İlk seyrettiğim tiyatro ilçemizin düğün salonunda sergilenen, İbrahim Ethem konulu bir oyundu. Son izlediğim ise, İlim Yayma Cemiyeti Tiyatro Kulübü’nün tiyatrosuydu. Konu mu? Tevafuktur, İbrahim Ethem’di. İlk ve son sahneler öğrencilerindi; ilki lise, sonu ise üniversite öğrencileriydi. Tabii ki bu ikisi arasında Ulvi Alacakaptan’ın(revü-müzikal tarzda) bant tiyatroları, bir kişilik gösterileri, Nejat Uygur’un sahneleri, Ankara Tiyatro’sunun Keşanlı Ali Destanı başta olmak üzere 6 sahnesine şahit/seyirci oldum.
İlim Yayma Cemiyeti Tiyatro Kulübü oyuncularından, İbrahim Ethem rolündeki arkadaşı(Samet Karakoç) ilk gördüğümde, kolu sarılı idi. O günlerde bir gece için hazırlık çalışmalarımız vardı. Tiyatro çalışması yaptıklarını söylemişti gençler. Ben de bizim gece de sergileyin, demiştim. Arkadaşları, bu arkadaşımıza bağlı kolu kırık demişlerdi. Böyle oynasın, ona göre bir rol verin, demiştim.(Tabii onlar başkarakter olduğunu biliyor, ben bilmiyordum)
Ön tahminlerim; piyes, müsamere…benzeri bir oyun beklentisiydi. Ama yanıldım. Senaryo, kostüm, oyunculuktaki performans, sahne kullanımı harikaydı. Sanki devlet tiyatrosunun genç oyuncularıydı. Belki bu tespitlerim abartılı bulunabilir, belki tiyatrodan anlamadığım için iyi niyetli cümleler sanılabilir. Ama Tiyatro Kulübü’nü kuran, gençleri yüreklendiren ismini de cemiyete veren Şehit Furkan Doğan’ın babası Ahmet Bey’de aynı minvalde konuştu. ‘Gençleri kötü alışkanlıklardan kurtarmak, özgüvenlerini geliştirmek, diksiyonlarını iyileştirmek amacıyla üniversite iken de tiyatro çalış(tır)malarının olduğunu,’ söyledi. Gençleri başarılı bulduğunu ifade etti. Tabii bu sahne de yönetmelik yapan kişinin Furkan Demir’in emeği olduğunu vurguladı. Gecenin özel konuğu araştırmacı-yazar Mustafa Yazgan ise, gençleri çok başarılı bulduğunu ifade ederken, bir kaygı ve bu kaygının giderilmesi için devamının getirilmesini temennisinde bulundu. Öyle ki, okullar bitse de bu ekibin devam etmesi gerektiğinin altını çizdi.
Yazgan’ın bu kaygısı yersiz değildi. Bizim dönem, doksanların sonu bir arkadaş grubumuz vardı. Bu ekip radyoda; Gençliğin Gündemi, dergicilikte; Bizim Kampus, sahnede; Sun Sanat Tiyatro’su çalışmalarına imza atmışlardı. Tiyatroları skeç türüydü; kendileri yazıyor, kendileri oynuyordu. Hele Bilal Yıldırım ve Ali Çelik isimli gençler bu işin piriydi. Ama illeri ve ilgi alanları artık değişmişti. Yani üç alanda da, o günün sosyal ve siyasi şartları ağırdı, riskliydi. Ama bu gençler hevesli, üretken ve ümitliydi. Ne zaman ki hayatın dönemeçlerine girdiler; iş-askerlik, evlilik…ve üniversite de okuduğu şehirden ve çevreden ayrılış. İşte kırılgan nokta bu. Yılların tecrübesi, gözlemi yazarımıza bu ekibin çalışmasının devam etmesi temennisine zorlamıştı.
İslam ve Tiyatro. Ya da Müslümanlar ve Tiyatro denilebilir. Maalesef hala aşılabilmiş değil. Ne karşıt cenah bize layık görüyor tiyatroyu, ne bizim cenah gelenek oluşturabiliyor bu alanda. Bir dönem Ulvi Alacakaptan’ın bant tiyatrolarına ilgi kadar, sahne alışlarına ilgi gösterilmedi. Mezkur şahsın/abimizin ihtida eden bir yapısı da vardı. Yani karşıt cenahı görmüş ve dönmüş biri. Baktı ki bizim piyasa da sanata, sanat adamına ilgi zayıf. Tabii bunun temel referanslarımızın yorumlanışıyla, hakim sistemin uzun bir dönem ket vurmasıyla, bazı fikir önderlerimizin olumsuz yaklaşımıyla…Ya da kırmızı çizgilerimizin olmasıyla; (helal-haram-mahremiyet, kadın-erkeğin sahne alması…)
En son Şehir Tiyatrosu’nda gittiğim, Türkiye’nin sayılı oyuncularından-ailece öyle- birisinin tiyatrosuydu. Salon tıklım tıklımdı. İşin gerçeği senaryo berbat, kadın-lar ön planda, espriler bel altı, söyleyişler argo… Hani insan nefsine, gençlerin hevesine hoş gelen nahoş sahneler.
Bu gün sinema da istediğimiz filmler yoksa, bu gün kanallarımız hala demode olmuş filmleri, programları yayımlıyorsa, çocuklarımız bizim denen kanalları izlemiyorsa…bunun temeli geleneğimizi devam ettiremediğimiz. Var olan gençlere, ya da oyunculara-Alacakaptan gibi- sahip çıkmadığımız için. Son tahlilde, Alacakaptan gider, ihtida ettiği çizginin oyuncusu olmak zorunda kalır. Ama alternatif ürünler üretmek zorundayız. Cinselliği, dişiliği işlemeden de sanatın yapılabildiğini bu gün İran sineması, Hint sineması ispatlıyor.
Cemiyetin gençlerinin oynadığı oyunda: Neden İbrahim Ethem, dendi. Yani başka bir konu, şahsiyet sahnelenmedi dendi. Bu hem artık konunun çok işlenmişliği, hem de mezkur kişinin sufi kimliği, belki de popüler bir konu olmaması idi. Tartışılabilir, sahne den bazı bölümler ihtilaflı konulardı. Öğrendiğime göre gençler de bunun farkında. Ama bizlerinde farkında olması gereken bir şey var. Senaryo mu var? Söyle kardeşim ne olabilir dense, bir elin hadi iki elin parmaklarını geçmez ve herkesin ilgini çekmez konular. Şimdi genç olanlar ya da eski gençler, hadi senaryo yazın. Ülkenin, ümmetin sorunlarını sahne de en iyi şekilde dile getirin…Gençlerin sorunlarını en doğru şekilde ifade edin. Eşyada asıl olan ibahattır, düsturunca eğlendirin. Şahsiyeti sorunlu, fikri sorunlu oyunculara bizi, çocuklarımızı mahkum etmeyelim. Bu gençleri destekleyelim.
Cemiyette karşılaştığım oyunculardan birinin kolu kırık demiştim ya. O günlerde hazırlık yapıyorlar ama başroldeki Samet Karakoç ‘un durumundan dolayı erteleniyordu. Elinden tutmuş, geçmiş olsun demiştim. Demek ki, iyileşmemiş o şekilde sahne almıştı. Kolu kırıktı ama oyunculuğunda kırıklık/kusur yoktu. Diyeceğim o ki, o halde bile sahne alabilen bu gençler, finallerinin arasında yüksek performans sergileyen bu gençler. İmkan verilse, desteklense, yüreklendirilse, birçok şey değişir, gelişir. Yani biz de sorun olan gençler değil-kolu kırık olsa da-bilelim. Biz de sorun olan, tiyatro anlayışımızın kolu kanadı kırık.
Araştırmacı-yazar Yazgan’ın bu konudaki yazgımızı değiştirecek, bir kez daha tiyatronun önemini hatırlatacak tespitlerine bırakalım: “ Ben konuşmalarla fikrimi insanlara ilettim. Sayısız konuşmalar yaptım, konferanslar verdim. Ama benim on konuşmamdan, bu bir sahne o konuşmaların hepsinden daha etkilidir.” dedi.
Gördüğümüz kadarıyla İlim Yayma Cemiyeti, gençlerin sadece barınma ihtiyaçlarını değil aynı zamanda kültürel-sanatsal ihtiyaçlarını da görüyor. Öyle ki bu etkinlikle yakın tarihlerde, cemiyetteki diğer kulüplerin atölye sergileri vardı.
Sahnenin-sanatın değil, siyasetin konuşulduğu bu günlerde gençler adına, Kayseri’miz adına bir talepte bulunalım. Kayseri’den gidecek milletvekili adaylarımız, Kültür bakanlığında aktif bir rol alsınlar, yetmedi Türkiye için Anadolu tiyatrosu, Kayserimiz içinde Erciyes Tiyatrosu vurgulu bir oluşuma imza atsınlar.
Ne demiştik, tiyatroda kolumuz kanadımız kırık. Bir tabibe, bir tamire ihtiyaç var.
Mustafa BALABAN