korunmasını isterken; başkasının hakkını korumada aynı titizliği göstermiyor. Hakkını yiyenleri bağışlamayacağını söyleyen kimseler, Aynı şekilde kendilerinin de bağışlanmamasını isteyebilirler mi?

Ey iman edenler! Peygamber sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman, Allah'a ve Resul'e icabet edin. Ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Ve siz mutlak O'nun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfal 8/24)

Hz. Ebu Bekir (ra) Medine de en çok yardım edip gözettiği fakirlerden birisi (MISTAH) “ İFK” olayında aşırı davrandığı için ona bir daha asla yardım

etmeyeceğine ve yaptığı bu işi bağışlamayacağına dair yemin etmişti. Ancak Allah Teâlâ bu işten razı olmadığı için öyle bir ifade kullanmıştır ki, taş olsanız dayanamazsınız.

“İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler; bağışlasınlar; feragat göstersinler. Allah'ın da sizi bağışlamasını istemez misiniz? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” (Nur 24/22)

Şimdi bu hükmün karşısında bağışlamayacak bir kimse olabilir mi? Allah kulunun “bam teline” dokunarak, bütün öfkesini ve intikam duygularını bitirmektedir.

“Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.” Hadisine göre İster misiniz ki, size de merhamet edilmesin? Bunun için Müminler sonunda bir birlerine haklarını helal ederler bağışlarlar ki, Allah da bizi bağışlasın diye.

Bu konuda yakinen şahit olduğumuz bir hadise var ki, hala sıcaklığını hissediyoruz. Kur’an’ın mesajını kavramış olmanın kendisine yüklemiş olduğu sorumluluğun gereği olarak, dile getirdiği bir takım gerçeklerden dolayı toplumun her türlü hakaret ve tehditlerine maruz kalan bir kardeşimizin, son sözleri şöyle olmuştu:

“Küfre hasımlığım, İslam’a olan hısımlığımdandır. Allah ve Resulüne düşman olmayan herkese hakkımı helal ediyorum.”

“Ben kendime karşı yapılanları bağışlamazsam, Rabbimden beni bağışlamasını nasıl isterim” demişti. Kulluk bilincine ulaşmış her Müslüman’dan beklenen de bu olmalıdır.

Sonuçta kul hakkı yemekte bir günahtır. Günah kavramıyla küfür veya şirk kavramlarını bir birine karıştırmamak gerekir. Allah Teâlâ asla bağışlamayacağı anlayışları şöyle belirtmektedir:

“Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur.” (Nisa 4/48)

“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa. O tamamen sapıtmıştır.” (Nisa 4/116)

“Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (Cuma 62/5)

“Onlara de ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler ve meskenler, size Allah ve Resulünden ve Allah yolunda cihat etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah böyle fasıklar topluluğuna hidayet nasip etmez.”(Tevbe 9/24)

“Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da Tâgut’tur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürürler. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar.” (Bakara 2/257)

Ancak kul hatasız olmaz. Herkes hata işleyebilir. Bilerek bilmeyerek başkalarının haklarını ihlal etmiş olabilir. Hiç kimse hata ve kusurdan beri değildir. Bununla beraber Müslüman Rabbinin rahmet ve merhametinden asla ümidini kesmez. O’na karşı tövbekâr olup, günah ve kusurlarının bağışlanmasını diler. Bu hal üzere olanlar için Rabbimiz şu müjdeyi vermektedir:

“Ancak Allah, tevbe eden, iman edip salih amel işleyenlerin, kötülüklerini iyiliklere çevirir. Bağışlar ve merhamet eder.” (Furkan 25/70)

“İman edip salih amel işleyenlerin (geçmiş) kötülüklerini elbette örteriz ve onlara, yaptıklarının daha güzeli ile karşılık veririz.”(Ankebut 29/7)

“Toplanma günü için, sizi bir araya getirdiği zaman, işte o, kimin aldandığının ortaya çıkacağı gündür; Allah'a kim inanmış ve salih amel işlemişse, Allah onun kötülüklerini örter, onun içinde temelli ve sonsuza dek kalacağı, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar; büyük kurtuluş işte budur.”(Tegabun 64/9)

“İşte bu, Allah'ın size indirdiği buyruğudur. Kim Allah'tan korkarsa Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükâfatını arttırır.” (Talak 65/5)

“Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, Allah da kusurlarınızı örter

ve sizi şerefli bir yere yerleştirir.” (Nisa 4/31)

“Ey iman edenler! Eğer siz gerçekten Allah'tan korkarsanız O, size Furkan’ı verir. Günahlarınızı bağışlar ve kusurlarınızı örter. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir.” (Enfal8/29)

Son söz olarak Rabbimizden niyazımız şudur: “Yarabbi! Bizleri de Müslüman olarak öldür ve salih kullarıyın arasına kat!..”
Konuşmacı: Hüseyin Bülbül

Bakmadan Geçme